KAMULAŞTIRMASIZ EL
ATMA
I. Kamulaştırmasız El Atma Kavramı
“Kamulaştırmasız el atma”, bir kamu tüzel kişisinin özel mülkiyette
bulunan bir taşınmazı kamulaştırma işlemi yapmaksızın fiilen işgal etmesidir. Anayasamız
mülkiyet hakkını (m. 35) güvence altına almış ve özel mülkiyette bulunan
mallara devlet ve kamu tüzel kişilerinin ancak malın bedelini peşin ödeyerek
kamulaştırma yaptıktan sonra (m. 46) el atmalarına izin vermiştir. Aynı yönde
hükümler Kamulaştırma kanununda da mevcuttur. O halde idarenin özel mülkiyette
bulunan bir taşınmaza kamulaştırmasız el atması, Anayasaya ve kanuna aykırılık
teşkil eder ve dolayısıyla hukuka aykırı bir fiil oluşturur[1].
Kamulaştırmasız El Koyma (Kamulaştırmasız El Atma); en temel tanımı ile
idarenin, yasalara uygun bir kamulaştırma işlemi yapmadan kişinin malına el
koyması ve o mal üzerinde kişinin gereği gibi tasarruf yapma imkânını
önlemesidir.[2]
Kamulaştırmasız el atma, idarenin kamulaştırma yoluna gitmeksizin yahut
geçici işgal koşullarını yerine getirmeksizin, özel mülkiyetteki bir gayrimenkule,
kamu hizmetlerinin devamlılığı ve görülmesinin zorunluluğu nedeniyle el koyması
halinde söz konusu olur. Kamulaştırmasız el atmada, taşınmazın zilyetliği,
malik veya zilyedin rızası bulunmadan, sürekli veya geçici bir süre için
idareye geçer. İdare, gayrimenkulün maliki veya zilyediymiş gibi bazı eylemlere
girişmiştir.[3] Şayet idare kamulaştırma
işlemine başlamış fakat sonradan vazgeçmiş olsa dahi, kamulaştırma süresince
malikin taşınmazını kullanmasına engel olmuş ise, malikin idareye karşı dava
açma hakkı bakidir.[4]
Bu açıklamalar ışığında, kamulaştırmasız el atma kavramı hukuki açıdan
nasıl nitelendirilebilir? Bir idari eylem midir, idari işlem midir ya da haksız
fiil midir?
İdari işlem; bir kamu kuruluşunun, idare alanına ilişkin ve idare
hukukuna uyruk olan tek taraflı idare beyanıdır. Kamulaştırmasız el atma işlemi
ise her ne kadar idare tarafından gerçekleştiriliyor ise de vücut bulduğu yer
idari alan değil, özel hukuk alanıdır. Çünkü ihlal edilen hak kişinin taşınmaz
üzerindeki mülkiyet hakkıdır ve mülkiyet hakkının niteliği gereği, müdahalenin
hüküm ve sonuçları kendisini özel hukuk alanında gösterecektir. Bu itibarla
kamulaştırmasız el atma kavramının bir idari işlem olmadığı açıktır.
İdari
eylem; idarenin idari işlem dışındaki tüm davranışlarıdır. Bu itibarla,
kamulaştırmasız el atma kavramının idari işlem olarak nitelenemeyeceğine
ilişkin gerekçelerimiz, idari eylem için de geçerli olmaktadır.[5]
Kamulaştırmasız el atmada açık, bariz ve ağır hukuka aykırılık olması nedeniyle
yapılan eylem idare tarafından yapılmış olsa dahi ortada idari bir eylem yahut
işlem yoktur. Yapılan bu işlem yoklukla maluldür.[6]
Bu meyanda; kamulaştırmasız el
koyma, idarenin idari bir işlemine dayanmayan veya idare hukuku açısından
kendisine hukuki sonuç bağlanan bir idari eylem niteliğinde de kabul edilmeyen
adeta idarenin haksız fiili olarak değerlendirilen bir eylem niteliğindedir.
İdare tarafından gerçekleştirilen bir eylemin, hiçbir işleme dayanmaması veya
yok hükmünde sayılan bir işleme dayanması ve bu durumun temel hak ve
özgürlükleri ihlal etmesi idarenin haksız fiilidir. Kamulaştırmasız el koymada
da, temelinde kamulaştırma işlemi olmadığından veya varsa da henüz
sonuçlanmadan taşınmaza idarece el konulmuşsa, mülkiyet hakkı haksız ve hukuka
aykırı bir şekilde ihlal edilmiş olur.[7]
İdare Hukuku Kurallarına aykırı bir
şekilde yerine getirilen idari eylem veya faaliyetlerden doğan zararlardan
doğan tazminat talebi ise, idare hukuku rejiminde tam yargı davasına konu olup
idari yargının görev alanına girmektedir. Kamulaştırma işleminin hukuka aykırı
bir şekilde icrasından doğan zarar idari yargının görev alanına girebilir.
Kamulaştırma işlemi yapılmaksızın idare tarafından fiilen taşınmaza el
konulması eylemi ise, “idarilik” niteliğini kaybettiğinden, artık idari
eylemden doğan zarardan söz etmek olanaksız olsa da, idarenin açık bir haksız
fiil oluşturan eylemi ve eylemden özel hukuk açısından sorumluluğu doğuran bir
zarar mevcuttur.[8] Bir başka anlatımla; böyle
bir el atma o denli hukuka aykırı görülmektedir ki, bu açık ve ağır hukuka
aykırılık el atma eyleminin idari niteliğini ortadan kaldırmakta ve onu bir
haksız fiil haline dönüştürmektedir.
