I.
ANAYASA, ANAYASACILIK ve ANAYASANIN
ÜSTÜNLÜĞÜ
A.
Anayasanın Tanımı ve Anayasaların
Sınıflandırılması
1.
Anayasa Terimi
Anayasa olarak adlandırılan hukuk
kuralları devletlerin nasıl yönetileceğini; özellikle de vatandaşların, egemen
devlet karşısındaki haklarının nasıl korunacağını[1] anlatan kurallardır[2].
2.
Toplum ve Devlete Tesirleri
Bakımından Anayasalar
a.
Yaşayan Anayasa
Anayasanın gereklerine, toplumsal
yaşam için amaçlanan sonuca göre şekillenmiş ve uygulanan anayasalardır[3]. Yaşayan anayasalara
anayasal normlar devlet iktidarını kişi hakları lehine sınırlar. Bununla
birlikte bu sınırlama, tabiri caizse, lafta kalmaz ve sistemin işleyişi bu
anayasal normlarla uyum içinde yürür. Yani anayasa sadece ideal bir metin
olarak var olmaktan sıyrılmış; günlük yaşam içinde içselleştirilmiştir.
b.
Sözde Anayasa
Bu tür anayasaların uygulandığı
devletlerde “anayasa” adıyla anılan bir metin mevcuttur. Hatta bu metin sert ve
bağlayıcı da olabilir. Fakat sözde anayasaların anayasacılık düşüncesi ve
felsefesini yansıttıkları söylenemez. Yalnız devlet teşkilatının yapısını
düzenleyen, iktidarın keyfi kullanımını sınırlandırmayan bu metinler yukarda
bahsettiğimiz ideal, anayasa tanımına da uymamaktadır. Kısaca yalnız adı
“anayasa” olan anayasalardır[4].
c.
Kamuflaj Anayasa
Kamuflaj anayasalarda ise, söze
anayasaların tersine yürürlükteki resmi metin anayasacılık ve anayasa
felsefesinin gereklerine uygundur; ancak etkinliği yoktur. Sök konusu
anayasalar gerek güvence mekanizmaları kurulmadığından, gerekse de halk tarafından
benimsenmediğinden uygulamada pasif kalmış, bireyin haklarını koruyamayan;
iktidarı sınırlandırmayı ön görmüş olmakla birlikte bu amaca ulaşamamış
anayasalardır[5].
3.
Teknik Anlamda Anayasa Türleri
a.
Çerçeve ve Kazuistik Anayasalar
Anayasaları teknik anlamda
sınıflandırmak da mümkündür. İlk ayrımda metnin ne kadar ayrıntılı ve öznel
düzenlemeler getirdiğine bakılabilir.
Kimi anayasalar yalnızca genel
hükümler koymakla yetinip ayrıntılı düzenlemeleri kanunlara bırakırlar. Bu tür
metinler devletin uyacağı esasları ve insan hakları sisteminin yalnız genel
esaslarını ifade etmekle yetinir; yoruma açıktır. Dolayısıyla sık sık
değiştirilmeye ihtiyaç duymadan uzun süre toplumun ihtiyaçlarını karşılayacağı
söylenebilir. Fakat bu tür metinlerin hem yorum farkından kötüye
kullanılabileceği hem de bazen gerekli güvenceleri açıkça belirtmeyeceğinden
arkasından dolanmanın mümkün olabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.
Nitekim çerçeve anayasalara bizim tarihimizden örnek verebileceğimiz 1924 Anayasası
pek çok temel hakkı güvence altına almakla birlikte temel hakların nasıl
sınırlandırılabileceğini ayrıntılı düzenlemediğinden (burada 1924 Anayasası
bünyesinde bir “anayasa mahkemesi” kurulmamış olması ve 1924 Anayasasının bir
kamuflaj anayasa oluğu da göz önünde bulundurulmalıdır) kanunlarla anayasal güvenceler ihlal
edilebilmiştir.
Çerçeve anayasaların aksine çok daha
detaylı düzenlemeler getiren metinlere ise “kazuistik anayasa” denir. Bu tür
anayasalar ayrıntılı metinler olup yoruma pek açık değildirler. Arzu edilen
güvenceler de daha rahat düzenleme konusu olmuştur[6]. Bununla birlikte değişen
şartlara uyum kabiliyeti azdır ve siyasal stratejilerle sık değiştirilmek
durumunda kalırlar. Yine şu an
yürürlükte olan 1982 Anayasası kazuistik anayasalara örnek teşkil edebilir.
b.
Yumuşak, Sert ve Mutlak Sert
Anayasalar
Teknik anlamda yapılabilecek ikinci
sınıflandırma anayasaların değiştirilebilme kabiliyetleri üzerinden
yapılabilir. Buna göre kimi anayasalar, alelade kanunlarla aynı usulde;
herhangi bir nitelikli çoğunluk, halk oylaması gerektirmeden değiştirilebilir.
Yumuşak anayasa olarak adlandırılan bu metinler herhangi bir değiştirilemez
madde içermezler. Ayrıca kanunların anayasaya uygun olma zorunluluğu da bu
metinler için bir zorunluluk değildir.
Yumuşak anayasaların aksine sert
anayasalar üstün metinlerdir. Bu anayasaların değiştirilmesi için alelade
kanunlardan ziyade nitelikli çoğunluklara ihtiyaç olabilir. Ayrıca yalnız yasama
organının inisiyatifi ile değiştirilmeyip ve fakat halk oylamasına da
gidilebilir. Tüm bunların yanında kanunların anayasaya uygun olma zorunluluğu
ve anayasa mahkemesi gibi kurumlarla üstünlüğün korunması da bir anayasayı sert
kılan özelliklerdir. Hatta sert anayasaların bazı maddelerinin
değiştirilememesi de söz konusudur.
