Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013/521 Esas 2014/54 Karar
Karar Dilini Çevir:
Ceza Genel Kurulu         2013/521 E.  ,  2014/54 K.
"İçtihat Metni"

Mahkemesi : YARGITAY 4. Ceza Dairesi
Günü : 21.02.2013
Sayısı : 9-1

14.04.2009 ve 17.04.2009 tarihli eylemler nedeniyle görevi kötüye kullanma suçundan 5237 sayılı TCK’nun 257/1, 62 ve 50. maddeleri uyarınca 3.000 lira,
Kamu görevlisine hakaret suçundan aynı kanunun 125/3-a ve 62. maddeleri uyarınca 6.080 Lira,
06.07.2009 tarihli eylem nedeniyle görevi kötüye kullanmak suçundan 5237 sayılı TCK’nun 257/1, 62 ve 50. maddeleri uyarınca 3.000 lira,
Mağdur M.. K..'ya yönelik kasten yaralama suçundan aynı kanunun 86/2, 86/3-d, 29 ve 62. maddeleri uyarınca 1.500 Lira,
Katılan S. A.'e yönelik kasten yaralama suçundan aynı kanunun 86/2 ve 62. maddeleri uyarınca 2.000 Lira,
Katılan S. A.'e yönelik hakaret suçundan aynı kanunun 125/1, 125/4 ve 62. maddeleri uyarınca 1.740 Lira,
Sanıklar S. A., M. E. ve D.. T.. hakkında görevi kötüye kullanma suçundan aynı kanunun 257/1, 62 ve 50. maddeleri uyarınca 3.000 lira,
Mağdur M.. K..'ya yönelik kasten yaralama suçundan aynı kanunun 86/2, 86/3-d ve 62. maddeleri uyarınca 3.000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmalarına ilişkin, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 4. Ceza Dairesince 21.02.2013 gün ve 9-1 sayı ile karar verilmiş, Daire Üyesi R. Ö. "sanık A.. C.. hakkında CMK'nun 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi gerektiği" görüşüyle karşı oy kullanmıştır.
Hükümlerin sanık A.. C.. müdafii ile sanıklar S.A. M.E. ve D.. T.. tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 04.07.2013 gün ve 85457 sayılı "ret" ve “onama” istemli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
Sanık A.. C..’nun mağdur M.. K..’ya yönelik hakaret, sokakta iken kasten yaralama ve mala zarar verme suçlarından kurulan düşme hükümleri ile mağdur A.. K..'ya yönelik hakaret suçundan kurulan ceza verilmesine yer olmadığı hükmü temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup, inceleme tüm sanıklar hakkında görevi kötüye kullanma ve mağdur M.. K..'ya yönelik kasten yaralama, sanık Aslı Betül hakkında katılan S.. A..'e yönelik kasten yaralama ve hakaret ile mağdur A.. E..'a yönelik kamu görevlisine hakaret suçundan kurulan mahkûmiyet hükümlerine yönelik yapılmıştır.
Tüm sanıklar hakkında mağdur M.. K..'ya yönelik kasten yaralama, sanık A.. C.. hakkında katılan S.. A..'e yönelik kasten yaralama ve hakaret suçundan kurulan mahkûmiyet hükümleri ile ilgili temyiz isteklerinin öncelikle temyiz edilebilirlik yönünden incelenmesi gerekmektedir.
5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince hüküm tarihi itibariyle uygulanma zorunluluğu bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 305. maddesi uyarınca, ceza mahkemesince verilen hükümler temyiz kanun yoluna tabidir.
Ancak;
1 - İkimilyar liraya kadar (ikimilyar dahil) para cezalarına dair olan hükümler,
2 - Yukarı sınırı onmilyar lirayı geçmeyen para cezasını gerektiren suçlardan dolayı verilen beraat hükümleri,
3 - Bu Kanun ile sair kanunlarda kesin olduğu yazılı bulunan hükümler,
Kesin olup, bu hükümler hakkında temyiz kanun yoluna başvurulamaz.
“İkimilyar liraya kadar (İkimilyar dahil) para cezalarına dair olan hükümlerin” temyiz edilemeyeceğine ilişkin 1412 sayılı CMUK'nun 305. maddesinin 2. fıkrasının 1. bendinin, Anayasa Mahkemesinin 07.10.2010 tarihinde yürürlüğe giren 23.07.2009 gün ve 65–114 sayılı kararı ile iptal edilmesinden sonra verilen, ister hapis cezasından çevrilen, ister doğrudan hükmolunan adli para cezasına ilişkin mahkûmiyet hükümlerinin 14.04.2011 tarihine kadar hiçbir miktar gözetilmeksizin, 14.04.2011 gün ve 27905 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 23. maddesi ile 5271 sayılı CMK'nun 272. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendinde, “hapis cezasından çevrilen adlî para cezaları hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen 3.000 Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı istinaf yasa yoluna başvurulamayacağı” şeklinde yapılan değişiklik ve aynı kanunun 26. maddesi ile 5320 sayılı Ceza Yargılaması Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanuna eklenen, “bölge adliye mahkemeleri faaliyete geçinceye kadar hapis cezasından çevrilenler hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen üçbin Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı temyiz yoluna başvurulamaz” şeklindeki geçici 2. madde gözönünde bulundurulduğunda, 14.04.2011 tarihinden sonra, ancak doğrudan hükmolunan 3.000 Türk Lirasından fazla adli para cezalarına ilişkin mahkumiyet hükümlerinin temyizinin mümkün hale geldiği konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
İnceleme konusu olayda;
Tüm sanıklar hakkında mağdur M.. K..'ya yönelik kasten yaralama, sanık Aslı Betül hakkında katılan S.. A..'e yönelik kasten yaralama ve hakaret suçundan kurulan mahkûmiyet hükümleri, hükmolunan adli para cezalarının miktarı itibarıyla kesin nitelikte olup, temyiz yeteneği bulunmadığından, sanık A.. C.. müdafii ile sanıklar S.A. M. E. ve D.. T..'ın bu hükümlerle ilgili temyiz talebinin, 5320 sayılı Kanunun Geçici 2 ve 1412 sayılı CMUK'nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 317. maddeleri uyarınca reddine karar verilmelidir.
