I.
KAPATMA
KAVRAMI VE MİLİTAN DEMOKRASİ
A. Militan Demokrasi Anlayışı ve Rejimin
Kendini Koruma Refleksi
1.Militan Demokrasinin Tanımı, Militan
ve Liberal Demokrasi
En popüler ifade ile “Halkın halk
tarafından halk için yönetilmesi” olarak tanımlanan demokrasi kavramı şu üç
gerekliliği bünyesinde barındırır; özgür-serbest seçimler, çok partili siyasal
hayat ve temel hakların korunması[1]. Kendini meşru göstermek
adına demokratik olduğunu iddia eden rejimleri bir kenara bırakırsak günümüz
demokrasilerinde ilk iki kavram hususunda uzlaşıldığını kabul edebiliriz. Ancak
temel hak ve hürriyetlerin hangi noktaya kadar korunacağı, ne gibi faaliyetlere
müsaade edilip ne gibi faaliyetlerin özgürlükçü demokrasi korumasından mahrum
bırakılacağı tartışılan bir konudur.
Demokrasi kurumlarının kullanılarak
demokratik düzeni yıkıp totaliter rejim kurmanın mümkün olduğu özellikle ikinci
dünya savaşı Almanya ve İtalya’sında çok acı biçimde dünyaya gösterilmiştir[2]. Bu tecrübeler, büyük
fedakârlıklar ve çabalarla kazanılan demokrasi ve özgürlüklerin korunması için
temel hakların kötüye kullanılmasının önüne geçme düşüncesini yaygınlaştırmış
neticede de rejim içinde, özellikle siyaset yaparken, rejime karşı eylemlerin
etkili devlet mekanizmaları tarafından yasaklanması fikrini yaygınlaşarak
“kendi kendini koruyan demokrasi” sistemleri benimsenmiştir. Amacı özgürlükçü
demokrasiyi ortadan kaldırmak olan akımlara müsaade etmeyerek kendi kendini
koruyan demokrasi sistemi olarak tanımlanabilecek militan demokrasi (mücadeleci
demokrasi) modeli bu sebeplerle hukuk sistemlerinde kabul edilir hale gelmiştir[3].
Özgürlükçü demokrasilerde rejim
karşıtı da olsa kimi faaliyetlerin yasaklanması tartışmaya açık bir konudur.
Gerçekten de “özgürlüklerin yalnız sisteme destek veren fikir ve eylemlere
yönelik olması kavram içinde çelişki yaratır mı?” sorusu üzerinde durulmaya
değer. Gerçek bir özgürlükçü demokraside hürriyetlerin mutlak olarak her kesim
ve düşünce için sağlanması gerektiğini savunan liberal demokrasi tezi bu
çelişkinin, kavramın kendisine zarar verdiğini savunur. Demokrasilerde fikirler
açıkça ve güvenle dile getirilebilmeli, halk tarafından destek bulduğu ölçüde
benimsenmeli, denenmeli; diyalektik sistem içinde çatışarak daha iyi fikirleri,
sentezleri doğurmalıdır.
İki temel anlayış karşılaştırıldığında kanaatimizce
liberal demokrasi kavramı özgürlükçü demokrasi anlayışı ile daha uyumludur.
Fakat kendi kendini yönetmek hususunda hala evrimleşen dünya toplumları
özgürlükleri ortadan kaldırmayı amaçlayan özellikle militarist fikirleri kendi
içinde eritecek bilince ulaşmamıştır. Yaşanan acı tecrübeler de demokrasiyi
içselleştirmemiş halkların, sınırsız-mutlak özgürlük modelini yavaş yavaş
benimseyebileceklerini, aksi halde demokrasinin savunmasız kalacağını ortaya
koymaktadır.
2.1982 Anayasası’nda Demokrasi
Siyasi partileri “demokratik hayatın
vazgeçilmez unsuru” olarak gören ve özgürlükçü demokrasi modelini benimsemiş[4] bir anayasa olan 1982
Anayasası bu özgürlüğü sınırsız kabul etmemiş; 14. Maddesinde “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden
hiçbiri… demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan
faaliyetler biçiminde kullanılamaz.”[5] İfadesine yer vererek aslında
korunan hak ve hürriyetlerin sadece rejim içinde kullanılabileceğini, rejime
zıtlaşan, onu değiştirmeyi amaçlayan eylemlerin korunmayacağını belirtmiştir[6]. Ayrıca siyasi parti
özgürlüklerine bizzat anayasa ile getirilen pek çok sınırlama, toplantı ve gösteri
yürüyüşü hakkının kullanım çerçevesi[7], düşünceyi açıklama ve
yayma hürriyetinin sınırlandırılma sebepleri[8] de yukardaki hükmü
destekler niteliktedir. Bu ifadelerle, yürürlükteki anayasamızın 1961 Anayasası
gibi militan demokrasi anlayışını benimsediği açıktır[9].
