"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Bursa 5.Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 26.07.2010
NUMARASI : 2010/306 E-2010/333 K.
Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bursa 5.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 01.12.2008 gün ve 2007/519 E., 2008/556 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 08.03.2010 gün ve 2009/9785 E., 2010/2745 K. sayılı ilamı ile;
(“…Davacı, G...köyü .. ada ...ve .. parsel sayılı taşınmazlarının satışı için 02.03.2001 tarihli vekaletname ile davalıyı vekil tayin ettiğini, vekilin uzun zaman geçmesine rağmen kendisine bilgi vermediğini, yaptığı araştırmada davalının 19.04.2001 tarihinde bu yerleri M..B..a sattığını öğrendiğini, davalının satış bedelini kendisine ödemediğini, taşınmazların bedelinin tapuda gösterilen bedelden çok fazla olduğunu belirterek, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 6.000.00 YTL.nin satış tarihinden itibaren yasal faizi ile tahsilini istemiştir.
Davacı, 08.09.2008 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini 35.210.07 YTL arttırmıştır.
Davalı, gerek asıl alacak için gerekse ıslah ile arttırılan kısım yönünden davanın zaman aşımına uğradığını, .. parselin davacının kendisine olan borcu için satıldığını, ... parseli kendisinin satmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, ıslah talebi de değerlendirilerek 10.989.40 YTL.nin 19.04.2001 satış tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Davacının, G..Noterliğinde düzenlenen 2.3.2001 tarihli vekaletname ile münhasıran G.. ilçesi, Gürsu köyü, .pafta, ..ada ..parsel sayılı .. m2 yüzölçümlü arsa ile .. pafta, .. ada .. parsel sayılı ..m2 yüzölçümlü 2 adet arsadaki hisselerinin satışı için davalıyı vekil tayin ettiği, davalının 14.04.2001 tarihinde her bir taşınmazı 1.000.000.000 TL olmak üzere toplam 2.000.000.000 TL’ye M.. B..'a satıp, satış bedelini aldığı ancak davacıya ödemediği dosya içeriğinden anlaşıldığı gibi bu hususlar mahkemenin de kabulündedir.
Davacının satış bedelinin kendisine ödenmediği gerekçesiyle davalı vekil aleyhine 19.10.2007 tarihinde açtığı davada, davalı zamanaşımı def’inde bulunmuş, mahkemece, davacının satış işlemini 2007 yılında öğrendiği, dava tarihi itibariyle BK. 126.maddesinde öngörülen 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı gerekçesiyle zamanaşımı def’i reddedilmiştir.
BK. 126.maddesi gereğince vekalet sözleşmesinden doğan uyuşmazlıklarda zaman aşımı süresi 5 yıldır, BK. 128.maddesi müruru zaman alacağın muaccel olduğu zamandan başlar. Alacağın muacceliyeti bir ihbar vukuuna tabi ise müruru zaman bu haberin verilebileceği günden itibaren cereyan eder” düzenlemesini getirmiştir. Bu yasal düzenlemenin açıklığı karşısında BK. 101 maddesi gereğince temerrüt için muaccel bir alacak ve ihtar gerekse de zamanaşımının başlaması için temerrüde düşürülmek zorunlu değildir. Borcun muaccel olması yeterlidir.