Gerçekten de, anayasada, mülkiyet hakkı güvence altına alınmış ve özel
mülkiyete bulunan mallara, idarenin ancak malın bedelini peşin ödeyerek
kamulaştırma yapmak suretiyle el koymasına izin verilmiştir. Aynı yönde
hükümler Kamulaştırma kanununda da mevcuttur. Şu halde idarenin, özel
mülkiyetteki bir taşınmaza kamulaştırma yapmaksızın el koyması, anayasaya ve
kanuna aykırı olup “hukuka aykırı fiil (Fiili yol)” oluşturur.[9]
Fiili yol niteliğindeki bir kamulaştırmasız el atmanın varlığından söz
edilebilmesi için, idarenin, özel mülkiyetteki bir taşınmazda malik veya zilyet
gibi tasarrufta bulunması, hiç değilse taşınmazı beli bir süre sahibinin
tasarrufundan alıkoyması gerekir. Bu nedenle, idareye ait bir aracın ya da
idare görevlilerinin, bir an için, özel mülkiyette bulunan bir taşınmaza
girmeleri ve bu taşınmaza veya üzerindeki şeylere zarar vermeleri “fiili yol”
yani idarenin haksız fiili olarak kabul edilmez. Bu durumda ortada bir “idari
eylem”in bulunduğu ve bu eylem nedeniyle bir zararın olduğu kabul edilecektir.[10] Dolayısıyla
böyle bir durumda, uğranılan zararın tazmini, idari yargıda açılacak bir “tam
yargı davası” ile talep edilebilecektir.
Sonuç olarak kamulaştırmasız el atmanın idarenin haksız fiili olduğunu
kabul etmek gerekir. Burada idarenin sorumluluğu kusur sorumluluğudur. İdare,
personeli üzerinde denetim ve gözetim yükümlülüğünü yerine getirmek zorundadır.
İdarenin personeli seçerken özen gösterme yükümlülüğü olduğu gibi, idare
personelini eğitmekle de mükelleftir. Bu görevlerini yerine getirmediği veya
ihmal gösterdiği takdirde idare kusurludur. Ortada idari bir işlem olmadığından
dolayı da kamulaştırmasız el atan idare alelade bir gerçek veya tüzel kişi
görünümündedir. Bu nedenle 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 49 v.d.
maddelerinde düzenlenmiş olan haksız fiil hükümlerine tabidir.[11] Böyle
bir durumda idareye karşı açılan tazminat davalarının adli yargının görevine
girdiği kabul edilmelidir.
Fiili yol henüz Türk Hukukunda yerine oturmuş bir kavram değildir.
Danıştay, fiili yol konusunda çekingen bir tavır almaktadır. Bunda,
“Danıştay’ın her idari kararı, re’sen icra edilebilir eylem sayması ve bu
yetkinin kullanılmasına hiçbir sınır ve şart koymaması…” etkili olmaktadır. Danıştay
sınırlı da olsa, fiili yol niteliğindeki eylemlerden doğan davalar için
görevsizlik kararı vermektedir. Uyuşmazlık mahkemesi de, fiili yol niteliğindeki
eylemlerden doğan davalar için idari yargının değil, adli yargının görevli
olduğunu kabul etmektedir.[12]
Kanaatimizce de; kamulaştırmasız el atma kavramı idare hukuku boyutundan
ziyade, özel hukuk boyutunda ele alınması icap eden bir kavramdır. Zira ortada
o denli büyük bir hukuka aykırılık mevzu bahistir ki, bu hukuka aykırılık
idareden kaynaklanmış olsa dahi idari bir eylem olarak addedilemez. Söz konusu
eylem hiçbir idari işleme istinat edilemez. Bu minvalde, kamulaştırmasız el
atma eylemi bir haksız fiil niteliğini haizdir ve borçlar kanunu hükümlerine
tabi tutulması gerekir. Şu durumda, idarenin kamulaştırmasız el atma fiilinden
zarar gören bir özel hukuk kişisi, zararının tazmini amacıyla idare
mahkemelerinde tam yargı davası değil, adliye mahkemelerinde tazminat davası açmak
durumundadır.
II. Kamulaştırmasız El Atmanın
Unsurları
Şüphesiz ki, idarenin mülkiyet hakkına müdahale niteliği taşıyan her
davranışı, haksız fiil ve dolayısıyla kamulaştırmasız el atma olarak
nitelenemez. Bir idari işlem ve eylemin kamulaştırmasız el atma niteliğinde
sayılabilmesi için; bu taşınmaz malın bir özel hukuk kişisine ait olması,
müdahalenin kamu yararı amacıyla yapılmış olması, kamulaştırma işleminin
yapılmamış ya da tamamlanmamış olması, idare tarafından taşınmaza fiilen ya da
sürekli olarak el konulmuş olması gerekir.[13]
1.
Taşınmazın Özel Hukuk Kişisinin Mülkiyetinde Olması
Kural olarak kamulaştırmasız el atılan taşınmaz özel hukuk kişisine ait olmalıdır.