Günümüzde sıkça rastlanmamakla
birlikte kimi anayasaların değiştirilmesi imkânsızdır. Mutlak sert anayasa
olarak tanımlayabileceğimiz bu anayasalar olağan hukuki kurumlarla
değiştirilemezler.
B.
Anayasaların Yapılması ve
Değiştirilmesi
Anayasa yapılması ve anayasanın
değiştirilmesi farklı kavramlardır. Bir ülke anayasasını değiştiriyorsa (ya da
anayasasında değişiklikler yapıyorsa) güncel ihtiyaçlara uyum sağlamak veya pek
de radikal olmayan siyasi tercihlere yönelmek amacını güttüğü söylenebilir.
Anayasanın, dayandığı temel ilkeler değiştirilmeden, baştanbaşa yeniden
yazılmasında da durum böyledir. Oysa anayasa yapılması o ülkede derin toplumsal
değişmenin olduğunu gösterir. Rejim değişikliği, resmi ideolojinin
farklılaşması bu durumlara örnek gösterilebilir. Ayrıca anayasa değişikliği
hukuki bir olaydır ve mevcut anayasanın öngördüğü usullerle gerçekleştirilirken
anayasa yapılması hukuk dışı (uyulması gereken, hukukun evrensel ilkeleri
dışında, meşru hukuk kuralı mevcut olmadığından) bir olaydır.
Burada anayasa yapan ya da
değiştiren iradenin de nasıl sınıflandırıldığına da değinmekte fayda var. Söz
konusu irade “kurucu iktidar” olarak tanımlanır ve asli kurucu – tali kurucu
olarak iki başlık altında incelenebilir.
1.
Asli Kurucu İktidar
Herhangi bir hukuk kuralıyla bağlı
olmaksızın anayasa yapan egemen[7] iradeye asli kurucu
iktidar denir. Bu tür iktidar bir devrimle ya da dağılma ile ortaya çıkan siyasal
ve hukuki boşlukta doğar[8].
Asli kurucu iktidar iradesinin
tamamen veya büyük ölçüde tek bir kişide toplanması halinde monokratik
iktidardan söz edilir. Bu durumda ortaya çıkan anayasa bir tür ferman anayasa
olur ve hükümdar tarafından topluma bağışlanmıştır. Genellikle bir monarkın
kendi iradesi ile kendini sınırladığı ve meşruti monarşiye geçilmek istendiği
zaman vuku bulur.
Kurucu irade bazen demokratik de
olabilir. Halk tarafından ve onu temsil etmeye yetkili bir kurucu meclisin
kurulması ve bu meclis tarafından hazırlanan anayasanı kabul edilmesiyle
“demokratik asli kurucu iktidar” gerçekleşmiş olur[9].
Bahsedebileceğimiz üçüncü ayrım ise
plebisitçi iktidardır. Bu durumda ortada görünüşte halkı temsil eden ama
aslında bir gurubun baskısı ve yönetiminde kurulmuş göstermelik bir kurucu
meclis vardır. Hatta oluşturulan anayasa meşru ve demokratik gösterilmek adına
halk oylaması da yapılabilir.
2.
Tali Kurucu İktidar
Yukarda da
bahsettiğimiz gibi anayasanın bir kere yapıldıktan sonra hiç değiştirilmemesi,
mutlak ser yapıda olması toplumsal sorunlara yol açabilir. Bu nedenle asli
kurucu iktidar tarafından sonraki iktidarlara anayasayı yine anayasada
belirtilen hukuk kurallarının bağlayıcılığında değiştirme yetkisi verilebilir[10]. İşte anayasayı bu
şartlarla değiştirmeye yetkili iktidara tali kurucu iktidar adı verilir.
C.
Anayasanın Üstünlüğü ve Anayasallık
Denetimi
1.
Üstünlük Kavramı
Anayasanın üstünlüğü iki yönlü
incelenebilir. Öncelikle anayasa tüm hukuki kurumlardan üstündür ve
bağlayıcıdır. Bağlayıcılığın muhatabı ise doğrudan doğruya devlet ve onun
kurumsal organlarıdır. Devleti ve iktidarı sınırlandırmayı amaçlayan anayasanın
vatandaşlar ve sivil inisiyatifler üzerinde doğrudan bağlayıcılığı yoktur.
Vatandaşlar ancak resmi kurumlarla ilişkilerinde anayasanın bağlayıcılığının
etki alanına girerler[11].
Anayasalar hukuki normlardan da
üstündür. Sert anayasalarda hiçbir kanunun anayasaya aykırı olamayacağı
belirtilir. Başka bir ifadeyle bir normlar hiyerarşisi mevcuttur ve anayasa bu
hiyerarşinin en tepesindedir.
1.
Anayasallık Denetimi
Bahsedilen üstünlüğün
korunabilmesi, anayasal güvencelerin afili kanun metinleri içinde sıkışıp
kalmaması için iktidarın faaliyetlerinin denetlenmesi gerekir. Anayasallık
denetimi olarak adlandırılan bu denetim kuvvetler ayrılığı prensiplerinin de
gereği olarak farklı kurumlarca el birliğiyle ya da diyalektik olarak
yapılabilir[12].
a.
Ön Denetim ve Sonradan Denetim
Kanunların anayasaya uygunluğunun
denetimi olarak vücut bulan anayasallık denetimi kanunun yürürlüğe girmeden
önce ya da girdikten sonra yapılması bakımından ikiye ayrılabilir. Bir yasanın
yasama organı tarafından kabul edildikten sonra fakat yürürlüğe girmeden önce
denetlenmesine ön denetim denir. Bunula birlikte bir yasanın lafzı ilk bakışta
anayasaya uygun görünmekle birlikte yürürlüğe girdikten ve uygulanmaya
başladıktan sonra aykırılıklar fark edilebilir[13]. Bu durumda mevzubahis
yasa hükmünün ortadan kaldırılması gerekir ki böylece ortaya çıkan denetime
sonradan denetim denir.
