"İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 6. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Çocuk Ağır Ceza
Sayısı : 116-238
Nitelikli yağma suçundan sanık ...'ün TCK'nın 149/1-a-c-d-h, 31/3, 168/2-3, 62 ve 63. maddeleri uyarınca 4 yıl 5 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve mahsuba ilişkin Bakırköy 1. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesince verilen 22.10.2013 tarihli ve 116-238 sayılı hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 13.06.2017 tarih ve 14678-2356 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 09.11.2017 tarih ve 49759 sayı ile;
"...Mağdur ...'un; ... İlköğretim Okulu inşaatında bekçi olarak çalışıyorum, 14.02.2011 tarihinde saat 20.00 sıralarında görevi devraldım, 23.45 civarında ... ve yanlarındaki 5-6 kişilik grup inşaatın çevresinde bir iki tur atıp kayboldular. Bundan 5 dakika sonra 23.50'de... kulübeye gelip benden su istediler, ben de insanlık adına suyu verdim. Benden izin almadan oturmaya başladılar, ellerinde tiner şişesi vardı ve tiner çekiyorlardı. Ben de korktum üzerimde para olup olmadığını sordular yok dedim ve cüzdanı sakladım, cep telefonunu ver müzik dinleyeceğiz dediler vermek istemediğimi söyledim. Polis merkezindeki ekmek bıçağı ve bir metre uzunluğundaki sopa ile saldırmaya başladılar. Ellerimden tutarak darbetmeye başladılar. Bu sırada cebimden cep telefonumu aldılar. ...'in elinden ekmek bıçağını kaptım. Bunun üzerine üzerime atladılar yerde biraz daha boğuştuk. Tekme ve sopa ile kollarıma ve vücudumun değişik yerlerine vurmaya devam ettiler. Yerde baygın yatarken... kapıyı üzerimden kilitledi anahtarı da yanına alıp kaçtılar. Kulübenin içindeki eşyalar dağıldı. Kapı kolu ile cam kırıldı, havalandırma boşluğundan çıktım yardım istedim ifademi vermek ve tedavimi yaptırmak için karakola geldim. Şeklindeki şikâyeti üzerine evinde yakalanan SSÇ ... hakkında TCK'nun 149/1-a-h, 31/3 maddeleri tarafından kamu davası açıldığı yapılan yargılama sonucunda Bakırköy 1. Çocuk Mahkemesinin 2012/116 Esas 2013/238 Karar sayılı 22.10.2013 tarihli ilamı ile TCK 149/1-a-c-d-h, 31/3, 168/2-3, 62/1, 63. maddeleri gereğince 4 yıl 5 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş hüküm temyiz üzerine Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 13.06.2017 gün 2014/14678 ve 2017/1356 Karar sayılı İlamı ile onanarak kesinleşmiştir.
Ceza hukukunda amaç maddi gerçekliğe ulaşmaktır. Maddi gerçeğe ulaşılarak kesin hüküm verilmesi ceza muhakemesinin ana hedefidir. Maddi gerçeğe ulaşılması hususunda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 15/04/1993 tarih, 1993/6-73 Esas 1993/108 Karar sayılı ilamında;
'…Ceza Yargılamasının amacı hiçbir duraksamaya yer vermeden maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu araştırmada, yani gerçeğe ulaşmada mantık yolunun izlenmesi gerekir. Gerçek; akla uygun ve realist, olayın bütünü veya bir parçasını temsil eden kanıtlardan veya kanıtların bütün olarak değerlendirilmesinden ortaya çıkarılmalıdır. Yoksa birtakım varsayımlara dayanılarak sonuca ulaşılması, Ceza Yargılamasının amacına kesinlikle aykırıdır. Ceza Yargılamasında kuşkunun bulunduğu yerde, mahkûmiyet kararından söz edilemez…' denilmektedir.
Masumiyet karinesi ceza hukukunun en önemli ilkelerinden biridir. Sanık, kanunen suçsuz kabul edilen bir kişi olduğuna göre, suçu işlediğine dair akıl ve mantığa uygun gerekçelerle her türlü şüphe bertaraf edilemediğinde sanık mahkûm edilemeyecektir. Şüphe giderilemediğinde, sanık beraat edecektir. Böylece, ceza muhakemesinde şüpheden sanığın yararlanması ilkesi, masumiyet karinesinin en önemli sonuçlarından biri olarak ortaya çıkmaktadır.
TCK'nın 217 maddesinde '(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.' hüküm gereğince hukukumuzda vicdani delil sisteminin kabul edildiği söylenebilir.
Vicdani delil sistemi, hem delil serbestliği hem de delillerin değerlendirilmesindeki serbestliği kapsamaktadır. Delillerin serbestçe takdir edilmesi, hâkimin ispat kuralları ile yani delillerin etkisi hakkındaki yasal normlarla, hangi şartlara göre bir vakanın sübuta ermiş sayılacağı hususundaki hükümlerle bağlı olmaması demektir. O nedenle, ceza yargılamasında her şey delil olabilmektedir.