Bu özel hukuk kişisi bir gerçek kişi olabileceği gibi tüzel kişi de olabilir.
Ancak Türk Hukuk Sistemi’nde iki idare arasında da kamulaştırmasız el atmanın
söz konusu olabileceği kabul edilmektedir.[14] Kamu malları
kamulaştırılamamalarına rağmen kamu tüzel kişilerinin ve kurumlarının diğer bir
kamu kuruluşunun taşınmazına fiilen el atması mümkün olabilmektedir. Uyuşmazlık
mahkemesi kararlarında, kamulaştırmasız el atma nedeniyle kamu kurum ve
kuruluşlarının dava haklarının bulunduğuna ve davanın da adli yargıda görülmesi
gerektiğine karar vermiştir.[15] Kamulaştırma
işlemine konu olması mümkün olmayan bir taşınmaz üzerinde kamulaştırmasız el
koymaya dayalı olarak, özel hukuk kişisi tarafından bir talepte bulunmak mümkün
değildir.[16]
Türk hukukunda kamulaştırmasız el atma, yukarıda da belirtmiş olduğumuz
üzere, özel kişilerin taşınmazları üzerinde tezahür etmektedir. Genellikle özel
kişilerin taşınmazları üzerinde, yöntemine uygun kamulaştırma işlemi
yapılmadan, özellikle yol yapımı nedeniyle ortaya çıkmıştır. Yargıtay, iki
içtihadı birleştirme kararında, bu gibi durumlarda idare hukuku açısından pek
tatmin edici olmayan bir sonuca varmıştır. Gerçekten Yargıtay 16.05.1956 tarih
ve 1956/1 E. 1956/6 K. sayılı İçtihadı
birleştirme kararında: “… usulü
dairesinde istimlak muamelesine tevessül etmeksizin gayrimenkulü yola
kalbedilen şahsın esas itibariyle gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmi şahsı
aleyhine men’i müdahale davası açmaya hakkı olduğunu, ancak dilerse bu fiili
duruma razı olarak mülkiyet hakkının amme hükmi şahsiyetine devrine karşılık gayrimenkulün
bedelinin tahsilini de dava edebileceğine ve isteyeceği bedelinde mülkiyet
hakkının devrine razı olduğu dava tarihindeki bedel olduğuna …” karar
vermiştir. Aynı tarihli ve 1956/1 E. ve
1956/7 K. Sayılı içtihadı birleştirme kararında ise, Yargıtay; “…usulü dairesinde istimlak muamelesine
tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın gayrimenkulünün
bedelinin tahsili hakkında gayrimenkulü yola kalbeden amme hükmi şahsiyeti
aleyhine açacağı bedel davasında müruruzaman mevzubahis olamaz…” sonucuna
varmıştır.[17]
Yukarıda zikretmiş olduğumuz kararlara binaen; idarenin özel mülkiyette
bulunan bir taşınmaza kamulaştırma yapmaksızın el atması durumunda, taşınmazın
maliki, istediği süre içinde, isterse men-i müdahale davası, isterse taşınmazın
bedeli için tazminat davası açabilir. Men-i müdahale davasının adli yargıda
açılacağı tartışmasızdır. Tazminat davasının da adli yargıda açılacağı kabul
edilmektedir. Nitekim, uyuşmazlık mahkemesi, 12.12.1970 tarih ve 1969 / 184 E.,
1970 / 320 K. Sayılı kararında, idarenin kamulaştırmasız bir şekilde bir başka
kişinin taşınmazında kanal açmasının “haksız eylem” niteliğinde olduğuna ve
bundan meydana gelen zararın borçlar kanunu hükümlerince ödetilmesine ilişkin
davaların adli mahkemelerce görülmesi gerektiğine karar vermiştir.[18]
Bu yolların hiç birisi idarenin kamulaştırmasız el atmasını önleyecek
nitelikte değildir. Yargıtay’ın görüşü doğrultusunda, malike tazminat veya
zilyetlik davaları açma hakkı tanındığından, malikin zilyetlik davası açması
halinde, yolların kapatılması gibi, kamu hizmetlerinin sürekliliği ilkesine
aykırı sonuçlar doğacağı belirtilmektedir. Bazen bu tür durumlara engel olmak
için özel yasal düzenlemelere gidildiği görülmektedir.[19]
Öte yandan, 2942 sayılı kamulaştırma kanunun 38. maddesine göre;
kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırma hiç yapılmamışken, kamu
hizmetlerine ayrılarak veya kamu yararına yönelik bir ihtiyaca tahsis edilerek
üzerinde tesis yapılan taşınmaz malların malik zilyet ve mirasçılarının bu
taşınmaz mal ile ilgili her türlü dava hakları 20 yıllık hak düşürücü süreye
tabiidir ve bu süre taşınmaza el koyma tarihinden başlamaktadır. Bu hüküm
anayasanın 2, 13, 35 ve 46. maddelerine aykırı bulunarak iptal edilmiştir
Yukarıda da belirttiğimiz üzere, Türk hukukunda kamulaştırmasız el atma
fiiline karşılık müdahalenin men’i ile tazminat davaları açılması mümkün iken,