Sanık A.. C..'nun kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret, 14.04.2009 ve 17.04.2009 tarihinde gerçekleştirdiği eylemler nedeniyle görevi kötüye kullanma ile sanıklar A.. C.., S. A. D.T.ve İ.. E..'ın 06.07.2009 tarihli eylemlerinden dolayı görevi kötüye kullanma suçlarından mahkumiyetlerine karar verilen somut olayda, Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; sanıklar hakkında ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Özel Dairece kurulan mahkûmiyet hükümlerinin isabetli olup olmadığı ile 5271 sayılı CMK'nun 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlık konularının sırasıyla değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
1- Sanık A.. C.. hakkında kamu görevlisine hakaret suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün incelenmesi:
İncelenen dosya kapsamından;
Sanığın 30.06.2009 tarihinde Sarıyer 2. Asliye Ceza Mahkemesinde iddia makamını temsil etmekle görevlendirildiği, aynı gün saat 09.30 da duruşmalara gelmediğinin asliye ceza mahkemesi hakimi tarafından Cumhuriyet Başsavcılığı görevini vekaleten yürüten F. A.e iletildiği, adı geçen tarafından da yazı işleri müdürü olan mağdure Akide'nin sanığı telefonla aradığı, “ulaşılamıyor” uyarısı gelmesi nedeniyle bir süre beklediği, ulaşılabildiğine ilişin mesaj geldikten sonra tekrar telefon açtığı, kısaca durumu anlatınca, sanığın; "sen beni ne hakla arıyorsun, beni sen aramayacaksın, sabah sabah senin sesini duymak zorunda mıyım, neden arıyorsun" şeklinde yüksek sesle azarladığı, mağdurenin telefonu kapattığı, görüşmeyi bildirmek üzere savcı Fazıl Arslanalp'in odasına gittiği, bir süre sonra sanığın geldiği, F. A.'in odasının kapısında karşılaştığı yazı işleri müdürü .E.; "beni neden aradın” diye bağırdığı, mağdur A.; “Savcı bey aramamı söyledi” deyince, sanığın; “Sen emir köpeği misin? Neden arıyorsun" şeklinde hakaret hami tutum sergileyip daha sonra odasına geçen mağdurun arkasından giderek; "Senin çirkin suratını görmek istemiyorum, kapat kapını" deyip oda kapısını hızla çarparak kendi odasına geçtiği,
Cumhuriyet savcısı ....... yazı işleri müdürü A.. E.. ve zabıt katibi H. D.tarafından düzenlenen 30.06.2009 tarihli tutanağa göre, sanık A.. C..’nun şikâyetçi A. E. “Sen emir köpeği misin, neden arıyorsun, sen beni aramayacaksın”, “Senin çirkin suratını görmek istemiyorum, kapat kapını” şeklinde söylediğinin belirlendiği,
Anlaşılmaktadır.