Muacceliyet, alacaklının borçludan, borçlanılan edimi talep ve dava edebilme yetkisidir. (Prof. Dr. F..E... Borçlar Hukuku Genel Hükümler 1999 Baskı Cilt 2 sayfa 1081) Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan söz edilemez. Borcun yerine getirilmesi vadeye bağlı değilse borcun doğması ile birlikte borç muaccel olur. (BK.74)
Borçlar Kanunu, haksız fiilde ve sebepsiz zenginleşmede 10 yıllık ve 1 yıllık zamanaşımı süresini kabul etmiştir. Haksız fiilde 10 yıllık süre haksız fiilin vukubulmasıyla sebepsiz zenginleşmede hakkın doğduğu tarihte başlar. BK. 66.maddesi gereğince sebepsiz zenginleşmede 1 yıllık zamanaşımı süresinin başlaması için mutazarrır olan tarafın verdiğini, istirdada hakkı olduğuna ıttıla kesbetmesi gerekir. Haksız fiilde zamanaşımı düzenleyen BK. 60.maddesi gereğince 1 yıllık zamanaşımı süresinin başlaması için mutazarrır olan tarafın zarar ve fiile ıttıla kesbetmesi gerekir. Oysa sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda zamanaşımının başlaması için BK. 60 ve 66.maddelerindeki ilkelerden ayrılmış zamanaşımının başlaması için muacceliyet yeterli görülmüş, alacaklının muacceliyetten haberdar olmasına dahi gerek görülmemiştir. Bilgi sahibi olup olmama zamanaşımının başlangıcı bakımından önem taşımaz. (T.. U... Borçlar Kanunu 2.cilt 1990 Sayfa 655)
Doktrinde de; Prof.Dr.F.. E.. Borçlar Hukuku Genel Hükümler adlı eserinin 1273.sayfasında; zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda işlemeye başlayacağı, süresinin işlemeye başlaması için alacaklının alacağından haberdar olmasına veya haberdar olmak zorunda bulunması şart değildir. Ancak haksız fiil ve sebepsiz zenginleşme davalarında 1 yıllık zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması için davacının alacağından haberdar olması gerekir. Sözleşmeden doğan ifa taleplerinde zamanaşımı temerrüdün gerçekleştiği anda değil, muacceliyetin gerçekleştiği anda işlemeye başlayacağını kabul etmiştir.
Andren Van Tuhr Borçlar Hukuku (çeviren C..E..) 1983 başl. Adlı eserinin ü sayfasında sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda “müruru zaman alacağın muaccel olduğu zamandan başlar.” Yani alacaklının alacağını teçhiz eden mütalebe hakkını kullanabileceği ve edayı isteyebileceği andan itibaren işlemeye başlar. İfası derhal talep edilebilen alacaklarda müruruzaman alacağın doğması ile beraber işlemeye başlar dedikten sonra müruruzamanın cereyana başlaması için alacaklının mütalebe hakkına veya bunun muacceliyetine vakıf olması zaruri değildir. Kanun vazıın BK. 60 ve 66.maddelerde olduğu gibi durumlarda alacaklının hadiselere vakıf olma keyfiyetini kabul etmiş bu istisnalar dışında borçlunun borcuna vakıf olup olmadığını aramaya lüzum yoktur. Borçlu suiniyet sahibi olsa dahi müruru zamana istinad edebilir düşüncesindedir.
Avukatlık Kanunu 40.maddesi, vekalet sözleşmesindeki 5 yıllık zaman aşımı süresinden ayrı bir yıllık zamanaşımı süresi getirmiştir. Buna göre “İş sahibi tarafından sözleşmeye dayanarak vekalete karşı ileri sürülen tazminat istekleri, bu hakkın doğumunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve herhalde zararı doğuran olaydan itibaren beş yıl geçmekle düşer” demiştir. Yasanın bu hükmü ile avukatlık kanununda avukata karşı açılan tazminat istekleri için BK. 60 ve 66.maddesi hükümlerine paralel olarak öğrenme tarihinden itibaren 1 yıllık zaman aşımı süresini kabul etmiştir.
Şayet yasa koyucunun amacı vekalet sözleşmelerde öğrenme tarihini zamanaşımının başlangıcı olarak kabul etmek olsa idi bu hususu yasaya açıkça koyardı. Bu nedenle vekâlet akdinde zamanaşımının başlaması için muacceliyet yeterlidir.
BK. 392/2.maddesinde “vekil zimmetinde kalan paranın faizini de vermeye mecburdur” demiştir. Vekilin, müvekkil adına tahsil ettiği para için temerrüde düşmesine gerek olmadan tahsil tarihinden itibaren faiz ödemek zorunda kalması paranın tahsil tarihi itibariyle alacağın muaccel olduğunun kabulünü gerektirir.