Fransız hukukunda daha farklı bir durum söz konusudur. Şöyle ki; Fransız
Hukukunda kamu hizmetlerinin sürekliliği ilkesinden hareketle, taşınmaz
malikinin men’i müdahale davası açamayacağı, ancak bir tazminat davası
açabileceği ve tazminata hükmeden mahkemenin, aynı zamanda mülkiyetin idareye
geçmesine de karar vereceği çözüm benimsenmektedir.[20]
Yargıtay’ca benimsenen çözüm, taşınmaz malikine tazminat veya men’i
müdahale davaları açma konusunda bir serbesti tanımaktaysa da, Fransız Hukuku
etkisinde kalan yazarlarca bu durum eleştirilmiş ve çözümün “kamu hizmetlerinin
sürekliliği” ilkesine ters düştüğü iddia edilmiştir. Fakat kanaatimizce bu
görüş yerinde değildir. Şöyle ki; Türk Hukukunda zaten idareler, kamulaştırma
yapmak gibi üstün bir yetkiye sahiptirler. Kanunla belli bir usul ve prosedüre
bağlanmış olan iş bu müesseseye rağmen, idarenin bunu yok saymak suretiyle
fiili yola başvurması hukuken kabul edilebilir değildir. Şayet Fransa’daki
sistemin ülkemizde benimsenmesi durumunda; kamulaştırmasız el atma müessesesinin
bir nev’i meşrulaşacağı ve bu sebeple uygulamasının artışına sebebiyet vereceği
düşüncesini taşımaktayız. Keza, idarece fiili yol ile el atılmış bir taşınmaz
malikinin müdahalenin men’i davası açamayacağını söylemek, hak arama özgürlüğü
ile de bağdaşmayacaktır. Bu minvalde, Yargıtay’ca benimsenen görüşün hukuken
daha yerinde olduğu kanaatimiz sabittir.
2.
Kamulaştırma Yetkisine Sahip İdare Tarafından Kamu
Yararı İçin Yapılması
Kamulaştırmasız el koyma, Kamulaştırma Kanunu kapsamında, kamulaştırma
yetkisine sahip bir idare tarafından gerçekleştirilebilir. Kamulaştırma
yetkisine sahip olmayan bir idarenin kamulaştırmasız el koyması da
olanaksızdır. Burada önemli olan husus, taşınmaza kamulaştırmasız el koyan
idarenin kamulaştırma yetkisini haiz olup olmamasıdır.[21]
İdarenin kamulaştırmasız el atmasından söz edebilmek için taşınmaza
kamulaştırma yetkisi olan bir kamu kurum veya kuruluşunun müdahalede bulunması
gerekir. 1982 Anayasasının 46. Maddesinde ve 2942 sayılı Kamulaştırma kanununun
1. maddesinde kamulaştırma yapma yetkisi, Devlet ve kamu tüzel kişilerine
verilmiştir. Kamulaştırma yapabilecek idareler 2942 sayılı kanunun 5.
maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; bakanlıklar, köy, belediye, il özel
idaresi, Yükseköğretim kurumu, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Kamu
kurumları kamulaştırma yetkisine sahiptir. Yargıtay, derneklerin, kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşlarının ve diğer özel hukuk tüzel kişilerinin doğrudan
doğruya bir kamulaştırma yetkisi bulunmadığından kamulaştırmasız el koymadan
doğan bir uyuşmazlığın varlığından da söz edilemeyeceği görüşündedir.[22]
Yargıtay 5. Hukuk Dairesi 16.12.1986 tarih, 1986/16858 E., 1986/17085
K. No’lu kararı;
“…Davalı, özel kişiliği olan bir
dernektir ve yasalara göre yararına verilmiş bir kamu yararı kararı da yoktur.
Özel tüzel kişiliğin doğrudan doğruya bir kamulaştırma yetkisi de
bulunmadığından, olayda, kamulaştırmasız el koymadan doğan bir uyuşmazlığın
varlığından söz edilemez…” [23]
Şüphesiz ki; teknik anlamda bir kamulaştırmasız el atmadan söz edebilmek
için, idarenin gayrı menkule kamu yararı amacıyla el koymuş olmas gerekir. Yani
idare, kamulaştırma yapabilme imkânına sahip olduğu halde, bunu yapmamış
olmalıdır. Aksi halde, kamulaştırma olanağına sahip olan bir idarenin, bazı
“özel menfaatler için” taşınmaza el koyması halinde de, gerçek anlamda bir
kamulaştırmasız el koymadan söz edilemez.[24]
Yargı kararlarında da kamulaştırmasız el atmadan bahsedebilmek için, el
atmanın kamu hizmetine tahsis amaçlı ve kalıcı nitelikte olması gerektiği
belirtilmektedir.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 26.02.1991 tarih, 1990/165812 E., 1991/1863
K. No’lu kararı;
“…Kamulaştırmasız el koymadan söz
edebilmek için, el atmanın kamusal hizmete tahsis amaçlı….olması lazım gelir”
Kamu yararının ne olup ne olmadığı konusunda Türk hukuk literatürü ve
içtihadı konusunda söz söylemek görevini Anayasa Mahkemesi üstlenmiştir.