Tanık N.Ş. İ.; "O gün mahkemeye müstemir yetkim bulunmamasına rağmen geçici görevle çıkmıştım. Savcı ..hanımın görevlendirilmiş olduğu bana söylendi. Ben 09.30 da duruşmalara başlamak için gittiğimde Savcı hanım yoktu. Bunun üzerine mübaşirle haber gönderdim. Adliyede yoktu. Bir saat kadar bekledim, Başsavcılığa durumu bildirdim...",
Tanık F.A.; "O gün Başsavcılığa vekalet ediyordum. Daha bir gün öncesinden söz konusu 2. Asliye Ceza Mahkemesi için savcı hanımın görevlendirilmesi için yazı yazdım ve tebliğ ettim. Ancak ertesi sabah mesai başladığında duruşmanın başladığı saatte duruşma savcısının olmadığından duruşmaya başlanmadığını söylediler. Savcılık yazı işleri müdürü müşteki A.'ye Aslı Hanıma telefon etmesini, nerede olduğunu öğrenmesini söyledim. Ancak bana aradıklarını telefonun kapalı olduğunu söylediler. Aslı Hanıma ulaşılamadığından 2. Asliye Ceza Mahkemesi duruşmasına çıkmak üzere Hamdi Koç isimli savcımızı görevlendirdim. Ayrıca Aslı Hanımın durumundan şüphelenerek müdüre hanıma aramaya devam etmesini söyledim. Sonunda A. Hanım kendisine ulaşmış, ancak savcı.....Hanım, A.'ye 'beni niye rahatsız ediyorsunuz' diyerek aramasından rahatsız olduğunu bildiren cümleler sarf etmiş, 10-15 dakika sonra savcı hanım adliyeye geldi... Benim yanımda A.'yi gören Aslı hanım; 'Sen emir köpeği misin' gibi hakaret eder sözler kullandı. Daha sonra odasına gitti. Odasından cübbesini alıp mahkemeye gidiyordu.... A. Hanıma hitaben bağırarak herkesin duyacağı şekilde 'o kapıyı kapat, senin çirkin suratını görmek istemiyorum, bu kapı kapalı duracak' gibi sözler sarfedip A. Hanımın kapısını çarparak kapattı... Bu olayla ilgili o zaman tutanak tuttuk ",
Şeklinde beyanda bulunmuşlar, mağdure A.. E.. soruşturma aşamasında tutanak içeriğini tekrar ettiğini, Cumhuriyet savcısı A.. C..'nun kendisine, "sen emir köpeği misin", "senin çirkin suratını görmek istemiyorum, bu kapı kapalı duraracak' şeklindeki sözlerle hakaret ettiğini bildirmiştir.
Sanık A.. C..; "...A.. E..’a söylediğim iddia olunan hiçbir söz tarafımdan söylenmemiştir. Bunlar bana zarar verme eylemlerinin bir uzantısıdır, yazılı savunmamda da belirttiğim gibi şahıs tarafından sıkı bir takibe alındığım için kendisine karşı açık vermem söz konusu değildir, bu konudaki savcı Fazıl Arslanalp'in ifadeleri gerçeği yansıtmamaktadır, tanıklığını kabul etmiyorum" şeklinde savunmada bulunmuştur.
5237 sayılı TCK’nun “Hakaret” başlıklı 125. maddesinde;
“1- Bir kimseye o., ş.ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır.
2- Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.
3- Hakaret suçunun;
a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
b)Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,
c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,
İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz...”,
Anılan Kanunun 131/1. maddesinde ise;
“Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenen hariç; hakaret suçunun soruşturulması ve kovuşturulması, mağdurun şikâyetine bağlıdır” şeklinde düzenlemeler yer almaktadır.
Görüldüğü üzere; TCK'nun 125. maddesinin birinci fıkrasında hakaret suçunun temel şekli, üçüncü fıkrasında ise nitelikli halleri düzenlenmiş, TCK’nun 131/1. maddesinde kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret dışında kalan hakaret suçlarının şikâyete tabi olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı yapılan hakaret suçuna ilişkin 5237 sayılı TCK’ndaki düzenleme, 765 sayılı TCK’ndan farklı olup, 765 sayılı Kanun uygulamasında “memur” kavramına yer verilerek, memura görev sırasında herhangi bir nedenle hakaret edilmesi hali dahi nitelikli hal olarak düzenlenmiş iken, 5237 sayılı TCK'nda memur kavramını da içerecek şekilde “kamu görevlisi” kavramına yer verilerek, yalnızca kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret edilmesi nitelikli hal olarak kabul edilmiştir. Görev sırasında, ancak görevinden dolayı olmayan hakaretler ise, 125. maddenin 1. fıkrasında düzenlenen basit hakaret olarak kabul edilerek, soruşturulması ve kovuşturulması da mağdurun şikâyetine bağlı tutulmuştur.
“Görevinden dolayı” hakaretin kabulü için de, yapılan kamu görevi ile hakaret eylemi arasında nedensellik bağının bulunması gerekmektedir. Hakim her somut olayda nedensellik bağının bulunup bulunmadığını araştırarak, sonucuna göre, eylemin, suçun basit haline mi yoksa nitelikli haline mi uyduğunu tespit edecektir. Bu tespit yapılırken, hakaret eylemine muhatap olan kamu görevlisinin faile karşı doğrudan veya dolaylı görev yapması şartı aranmayacaktır. Zira, hakaret doğrudan görevle ilgili olabileceği gibi, görevin yerine getiriliş yöntemi ya da sonuçları ile ilgili de olabilecektir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 30.11.1992 gün ve 303-320, 23.09.2008 gün ve 180-205, 28.06.2011 gün ve 246-144 ile ilk derece sıfatıyla verdiği 02.03.2012 gün ve 1-1 sayılı kararlarında da aynı esas kabul edilerek, hakaret suçunun görev dolayısıyla işlenmesinde aranacak hususun, hukuka uygun bir surette yapılan görevin hakaret nedeni oluşturması olduğu vurgulanmış, bir kamu görevine karşı duyulan düşmanlık nedeni ile görevi ifa eden görevliye yönelik bir hakarette de o görevle suç arasında nedensellik bağı bulunduğu kabul edilmiştir.