2.
Siyasal Denetim, Yargısal Denetim
ve Kamuoyu Denetimi
Anayasanın muhafaza ettiği düzeni
korumak için denetim yapmaya yetkili ve görevli farklı
kişiler-kurumlar-topluluklar olabilir. Bunların arasında en az bahsi geçen ama
belki de en önemlisi kamuoyu denetimidir. Kendi haklarını, egemenlik
yetkilerini kullanma izni verdiği devlet organlarına karşı korumak pek tabii
halkın hem yetkisi hem de görevidir. Bu yetkisini de toplantı ve gösteri
yürüyüşü, dilekçe, oy, bilgi edinme haklarıyla kullanabilir.
Anayasal denetim yapacak bir diğer
gurup da siyasi kurumlardır. Anayasa değişikliklerinin devlet başkanının
onayına sunulması bu denetim türüne örnek gösterilebilir. Ayrıca anayasallık
denetimi yapmak üzere seçilen farklı, müstakil fakat yargılama yetkisine haiz
olmayan kurumlar da kurulabilir[14].
Tüm bunların yanında anayasallık
denetiminde en etkili yol şüphesiz yargı denetimidir. Bu denetim mekanizması da
ülkeden ülkeye farklılıklar gösterebilir[15]. Kimi sistemlerde
kanunların anayasaya uygunluğunu denetleme yetkisi merkezi tek bir yüksek
mahkemeye tanınmıştır. Anayasa mahkemesi olarak adlandırılabilen bu mahkemenin
bulunduğu sisteme “merkezileşmiş denetim” denetim denir[16]. Böyle sistemlerde
başkaca bir mahkemenin bir kanunu anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle iptal
etme ya da uygulamama hakkı yoktur. Aykırı olduğu düşünülen normlar def’i veya şikâyet
yoluyla merkezi yüksek mahkemeye gönderilir ve mahkemenin hükmünü vermesi
beklenir[17].
Bir diğer sistem “yaygın denetim”
olarak bilinir. Yaygın denetimde her mahkeme kanunu önüne gelen olaya
uygularken anayasaya uygunluk denetimi yapar ve gerektiğinde kanunu uygulamaz.
Kimi ülkelerde iki sistemin bir arada uygulandığı da görülebilir.
II.
HUKUK DEVLETİ
A.
Hukuk Devleti Kavramı
Siyasal ideal olarak hukuk devleti
demokratik anayasacılığın temellerinden birini oluşturur. Amaç olarak da
anayasa ile benzerlik gösteren hukuk devleti idealine göre iktidar keyfi değil
hukuka bağlı olarak hareket eder.
Hukuku toplumsal hayatı düzenleyen
ve cebri yaptırımlarla korunan kurallar olarak tanımladığımızda her topluluğun
bir hukuku, daha doğru bir ifadeyle hukuk sistemi vardır. Ancak hukuk devleti
daha farklı bir şeydir. Hukuk devleti, devletin hukuk olmasını değil ve fakat
devletin hukukla, hukukun evrensel ilkeleriyle bağlı olmasını ifade eder. Devleti
kurallara bağladığından aynı zamanda istikrara da hizmet eder[18].
Burada hukuk devleti ile çelişen
“hikmet-i hükümet” anlayışından da bahsetmek yerine olacaktır. Bu anlayışa göre
devlet, halkın ihtiyaçlarını karşılamak ve toplumsal hayata refah getirmek için
var edilmiş bir araç değil bizzat tüm kişi, kurum ve kavramların kendisine
hizmet ettiği bir amaçtır[19]. Hikmet-i hükümet
doktrini “ortaçağların tanrısal devlet
anlayışının laik bir devamı olarak görülebilir”[20].
B.
Hukuk Devletinin Gerekleri
Egemenliği kullanma yetkisine sahip
devletin de insanlar tarafından oluşturulduğunu ve yönetildiğini göz önünde
bulundurduğumuzda iktidar sahiplerinin insani bencilliklerinin ve hırslarının
hukuk devletinin gerçekleşmesinin önünde ne denli büyük bir engel olduğu hemen
görülecektir. Zira iktidar sahipleri kendi menfaatlerini bir kenara bırakıp
hukuk devletinin pek çok gereğini aynı anda yerine getirmekle sorumludurlar. Bu
gerekler kabaca şu şekilde sıralanabilir:
Devletin İdeolojik Tarafsızlığı :
Üstün olan gerçekten hukuksa devlet herhangi siyasal ya da toplumsal ideolojiyi
resmileştiremez-yasaklayamaz. Aksi halde devlet, en önemli hukuk devleti
gereklerinden biri olan eşitlikle çelişmiş, farklı ideolojileri benimseyen
bireylere eşit uzaklıkta duramamış olur[21].
Devletin Hukuka Bağlılığının Yargısal
Denetimi : Yasama,
yürütme ve idarenin yetkileri açıkça belirlenmeli; bunların iç denetimleri ile
de yetinilmeyerek devletin tüm eylem ve işlemleri yargı denetimine
bağlanmalıdır[22].
Özellikle günlük hayatla en çok iç içe olan idari eylemlerin hukuka aykırı
olması tehlikelidir ve ancak yargısal denetimle hukuk devleti korunabilir.
Yalnız denetimin yapılması da değil yargı kararlarının uygulanabilir olması da
bu ayrım altında gösterilebilecek şartlardandır.
Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı : Denetim
yetkisiyle hukuk devletinin güvenliğini üstlenen yargının da güvenilir olması
gerekir. Bu güveni de ancak bağımsız ve tarafsız yargı organlarının varlığı
sağlar. Bağımsız ve tarafsız mahkemelerden söz edebilmek için de mahkemelerin
yasama-yürütme organlarına karşı bağımsızlığı, hâkimlik teminatları, yargı
mensuplarının özlük işlerinin bağımsız bir kuruluş tarafından düzenlenmesi gibi
pek çok gereğin de hayata geçirilmesi gerekir[23].