Anayasa
Mahkemesi; 20.7.1966 günlü, 775 sayılı Gecekondu Kanunu'nun 40. Maddesinin
iptali istemi ile açılan davada; “Kamu
yararı kavramı, mülkiyet hakkını mutlak bir hak olmaktan çıkararak kimi
durumlarda taşınmaz ile sahibi arasındaki ilişkinin sona ermesine neden
olmaktadır. Kamu yararının gerektirdiği durumların belirlenmesi yasa koyucunun
takdir alanı içinde değerlendirilmelidir. Kuşkusuz,
yasa koyucu takdir alanına giren
değerlendirmelerde anayasal ilkelere uygun düzenlemeler yapmak zorundadır”
şeklindeki kararı ile kamu yararı kavramını, mülkiyet hakkının kısıtlanmasında
kullanılan bir ölçüt olarak nitelemiştir.
Yine, 9.2.2011 günlü, 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun’un bazı maddelerinin iptali istemi ile açılan davada Anayasa
Mahkemesi: “ Diğer taraftan, Anayasa
Mahkemesi’nin kimi kararlarında kamu yararı kavramından ne anlaşılması
gerektiği ortaya konulmuştur. Buna göre, kamu yararı kavramı, genel bir
ifadeyle, bireysel, özel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal
yararı ifade etmektedir.” şeklindeki ifade ile kamu yararı kavramının
tanımını yapmıştır.
Sonuç olarak kamu yararı; toplumsal yarara, bireysel yarar karşısında birincil
ve öncelikli bir konum kazandıran kavramdır.[25]
3. Kamulaştırma İşleminin Yapılmamış veya
Tamamlanmamış Olması
Kamulaştırmasız el koyma için kamulaştırmanın hiç yapılmamış veya
kamulaştırma işlemine başlanmasına rağmen henüz tamamlanmadan idarece taşınmaza
el konulması kamulaştırmasız el oyma olarak nitelendirilmektedir. Örneğin 2942
sayılı yasada 4650 sayılı yasa ile değişiklik yapılmadan önce kamulaştırma
işlemine başlanmış ve kamulaştırma bedeli bankaya bloke edilmiş olmasına rağmen
o dönemde yürürlükte olan şekliyle KK 13. maddeye uygun bir şekilde malike
tebligat yapılmamış ise, malik açısından idari yargıda dava açma süresi
başlamadığı gibi, mülkiyetin malike geçmesi için idari yargıda dava açma süresi
olan otuz günlük sürenin sona ermesi de söz konusu değildir. İşte bu durumda
taşınmaz maliki bakımından tamamlanmış bir kamulaştırma işlemi bulunmamaktadır.
Eğer idare taşınmaza bu dönemde el koymuş ise, kamulaştırma tebligatı malike
usulüne uygun olarak yapılmadığı için mülkiyetin idareye geçmesi söz konusu
olmayacaktır. İdarenin bu şekilde el koyması ise, kamulaştırmasız el koyma
olarak nitelendirilebilir.[26]
Yargıtay 18 Hukuk Dairesi 2942 sayılı Yasa'sının 17. maddesine göre
tescil talebi ile açılan davada; “Somut olayda kamulaştırma evrakı taşınmaz
malın tüm paydaşlarına "belediye başkanı eliyle" ifadesi kullanılarak
tebliğe çıkarılmış ve hepsi de belediye başkanı İbrahim'e tebliğ edilmiş olup
böyle bir tebliğ, kamulaştırılan taşınmaz malın sahipleri ve adreslerinin
araştırılmasını ve saptanacak adrese aracılığıyla tebligat yapılmasını öngören
Kamulaştırma Yasasının 7. ve 13. maddeleri hükümlerine uygun düşmeyeceğinden
geçersiz olduğu gibi gösterilen tebliğ tarihi itibariyle ölmüş oldukları
anlaşılan mal sahipleri Hüseyin ve İzzet yönünden de tebligatın varlığından söz
edilemez.”[27] şeklindeki gerekçesi ile;
2942 sayılı yasanın 4650 sayılı yasa ile değiştirilmesinden önce açılan tescil
davalarında, 2942 sayılı yasanın 13 ve 14. maddesi gereğince öngörülen usulün
uygulanması gerektiğini belirtmiş; bu usul gerçekleştirilmeden kamulaştırma
işlemi tamamlanmış kabul edilemeyeceğinden, idarenin açtığı tescil davasının
reddine karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Hatta idare kamulaştırma işlemine başladıktan sonra, kamulaştırmadan
vazgeçmesine rağmen, taşınmaza el koymaya devam etmekte ise, bu da
kamulaştırmasız el koymadır. İdarenin kamulaştırma işlemi tamamlanmadan tek
yanlı kamulaştırmadan vazgeçmesi mümkündür. Kamulaştırma işlemi devam ederken
idarenin, taşınmaza el koyması kural olarak olanaksızdır. Bu nedenle idarenin
kamulaştırma işlemi süresinde henüz tamamlanmadan taşınmaza el koyması da bir
tür kamulaştırmasız el koymadır.[28]
Kamulaştırma işlemi tamamlandıktan sonra idarenin kamulaştırmadan iki
yanlı olarak vazgeçmesine rağmen taşınmazı işgali devam ederse, bu da bir tür
kamulaştırmasız el atmadır.[29]
İdarenin kamulaştırmadan
vazgeçmesi hükümlerini düzenleyen maddeler, 2942 s. Kamulaştırma Kanunun
21-22-23. maddelerinde açıkça düzenlenmiştir.