Dairemizin uygulaması da bu yöndedir. (13.HD. 16.11.1982 Tarih 6260-6864-13HD.29.09.1994 tarih 1994/7367-8067-13.HD.21.03.1996 tarih 1996/1968-2753 sayılı kararları)
Öte yandan somut olayda tapu sicilinin aleni olması nedeniyle davacı her zaman adına kayıtlı taşınmazın satılıp satılmadığını, satılmışsa hangi tarihte satıldığını öğrenebilecek durumda olduğu gibi müvekkil vekilden her zaman hesap isteyebilir. Hesap verilmezse azledebilir, vekalet akdinin münhasıran iki adet taşınmaz satışı için yapıldığı gözetildiğinde, satışla birlikte davacı, satış bedelini davalıdan isteyebilir.
Kaldı ki mahkeme vekil tarafından satılan taşınmazların bedeli ile ilgili olarak dava veya temerrüt tarihindeki değerini değil satış tarihindeki değerini esas almıştır. Bu değerlendirme ilke olarak doğrudur. Çünkü satış tarihi itibariyle alacak muaccel olacaktır. Bu nedenle de zamanaşımının başlangıcı satış tarihi olmalıdır.
Yapılan bu açıklamalar gözetildiğinde taşınmazların satış tarihi 19.4.2001 de alacak muaccel hale gelmiş bu davanın açıldığı 19.10.2007 tarihi arasında 5 yıllık zamanaşımı süresi geçtiğinden davanın reddi yerine yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
2-Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan bozma nedenine göre davalının sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir…”)
gerekçesiyle birinci bentte açıklanan nedenlerle hüküm davalı lehine oyçokluğu ile bozulmuş, bozma nedenine göre davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilerek dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin davalıya ..ada, ..ve ..parsel nosunda tescilli gayrimenkullerin satışı için 02.03.2001 tarihinde vekâletname verdiğini, taşınmazların 19.04.2001 tarihinde davalı tarafından dava dışı M.. B..a satıldığını öğrendiğini, davalının taşınmazların bedelini müvekkiline ödemediğini belirterek, fazlaya ilişkin talep ve dava hakkı saklı kalmak üzere 6.000,00.YTL’ye resmi akit tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş; ıslah dilekçesi ile talep miktarını 41.210.YTL’ye çıkartmıştır.
Davalı vekili, müvekkilinin dava konusu edilen .. nolu parseli 19.04.2001 tarihinde davacının müvekkiline olan borcu nedeniyle sattığını, vekâlet sözleşmesinden doğan alacaklar 5 yıllık zamanaşımına tabi olduğundan dava tarihi itibariyle alacağın zamanaşımına uğradığını, davalının 16 nolu parseli satmadığını belirterek, davanın reddini istemiştir.
Mahkemenin, davanın kısmen kabulüne dair verdiği karar; Özel Daire’ce, yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını, davalı vekili temyiz etmiştir.
Açıklanan maddi olgu, bozma ve direnme kararlarının kapsamları itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; vekâlet sözleşmesinden kaynaklanan alacak davalarında, vekilin, vekâlet verene karşı sorumluluğu yönünden zamanaşımı başlangıcına, vekil tarafından taşınmazlardaki payın üçüncü kişiye satıldığı tarihin mi, yoksa satışın vekâlet veren tarafından öğrenildiği tarihin mi esas alınması gerektiği; burada varılacak sonuca göre eldeki davanın zaman aşımı süresi içinde açılıp açılmadığı, noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın daha iyi anlaşılabilmesi ve daha isabetli çözüme ulaşılabilmesi için öncelikle, zamanaşımı ve vekâlet sözleşmesinin niteliği ile, zamanaşımının vekâlet sözleşmesinde nasıl uygulanacağına ilişkin genel açıklamalar yapılmasında fayda görülmüştür.
Borç ilişkisini kuran en önemli kaynak sözleşmedir. Her sözleşme, taraflar arasında bir hukuki ilişki meydana getirir, bu ilişkiye “sözleşmeye dayalı=akdi ilişki” denir.
Borç doğuran sözleşmelerden birisi olan “Vekâlet Sözleşmesi”, 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 386/1 maddesinde,“Vekâlet, bir akittir ki, onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler.” şeklinde tanımlanmıştır.