Temel Hakların Korunması :
Amacı bireyi korumak olan hukuk devletinden bahsederken bireyin haklarını,
temel hakları tabi ki es geçemeyiz. Gerçek bir hukuk devletinden bahsedebilmek
için doğal haklar ya da insan hakları olarak adlandırdığımız hakların hukuk
sistemi tarafından korunması icap eder[24].
Hukuk Önünde Eşitlik :
Yukarda bahsettiğimiz güvenceler herkes için sağlanmadıktan sonra hiçbir şey
ifade etmeyecektir. Buna göre hem ayrımcı muamele hem de ayrıcalıklı muamele
yapılmamalıdır. Belirtmek gerekir ki eşit muamele eşit kılmadan farklıdır.
Hak Arama Yollarının Açık Olması :
Bireylerin meşru yollardan haklarını arayamadıkları, hukuki dinlenilme hakkı,
dilekçe hakkı, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı gibi hakların tanınmadığı bir
sisteme hukuk devleti demek pek tabii mümkün değildir[25].
Kazanılmış Haklara Saygı :
Hukuk devletlerinde kişiler istikrar bekler. Bu sayede kendilerini güvencede
hissetmek ve geleceği az çok öngörebilmek önemlidir. Söz konusu ihtiyacın
karşılanabilmesi için de yürürlükteki hukuk kurallarına göre kişiler lehine
doğmuş bulunan hukuki durumların yani kazanılmış hakların korunması gerekir.
Hukukun Evrensel İlkelerine Saygı :
Aslında hukuki ve meşru olmayan hukuk kurallarına sahip olmak ve o kuralları
uygulamak hukuk devleti olmak anlamına yetmez. Dolayısıyla devlet, hukukun
evrensel kabul görmüş ilkelerine göre kural koymalı ve buna göre uygulamalarda
bulunmalıdır[26].
III.
İNSAN HAKLARI TEORİSİ
A.
İnsan Hakları Kavramı ve Temelleri
Yaygın bir yanlış anlaşılma olarak
insan hakları “insanların sahip oldukları haklar” olarak algılanmaktadır. Oysa
insan hakkı diye tanımladığımız kavram insan onurunu korumak adına; tüm
insanların sırf insan oldukları için sahip oldukları; kimse tarafından
verilemeyen ya da kimsenin mahrum bırakılamayacağı hatta kendi isteğiyle dahi
kimsenin vazgeçemeyeceği, doğuştan gelen haklardır[27].
Nispeten genç bir kavram olan insan
hakları farklı felsefi temellere dayandırılmıştır. Bunlardan en eskisi doğal
haklar doktrini olarak kabul edilir. Doğal haklar görüşüne göre nasıl ki
doğanın yasaları varsa ve bu yasalar ya yüce bir yaratıcı tarafından konulmuş
ya da kimse tarafından konmamışsa insanların doğuştan gelen hakları da ya
yaratıcı tarafından verilmiş ya da kimse tarafından verilmemiş, hep
olagelmiştir[28].
Yani insan hakları insanların müdahalesinden azade bir kavramdır. Ancak doğa
kanunları gibi keşfedilebilir. Başlarda teolojik olarak açıklanmış, daha
sonraları laikleşmiş doğal haklar doktrinine göre insan bu hakları arzuladığına
ve eksikliğini hissettiğine göre bunlar insanın doğasının gereğidir.
Doğal haklar teorisi; Faydacılık ve
Marksizm gibi doktrinler tarafından eleştirilmektedir[29]. Faydacılığa göre hukuk
düzeni ve hak insan (ya da devlet) yapısıdır. Dolayısıyla insandan (ya da
devletten) önce hak olduğunu düşünmek saçmalıktır. Marksist teori ise doğal
haklara dayandırılan insan haklarında özellikle mülkiyet hakkını eleştirir. Marks’a
göre doğal haklar doktrini, aslında kolektif yaşaması gereken insanı
bireyciliğe iter.
B.
İnsan Haklarının Tasnifi
Felsefi ve ahlaki temellere dayanan insan
haklarının pozitif hukuka girmesi “temel haklar” kavramı ile mümkün olmuştur.
“Anayasalarda sayılan ve güvence altına alınarak somutlaştırılan insan hakları”
olarak tanımlayabileceğimiz temel haklar klasik ayrımla üç başlık altında
toplanır: negatif statü hakları, pozitif statü hakları ve aktif statü hakları[30].
Negatif statü hakları, devletin
müdahale etmemesi gereken, daha doğru bir ifade devlete müdahale etmeden yalnız
koruma sorumluluğu yükleyen haklardır. Yaşama hakkı, düşünce ve kanaat
özgürlüğü, mülkiyet hakkı bu sınıfa dâhil haklara örnek olarak gösterilebilir.
Pozitif statü hakları ise devlete
sağlama sorumluluğu yükler. Bu hakların hayata geçirilebilmesi için devletin
olumlu müdahalesi gerekir. Eğitim, sağlık, barınma hakları da bu sınıf hakların
örnekleridir.
Son ayrım olan aktif statü hakları,
katılma hakları olarak da adlandırılır. Gerçekten de bir ülkede yaşayan
insanların devletlerinin yönetimine katılma hakkı vardır ve bunun için
seçme-seçilme hakkı, dilekçe hakkı gibi aktif statü haklarının korunuyor olması
gerekir[31].
C.
İnsan Haklarının Pozitif Hukuka
Girişi
İnsan haklarının pozitif hukuka
sirayet edişini kronolojik olarak inceleyecek olursak yolun İngiltere’de
başladığı görülecektir. 1688 Bill of Rights ile ilk kez adil yargılanma hakkı,
kanuni suç ve ceza gibi kavramlar pozitif hukuka girmiştir. Bu gelişmenin
etkileri kendini öncelikle 1776 Virginia bildirisinde hemen ardından da yine
1776 Bağımsızlık Bildirisinde gösterir. Daha sonra yine Avrupa’ya dönen
rüzgârla 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ortaya çıkmıştır.