B. Kapatma ve Temelli Kapatılma Sorunu
1.Kapatma Kavramı ve Diğer Sona Erme
Nedenleri
Siyasi partilerin tüzelkişiliklerinin
sona erme nedenleri Siyasi Partiler Kanunu m. 98 ve devamı maddelerinde
açıklanmıştır[10].
Bu sebepler kanun sistematiğine uygun olarak kapatılma ve kapanma olarak iki
başlık altında incelenebilir. Adından da anlaşılacağı üzere kapanma kavramı
siyasi partinin kendi iradesiyle tüzel kişiliğine son vermesidir. Kapanma,
partinin kendi kendini feshetmesi, başka bir parti ile birleşmesi ve
kendiliğinden dağılmış sayılma şeklinde karşımıza çıkar[11]. Konunda açıklandığı
şekliyle bir siyasi partinin kapanmasına (başka bir partiyle birleşme suretiyle
de olsa) ancak büyük genel kurulun gizli oyla ve salt çoğunlukla alacağı karar
neticesinde gerçekleşir ve kanunun belirttiği makamlara bildirilir. Siyasi
partinin tüzel kişiliği kapanma kararının alındığı tarihte son bulur. Partinin
malları ise ya başka bir siyasi partiye devredilir ya da hazineye aktarılır. Kendiliğinden
dağılmış sayılma ise Siyasi Partiler Kanunu’nun Türk Medeni Kanunu ve Dernekler
Kanunu’na yaptığı atıflar göz önünde bulundurulduğunda acze düşme, yönetim
kurulunun kurulmasına imkân kalmadığı hallerde söz konusu olacaktır[12].
Kapatılma kavramı ise siyasi partinin
iradesi dışında gerçekleşen bir yaptırımdır. Anayasa ve kanunda öngörülen usule
göre siyasi partiler Cumhuriyet Başsavcısı’nın açacağı dava üzerine Anayasa
Mahkemesi tarafından kapatılabilir. Kapatmaya ilişkin ayrıntılara aşağıda yer
verecek olmakla birlikte Anayasamızda yer alan kapatma ve temelli kapatma
kavramları arasındaki farkları burada incelemekte fayda görüyoruz.
2.Kapatma ve Temelli Kapatma Kavramları
Kapatma ve temelli kapatma kelimeleri
arasında geleceğe yönelik etkileri yönünden anlamsal farklar mevcuttur. İki
kelime de tüzel kişiliğin sona ermesi sonucunu ifade etmekle birlikte temelli
kapatma kavramının bir daha açılama sonucunu da beraberinde getirdiği oysa tek
başına kapatma kavramının böyle bir netice ön görmediği söylenebilir[13]. Anayasanın 69.
maddesinde bu iki kelimenin bir arada kullanılması doktrinde tartışmaya sebep
olmaktadır. Baskın görüş kapatma ve temelli kapatma kavramlarının anayasada
aynı anlamda kullanıldığını savunmakta, Siyasi Partiler Kanunu ya da Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’da da böyle bir
ayrıma yer verilmediği için anayasanın kavramlar arasında herhangi bir fark
gözetmediği şeklinde yorumlanması gerektiğini savunmaktadır[14]. Kimi yazarlar ise
kanunlardaki bu eksikliğin anayasanın yorumunu etkilememesi gerektiğini, tarihi
yorum yapıldığında kavramların farklı olduğunu ileri sürmektedir.
Kanaatimizce de anayasa hazırlanırken
kavramlar arasında bir fark gözetilmemiştir. Anayasa mahkemesinin vereceği
kapatma (ya da temelli kapatma) kararı o siyasi partinin başka bir ad altında
dahi olsa yeniden kurulamaması neticesini de beraberinde getirmektedir. Aksi
görüş kabul edildiğinde siyasi partilere temelli kapatma, kapatma ve devlet yardımından
yoksun bırakma olmak üzere üç farklı yaptırımın benimsenmiş olduğunu da kabul
etmek gerekir. Oysa Anayasa m.69/VII’de temelli kapatma yaptırımına alternatif
olarak sadece devlet yardımından mahrum bırakmayı öngörmüştür.
II.
KAPATMA
NEDENLERİ
Mevzu hukukumuzda siyasi partilerin
kapatılma nedenleri; tüzük ve programına ilişkin yasaklara aykırılıklar, yasak
eylemlerin odağı haline gelme ve yabancı gerçek ya da tüzel kişilerden yardım
alma olmak üzere üç başlık altında incelenebilir[15]. Ayrıca nispeten yakın
zamanda yürürlükten kaldırılan kapatma nedenlerine de değinilmesi yerinde
olacaktır.