Öte yandan, Cumhuriyet Başsavcılıkları ile Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin "Yazı işleri hizmetlerinin yürütülmesi" başlıklı 6. maddesinin 2. fıkrasında; hizmetlerin verimli ve düzenli bir şekilde yürütülmesi için her türlü tedbiri alma ile mevzuattan kaynaklanan veya Cumhuriyet savcısı ya da hâkim tarafından verilen diğer görevleri yapma, yazı işleri müdürünün görevleri arasında sayılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık Cumhuriyet savcısının yazı işleri müdürü olan mağdure A.. E..'a, "sen emir köpeği misin", "senin çirkin suratını görmek istemiyorum" şeklinde sözler söylediği 30.06.2009 tarihli tutanak kapsamı, mağdure ve tanık beyanlarından anlaşıldığından, sanığın üzerine atılı eylemin sabit olduğu, onur, şeref ve saygınlığı rencide eder nitelikte gerçekleşen bu eylemin 5237 sayılı TCK’nun 125. maddesinde düzenlenen hakaret suçunu oluşturduğu görülmektedir.
Sarıyer 2. Asliye Ceza Mahkemesinde iddia makamını temsil etmekle görevli Cumhuriyet savcısı olan sanığın, suç tarihinde adliyeye gelmemesi nedeniyle söz konusu mahkemenin duruşmasına bir saat kadar süre ile başlanamadığı, durumun Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığı görevini vekaleten yürüten Cumhuriyet savcısı. .... iletilmesi üzerine adı geçen tarafından yazı işleri müdürü mağdure A.. E..'a görevli Cumhuriyet savcısına telefonla durumun hatırlatılması hususunda talimat verildiği, mağdure tarafından sanık Cumhuriyet savcısının telefonla arandığı ve sanığın mağdurenin telefonla aramasına öfkelenmesi nedeniyle suç oluşturan sözleri söylediği anlaşıldığından, eylem ile ifa edilen kamu görevi arasında nedensellik bağının bulunduğu ve hakaret suçunun kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmesine ilişkin nitelikli halin gerçekleştiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, sanığın kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçundan mahkûmiyetine ilişkin Özel Daire kararı isabetlidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyeleri H. E.ve Ş. İste'nin karşı oy düşüncelerine aşağıda yer verilmiştir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Genel Kurul Üyesi de; "hakaret suçunun kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmesine ilişkin nitelikli hal gerçekleşmediğinden hükmün bozulması gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
2- Sanık A.. C.. hakkında 14.04.2009 ve 17.04.2009 tarihlerinde gerçekleştirilen eylemler ile tüm sanıklar hakkında 06.07.2009 günlü eylemler nedeniyle görevi kötüye kullanma suçundan kurulan mahkûmiyet hükümlerinin incelenmesi:
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun ikinci kitabının "Millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler"e yer veren dördüncü kısmının "Kamu idaresinin güvenilirliğine ve işleyişine karşı suçlar" başlıklı birinci bölümünde "Görevi kötüye kullanma" suçu 257. maddesinde;
"(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) İrtikâp suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır" şeklinde düzenlenmişken, 19.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren 6086 sayılı Kanunun birinci maddesi ile birinci ve ikinci fıkralarında yer alan "kazanç" ibareleri "menfaat", birinci fıkrasında yer alan "bir yıldan üç yıla kadar" ibaresi "altı aydan iki yıla kadar", ikinci fıkrasında yer alan "altı aydan iki yıla kadar" ibaresi "üç aydan bir yıla kadar" ve üçüncü fıkrasında yer alan "birinci fıkra hükmüne göre" ibaresi "bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası ile" biçiminde değiştirilmek suretiyle,
"(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) İrtikâp suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır" şekline dönüştürülmüş, 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanunun 105. maddesi ile de üçüncü fıkra yürürlükten kaldırılmıştır.
Uyuşmazlıkla ilgili olan 5237 sayılı TCK’nun 257. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenen icrai davranışlarla görevi kötüye kullanma suçu, kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ve bu aykırı davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyeti veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız kazanç, suç tarihinden sonra 6086 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonrası ise haksız menfaat sağlanması ile oluşmaktadır.
Buna göre ilk şart, kamu görevlisi olan failin yaptığı işle ilgili olarak kanun veya diğer idari düzenlemelerden doğan bir görevinin olması ve bu görevi dolayısıyla yetkili bulunmasıdır. Suçun oluşabilmesi için, norma aykırı davranış yetmemekte, bu davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir menfaat sağlanması gerekmektedir.