4. Taşınmaza İdare Tarafından Fiilen ve
Sürekli Olarak El konulması ya da Taşınmaz Üzerinde Fiilen İrtifak Hakkı
Kurulması
İdare tarafından özel mülkiyetteki bir taşınmaz hakkında plan, proje
yapılması ya da gelecekteki yapılması planlanan bir kamulaştırma işlemi için
karar alınması tek başına kamulaştırmasız el atmadan söz edebilmek için yeterli
değildir.[30]
Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 1.6.1992 T., 1992/9732 E.,1992/14567 K.
“…Dosya
münderecatına göre, davacının taşınmaz malında 156 metrekaresi düzenleme
ortaklık payı, 294 metrekaresi davacı arsası olarak tescil edilmiş, 714 m² ise
pazar yeri olarak ayrılmış ve davacı adına tescil edilmiş, 60 metrekaresi ise
bedele dönüştürülmüştür. Pazar yeri olarak ayrılan 114 metrekarelik yer davacı
adına tapuda kayıtlı olup İdarece henüz fiilen elkonulmamış olduğundan bunun
bedeli talep edilemez…”[31]
Burada önemli olan husus, taşınmaz malikinin idarece taşınmaza el
konulması nedeniyle mülkiyet hakkını kullanamaz hale gelmesidir. Örneğin
belediye tarafından hazırlanan imar planında taşınmazın yeşil alan içerisinde
kalması kamulaştırmasız el koyma olarak nitelendirilemez. Çünkü el koyma için
fiilen taşınmaza müdahale gereklidir. İmar planında yol güzergahı üzerinde
bulunan bir taşınmaz için kamulaştırmasız el koymadan söz edilemez.[32]
Fiilen el atma ile sahiplenme olgusu arasındaki farkı belirlemek gerekir.
Sahiplenme ister istemez el atmayı içermekle birlikte, her el atma mutlaka
sahiplenme amacını gütmez. Bu fark doğrudan doğruya olarak açılacak davanın
niteliğini de etkilemektedir.
“…Dava konusu taşınmaz malın 9000
metrekarelik bölümü ana su kanalı geçirmek için kamulaştırılmıştır. Bundan ayrı
olarak 3250 metrekarelik bölümün de kullanılamaz hale geldiğinden bahisle
tazminat talebinde bulunulmuştur. 16.05.1956 tarih ve 1/6 sayılı tevhidi
içtihat kararına göre taşınmaz malın bedeline hükmedilmesi için mülkiyet
hakkına sahiplenmek amacıyla kalıcı bir el atmanın bulunması gerekir. Bedeline
hükmedilen 3250 metrekarelik bölüme idarenin bu şekilde bir el atmasının olup
olmadığı bilirkişi beyanlarıyla açıkça ifade edilmemiştir. İdarenin plan ve
projelere uygun olarak yaptıkları işlemlerden ötürü bir zarar husule gelmiş ise
11.02.1959 gün 17/15 sayılı içtihadı birleştirme kararına göre bu davalara
idari yargıda bakılıp, bedeline hükmedilen taşınmazın kullanılmaz hale
gelmesinin doğrudan doğruya bir el atma şeklinde mi yoksa kanaldan geçen suyun
sızması v.s. şeklinde ika edilen bir zarar niteliğinde mi olduğu araştırılıp
sonucuna göre karar verilmesi gerekir…”[33]
Kamulaştırmasız el koymada, taşınmaza fiilen el koymanın sürekliliği
özelliği taşıması gerekmektedir. Örneğin taşınmazın tapu kaydına kamulaştırma
şerhi konması veya daha sıklıkla rastlanan bir durum olarak imar planda kamu
hizmetinde kullanılmak üzere ayrılması halinde, taşınmaz malikleri
kamulaştırmasız el koymaya dayalı olarak dava açamaz. Çünkü bu durumlarda
idarece taşınmaza fiili el koyma koşulu gerçekleşmemiştir. Örneğin belediye
tarafından taşınmazın, imar planında kısmen otopark, kısmen de park alanında
gösterilmiş olması nedeniyle üzerinde inşaat yapılmadığını, taşınmaz üzerinde
fiilen otopark ve çocuk parkı yapılmamasına karşın, imar durumu nedeniyle,
arsanın hiçbir bedel ödenmeden hukuken elinden alınmak suretiyle Belediye
tarafından el konulduğunu ileri sürerek, kamulaştırmasız el koyma karşılığını
dava tarihinden itibaren yasal faiziyle talep eden malikin davasının reddine
karar verilmesi gerekmektedir.[34]
Zira, ortada fiili bir el koyma eylemi bulunmamaktadır ki, şu durumda
kamulaştırmasız el atmanın da varlığından söz edemeyiz.
Kısaca,; idare, mal sahibinin tasarrufuna sürekli engel olmadığı ve
taşınmaz mala sahiplenme kastıyla fiilen el koymadığı sürece idarenin
kamulaştırmasız el atma eyleminde bulunduğunu söyleyemeyiz.
2942 s. Kamulaştırma Kanununun 4. maddesi uygulanarak kamulaştırma
yoluyla irtifak hakkı tesisi gereken bir durumda, bu maddeye uyulmaksızın
fiilen irtifak hakkı tesis edilmesi de kamulaştırmasız el koymadır.