A. Siyasi Parti Tüzük ve Programına
İlişkin Yasaklara Aykırılıklar
Anayasa m. 68/IV
“Siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin
bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına,
eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik
Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya
herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç
işlenmesini teşvik edemez.” ve m. 69/V “Bir siyasi partinin tüzüğü ve programının
68 inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı bulunması halinde temelli
kapatma kararı verilir.” hükümleri siyasi parti tüzük ve programlarında
bulunan ne gibi ifadelerin yasak olduğunu belirtmiş; bu yasaklara aykırılığın
ise kapatma ile sonuçlanacağını hükme bağlamıştır. Söz konusu maddelerden
rahatlıkla anlaşılacağı üzere parti tüzük ve programları Türkiye
Cumhuriyeti’nin temelini teşkil eden pek çok değere aykırı hüküm içeremeyeceği
gibi kamu düzenine ilişkin bir kural olarak suç işlemeyi teşvik edemez[16].
Hangi değerlerin anayasa ile koruma
altına alındığı aşağıda açıklanacaktır. Burada değinilmesi gereken hususlar ise
tüzük ve programda, korunan değerlere aykırı ibarelerin sırf yazılı olması;
bunlara ilişkin hiçbir eylemde bulunulmaması halinde dahi siyasi partinin
kapatılmasının mümkün olup olmadığı ve suç işlenmesinin teşvik edilmesi yerine
bizzat tüzük ya da programla suç işlenmesi halinde durumun ne olacağıdır[17].
Anayasamıza göre herkes düşünce ve
kanaat özgürlüğüne sahiptir. Hiç kimse düşüncelerinden ötürü kınanamaz,
suçlanamaz. Bu da bize sınırlanamaz bir düşünce özgürlüğünün varlığını
gösterir. Ancak konu düşünceyi yayma hürriyetine geldiğinde özgürlüğün bu denli
sınırsız olmadığını görürüz. Gerçekten de ülkemizde kural olarak düşünceyi
yayma hürriyeti mevcuttur. Ancak bu hürriyet “cumhuriyetin temel niteliklerini
korumak, suçların önlenmesi gibi sebeplerle sınırlandırılabilir.
Siyasi partilerin de eyleme
dönüşmemiş ve fakat tüzük ve programlarında yer bulan Anayasa m. 68/IV
hükmündeki ibareler düşünce hürriyeti kapsamında değerlendirilebilir. Ancak
halkı yakın politik müştereklerde birleştirip örgütleme amacı da olan siyasi
partilerin bu ibareleri tüzük ve programlarına koymak suretiyle düşünceyi yayma
faaliyeti gerçekleştirdikleri söylenebilir. Bu durumda da madde 69 ile
getirilen sınırlamalar anayasanın diğer maddeleri ile tutarlı görünmektedir.
Yine de bu yasağı çok geniş yorumlamamak gerekir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi içtihatlarında, partilerin kapatılması için tüzük ve
programlarında 68. maddede korunan değerlere aykırı hükümlere yer verilmesini
yeterli görmemiş, bu değerlerin ortadan kaldırılmasının bir amaç olarak kabul
edildiğinin de tüzük ya da program metinlerinden anlaşılabilmesini de bir
denetim ölçütü olarak benimsemiştir. Bu anlayışa paralel olarak Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi de “tek başına tüzük ve
program nedeniyle kapatmanın demokratik toplum düzeninde zorunlu tedbir
niteliğinde” olmayacağını kabul ederek Türkiye’yi mahkûm etmiştir[18].
B. Siyasi Partinin Yasak Eylemlerin
Odağı Haline Gelmesi
Anayasa m. 69/VI hükmü yine m.68/IV’e
atıf yapmakta fakat bu sefer siyasi partilerin korunan değerleri eylemleri ile
ihlal etmesi halinde kapatılacağını düzenlemiştir. Burada karşımıza çıkacak ilk
sorun ise anayasada korunan değerlerin nasıl somutlaştırılacağıdır. Zira
demokrasi, laiklik, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü gibi
kavramlar tanımları hususunda tam bir uzlaşma sağlanamamış çok genel
kavramlardır. Kanaatimizce bu konuda kabul edilecek en makul çözüm ise Anayasa
Mahkemesi’nin bu kavramları anayasanın sistematiği içinde ve özüne uygun
şekilde içtihat yoluyla somutlaştırmasını kabul etmek olacaktır.
1.Demokratik Cumhuriyet İlkesine
Aykırılık
Cumhuriyetin temel değerlerinden bir
olarak değiştirilemeyecek hükümler arasında da yer alan demokrasi kavramı
siyasi partilerin eylemlerine getirilen belki de en önemli sınırlamadır[19]. Bununla birlikte
demokrasiden ne anlaşılacağının belirlenmesi de bir o kadar zordur. Modern
dünyada hemen her yönetimin meşruluk sağlamak için demokrasiyi şart kabul
ettiği ve bu sebeple demokrasi söylemlerine sıklıkla yer verdiği; kendisini
demokratik ilen ettiği bu zamanlarda kavramın sınırlarını belirlemek
zorlaşmaktadır.