Her ceza yargılamasında uyuşmazlığın iki bölümü vardır. Bunlar maddi ve hukuki bölümlerdir. Uyuşmazlığın maddi bölümü, fiilin fail tarafından meydana getirilip getirilmediği ile ilgili bir meseledir. Fiilin, isnat edilen kişi tarafından işlenip işlenmediği sonucuna varabilmek ancak bunun ispatı ile mümkündür. İspat ise bu alandaki delillerin varlığı ile gerçekleşir. Maddi bölüm, sanık aleyhine ispatlandığında hukuki bölüme geçilip fiilin nitelendirmesi yapılıp, ceza tayin edilir.
Ceza muhakemesi sistemimizde de, şu an modern ceza yargılamasında kabul edilen 'delil serbestliği' ilkesi benimsenmiştir. Buna göre, ispatı şu şekilde tarif edebiliriz: Ceza muhakemesinde fiilin işlenip işlenmediği, işlenmişse fail tarafından işlenip işlenmediği hususunda hukuka uygun araçlarla, yargılama makamının tam bir vicdani kanaate ulaşma faaliyeti ve sürecine ispat denir.
İspat faaliyeti sonunda oluşacak bir inanç veya zan yeterli değildir. Hâkimin tam bir vicdani kanaate ulaşması gerekir. İspat konusunda şüpheler yenilemiyorsa, bu konuda kesin bir kanaate varılamıyorsa, şüpheden sanık yararlanır ilkesi uyarınca, sanık lehine bir değerlendirme yapmak gerekir.
Bir olayda ispat tam olarak gerçekleşmeli, sanığın fiili sabit olmalıdır.
Uyuşmazlığı çözmenin birinci aşaması budur. Bu aşama, sanık aleyhine sonuçlandığında, yani fiil sabit görüldüğünde, hâkim ikinci aşamada bu fiilin hukuki nitelemesini yaparak cezayı tayin eder. İspat sorunu sanık lehine sonuçlandığında, yani fiilin en azından sanık tarafından işlenip işlenmediğinin sabit olmadığı durumlarda ikinci aşamaya geçilmeksizin sanık lehine (beraat) karar verilir.
Sanığın mahkûm edilmesi için, hâkim iddianın sabit olduğu konusunda kanaate varmalıdır. Aksi halde beraat kararı verilir. Dolayısıyla, beraat için suçsuzluğun sabit olması gerekmez; suçluluğun sabit olmaması yeterlidir. CMK 223-2-e maddesindeki 'sanığın suçu işlediğinin sabit olmaması' şeklinde ifade edilen, aynı zamanda şüpheden sanık yararlanır ilkesinin de bir yansıması olan bu düzenleme, söz konusu hususa işaret etmektedir. ' Şüpheden sanık yararlanır' ilkesi, ceza yargılaması hukukunda geçerli olan ve mevzuatımızda yazılı olarak hükme bağlanmamış bulunan bir ispat kuralıdır. Ancak bugün için öğretide ve uygulamada tartışmasız kabul edilmiş bir ilkedir. Şüpheyi aşma yükümlülüğünün dayandığı esas temel, masumiyet karinesidir ki AİHS'in 6/2 ve Anayasa'nın 38/4. maddesinde yerini almıştır. Şüpheden sanığın yararlandırılmasının felsefi temelleri Romalıların 'bir masum mahkûm edileceğine birkaç suçlu cezasız kalsın' özdeyişine kadar götürülebilir. Bu ilke, masumiyet karinesinin bir sonucu olarak görülebileceği gibi, karinenin bir unsuru olarak da görülebilir. Buna göre, bir suç işlediği iddiasıyla yargılanan kimse hakkında mahkûmiyet kararının verilebilmesi için, o kimsenin o suçu işlediğinin yüzde 100 oranında kesin olması, ispatlanmış bulunması gerekir. Bu noktadaki yüzde 1'lik şüphe dahi, sanığın beraat etmesine yol açar. Basit bir suç işleme şüphesiyle başlayan ceza muhakemesi, bu şüphenin yenilmesiyle sona erecektir. Bu süreç içerisinde birçok muhakeme işlemi yapılmaktadır. Yapılan ceza muhakemesinin sonunda belliliğe, örneğin fiilin sanık tarafından işlendiğinin veya işlenmediğinin sabit olduğu sonucuna varılmaması durumunda sanığın mahkûm edilemeyeceğini ifade eden ilkeye de şüpheden sanık yararlanır ilkesi denilmektedir. Böylece masum bir kimsenin cezalandırılmasındansa, suçlu bir kimsenin serbest bırakılması daha üstün tutulmaktadır. Başka bir anlatımla masumluk karinesidir. Jüri sisteminin bulunduğu Amerika Birleşik Devletleri'nde jürinin tek görevi, sanığın suçu işleyip işlemediği konusunda, yani ispat hususunda karar vermektir. Jüri 12 üyeden oluşmaktadır ve bir kimsenin suçu işlediğine karar verilebilmesi için 12 üyeden, 12'inin de sanığın suçu işlediğine kanaat getirmesi gerekir. 10 üye sanığın suçu işlediği; ancak bir üye işlemediği yönünde oy kullandığı takdirde, sanığın beraatına karar verilir. Bu örnek, şüphenin yüzde 100 oranında yenilmemesi dolayısıyla, sanığın beraatına karar verilmesi gerektiğini göstermektedir.