İdari irtifak kurulması sonucunda, gayrimenkulün mülkiyeti idareye
geçmemekte, sadece, mülkiyet hakkından doğan bazı yetkiler idareye ait olmakta
ya da malikin bu yetkilerini kullanması idare adına yasaklanmaktadır. Bunun
dışında, mülkiyetin kamulaştırılmasına ilişkin prensipler idari irtifaklar için
de geçerlidir. Diğer bir deyişle; idari irtifak kurmaya da, kamu yararının
gerekli kıldığı durumlarda, Devlet ve Kamu tüzel kişileri yetkilidir. İdari
irtifaklar da, kanuna dayanılarak ve kanunda öngörülen esas ve usullere göre
kurulurlar.[35]
İdarenin, özel mülkiyetteki bir gayrimenkulde, kamulaştırma yapmaksızın,
fiilen irtifak hakkı tesis etmesi (örneğin gayrimenkulden enerji nakil hattı,
kanalizasyon boruları v.s. geçirmesi) halinde, kamulaştırmasız el atmanın
varlığı söz konusudur.
Uyuşmazlık mahkemesi 01.03.2010 tarih, 2009762 E., 2010/37 K.
“…Davacıların istemi, mülkiyeti kendilerine ait 6 parsel
sayılı taşınmazdan kanalizasyon
hattı geçirilmesi neticesinde, taşınmazda
bulunan ağaçların kesilmesi ve çevre duvarının yıkılmış olması
nedeniyle oluştuğu
öne sürülen zararın tazminine ilişkindir.
Dosya kapsamından, kanal hattının 6 numaralı parselin bir
kısmından geçtiği, yapılan kazı çalışmaları sırasında parselin bir bölümünün
zarar gördüğü, ağaçların
kesildiği ve çevre duvarının yıkıldığı; kanalizasyon hattının yapımı
sırasında davacılardan izin
alınmadığı tapuda herhangi bir irtifak hakkı tesis edilmediği
gibi, davacılara herhangi bir ödemenin yapılmadığı anlaşılmıştır.
Bu durumda, idarenin davacıya ait taşınmaza kamulaştırmasız
el atmasından doğan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, Borçlar
Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerine göre adli yargı yerince
çözümlenmesi gerekeceği açıktır…”[36]
III. Bir İdarenin Diğer İdarenin
Taşınmazına El Koyması
KK 30. maddede öngörülen iki idare arasında taşınmaz mal devri yöntemi
usulüne uygun bir şekilde uygulanmaksızın bir idarenin diğer idareye ait
taşınmaza el koyması da söz konusu olabilmektedir.[37]
Kamulaştırmasız el koymaya karşı başvurulabilecek hukuki yollar iki idare
arasında da geçerli olmaktadır. 1956 yılındaki YİBK’da belirtilen müdahalenin
men’i davası açmak veya taşınmazın bedelini talep etmek mümkündür.[38]
Kanaatimizce bu noktada bir ayrım yapmak mümkündür. Şöyle ki; burada
uyuşmazlığın her iki tarafında da idare olduğunu göz önüne alır isek, bir
idarenin diğerinin gayrimenkulüne fiilen el koymuş ve başka herhangi bir
tasarrufta bulunmamış olması hali ile;
orada kamu hizmeti gayesiyle bir bayındırlık hizmeti inşa etmiş olması
hallerini farklı farklı değerlendirilebiliriz. Şayet işgalci pozisyonundaki
idare henüz fiili el koyma dışında herhangi bir tasarrufta bulunmamışsa hem
men-i müdahale, hem de tazminat davası açılması mümkün olabilir. Fakat ortada
bir yapı inşası mevzu bahis ise, bu noktada malik olan idarenin diğeri aleyhine
men-i müdahale davası açamaması gerektiği kanısındayız. Her nekadar bahsi geçen
İBK’da hukuken buna bir engel görülmese de, burada iki tarafın da kamu tüzel
kişisi olması yani idare olması, idarelerden birinin inşa ettiği yapıyı yıkması
sonucunda hem idarenin, yani dolayısıyla kamunun zarar göreceği, hem de yapılan
hizmetten mahrumiyet halinin söz konusu olacağı aşikârdır.
Bir idarenin bir özel hukuk kişisinin taşınmazına el koymasıyla ortaya
çıkan hukuka aykırılık halini, bir idarenin diğer bir idarenin taşınmazına el
koyması halinde vuku bulacak hukuka aykırılık ile bir tutmamaktayız. İkinci
haldeki hukuka aykırılığın daha hafif olduğunu ve bunun da uygulamaya daha
farklı yansıtılabilmesinin mümkün olacağı düşüncesini taşımaktayız. Yani kanaatimizi
özetle açıklayacak olur isek; bir idarenin diğer bir idarenin taşınmazına el
koyması halinde, şayet idarelerden biri ortaya bir eser inşası meydana
getirmemişse, taşınmazına el atılan idarenin müdahalenin men-i ve tazminat
davaları açmasının mümkün olabileceği, lakin ortada bir yapıt, bir bayındırlık
eseri mevcut ise bu noktada malik olan idarenin yalnızca tazminat davası açıp,
men-i müdahale talebinde bulunamaması gerektiğini düşünüyoruz.
Taşınmaz sahibi idare ile, taşınmaza el koyan idare arasındaki
uyuşmazlıklar adli yargının görev alanına girmektedir. Bu konuda uyuşmazlık
mahkemesinin 1991 yılında verdiği ilke kararı bulunmaktadır. Karara göre kamu
tüzel kişileri arasında yasada öngörülen usul ve esaslara uyulmaksızın kamu
hizmeti amacıyla meydana gelen el atmanın önlenmesi davasının görüm ve çözüm
yerinin adli yargı olduğuna karar verilmiştir.