5237 sayılı TCK'nun 257. maddesinin gerekçesinde, suçun oluşmasına ilişkin genel şartlar; “Kamu görevinin gereklerine aykırı olan her fiili cezai yaptırım altına almak, suç ve ceza siyasetinin esaslarıyla bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, görevin gereklerine aykırı davranışın belli koşulları taşıması hâlinde, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Buna göre, kamu görevinin gereklerine aykırı davranışın, kişilerin mağduriyetiyle sonuçlanmış olması veya kamunun ekonomik bakımdan zararına neden olması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlamış olması hâlinde, görevi kötüye kullanma suçu oluşabilecektir” şeklinde vurgulanmış, öğretide de; TCK’nun 257. maddesindeki suçun oluşmasının, kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi sonucunda kişilerin mağdur olması veya kamunun zarar görmesi ya da kişilere haksız bir menfaat sağlanması şartlarına bağlı olduğu, bu sonuçları doğurmayan norma aykırı davranışların, suç kapsamında değerlendirilemeyeceği açıklanmıştır. (M.E.A. - A. G. - A. C.Y. Ceza Hukuku Özel Hükümler, Turhan Kitapevi, 11.Bası, Ankara, 2011, s.913 vd.; Mahmut Koca - İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s.769; Veli Özer Özbek - Mehmet Nihat Kanbur - Koray Doğan - Pınar Bacaksız - İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2011, s.974)
Norma aykırı davranışın maddede belirtilen sonuçları doğurup doğurmadığının tesbiti için öncelikle, “mağduriyet, kamunun zarara uğraması ve haksız menfaat” kavramların açıklanması ve somut olaylarda bunların gerçekleşip gerçekleşmediklerinin belirlenmesi gerekmektedir.
Mağduriyet kavramının, sadece ekonomik bakımdan uğranılan zararla sınırlı olmayıp, bireysel hakların ihlali sonucunu doğuran her türlü davranışı ifade ettiği kabul edilmelidir. Bu husus madde gerekçesinde; "Görevin gereklerine aykırı davranışın, kişinin mağduriyetine neden olunması gerekir. Bu mağduriyet, sadece ekonomik bakımdan uğranılan zararı ifade etmez. Mağduriyet kavramı, zarar kavramından daha geniş bir anlama sahiptir" şeklinde açıkça vurgulanmış, öğretide de; mağduriyetin sadece ekonomik bakımdan ortaya çıkan zararı ifade etmeyeceği, mağduriyet kavramının ekonomik zarar kavramından daha geniş bir anlama sahip olduğu, bireyin, sosyal, siyasi, medeni her türlü haklarının ihlali sonucunu doğuran hareketlerin ve herhangi bir çıkarının zedelenmesine neden olmanın da bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiğine işaret edilmiştir. (Mehmet Emin Artuk - A. G. - A.. C.Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Turhan Kitapevi, 11.Bası, Ankara, 2011, s.911 vd.; Mahmut Koca - İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s.772; Veli Özer Özbek - Mehmet Nihat Kanbur - Koray Doğan - Pınar Bacaksız - İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2011, s.974)
Kişilere haksız kazanç sağlanmasını da içine alan kişilere haksız menfaat sağlanması da, kişilere hukuka aykırı olarak maddi ya da manevi yarar sağlanması olarak ifade edilebilecektir.
Kamunun zarara uğraması hususuna gelince; madde gerekçesinde "ekonomik bir zarar olduğu" vurgulanan anılan kavramla ilgili olarak kanuni düzenleme içeren 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun 71. maddesinde; mevzuata aykırı karar, işlem, eylem veya ihmal sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunması şeklinde tanımlanan kamu zararı, her somut olayda hakim tarafından, iş, mal veya hizmetin rayiç bedelinden daha yüksek bir fiyatla alınıp alınmadığı veya aynı şekilde yaptırılıp yaptırılmadığı, somut olayın kendine özgü özellikleri de dikkate alınarak belirlenmelidir. Bu belirleme; uğranılan kamu zararının miktarının kesin bir biçimde saptanması anlamında olmayıp, miktarı saptanamasa dahi, işin veya hizmetin niteliği nazara alınarak, rayiç bedelden daha yüksek bir bedelle alım veya yapımın gerçekleştirildiğinin anlaşılması halinde de kamu zararının varlığı kabul edilmelidir. Ancak bu belirleme yapılırken, norma aykırı her davranışın, kamuya duyulan güveni sarstığı, dolayısıyla, kamu zararına yol açtığı veya zarara uğrama ihtimalini ortaya çıkardığı şeklindeki bir düşünceyle de hareket edilmemelidir.
Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre görevi kötüye kullanma suçu ile ilgili yapılan bu genel açıklamalardan sonra sanıklar hakkındaki mahkûmiyet hükümlerinin ayrı ayrı değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
a-) Sanık A.. C.. hakkında 14.04.2009 ve 17.04.2009 tarihlerinde gerçekleştirilen eylemler nedeniyle görevi kötüye kullanma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün incelenmesi:
İncelenen dosya kapsamından;
21.04.2009 günlü tutanakta; Cumhuriyet savcısı A.. C.. tarafından yürütülen soruşturma dosyalarında 14.04.2009 tarihinde 2009/1547 sayılı dosya şüphelisi H.B.'ın ifadesinin katip . T. tarafından, 17.04.2009 günü 2009/216 sayılı dosyada şüpheli M. I. aynı tarihte 2009/2663 sayılı dosyada müşteki N.. K.ifadelerinin katip A. Ç.tarafından alındığı, Cumhuriyet savcısının imzasına açıldığı, ancak Cumhuriyet savcısının henüz imzalamadığının tespit edildiği,
Sarıyer Cumhuriyet Başsavcısı, yazı işleri müdürü ve zabıt katibi tarafından imzalanan 17.04.2009 tarihli tutanağa göre; sanık Cumhuriyet savcısının 30.03.2009, 01.04.209, 02.04.2009 ve 14.04.2009 tarihlerinde mesaiye gelmediği, 15.04.2009 günü saat 15.30 da geldiği ve diğer günler mesaiye öğleden sonra uğradığının belirlendiği,
20.04.2009 tarihinde düzenlenen tutanakta ise, 17.04.2009 tarihinde mesaiye gelmediğinin tespit edildiği ve tutanağın Cumhuriyet Başsavcısı, yazı işleri müdürü ve zabıt katibi tarafından imzalandığı,
Sarıyer Cumhuriyet Başsavcısı tarafından sanık A.. C..’na hitaben yazılan; “Sarıyer C. Başsavcılığı’nın 2009 yılı teftiş döneminde 2009/1547 soruşturma sayılı dosyada şüpheli Hüseyin Başaran’ın ifadesinin zabıt katibi S. T. tarafından 14.04.2009 tarihinde adliyede bulunmadığınız sırada alındığı ve daha sonra tarafınızdan imzalandığı, soruşturmanın halen devam ettiği anlaşılmakla, şüphelinin yeniden davetiye ile müracaatı sağlanarak ifadesinin bizzat tarafınızdan alınması hususunda gereği rica olunur” içerikli ve 08.05.2009 tarihli yazıya sanık tarafından el yazısı ile; “Şüphelinin ifadesi yeniden tarafımca alınacaktır. Ancak, Adliyede çalışan tüm C. Savcılarının, ifadelerini kalemde zabıt katiplerine aldırması karşısında, tüm ifadelerin, şahısların tekrar çağrılarak aldırılması gerektiği bilgilerinize arz olunur” şeklinde cevap verildiği,
04.05.2009 tarihli dosya inceleme tutanaklarına göre; bir önceki tutanakta belirtilen soruşturma dosyalarında alınan ifade tutanaklarının Cumhuriyet savcısı tarafından sonradan imzalandığına ilişkin tespit yapıldığı,
Soruşturma dosyalarında ifadelerin alındığı tarihlerin mesaiye gelmediği günler olduğu, ifadesi alınan kişilerin, ifadelerinin erkek bir kâtip tarafından tespit edildiğini ve bu sırada görevli Cumhuriyet savcısının yanlarında olmadığını belirttikleri,
Cumhuriyet savcısının talimatı ile yokluğunda ifade aldıklarını kabul eden tutanak katipleri S. T. ve A. Ç. hakkında görevi kötüye kullanma suçundan suç kastı olmadığından bahisle kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Tanık N.K.; "Ben daha önce torunumun kaybolması nedeniyle Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyet dilekçesi vermiştim, dosyamız Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildi. Torunum bulunduğu için 17.04.2009 tarihinde şikâyetimden vazgeçmek için Sarıyer Adliyesine geldim. Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığı kalemine müracaat ettim, ismini bilmediğim bir erkek kâtip ifademi aldı, Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/2663 soruşturma sayılı dosyasında bulunan 17.04.2009 tarihli tutanaktaki imza bana aittir, ifade esnasında odada Cumhuriyet savcısı bulunmuyordu, ben ifademi imzalayıp adliyeden ayrıldım. O tarihte Cumhuriyet savcısını hiç görmedim ve evraka hangi Cumhuriyet savcısının baktığını bilmiyordum, daha sonra beni tekrar Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığından aradılar bu olaydan birkaç gün sonra adliyeye geldim, ilk ifademi alan kâtiple birlikte ismini bilmediğim bayan savcının odasına gittik, ben 17.04.2009 tarihinde verdiğim ifademi Cumhuriyet savcısına sözlü olarak anlattım, daha sonra kâtiple birlikte kaleme geçtik, anlattığım hususları zabıt kâtibi tutanağa aktardı, ben de altını imzaladım ve adliyeden ayrıldım",