Eski İyonya’da doğan ve özellikle
Atina’da gelişen demokrasi bugün çoğunluğun iradesine dayan basit bir karar
alma mekanizması olarak algılanamaz. Demokratik bir devlette yönetim gerçek
anlamıyla halkın elinde olmalıdır ve temel haklar devlet tarafından etkin
şekilde korunmalıdır. Bu sebeple siyasi partilerin demokratik düzenin adını
değiştirmeden içini boşaltmaları da yasak kapsamında değerlendirilmelidir[20].
Kavramın içinin boşaltılmaması fakat
mevcut demokrasi anlayışının değiştirilmesi (örneğin militan demokrasi yerine
liberal demokrasi ya da sosyal demokrasi yerine sosyalist veya liberal yapının
getirilmesinin amaçlanması) ise kanaatimizce kapatma sebebi olarak
düşünülmemelidir.
2.Eşitlik İlkesine Aykırılık
Eşitlik kavramı hukukumuzda mutlak
olarak algılanmayıp kanun önünde eşitlik ve eşitler arasında ayrımcılık yasağı
olarak kabul edilmektedir. Bir siyasi parti bu eşitliği ortadan kaldıracak,
belirli bir sınıfa, zümreye, gelir gurubuna vs. ayrıcalık sağlayacak
faaliyetlerde bulunamaz[21]. Bununla birlikte mutlak
eşitliği savunup savunamayacağı ise tartışma konusudur.
3.Hukuk Devleti İlkesine Aykırılık
Hukuk devleti, mahkemelerin bağımsızlığı,
hâkimlik teminatları ve hukukun üstünlüğü kavramlarını da bünyesinde barındıran
üst bir kavramdır.
Mahkemelerin bağımsızlığı, hiçbir
kurum ya da kuruluşun mahkemelere emir-talimat verememesi ve görülmekte olan
bir davaya ilişkin her türlü etki ya da müdahaleden kaçınılması gerektiği
anlamına gelir. Bu etki yasağı şüphesiz siyasi partiler için de geçerlidir.
Hukukumuzda kabul edilen hâkimlik
teminatları ise şu şekilde sıralanabilir;
·
Hâkimler azlolunamaz,
·
Hâkimler istekleri dışında 65 yaşından
önce emekliye ayrılamaz,
·
Hâkimler hiçbir suretle aylık ve
ödeneklerinden mahrum bırakılamaz,
·
Hâkimlerin özlük işleri HSYK tarafından
yürütülür.
Bu teminatlar cumhuriyet savcıları
için de geçerlidir.
Tüm bunların yanında görülmekte olan
bir davayla ilgili, gerek resmi kurumlar, gerekse özel kişiler ve basın,
davanın seyrini ve hâkimlerin vicdani kanaatlerini etkileyecek söylemlerden
kaçınmalıdır[22].
4.İnsan Haklarına Saygılı Devlet
İlkesine Aykırılık
İnsanların doğuştan gelen, sır insan
oldukları için sahip oldukları, yok sayılamaz ve devredilemez hakları vardır.
Demokratik bir devletin insan hakları olarak adlandırılan bu hakları kabul
etmemesi söz konusu olamaz. Nitekim 1982 Anayasası da “Türkiye Cumhuriyeti… insan haklarına saygılı… devlettir.” demek
suretiyle bu ilkeyi kabul etmiştir. Ancak hem insan haklarının sürekli
genişleyen sonsuz sınırsız bir liste olarak kabul edilebileceğinden hem de “saygı” sözcüğünün tam olarak ne anlama
geldiğini belirtmenin zorluğundan ötürü bu yasağın somutlaştırılması da hayli
zordur. Kanaatimizce de en makul çözüm Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
referans alınması olacaktır[23].
5.Laik Cumhuriyet İlkesine Aykırılık
Laiklik kavramı “devlet” ile toplum
için önemini her daim korumuş “din” olgusu arasındaki ilişkiyi düzenler. Bir
devletin laik olabilmesi için yalnızca devlet yönetiminin dinden etkilenmemesi
yetmez. Aynı şekilde dini yaşamın da devlet müdahalesinden ayrı tutulması ve
din-vicdan hürriyetlerinin sağlanmış olması gerekir[24]. Pek tabii siyasi
partiler de siyasi nüfuz sağlamak adına dini kullanamaz, kutsal duyguları
istismar edemez[25].
6.Devletin Ülkesi ve Milletiyle
Bölünmez Bütünlüğüne Aykırılık
Anayasada yer alan “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle
bölünmez bir bütündür.” ibaresi üniter devlet ilkesini işaret etmelidir. Bu
ilkeye göre Türkiye Cumhuriyeti, birbirinden farklı hukuki statülere sahip
federe bölgelere ayrılamayacaktır. Aynı şekilde hiç kimseye farklı bir
vatandaşlık statüsü verilemez[26]. Anaya Mahkemesi’nin pek
çok kararına dayanak teşkil eden bölücülük kavramı da bu ilkeye aykırılık
olarak değerlendirilebilir[27].