Yargıtayımız da bu ilkeye kararlarında büyük önem vermektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/13-62 Esas, 2017/282 Karar 23.05.2017 tarihli ilamında bu konu ile ilgili olarak 'Amacı somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden birisi de, insan haklarına dayalı, demokratik rejimle yönetilen ülkelerin hukuk sistemlerinde bulunması gereken, öğreti ve uygulamada; 'suçsuzluk' ya da 'masumiyet karinesi' şeklinde, Latincede ise 'in dubio pro reo' olarak ifade edilen 'şüpheden sanık yararlanır' ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi açısından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlak surette sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği ya da gerçekleştiriliş şekli hususunda herhangi bir şüphe belirmesi hâlinde uygulanabileceği gibi, suç niteliğinin belirlenmesi bakımından da geçerlidir. Ceza mahkûmiyeti, herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemeli, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.
Bu açıklamalar ışığında olayımıza suçun sübutu açısından baktığımızda;
Sanığın cezalandırılması için sadece az önce yukarıda bahsedilen mağdur beyanı dışında bir delil bulunmamaktadır. Ancak beyana bakıldığında pek çok çelişki mevcuttur.
1- Mağdur ... ile...'in kendisini bıçak, sopa ve tekmelerle dövdüklerini hatta baygın hâlde iken...'in kapıyı kilitleyip gittiğini söylemektedir. Yani mağdur bayılıncaya kadar iddiasına göre darbedilmiştir. Ancak olayın hemen akabinde karakola geldikten sonra 15.02.2011 günü aldırılan İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve bu rapora dayanarak düzenlenen 15.02.2011 tarihli raporda 'kişinin darp ifadesi eli geldiği, GKS: 15, genel durum iyi, şuur açık, solunum sesleri doğal, batın rahat defans yok, rebaund yok, dört ekstremite hareketli nörolojik defisit olmadığı kayıtlıdır, kişide tıbben yaralanma olarak tanımlanabilecek herhangi bir harici travmatik lezyon tarif edilmediğini bildirir rapordur' denilmektedir. İki kişi tarafından bayılıncaya kadar bıçak ve silah ile darbedildiğini iddia eden ve bu konuda ne bir bıçak kesisi ne de sopa darbesi bulunmayan mağdurun bu beyanına itibar etmek ne kadar mümkün olabilir.
2- Diğer dosyanın sanığı... tutanaklara göre olayın akabinde kovalama sonrası yakalanmış ve üzerinde suça konu silah olan bıçak bulunmuştur. Eğer telefon da çalınmış ise bunun ele geçirilememiş olması da hayatın olağan akışına aykırıdır.
3- Mağdur duruşma sırasında telefonu boğuşma yerinde bulduğunu ifade etmiştir. Mağdur olayın kulübede olduğunu ilk ifadesinde beyan etmiş olmasına rağmen daha sonra telefonu boğuşma yerinde bulduğunu söylemesi de ilk beyanı ile ilgili kuşku uyandırmaktadır.
4- Telefon bulunduğuna göre bu telefonun gerçekten çalınıp çalınmadığının tespiti için ilgili birimlere yazı yazılarak sim kartın çıkarılıp çıkarılmadığı, sinyal kaybının olup olmadığı sorularak gasp eyleminin gerçekleşip gerçekleşmediği sorularak eylemin gerçekleştiği konusunda tam bir vicdani kanaate ulaşılması gerekirken bu husus yerine getirilmeden eksik inceleme ile karar verilmiş olmasının ispat hukukuna uygunluğu tartışmalıdır.
5- ...'ın olay yerinde olduğunu beyan ettiği...'in kimlikleri tespit edilerek olay gecesi yaşananlar ile ilgili bilgilerine başvurulmayarak eksik inceleme ile karar verilmiştir. Suçun işlendiği konusunda mağdurun çelişen beyanları dışında delil bulunmadığına göre bu eksikliğin giderilmemesi de kararın sıhhati açısından eksiklik oluşturmaktadır.
6- Tutanak içeriğine göre kulübe kapısından parmak izi alınmıştır. Bu parmak izlerinin Adli Tıp Kurumuna gönderilerek SSÇ ve diğer dosyadaki sanığın parmak izleri ile uyuşup uyuşmadığı tespit edilerek olayın gerçekleştiği yer konusunda aşamalarda oluşan çelişkilerin giderilmeden karar verilmiş olması da hukuken kabul edilemez.
Olay ile ilgili olarak mağdurun beyanları ile diğer beyan ve deliller arasındaki bu çelişkiler giderilmeden, meydana gelen şüphe nedeniyle SSÇ'nin şüpheden yararlanıp yararlanamayacağı tam olarak irdelenmeden mahkûmiyet kararı verilmesi az önce açıklanan ceza hukukunun ispat ve şüpheden sanık yararlanır ilkelerine açıkça aykırı olduğu,” gö