Tanık E.B.; "Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığına ait 2009/1547 soruşturma sayılı dosya ile aracımın çalınması nedeniyle soruşturma yapılıyordu, davayı takip etmek için adliyeye geldiğimde hangi savcının baktığını personelden öğrendim. Bana şu anda ismini hatırlamadığım ve kendisini hiç görmediğimi bayan savcının baktığını söylediler, ayrıca araban bulununca haber verirler dedikleri için savcı ile görüşmeden adliyeden ayrıldım, daha sonra arabam bulunduğundan şikâyetten vazgeçmek için ifade vermek üzere geldiğimde bana soruşturmaya bakan Cumhuriyet savcısının kâtibini göstermeleri üzerine kaleme giderek erkek olan zabıt kâtibine ifademi verdim",
Tanık H. B. "14.04.2009 tarihinde karakoldan bana üç gün içerisinde Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat etmem gerektiği bildirildiği için adliyeye geldim, girişteki polisten ifade vereceğim yeri öğrendim. Bana şu anda göstermiş olduğunuz Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığına ait 2009/1547 soruşturma sayılı dosya ile ağabeyimin aracının çalınması nedeniyle soruşturma yapıldığını ismini bilmediğim bir erkek kâtip söyledi ve ifademi aldı, tutanaktaki imza bana aittir, ifade esnasında odada Cumhuriyet savcısı bulunmuyordu, ben ifademi imzalayıp adliyeden ayrıldım. O tarihte evraka hangi Cumhuriyet savcısının baktığını bilmiyorum, ben Sarıyer Adliyesinde bayan savcının çalıştığını dahi bilmiyordum",
Tanık A.Ç....çalışmaktaydım. Adliyeye müracaat eden ilgililerin ifadelerini bizzat kendisi almıyordu. Katip olarak bana 'sen ifadeleri al, ben imzalarım' diyordu. Tutanakta belirtilen kişilerin ifadelerini ben aldım. C. savcısı adına imza açtım. Kendisine telefonla bilgi vermiştim. İfadeleri almamı istemişti”,
Tanık S.T. “...Savcı A.. C.. ile birlikte bir dönem çalıştım. Savcı hanım yapılan soruşturmalarda alınan ifadelere bizzat kendisi katılmıyordu. Kalem personeli olarak biz ifadeleri almaktaydık. Kendisi onaylayıp imzalıyordu. İfade alacağımız kişileri sözlü olarak dinleyip bize talimat vermesi söz konusu olmadı. İfade alınacak kişileri biz dinleyip ifadelerini alıp zapta yazdırıyorduk. Onun ismine imza açıyorduk. Daha sonraki zamanlarda kendisi imzalıyordu”,
Şeklinde beyanda bulunmuşlardır.
Sanık A.. C..; “Suçlamaları kabul etmiyorum, hakkımda görevi kötüye kullanmak eylemini gerçekleştirdiğim iddia olunan, yokluğumda kalemde ifadelerin katip tarafından alınması yönünde tarafımdan verilmiş hiçbir talimat olmadığı gibi, beyanlarda o gün adliyede olmadığım söylenmektedir, hem adliyede olsaydım, hem de ifadede bulunmasaydım tarafımdan yapılmış yanlış bir eylem söz konusu olabilirdi. Ancak adliyede olmadığım bir sırada üstelik tarafımdan verilmiş bir talimat yokken ifadelerin alınmasında hiçbir kastım ve kusurum yoktur, kaldı ki durumu Başsavcının yazısı ile öğrenmiş bulunmaktayım, bana katipler tarafından herhangi bir bilgi verilmediği gibi evraklar tarafımdan da imzalanmamıştır. Durumu Başsavcının tarafıma yazdığı yazıdan öğrendikten sonra zaten ifadeler tarafımdan alınmıştır" şeklinde savunmada bulunmuştur.
Kovuşturma evresi ve hükmün kesinleşmesinden sonraki infaz aşamasında da yargısal görevleri bulunan Cumhuriyet savcısı, amacı maddi gerçeği araştırmak olan ceza muhakemesinde soruşturmayı yürüterek sanığın lehindeki ve aleyhindeki bütün delilleri usulüne uygun olarak toplamak ve değerlendirmek suretiyle kamu adına iddianamenin düzenlenmesi ya da kovuşturmaya yer olmadığına veya kamu davasının açılmasının ertelenmesine ilişkin karar verilmesi yetki ve sorumluluğu bulunan bir ceza muhakemesi süjesidir.
5271 sayılı CMK'nun "Soruşturma evresinde yapılan işlemlerin tutanağa bağlanması" başlıklı 169. maddesinde;
"(1) Şüphelinin ifadesinin alınması veya sorgusu, tanık ve bilirkişinin dinlenmesi veya bir keşif ve muayene sırasında Cumhuriyet savcısı veya sulh ceza hâkiminin yanında bir zabıt kâtibi bulunur. Acele hâllerde, yemin vermek koşuluyla, başka bir kimse, yazman olarak görevlendirilebilir.
(2) Her soruşturma işlemi tutanağa bağlanır. Tutanak, adlî kolluk görevlisi, Cumhuriyet savcısı veya sulh ceza hâkimi ile hazır bulunan zabıt kâtibi tarafından imza edilir.
(3) Müdafi veya vekil sıfatıyla hazır bulunduğu işlemlerle ilgili tutanakta avukatın isim ve imzasına da yer verilir.
(4) Tutanak, işlemin yapıldığı yeri, zamanı ve işleme katılan veya ilgisi bulunan kimselerin isimlerini içerir.
(5) İşlemde hazır bulunan ilgililerce onanmak üzere tutanağın kendilerini ilgilendiren kısımları okunur veya okumaları için kendilerine verilir. Bu husus tutanağa yazılarak ilgililere imza ettirilir.
(6) İmzadan kaçınma hâlinde nedenleri tutanağa geçirilir" hükmü yer almaktadır.