Dünyanın dört bir yanında olagelen bu gelişmeler İkinci Dünya Savaşı’na kadar
duraklamış; yaşanan büyük acıların etkisiyle savaş sonrasında tekrar hız
kazanmıştır. 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirisi yayınlanmış, insan
haklarının uluslararası düzlemde korunması için çalışmalar başlamıştır.
Devletleri bağlayan hakların devletler üstü kurumlarla korunabileceği fikrinin
de yaygınlaşmasıyla kıtaları kapsayan bölgesel örgütler kurulmuş 1950 Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi, 1969 Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi, 1981 Afrika
İnsan Hakları Sözleşmesi imzalandı. Bölgesel düzeyde gelişmeler hala devam etmektedir[32].
IV.
KUVVETLER AYRILIĞI VE HÜKÜMET
SİSTEMLERİ
A.
Kuvvetler Ayrılığı Teorisi
Anayasal düzenden istiyorsak
kuvvetler ayrılığına dayalı bir hükümet de olmazsa olmazlarımızdan biridir.
Zira egemenlik, en yüksek buyurma kuvvetini ifade eden çok büyük bir yetkidir
ve böylesine bir gücün tek odakta toplanması da büyük riskler taşır. Modern
demokrasilerde kural koyma, bu kuralları uygulama ve uymayanlara yaptırım
uygulayarak bozulan düzeni tekrar tesisi etme olarak özetlenebilecek egemenlik
yetkileri halka aittir. Ancak pratikte halk, egemenlik yetkilerini devlet
organları eliyle kullanabilir. İşte kuvvetler ayrılığı bu noktada devreye
girer. Teoriye göre, egemenliği kullanan devletin üç temel işlevi olan yasama,
yürütme ve yargı yine devletin buna göre ayrılmış yasama organları, yürütme
organları ve yargı organları tarafından icra edilmelidir. Bu organlar
birbirinden farklı olmalı, bir kimse aynı anda birden fazla organda görev
almamalıdır. Böylece bu organlar birbirlerini frenleyebilecek, egemenliği
kullanma yetkileri bölüştürülmüş olacaktır[33].
B.
Hükümet Sistemleri
Kuvvetler
ayrılığı teorisini esas alarak hükümet sistemlerini iki temel başlık altında
inceleyebiliriz: teoriye uygun olan ve olmayan sistemler.
1.
Kuvvetler Birliğine Dayanan
Sistemler
Kuvvetler birliği, kuvvetler
ayrılığının aksine özellikle yasama ve yürütme güçlerinin tek elde toplanmasını
ifade eder. Bu sistemler şu şekilde sayılabilir:
Mutlak Monarşi :
Kural koyma ve bu kuralları uygulama kudretinin monark adı verilen tek bir
kişide toplandığı sistemlerdir. Bu kişi hilafet yoluyla iktidara gelmiş
olabileceği gibi kanaatimizce demokratik ya da gayrı demokratik bir seçimle iş
başına gelmesi de sonucu değiştirmez. Dolayısıyla padişahlık, krallık gibi
diktatörlükler de monarşi, tek adam hükümetleridir.
Meclis Hükümeti :
Bu hükümet sisteminde de yasama ve yürütme kuvvetleri tek elde toplanmıştır
fakat gücü kullanan tek bir insan değil bir şekilde oluşmuş meclistir.
Meclis’in yasaları yaptığı ve bu yasaları yürütecek tüm icra vekillerini kendi
içinden çıkarttığı sistemdir. Tarihimizde 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun
benimsediği hükümet sistemi saf bir meclis hükümeti olarak örnek
gösterilebilir.
2.
Kuvvetler Ayrılığına Dayanan
Sistemler
Kuvvetler ayrılığına dayanan hükümet
sistemlerini bu kuvvetleri kullanacak organların birbirinden ne kadar keskin
çizgilerle ayrıldıklarına göre parlamenter hükümet sistemi ve başkanlık sistemi
olarak iki başlıkta inceleyebiliriz.
Parlamenter Hükümet Sistemi :
Kuvvetlerin yumuşak ayrılığı olarak da adlandırılan bu sistemde yasama işlevi
parlamento, yürütme işlevi ise bakanlar kurulu ve devlet başkanı tarafından
icra edilir. Parlamenter sistemlerde yürütme, siyasal açıdan sorumsuz olan
devlet başkanı ve sorumluluğu taşıyan bakanlar kurulu olmak üzere iki başlıdır.
Ayrıca bakanlar kurulunun başı olan başbakan parlamenter olmak durumundadır. Bu
sistemde bakanlar kurulu parlamentoya karşı sorumluyken parlamento da devlet
başkanının denetimindedir[34].
Başkanlık Sistemi :
Sert, keskin ayrılık olarak da bilinen başkanlık sisteminde yasama yine
parlamentoya aittir, ancak yürütme devlet başkanının elinde tekelleşmiştir. Bu
sistemde parlamento da başkan da halk tarafından seçilir ve birbirlerine karşı
sorumlulukları yoktur. Devlet başkanının sabit süresi içinde parlamento başkanı
görevden alamaz[35].
Tüm bunların yanında meşruti
monarşi, yarı başkanlık sistemi, kuvvetler birliği-görevler ayrılığı, aralıklı
başkanlık sistemi gibi karma sistemler de mevcuttur.
V.
DEMOKRASİ VE ELEŞTİRİLERİ
A.