Uyuşmazlık Mahkemesi 29.4.1991 T., 1991/2 E., 1991/2 K.
“…Davalı, belediyenin, TEK’in
irtifak hakkına sahip olduğu alanda yol yapımına girişmeden önce bu maddede
öngörülmüş bulunan ve uyuşmazlıkta idari nitelikte tek çözüm şekli olan
başvuruyu yapmadan başka bir deyişle Kanunda öngörülen usul ve esaslarına uygun
şekilde tasarrufta bulunmadan, davacı kurumun ayni hakkına vaki müdahalesinin
haksız fiil niteliğinde bir el atma olduğunun kabulü gerekmektedir. Hal böyle
olunca, bu haksız ve kanunsuz el atmayı: ‘idari işlem’ yada ‘idari eylem’ sayma
olanağı yoktur. Bu müdahalenin, bir kamu hizmetinin ifası nedeniyle yapılmış
olması; tarafların kamu kurumu olmaları, yapılan işe bir idari eylem niteliği
kazandırmaz.
Olayın, bu nitelikleri Borçlar
Kanunun 41. ve müteakip maddelerinde düzenlenmiş bulunan haksız fiilden doğan
davalar ile Medeni kanunun 618. ve müteakip maddelerinde yer alan müdahalenin
men’i davaları içinde düşünülmesi gerekir. Bu tür davaların adli yargı
düzeninde yer aldığı tartışmasızdır.
Kamu kurumları arasında çıkan
anlaşmazlıkta, yasal yollara gidilmeden vaki el atmanın idari eylem niteliğinde
olmaması ve müdahalenin men’i istemine ilişkin davanın adli yargı düzeninde yer
alan bir dava türü olması nedenleriyle uyuşmazlığın adli yargı yerinde
çözümlenmesi gerekir.
Öte yandan, 11/5/1959 tarih ve E.
1958/17, K. 1959/15 sayılı Yargıtay Hukuk İçtihadı Birleştirme Kurulunun, kamu
kuruluşlarının Kamulaştırma Kanununa uygun hareket etmeden kişinin malına el
atmasının veya bir zarar vermesinin haksız fiil ve mülkiyet hakkına tecavüz
olduğuna ve bu tür davaların özel hukuk hükümlerine göre çözümleneceğine
ilişkin ilke kararı da bu yöndedir…”[39]
[1] GÖZLER, Kemal; İdare Hukuku, C.2, 2009 Bursa, s. 990
[2] YILMAZ, Ejder; Hukuk Sözlüğü, Ankara 2006, s. 350
[3] DÜREN, Akın; Devletin Mülkiyete El Atmasından Doğan Tazmin
Yükümlülüğü, Ankara 1977, s. 70
[4] GÜRSEL, Meltem Kutlu; Kamulaştırma Hukuku, 2. baskı, Ankara 2012,
s.381
[5] YİĞİT, Birgül; Uyuşmazlık Mahkemesi Kararları Işığında Adli Yargı
Boyutu İle Kamulaştırmasız El Atma Kavramı Sempozyumu, 2013 Ankara, s. 4
[6] ULUSOY, Yasin; Yargı Kararları Işığında Kamulaştırmasız El Atma,
2004 Ankara, s.12
[7] GÜRSEL, s. 383
[8] GÜRSEL, s. 383
[9] ŞAHİNİZ, C. Salih, Teoride ve Uygulamada Kamulaştırmasız El Koyma
İdarenin Özel Mülkiyetteki Taşınmazlara Hukuka Aykırı El Koymas, Ankara 2006,
s.16
[10] GÜNDAY, Metin; İdare Hukuku, 8. daskı, Ankara 2003, s. 250
[11] ULUSOY, s. 12
[12] ŞAHİNİZ, s. 38
[13] GÜRSEL, s. 386-394
[14] YİĞİT, s. 5
[15] ULUSOY, s. 21
[16] GÜRSEL, s. 386
[17] GİRİTLİ, İsmet / BİLGEN,
Pertev / AKGÜNER, Tayfun; İdare
Hukuku,2. bası, İstanbul 2006, s. 770
[18] GÖZLER, s. 998
[19] GÖZÜBÜYÜK, Şeref / TAN,
Turgut; İdare Hukuku Genel Esaslar, 7. baskı, Ankara 2010, s. 1168
[20] GÖZLER, s. 251
[21] GÜRSEL, s. 387
[22] ULUSOY, s. 17
[23] ŞAHİNİZ, s. 69
[24] ŞAHİNİZ, s. 70
[25] YİĞİT, s. 6
[26] GÜRSEL, s. 389
[27] Sinerji Yazılım İçtihat
ve Mevzuat Bankası
[28] GÜRSEL, s. 390
[29] GÜRSEL, s. 390
[30] ULUSOY, s. 24
[32] ARCAK, Ali / DOĞRUSÖZ,
Edip; Kamulaştırmasız El Koyma, El Atmanın Önlenmesi ve Tazminat Davaları,
Ankara 1992, s. 50
[33] ULUSOY, s. 25
[34] GÜRSEL, s. 391
[35] GÜNDAY, s. 234
[37] GÖZÜBÜYÜK / TAN, s. 1166
[38] GÜRSEL, s. 395