Vekil, vekâlet sözleşmesi gereği başkası adına işler yapmakla yetkilendirilmiş olan kişidir. Vekil bu açıdan bakıldığında, bir avukat, doktor, bankacı, mimar, bir taşınmazı vekâleten satın alan veya satan kimse vb. olabilmektedir.
Bu tanımlamadan vekâlet sözleşmesinin unsurları: vekilin, bir iş görme borcunu üstlenmesi; iş görme borcunun, başkasının menfaatine yapılması; iş görme borcunun, müvekkilin iradesine uygun olarak yerine getirilmesi; vekilin, edim sonucunu değil, edim fiilini üstlenmesi; vekilin, iş görme borcunu yerine getirirken bağımsız hareket etmesi; ücret (ki bu unsur zorunlu değildir) biçiminde sıralanabilir.
Vekâlet sözleşmesi kural olarak BK’nun 11. maddesinin, 1. fıkrası hükmü gereğince hiçbir şekle bağlı değildir. Yazılı olabileceği gibi, sözlü de yapılabilir. Hatta BK’nun 6. maddesi hükmü uyarınca vekâlet örtülü olarak (zımnen) verilebileceği gibi zımni kabulle de oluşabilir.
Vekâlet Sözleşmesi, bir iş görme sözleşmesi olduğundan tipik edim bir işin görülmesi veya bir hizmetin yerine getirilmesidir. Vekâlet Sözleşmesi eksik iki tarafa borç yükleyen bir akittir. Çünkü vekil, bir edimi ifa borcu altına girmekte ve fakat müvekkil ancak bazı durumların varlığı halinde borç altına girmektedir (BK. m.386/3).
Kural olarak vekâlet sözleşmesinin kapsamı, Borçlar Hukukumuzun genel hükümlerine ve genel ilkelere bağlı olarak tarafların rızalarına göre belirlenir. Ancak, şahsa sıkı sıkıya bağlı hakların vekâlet sözleşmesinin konusunu oluşturması hukuken olanaklı değildir. Sözleşme özgürlüğü ilkesi gereği bu emredici kural dışında kalan her konuda vekâlet sözleşmesi yapılabilir. Eğer, tarafların iradeleri sözleşmenin kapsamının belirlenmesi konusunda yol gösterici değil ise veya sözleşmede bu hususa değinilmemiş ise BK.m.388/1’in düzenlemesine göre sözleşmenin kapsamı sözleşmenin ilişkin olduğu (taalluk eylediği) işin niteliğine göre belirlenecektir.
Vekile verilen yetki hukuk düzeninin elverdiği ölçüde tüm hukukî işlemleri yapmak yetkisi veriyor ise genel temsil yetkisinden, belirli bir veya birkaç hukukî işlemle sınırlı kalmak üzere yetki verilmişse özel temsil yetkisinden söz edilir.
Temsil yetkisi bir süre ile sınırlı olarak verilmişse yani belirli bir süre içinde kullanılması ve bu sürenin bitimi ile yetkinin de son bulması isteniyor ise süreli temsil yetkisi mevcuttur. Oysa bir süre sınırı konulmaksızın da temsil yetkisi verilebilir. İşte bu biçimde verilen temsil yetkisinin bir süre ile sınırlandırılmaksızın her zaman kullanılabilmesi imkânı vekile tanınmış ise süresiz temsil yetkisinden söz edilir.
Somut olayda, davacı davalıya, her hangi bir süre öngörmeksizin, 02.03.2001 tarihinde noterden düzenlenmiş vekâletname ile .. ada .. ve .. parsel nolu taşınmazlardaki payını satması konusunda vekâlet vermiştir.
Tam burada vekâlet sözleşmesinde vekilin borçları üzerinde durulması gerekmektedir.
Sadakat, özen ve sır saklama borcu, BK’nun 390/2 maddesinde düzenlenmiş; maddede “vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir surette ifa ile mükelleftir.” denilmiştir.