7.Millet Egemenliğine Aykırılık ve
Diktatörlüğün Savunulması
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasası
olarak kabul edilen 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun başlangıcında yer almış,
bu güne kadar tüm anayasalarımızca muhafaza edilmiş ve aslında cumhuriyet ve
demokrasi kavramlarını da özetleyen “egemenlik milletindir” ilkesi de siyasi
partilerin faaliyetlerinde riayet etmeleri gereken bir kuraldır. Bu ilke
uyarınca, en yüksek buyurma gücü olarak tanımlanabilecek egemenlik, hiçbir
suretle bir kişi ya da kişiler topluluğuna bırakılamaz[28]. Anayasa, siyasi
partilere ilişkin yasakları düzenlerken milli egemenlik ilkesine değinmekle de
yetinmemiş; sınıf veya zümre diktatörlüğünün ya da herhangi bir diktatörlüğün
savunulamayacağını özellikle vurgulamıştır. Demokrasi ve milli egemenlik
ilkelerinin hali hazırda belirtilmiş olmasına rağmen diktatörlüğün
savunulmasının ayrıca yasaklanması tekrara düşmek değilse kasıtlı bir vurgu
yapmak saikinden ileri gelmektedir. 1961 Anayasası’nda yer almayan bu vurgunun
1982 Anayasası’nda yer alması kanaatimizce işçi sınıfının diktatörlüğünü
savunan komünist ideolojinin 1970’lerden itibaren güçlenmesi 1980 askeri
darbesine gerekçe gösterilen ülke içindeki karışıklıkların ideolojik
çatışmalardan meydana gelmesi sebebine dayanmaktadır.
8.Devletin Bağımsızlığı İlkesine
Aykırılık
Siyasi partiler, devletin
bağımsızlığına aykırı eylemlerde de bulunamazlar. Herhangi bir devletin idaresine-mangasına
girmek, egemenlik yetkilerinden feragat etmek bu ilkeye aykırı eylemler olarak
kabul edilebilir. Aynı şekilde iç işlere müdahaleye cevaz vermek de devletin
bağımsızlığı ile bağdaşmayacaktır.
9.Suç İşlenmesinin Teşvik Edilmesi
Anayasa m. 68/IV hükmü siyasi
partilerin suç işlenmesini teşvik edemeyeceklerini de düzenlemiştir. Burada suç
direk suç işlemek yerine suç işlenmesini teşvik etmenin kapatılma sebebi
sayılmasının nedeninin ne olduğunu tartışmak gerekir.
Öncelikle suçlar ancak gerçek kişiler
tarafından işlenebilir. Bu, ceza kanunumuzun sistematiğinin ve cezaların
şahsiliği ilkesinin gereğidir. Tüzel kişilerin, dolayısıyla siyasi partilerin
suç işlemesi mümkün değildir. Ancak parti üyeleri ya da yöneticileri bir suçun
faili olabilir. Bu durumda da partinin kapatılması değil suçu işleyen üye ya da
yöneticinin cezalandırılması söz konusu olacaktır. Suç işlenmesini teşvik etmek
ise büyük halk kitlelerini örgütleme potansiyeli olan siyasi partiler
tarafından yapılabilecek ve toplum için gerçekten de tehlikeli bir faaliyettir.
Siyasi partilerin tabanlarına ya da halka yönelik söylemleri ülkemizdeki
fanatik partizanlık gerçeği de göz önünde bulundurulduğunda büyük etkiler
doğurabilmektedir.
10.
Odak
Haline Gelme
Yukarıda sayılan parti kapatma
nedenlerinden faaliyetlere ilişkin olanlarının hiç biri bir siyasi partinin
kapatılması için tek başına yeterli değildir. Siyasi partilerin kapatılabilmesi
için bu eylemlerden bir ya da bir kaçını gerçekleştirilmiş olması yetmez, aynı
zamanda o eylemin odağı haline de gelinmiş olması gerekir[29].
Odak kelimesi Türk Dil Kurumu
tarafından “herhangi bir düşüncede,
nitelikte olan kimselerin kaynağı veya bir şeyin toplandığı, yoğunlaştığı yer,
mihrak”[30]
olarak tanımlanmaktadır. Anayasa m. 69/VI da kavramın kelime anlamına
aykırı olmayarak odak olmayı şu şekilde açıklamıştır; “Bir siyasî parti, bu nitelikteki fiiller (Anayasa m. 68/IV’te
sayılan ilkelere aykırı fiiller) o
partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin büyük
kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye
Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen
veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti
organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı
haline gelmiş sayılır.”.