Buna göre, uyuşmazlık konusu ile de bağlantılı olarak soruşturmayı yürütmekle görevli Cumhuriyet savcısının soruşturmanın taraflarından şüpheli, mağdur ya da şikayetçinin ifadesi ile tanık veya bilirkişinin beyanını bizzat tespit etmesi, ifade alınması sırasında yanında bir zabıt katibinin de bulunması, ifade alma işleminin tutanağa bağlanması ve sözkonusu tutanağın belirtilen diğer ilgililer dışında Cumhuriyet savcısı ve hazır bulunan zabıt katibi tarafından da imzalanması gerektiği konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
Cumhuriyet Başsavcılıkları ile Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin "Yazı işleri hizmetlerinin yürütülmesi" başlıklı 6. maddesinin 3. fıkrasında; " Zabıt Katibinin görevleri şunlardır:
d) Duruşma, ifade alma, keşif, otopsi, ölü muayenesi ve yer gösterme gibi işlemlerde hazır bulunarak tutanağı yazmak ve imzalamak,
...g) Karar ve tutanakları Cumhuriyet savcısı veya hâkimin bildirdiği şekilde dikkat ve itina ile yazarak imzalamak" şeklinde düzenlemeye yer verilmiştir.
CMK'nun 161 ve 164. maddeleri gereğince Cumhuriyet savcısının talimatıyla kolluğun soruşturma işlemlerini yerine getirmesi ve bu kapsamda alınması gereken ifadeleri de alması mümkündür. Ancak Cumhuriyet savcısının CMK'nun 168. maddesi uyarınca alınan ifadelerde şüpheli, mağdur, müşteki, tanık ya da bilirkişinin beyanlarının tespit edilmesi sırasında hazır bulunması, soruşturma safhasının asıl süjesi olarak ilgiliye soruşturma konusu olayla ilgili sorular sorması ve maddi gerçeğe ulaşma çabası içinde olması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı ile de doğrudan bağlantılıdır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık Cumhuriyet savcısının soruşturmayı yürütmekle görevli olduğu dosyalarda bir kısım şüpheli ya da şikâyetçi ifadelerini zabıt katiplerine aldırmak şeklinde gerçekleşen eylemiyle, görevinin gereklerine aykırı bir davranışta bulunduğu ortadadır. Soruşturma dosyalarında ifadelerin CMK gereğince soruşturmayı yürütmek ve sonuçlandırmakla görevlendirilmiş, kamu adına iddianamenin düzenlenmesi ya da kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verilmesinde yetki ve sorumluluğu bulunan Cumhuriyet savcısı yerine, ifade almakla sorumlu ve görevli olmayan ve ifadeler alınırken kanunilik ilkesini bilmek durumunda olmayan sadece katiplik görevini yürüten ve tutanağı yazmakla sorumlu olan kişiler tarafından alınmasının soruşturmanın etkin ve adaletli bir şekilde ve ciddiyet içinde yapılmadığı şüphesini oluşturduğu, dolayısıyla Anayasanın 36. maddesi ile koruma altına alınmış olan adil yargılanma hakkının gerçekleşmediği kaygısına sebebiyet verilerek mağduriyete neden olduğu anlaşıldığından, sanığın eylemi 5237 sayılı TCK'nun 257/1. maddesinde düzenlenmiş olan görevi kötüye kullanma suçunu oluşturmaktadır.
Bu itibarla, sanığın 14.04.2009 ve 17.04.2009 tarihlerinde gerçekleştirilen eylemler nedeniyle görevi kötüye kullanma suçundan mahkûmiyetine ilişkin Özel Daire kararı isabetlidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyeleri H. Erol ve Ş. İste'nin karşı oy düşüncelerine aşağıda yer verilmiştir.
b-) Tüm sanıklar hakkında 06.07.2009 günlü eylemler nedeniyle görevi kötüye kullanma suçundan kurulan mahkûmiyet hükümlerinin incelenmesi:
İncelen

Üyelik Paketleri

Dünyanın en kapsamlı hukuk programları için hazır mısınız? Tüm dünyanın hukuk verilerine 9 adet programla tek bir yerden sınırsız ulaş!

Paket Özellikleri

Programların tamamı sınırsız olarak açılır. Toplam 9 program ve Fullegal AI Yapay Zekalı Hukukçu dahildir. Herhangi bir ek ücret gerektirmez.
7 gün boyunca herhangi bir ücret alınmaz ve sınırsız olarak kullanılabilir.
Veri tabanı yeni özellik güncellemeleri otomatik olarak yüklenir ve işlem gerektirmez. Tüm güncellemeler pakete dahildir.
Ek kullanıcılarda paket fiyatı üzerinden % 30 indirim sağlanır. Çalışanların hesaplarına tanımlanabilir ve kullanıcısı değiştirilebilir.
Sınırsız Destek Talebine anlık olarak dönüş sağlanır.
Paket otomatik olarak aylık yenilenir. Otomatik yenilenme özelliğinin iptal işlemi tek butonla istenilen zamanda yapılabilir. İptalden sonra kalan zaman kullanılabilir.
Sadece kredi kartları ile işlem yapılabilir. Banka kartı (debit kart) kullanılamaz.

Tüm Programlar Aylık Paket

9 Program + Full&Egal AI
Ek Kullanıcılarda %30 İndirim
Sınırsız Destek
350 TL
199 TL/AY
Kazancınız ₺151
Ücretsiz Aboneliği Başlat