Demokrasi Kavramı
Bugün yine sıkça duyduğumuz ve
kullandığımız bir kavram olan demokrasinin bundan yaklaşık 2500 yıl önce Grek
polislerinde doğduğu kabul edilir[36]. Grek erkek
yurttaşlarının meydanda toplanıp polisin yönetimine ilişkin önemli kararları
oylayarak aldığı sistemi tanımlamak için kullanılan demokrasi Latince kökenli
bir kelimedir ve “demos” (δήμος)[37] ile “krates” (κρατής)[38] sözcüklerinden oluşur.
Kelime anlamına bakılırsa demokrasi halkın gücü, halk iktidarı anlamlarını
taşır. Antik Yunanların monarşinin hüküm sürdüğü dönemlerde böyle bir kavram
geliştirmeleri gerçekten de takdire şayandır. Ama artık modern demokrasiler,
insanlara kararların halk tarafından alınmasından ve Antik Yunan
demokrasilerinden çok daha fazla şey ifade etmektedir. Artık demokrasi başlı
başına bir ideale dönüşmüştür[39].
Bugün demokrasinin (hangi tür olursa
olsun) hayata geçebilmesi için asgari şartlar kabul görmüştür. Öncelikle madem
yönetim yetkisi halktadır, o zaman halkın iradesini ortaya koymasının bir yolu
bulunmalıdır. Bunun için seçimler kullanılır. Fakat modern bir demokrasiden
bahsediyorsak seçimlerin de belli kuralları olmalıdır. Bir kere bu seçimlerde
herkesin oy hakkı olmalı (hükümlü, reşit ya da akli dengesi yerinde olmayan
kimseler istisna tutulabilir) ve herkesin ancak bir oy hakkı olmalıdır. Ayrıca
seçimler, düşünce ve kanaat hürriyetini koruyacak şekilde gizli oyla, serbest
yapılmalı; oylar da şüpheye mahal vermeyecek biçimde açık sayılmalıdır.
Seçimlerin idaresi de bağımsız yargı organları tarafından üstlenilmelidir[40].
Seçimler ne kadar mükemmel olursa
olsun ortada seçilecek bir şey yoksa anlam ifade etmez. Dolayısıyla insanlara
tercih hakkı verecek şekilde seçenekler olmalıdır. Bu seçenekler karşımıza
siyasal partiler olarak çıkar. Çok partili siyasal hayatın kurulması için de
siyasi parti özgürlüklerinin sağlanması icap eder.
Yukarda saydığımız şartların
oluşturulması dahi gerçek-özgürlükçü bir demokrasinin varlığı için yeterli
değildir. Tüm bunlara ilaveten seçecek ve seçilecek kimselerin kendilerini
güvencede, huzurlu hissetmeleri gerekir. Yönetim sorunlarıyla ilgilenecek,
tabiri caizse felsefe kaygısı güdecek[41] insanın başkaca
kaygılarından nispeten sıyrılması gerekir. Bu yüzdendir ki temel hak ve
özgürlüklerin güvence altına alınmış olması da demokrasinin koşullarından
biridir.
B.
Demokrasi Modelleri
Her iktidarın kendini meşru görmesi
ve meşru iktidarın ancak demokratik olabileceğinin yaygın kabulü her iktidarı
kendini demokrat olarak tanımlamaya itmiştir. Hem bu sebepten hem tarih boyunca
farklı uygulamalarla karşılaşıldığından hem de ideal yönetimin nasıl olması
gerektiği konusundaki tartışmalar neticesinde demokrasinin farklı tanımları,
farklı uygulama biçimleri ortaya çıkmıştır. Bazılarına burada değinmek yerinde
olacaktır.
Klasik Demokrasi : Atina’da
ortaya çıkan kadim demokrasinin en iyi örneğini teşkil ettiği modeldir[42]. Atinalılara göre hal sık
sık toplanmalı, kendini değil toplumsal olayları düşünmeli, yalnız yasa
yapmakla yetinmeyip kamusal görevler almalıdır. Tüm bunların da uygulanabilmesi
için polisin orta büyüklükte olması gerekir. Ancak Atina demokrasisinin zayıf
yanı eşitlik ilkesinin göz önünde tutulmamasıdır. Yönetime katılma hakkının
kadınlara, kölelere ve yabancılara verilmemesi eleştiri konusu olmuştur.
Korumacı Demokrasi :
Klasik liberalizmin demokrasi anlayışını ifade eder[43]. Negatif statü haklarını
ön plana çıkartan bu modelde amaç yurttaşların kendilerini devlet müdahalelerine
karşı korumaları temel amaçtır. Burada halkın yönetime katılması fikri ihmal
edilmektedir.
İnsani Gelişimci Demokrasi : Rousseau tarafından geliştirilmiş
modelin amacı bireyin özgürlük ve özerkliğini sağlamakta araç olmaktır. Birey
ancak yönetime katılabildiği ve yönetimi şekillendirdiği ölçüde özgür
olacaktır. Bu sebeple bireylerin sahici iradelerinden bir genel irade doğmalı
ve herkes buna itaat etmelidir. Rousseau’ya göre bu model az da olsa iktisadi
eşitlik de getirecektir.
Çoğulcu Demokrasi : Çoğunluğun mutlak iradesine boyun
eğmek yerine ortak iyiye ulaşmanın amaç edindiği modeldir. İktidar, belli
güçler arasında hiyerarşik olarak değil yarışmacı olarak paylaştırılmalıdır ve
yönetim, sosyal gruplar arasında sonsuz bir pazarlık sürecine dayanmalıdır[44]. Bu tarz demokrasilerde
azınlık haklarının korunması da amaçlanır[45].
Korporatist Demokrasi : Çıkar guruplarının kendi
temsilcilerini seçtiği ve bu çıkar guruplarının pazarlıkları ile kararların
alındığı bir demokrasi modelidir[46]. Özellikle seçilmiş
olmayan siyasi elitlerce benimsenmiş bir bütünleşme ideolojisi olarak da
görülebilir.