Söz konusu hükümden anlaşılacağı
üzere bir partinin kapatılabilmesi için yasak eylemleri ne sıklıkla ya da kaç
kez gerçekleştirdiklerinden ziyade bu eylemlerin parti politikası olarak
benimsenmiş olması, üyelerin çoğunluğunca açıkça ya da zımnen kabul edilmiş
olması gerekmektedir. Aynı zamanda yasak eylemlerde bulunmanı
kararlılık-istikrar kazanması da aranan şartlar arasındadır[31].
Anayasamıza 1995 değişiklikleri ile
eklenen odak olma kavramı siyasi partilerin kapatılmasını güçleştirici
niteliktedir ve bu özelliğiyle daha özgürlükçü bir sisteme hizmet ettiği
söylenebilir. 2001 değişiklikleri ile odak kelimesinden ne anlaşılacağının da
anayasa metnine eklenmesiyle Anayasa Mahkemesi’nin kavramı somutlaştırması
kolaylaşacaktır.
C. Yabancı Kişilerden Yardım Alınması
Anayasa m. 69/X hükmü “Yabancı devletlerden, uluslararası
kuruluşlardan ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddi
yardım alan siyasi partiler temelli olarak kapatılır.” demek suretiyle
siyasi partilerin, Türk uyruğundan olmayan hiçbir kişiden maddi yardım
alamayacağını söylemektedir[32]. Bu yasağın iki amacı
vardır. İlki devletin iç işlerine müdahaleyi engellemek, diğeri ise siyasi
parti bağımsızlığını korumak[33].
Siyasi partilerin temel amacı
iktidara gelmektir ve bu amaç demokratik düzen tarafından korunur. Dolayısıyla
her siyasi parti potansiyel iktidardır. Yürütme erkini elinde bulundurma
ihtimali olan böylesine bir kuruluşun da yabancı uyruklu kişilerden ya da uluslararası
kuruluşlardan maddi yardım alması yardım eden kişi ya da kuruluşun parti ve
dolayısıyla Türkiye Devleti üzerinde ne kadar söz sahibi olacağı sorusunu akla
getirecektir. Dışardan maddi yardım alınması halinde Türkiye’nin iç işlerine
müdahale riski doğar.
İktidarda olmasa dahi bir siyasi
partinin toplum üzerinde büyük etkileri mevcuttur. Bu sebeple de
bağımsızlıkları önem arz etmekte olup bu bağımsızlığa gölge düşürecek
faaliyetler yasaklanmıştır.
D. Yürürlükten Kalkan Kapatma Nedenleri
Yukarıda sayılanların haricinde Siyasi
Partiler Kanunu’nda pek çok kapatma sebebi daha yakın zamana kadar yer
almaktaydı. Ancak gerek anayasa değişiklikleri sonrasında kanunda da yapılan
paralel değişiklikler gerekse Anayasa Mahkemesi’nin ilgili kanun hükümleri
hakkında verdiği iptal kararları ile bu nedenler yürürlükten kalkmıştır.
Siyasi Partiler Kanunu’nun ilk
halinde bir siyasi parti;
·
Cumhuriyet savcısının tespit ettiği ve
giderilmesini istediği noksanlıkların giderilmemesi,
·
Siyasi Partiler Kanunu’nun “Çeşitli
Yasaklar” başlıklı dördüncü kısmındaki yasaklara aykırı ibarelerin parti tüzük
ve programında bulunması,
·
Partinin başlıca yönetim ve karar
organlarının yukarıda belirtilen yasaklara aykırı bildiri vs. yayınlaması ya da
konuşma yapması,
·
Diğer parti organlarının yukarıda
belirtilen yasaklara aykırı davranması akabinde Cumhuriyet Başsavcısının bu
organlara ilişkin taleplerinin yerine getirilmemesi,
·
Siyasi yasaklı bir kimsenin parti
üyeliğine kabul edilmesi,
·
Cumhuriyet Başsavcısının taleplerinin
zamanında yerine getirilmemesi,
·
Diğer kanunların emredici hükümlerine
aykırı davranılması,
·
Üst üste iki genel seçime katılmaması
Sebepleriyle de kapatılabilmekteydi.
III.
YARGILAMA
USUL VE ESASLARI
A. Davanın Açılması
Siyasi partilerin kapatılması
istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne dava açma hakkı yalnız Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı’na aittir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı iddianameye esas teşkil edecek olayların
araştırılmasında, soruşturulmasında ve davanın açılması ya da yürütülmesinde
Cumhuriyet Savcılarına tanınan tüm yetkilere sahiptir[34]. Bu kuralı siyasi
partilere güvence sağlar niteliktedir[35]. Zira anayasa, siyasi
partilerin kapatılması davasına bakma görevini alelade mahkemelere değil,
Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na yüklemiştir[36]. Savcı kapatma davasını re’sen
açabileceği gibi şikâyet üzerine de harekete geçebilir. Bir siyasi partinin
kapatılması amacıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na şikâyette bulunma hakkı
ise Bakanlar Kurulu ve başka siyasi partilere tanınmıştır[37].