Sadakat borcu, vekilin kendisine değil başkasına ait bir işi görmesinden ve işini gördüğü kimsenin menfaat ve iradesine uygun hareket etmesinin vekâletin zorunlu bir unsuru olmasından çıkarılabilir. Bu borç gereğince, gerek vekâletin devamı sırasında ve gerekse vekâlet ilişkisi sona erdikten sonra vekil, müvekkilin yararını sözleşmenin amacına uygun bir biçimde korumak ve kollamakla yükümlüdür. Bu borç nedeniyledir ki, vekil daima müvekkilin yararını gözeterek hareket etmeli, davranışlarını müvekkilin bu sözleşme ile ulaşmak istediği sonuçlara göre yönlendirmelidir.
Başka bir deyimle, vekil sadakat borcu gereği olarak, müvekkilinin yararına olacak davranışlarda bulunmak ve ona zarar verecek davranışlardan kaçınmakla yükümlüdür. Sadakat borcu, vekâletin nasıl yerine getirileceği konusunda sözleşmede açık bir hüküm olmasa ve müvekkilinin herhangi bir talimatı bulunmasa da yine zorunlu olarak ortaya çıkar.
Şahsen ifa borcuna gelince; vekâlet sözleşmesinde müvekkil ile vekil arasındaki güven ilişkisi ön plandadır ve buna bağlı olarak vekâlet sözleşmesinin vekile yüklediği işin onun tarafından şahsen yapılması kuraldır.
Müvekkilin irade ve talimatlarına uygun davranma yükümü ise; vekilin, edimini yerine getirirken müvekkilin açık veya örtülü biçimde ortaya koyduğu iradesine ve verdiği talimatlara uymak zorunda olmasıdır.
Eldeki davanın çözümünde, özellikle vekilin, vekil edene “hesap verme borcu” üzerinde durulması gerekmektedir.
BK. m.392/1.madde hükmü uyarınca, müvekkilin istemi halinde vekil, vekâlet sözleşmesi konusu olan ve yapmış bulunduğu işin hesabını ona vermek durumundadır. Bu borç, sözleşmenin kurulması ile doğar ve mutlak surette sözleşmenin ifasına bağlı değildir, halin icabına göre sözleşmenin sona ermesinden sonra da devam edebilir.
Hesap verme borcu, vekilin göreviyle ilgili mali konularda, daha açık bir anlatımla aldığı mal veya paralar, yaptığı harcamalar hakkında ve aldığı avans ve masrafları nerelerde kullandığı hususlarında hesap vermek ve buna ait belgeleri müvekkile ibraz etmek zorunluluğunu getirir. Bu, bir anlamıyla sadakat borcunun gereği olarak bilgi vermek yükümünün de bir türüdür.
Hesap verme borcu vekilin başkasına ait bir iş görmesinin doğal sonucudur; gerçekten, işi görülen kimsenin (müvekkilin) işe başlanıp başlanmadığını, işin nasıl yürütüldüğünü ve sonuçlandırıldığını bilmeye ihtiyacı vardır.
Böylece hesap verme borcu, geniş anlamında, genel bir bilgi verme yükümlülüğü olarak kendini göstermektedir. Vekil sadece işin sonunda değil, yürütülmesi sırasında da durumdan müvekkile bilgi vermek zorundadır.
BK m.392, f.I’de hesabın “müvekkilin talebi üzerine” verileceğinden söz edilmekte ise de, vekil gerekiyorsa kendiliğinden müvekkile işin durumu hakkında bilgi vermelidir. Sürekli vekâlet sözleşmelerinde uygun aralarla müvekkile hesap verilmesi zorunluluğu vardır.
Hesap verme, hem müvekkilin, hem de vekilin yararınadır; vekilin, müvekkile bilgi vermesi suretiyle, müvekkil, vekili denetlemek, vekile ifa edeceği işle ilgili talimatları vermek, talimatların ne ölçüde yerine getirildiğini tespit etmek, gerektiğinde vekili azletmek olanağına kavuşmuş olmaktadır. Müvekkil, kendisinin vekil tarafından bilgilendirilmesi neticesinde ortaya istenmeyen bir sonucun veya zararın çıkmasını engellemiş olacaktır.