VI.
SİYASAL İKTİDAR VE DEVLET
A.
Siyasal İktidar, Devlet ve
Egemenlik Kavramları
Bugünkü anlamıyla devlet esasen 16.
yy.da ortaya çıkmış yeni bir kurumdur[47]. Bu büyük organizasyonun
özünü-unsurlarını ülke, insan topluluğu ve iktidar kavramları oluşturur[48].
Siyasal iktidar dediğimiz kavram ise
toplumsal hayattaki iktidar türlerinden yalnız biri, fakat en büyüğüdür.
Ülkedeki makro iktidar olarak da betimlenebilecek siyasal iktidar toplumun
tümünde etkili olan iktidar yapısıdır. Buyurma gücünü ve cebir tekelini
ülkedeki tüm diğer iktidarlar üzerinde kullanır.
B.
Meşruluk Teorileri
Bu kadar çok ve etkili silahlarla
donatılmış bir gücün, siyasal iktidarın toplum tarafından kabul edilmesi
gerekir. Bunun için de söz konusu iktidar meşru olmalı; daha doğru bir ifadeyle
neden bu yetkilere sahip olduğunun halk tarafından içselleştirilmesi gerekir.
Siyasal iktidarın neden var olduğunu ve neden meşru kabul edildiğini açıklayan
teoriler bulunmaktadır. Burada bu teorilere de değinmek yerinde olacaktır.
Weber’in Meşruluk Tipolojisi :
Weber’e göre meşruluğun üç kaynağı olabilir. Bunlar gelenek, karizma ve genel
normlar olarak sıralanabilir[49]. Sırasıyla açıklamak
gerekirse; geleneksel meşruluk teorisine göre hükümet etme hakkı hükümet
edenlere yerleşik örf ve adet gereği tanınmıştır. Bu tip yönetimlerde iktidar
kutsal, yüce, dokunulmazdır. Toplum, geleneklerine bağlı olduğu gibi yönetime
bağlıdır.
Karizmatik meşrulukta ise önemli
olan iktidar sahibinin kişiliğidir. Halk, yöneticinin bir takım olağanüstü,
hatta insanüstü nitelikleri olduğuna inanır. Burada yöneticinin gerçekten bu
ulvi vasıflara sahip olması da önem taşımaz; toplumun buna inanması yeterlidir.
Bu inancı da karizmatik yöneticiden ziyade çevresindeki kimseler verir. Tabiri
caizse “şeyh uçmaz, müritler uçurur”.
En nihayetinde genel normlara dayalı
meşruluğa sırtını dayayan iktidarlarda ise meşruluğun dayanağı hukuk
kurallarıdır. Toplum yöneticilere değil sisteme itaat ederler. Hukuk
kurallarının ön gördüğü biçimde başa gelmiş yöneticiler bu yetkilerini yine
hukuk kurallarına uygun kullanırlar ve egemenliği kullanırlar.
David Eston’un Meşruluk Anlayışı : Eston
da meşruluğun kaynaklarını üç başlıkta toplamıştır. İlki ideolojik kaynaktır.
Bu tip meşrulukta toplum, yöneticilerin sistemin temelinde yaran değerlere
uygun davrandıklarına inandıkları için onlara itaat eder. Bir diğer kaynak
yapısaldır. Yapısal kaynaklı meşrulukta yönetilenler tarafından geçerli kabul
edilen kurallar vardır ve yöneticiler bu kurallara uydukları için
yönetebilirler. Son kaynak ise yönetenlerin kişisel nitelikleridir. Weber’in
karizmatik meşruluk tipine benzemekle birlikte burada yöneticilerin olağanüstü
özelliklere sahip olması gerekmez. Toplumun fiilen destek vermesi yeterlidir[50].
C.
Devletin Rolü
İnsanlar tarafından kurulmuş bir
organizasyon olarak devletin ne amaçla ortaya çıkartıldığı, daha doğrusu devletin
ülke ve toplumsal hayattaki rolünün ne olması gerektiği de önemli bir sorudur[51]. Bu soru da tarihte
farklı bilim dallarından farklı kimseler tarafından cevaplanmaya çalışılmıştır[52]. Devletin rolüne ilişkin
teoriler olarak nitelendirebileceğimiz bazı cevapları açıklayalım.
Devletin Ekonomik Teorisi :
Devleti iktisadi-ekonomik bakış açısıyla açıklayan bireyci bir teoridir.
Devletin, bireylerin istedikleri halde piyasa yoluyla karşılayamadıkları
malları üretmek adına var olduğu görüşünü ileri sürer. Yani devletin rolü
dışsallıkları yönetip kamu mallarını üretmektir. Ayrıca mülkiyet haklarını
koruyan sistemler kurup mübadele ve sözleşmeleri güvence altına alarak
piyasanın işlevini sorunsuz devam ettirmesini sağlar[53].
Minimal Devlet Anlayışı :
Klasik liberalizmin devlet anlayışı olan bu teoride devlet, bireylere maksimum
özgürlük alanı tanımaya çalışır. Burada bahsedilen özgürlük negatif
özgürlüktür. Devletin yükümlülükleri özel kişiler arasında yapılan sözleşmelere
uyulmasını sağlamak, iç ve dış güvenliği sağlamaktan ibarettir. Geriye kalan
değerlere ilişkin yükümlülükler sivil topluma bırakılmıştır[54].
Sosyal Demokrat Devlet Anlayışı :
Sosyal adalet ve eşitliği sağlamak adına devletin toplumsal hayata müdahalesini
gerekli gören devlet anlayışıdır. Burada devlet yalnız negatif özgürlükleri
korumaz. Bunun yanında sosyal hakları ve siyasal özgürlükleri de sağlamaya
çabalar. Ayrıca sosyal demokrat devlet piyasalara da müdahale ederek
zenginliğin dengeli dağlımı için de çalışır[55].