Bakanlar Kurulu’nun, kapatma
istemiyle savcılığa başvurma kararı almasının ardından başvuru Adalet
Bakanı’nca gerçekleştirilir.
Kapatma istemiyle savcılığa başvurma
hakkı her siyasi partiye de tanınmış bir hak değildir. Herhangi bir siyasi
partinin bu haktan faydalanabilmeleri için “…bu
partinin son milletvekili genel seçimlerine katılmış olması, Türkiye Büyük
Millet Meclisinde grubu bulunması, ilk büyük kongresini yapmış olması, partinin
merkez karar ve yönetim kurulunun üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyu ile
dava açılmasının istenmesi yolunda karar alınmış bulunması ve istemin parti
adına parti genel başkanı tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak
yapılmış olması…”[38]
kanun tarafından getirilmiş şartlardır[39].
Ayrıca Bakanlar Kurulu ve siyasi
partiler, genel seçimlerin başladığı tarihten ya da seçimlerin yenilenmesi veya
ara seçim söz konusu ise bunlara dair kararın resmi gazetede yayınlandığı
tarihten seçimlerden bir gün sonrasına kadar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na
bir partinin kapatılması hususunda başvuruda bulunamazlar. Bu hükmün seçim
öncesinde partilere ilişkin kötü niyetli taleplerle yıpratma faaliyetlerinin
önüne geçmek olduğu açıktır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı,
başvurular üzerine dava açmak zorunda değildir. Dava açıp açmayacağına ilişkin
kararını başvuru sahibine yazı ile bildirir. Başvuru sahibi dava açılma
talebinin reddi halinde 30 gün içinde Siyasi Partilerle İlgili Yasakları
İnceleme Kurulu’na başvurabilir. Kurul yine 30 gün içinde başvuruyu karara
bağlar. Kurul dava açılmasına yer olduğu yönünde karar verirse savcı dava açmak
zorundadır[40].
B. Davanın Görülmesi ve Karar
Siyasi partilerin kapatılmasına
ilişkin başvurular Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nca karara bağlanır[41]. Anayasa Mahkemesi parti
kapatma davalarında ceza muhakemesi usulleriyle hareket eder ve dosya üzerinden
karar verir[42].
Mahkeme kapatma kararı yerine devlet yardımından kısmen ya da tamamen yoksun
bırakmaya da karar verebilir[43]. Ancak Anayasa m. 149
uyarınca mahkeme, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan sonra kapatılması talep
edilen siyasi partinin genel başkanını ya da genel başkanın tayin edeceği bir
vekili dinler[44].
Bu durum yargılamanın dosya üzerinden yapıldığı gerçeğini değiştirmeyip
yargılamaya aleniyet getirmek adına yapılmış bir düzenlemedir.
Yapılan yargılama sonucunda kapatma
kararı verilebilmesi için üye tam sayısının üçte ikisinin bu yönde karar
vermesi gerekir. Mahkeme on yedi üyeden oluştuğuna göre kapatma kararı için en
az on iki üyenin kapatma yönünde oy kullanması gerekir[45].
Hakkındaki kapatma davası sürerken
bir siyasi partinin kapanma kararı alması görülmekte olan davanın yürütülmesine
ve kapatma kararı verilmesine engel değildir[46].
IV.
KAPATILMANIN
SONUÇLARI
Anayasa Mahkemesi’nin bir siyasi
partiye ilişkin kapatma kararı vermesi halinde bu karar derhal resmi gazetede
yayınlanır. Bu karar yenilik doğurucu bir karardır ve geleceğe etkilidir.
Kapatılan siyasi partinin tüzel kişiliği; dolayısıyla sahip olduğu tüm hukuki
güvenceler kapatma kararıyla birlikte ortadan kalkar[47].
Siyasi Partiler Kanunu m. 95 uyarınca
partinin kapatılmasına sebep olan parti üyeleri, kapatma kararının Resmi
Gazete’de yayınlanmasının ardından başlayarak beş yıl süre ile başka bir
partinin üyesi olamazlar. Bu sınırlamaların bağımsız milletvekili adaylığını da
kapsamına aldığını kabul etmek gerekir[48] Bunlar dışında kalan
üyeler için herhangi bir yaptırım ön görülmemiştir. Kapatılan partinin
milletvekilleri de görevlerine bağımsız olarak devam ederler.
Kapanan siyasi partilerin mal
varlıkları hazineye aktarılır[49].
[1] GÖZLER, Kemal; Türk Anayasa Hukuku, Ekin Kitabevi, Bursa, 2000
(aşağıda “GÖZLER, TAH” Olarak
kısaltılacaktır), s. 135.
[2] TEZİÇ, Erdoğan, Anayasa Hukuku (Genel Esaslar), Beta Yayınları,
İstanbul, 2009, s. 389; SEVİNÇ,
Murat; Anayasa Yazıları, İmaj Yayınevi, s. 187.