Vekil ise, müvekkilin bu davranışları sayesinde, vekâlet sözleşmesi ile üstlendiği işi daha kolay gerçekleştirecek ve müvekkile her aşamada zaten hesap verdiği için, sözleşmenin bitiminde vekilin iade borcu daha kolay yerine getirilecektir. Zira böylece vekilin, kendisinin müvekkilden olan alacaklarının mahsubunun sağlanması ve ifa ettiği iş dolayısıyla ibra edilmesi daha kolay gerçekleşecektir.
Hesap verme yükümlülüğü müvekkilin, hukuki durumu ve haklarını kullanabilmesi için olaylar hakkında tam ve gerçeğe uygun bilgi verme suretiyle yerine getirilmelidir. Bu yükümlülük vekâlet konusu olan işin yapılması borcunun bir tamamlayıcısı ve vekâletin, elde olunan veya kalan şeyleri müvekkile vermek suretiyle, tasfiyesinin bir hazırlayıcısı niteliğindedir.
Hesabın tasvibi veya ibra, müvekkil tarafından vekilin hesap verme borcunun doğru olarak yerine getirildiğinin ve işin verilen hesaptan anlaşıldığı ölçüde gereği gibi görüldüğünün kabulü hususunda yapılan açık veya zımni irade açıklamasıdır.
Vekil hesap verme borcunu yerine getirmekle, aynı zamanda müvekkilin kendisini muhtemel tazminat taleplerinden ibra etmesini sağlamak amacını güder. Hesabın doğruluğu ve işin gereği gibi yapıldığı tarafların birbirlerine karşı açacakları alacak davalarında tespit olunur.
Hesap verme ve alınanları müvekkile teslim etme borçlarından müvekkilin, bunların içeriğini ve kapsamını bilmesi kaydıyla, vekili karşılıklı anlaşma ile ibra etmesi kabildir, bu ibra karşılıksız olduğu takdirde bir bağışlama niteliği taşır.
Hesap verme borcu bir yapma borcu niteliğindedir. Müvekkil, sadece hesap verme borcunun yerine getirilmesi için değil, aynı zamanda vekilin vekâleti dolayısıyla aldığı ve kendisine vermesi gereken para veya diğer şeylerin teslimi ve vekâletin gereği gibi ifa edilmemesi dolayısıyla uğradığı zararın tazmini için dava açabilecektir.
Vekilin, müvekkile hesap verme borcunun şekli ve zamanı, vekâlet sözleşmesinin taraflarınca kararlaştırılabilir. Aynı zamanda tarafların yaptığı bu saptama dışında, işin niteliği ve bu yöndeki teamüller göz önünde bulundurularak vekil, belirli zamanlarda müvekkile hesap verme borcunu yerine getirmelidir.
Vekilin müvekkile hesap verme borcu, işin niteliğinin elverdiği derecede belgelere dayanmalı ve kural olarak yazılı bir şekilde yerine getirilmelidir. Hesap verme borcu, vekâlet sözleşmesinde belirlenen işin niteliklerine uygun olarak gerekli fatura, makbuz, rapor gibi belge asıllarının da müvekkile gösterilmesini kapsamaktadır.
Vekilin, müvekkile hesap verme yükümlülüğü, asli borcun yerine getirilmesine yaramaktadır ve bu borç asli borçtan ayrı olarak talep ve dava edilebilmektedir. Bu hali ile hesap verme borcu, hukuki nitelik itibarıyla bir yan edim niteliğindedir.
Gerçekten de vekilin, hesap vermek için her zaman müvekkilin talebini beklemesi doğru olmaz; vekil müvekkil tarafından talep edilmese de müvekkile hesap vermelidir.
Vekâlet sözleşmesinde vekilin hesap verme borcu, vekâlet sözleşmesinin kurulmasıyla birlikte doğup; işin vekil tarafından yürütülmesi sırasında ve sona ermesinde devam eder. Sözleşmenin ifa edilmiş olmasına bağlı bir husus değildir. Ayrıca, gerektiğinde, bu borç, vekâlet sözleşmesinin sona ermesinden sonra da devam etmektedir. Öyle ki, vekâlet sözleşmesi sona erdikten sonra, müvekkil, vekilden h