Marksist Devlet Anlayışı :
Marks, temel felsefesi ve diyalektik düşünce sistemine uygun olarak devleti de
sınıf çatışmasıyla açıklar. Ona göre devlet, hâkim sınıfın baskı aracından
başka bir şey değildir. Bütün devletler bir sınıfın diktatörlüğüdür; başka
türlü de olamaz. Devletin olumlu rolü ise kapitalizmden komünizme geçişte hâkim
sınıfın değişmesiyle ortaya çıkacaktır. Proleter devrimle siyasal iktidara
sahip olacak işçi sınıfı, devleti proletarya diktatörlüğü olarak idare edecek;
bu sayede devletsiz topluma geçişte karşı devrimler engellenecektir[56].
Devletin Hukuki Teorisi : Devlet en geniş anlamıyla bir
ülkedeki insanların bir araya gelerek örgütlenmelerinin en geniş biçimidir. Bu
anlamda başka tüm kurumlar ve kişiler devlet adı verilen kurumlar bütününe
kurallarla bağlıdır[57].
D.
Küreselleşme ve Ulus Devlet
Eskiden egemenli sınırsızca kullanabileceğine
inanılan devletler yüzyılımızda, küreselleşmenin de etkisiyle diğer devletlerle
karşılıklı olarak birbirlerini sınırlandırma yoluna gitmektedir. Zira devletler
artık uluslararası alanda diğer devletlerle köklü bağlantılar kurmakta, en
güçlü devletler için dahi bir takım dış tehditler daha önemli hale gelmeye
başlamıştır. Ekonominin küreselleşmesi ve savaş endüstrisinin gelişmesi bunun
sebebi olarak görülebilir. Dolayısıyla günümüz dünyasında ulus devletler, devletler
üstü organizasyonlara katılmakta, egemenlik yetkilerinden bir ölçüde vaz
geçmektedirler[58].
Fakat dünya konjonktüründe hala temel siyasi örgütlenme yapısının ulus
devletler olduğu da gözden kaçırılmamalıdır.
[1] ÇAĞLAR, Bakır; “Hukukla Kavranan
Demokrasi ya da Anayasal Demokrasi” Anayasa Yargısı, Ankara 1993, no:10, s.
275.
[2]
ERDOĞAN, Mustafa; Anayasal Demokrasi, 7.
Basım, Siyasal Kitabevi, Ankara 2005, s. 4.
[3] ERDOĞAN, s. 39.
[4] ERDOĞAN, s. 39.
[5] ERDOĞAN, s. 40.
[6] ÇAĞLAR, s. 281.
[7] KAPANİ, Münci; Politika Bilimine Giriş,
20. Basım, Bilgi Yayınevi, Ankara 2007, s. 67.
[8] ERDOĞAN, s. 51.
[9] ÇAĞLAR, s. 296.
[10] ERDOĞAN, s. 55.
[11] ERDOĞAN, s. 82.
[12] ERDOĞAN, Mustafa; “Demokrasi, Anayasa
Yargısı ve Türkiye Örneği” İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, Yıl: 10, Sayı: 20, Güz 2011, s. 28.
[13] ÇAĞLAR, s. 275.
[14] ERDOĞAN, s. 96.
[15] ERDOĞAN, Anayasa Yargısı, s. 38.
[16] ERDOĞAN, s. 98.
[17] ERDOĞAN, s. 99.
[18] ERDOĞAN, s. 114.
[19] ERDOĞAN, Anayasa Yargısı, s. 41.
[20] EROĞAN, s. 116.
[21] ERDOĞAN, s. 121.
[22] ERDOĞAN, s. 123.
[23] ERDOĞAN, s. 126.
[24] ERDOĞAN, s. 128.
[25] ÇAĞLAR, s. 271.
[26] ERDOĞAN, s. 133.
[27] ERDOĞAN, Anayasa Yargısı, s. 31.
[28] ERDOĞAN, s. 153.
[29] ERDOĞAN, s. 160.
[30] ERDOĞAN, s. 177.
[31] ÇAĞLAR, s. 269.
[32] ERDOĞAN, s. 183 vd.
[33] ERDOĞAN, s. 200.
[34] ERDOĞAN, s. 213.
[35] ERDOĞAN, s. 206.
[36] ERDOĞAN, s. 229.
[37] Halk
anlamına gelir; (https://www.nisanyansozluk.com/?k=%2Bkrasi&lnk=1) ET:
15.06.14
[38] Güçlü,
muktedir anlamlarına gelir;
(https://www.nisanyansozluk.com/?k=%2Bkrasi&lnk=1) ET: 15.06.14
[39] KAPANİ, s. 151.
[40] ERDOĞAN, Anayasa Yargısı, s. 33.
[41] “Köle
sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri için/ felsefe yapıyorlardı/ çünkü
ekmeklerini köleler veriyorlardı onlara; … Köleler felsefe kaygusu çekmedikleri
için/ ekmek yapıyorlardı/ çünkü felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara”
Melih Cevdet ANDAY, Defne Ormanı.
[42] ERDOĞAN, s. 238.
[43] ERDOĞAN, s. 239.
[44] ERDOĞAN, s. 241.
[45] ERDOĞAN, Anayasa Yargısı, s. 41.
[46] ERDOĞAN, s. 243.
[47] ERDOĞAN, s. 327.
[48] KAPANİ, s. 37.
[49] ERDOĞAN, s. 329.
[50] ERDOĞAN, s. 331.
[51] ÇAĞLAR, s. 264.
[52] ERDOĞAN, Anayasa Yargısı, s. 44.
[53] ERDOĞAN, s. 336.
[54] ERDOĞAN, s. 339.
[55] ERDOĞAN, s. 340.
[56] ERDOĞAN, s. 341.
[57] ERDOĞAN, s. 342.
[58] ERDOĞAN, s. 352.