[3] SEVİNÇ, s. 189; CAN,
Osman; Demokratikleşme Serüveninde Anayasa ve Siyasi Partilerin Kapatılması,
Seçkin Yayınları, Ankara, 2005, s. 66.
[4] GÖZLER, Kemal; Anayasa Hukukuna Giriş Genel Esaslar ve Türk Anayasa
Hukuku, 18. Baskı, Ekin Basım Yayın Dağıtım, Bursa, 2011, s. 200.
[5] 2709 sk. Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası, Kabul Tarihi: 18.10.1982, Yayınlandığı RG No/Tarihi:
17863(Mükerrer)/09.11.1982.
[6] ÖZBUDUN, Ergun; Türk Anayasa Hukuku, 8. Baskı, Yetkin Basım Yayın,
Ankara, 2005, s. 88.
[7] Türkiye Cumhuriyeti Anayasası m.
34.
[8] Türkiye Cumhuriyeti Anayasası m.
26.
[9] 334 sk. Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası, Kabul Tarihi: 09.07.1961, Yayınlandığı RG No/Tarihi:10859/20.07.1961
m. 11.
[10] 2820 sk. Siyasi Partiler Kanunu,
Kabul Tarihi: 24.04.1983, Yayınlandığı RG No/Tarihi: 18027/24.04.1983.
[11] ÖZCAN, Hüseyin/YANIK, Murat; Siyasi Partiler Hukuku, DER Yayınevi,
İstanbul, 2007, s. 120.
[12] ÖZCAN/YANIK, s. 121.
[13] AKYAZAN, A. Emrah; “1982 Anayasasına Göre Siyasi Partilerin
Kapatılması” TBB Dergisi, 2006, S. 65, s. 265.
[14] TEZİÇ, s. 393.
[15] TEZİÇ, s. 392; KANADOĞLU,
O. Korkut; Anayasa Mahkemesi, Beta Yayınları, s. 208; CAN, s. 92.
[16] İYİMAYA, Ahmet; “Siyasi Parti Tüzüklerinin Yargısal Denetimi” TBB
Dergisi, 2005, S. 61, s. 245.
[17] CAN, s. 93.
[18] CAN, s. 93.
[19] ÖZBUDUN, s. 91; ÖZCAN/YANIK,
s. 136.
[20] CAN, s. 100.
[21] ÖZBUDUN, s. 90; CAN, s.
104; ÖZCAN/YANIK, s. 137.
[22] CAN, s. 106; ÖZCAN/YANIK,
s. 139.
[23] GÖREN, Zafer; Anayasa Hukukuna Giriş, İzmir, 1997, n. 198; CAN, 109.
[24] GÖZLER, TAH, s. 137; CAN, s. 112; ÖZCAN/YANIK, s. 141.
[25] ÖZBUDUN s. 91.
[26] ÖZBUDUN s. 90.
[27] CAN, s. 129.
[28] ÖZBUDUN s. 92; ÖZCAN/YANIK,
s. 146.
[29] GÖREN, n. 201; KANADOĞLU,
s. 210.
[30] Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük, 10.
Bası, TDK Yayınları, Ankara, 2009, s. 1856.
[31] CAN, s. 147; ÖZCAN/YANIK,
s. 128.
[32] GÖZLER, s. 202.
[33] ÖZBUDUN s. 93.
[34] KANADOĞLU, s. 225.
[35] KANADOĞLU, s. 222.
[36] GÖREN, n. 201.
[37] ÖZBUDUN, s. 94; GÖZLER,
s. 202; ALİEFENDİOĞLU, Yılmaz;
Anayasa Yargısı ve Türk Anayasa Mahkemesi, Yetkin Yayınları, Ankara, 1996, s.
271.
[38] SPK, m. 100.
[39] KANADOĞLU, s. 222.
[40] ÖZBUDUN, s. 95; ALİEFENDİOĞLU,
s. 271.
[41] İBA, Şeref, Anayasa Hukuku ve Siyasal Kurumlar, 2. Bası, Ankara, 2008,
s. 212.
[42] GÖREN, n. 201.
[43] TANÖR, Bülent/YÜZBAŞIOĞLU,
Necmi, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, 8. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul,
2010, s. 462; ÖZER, Attila; Türk Anayasa Hukuku Türklerin Devlet Anlayışı ve
Anayasal Yapılanma, Turhan Yayınevi, Ankara, 2012, s. 240.
[44] ÖZBUDUN, s. 95; KANADOĞLU,
s. 226.
[45] GÖZLER, s. 202.
[46] TEZİÇ, s. 394.
[47] İBA, s. 214; KANADOĞLU,
s. 228; AKYAZAN, s. 266.
[48] TEZİÇ, s. 393.
[49] KANADOĞLU, s. 235.