Dairesi: Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2017/14-647
Karar No: 2019/239
Karar Tarihi: 21.03.2019
(5237 S. K. m. 62, 103, 109)
Sanık ...’nın çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan TCK’nın 103/2, 103/6 ve 62. maddeleri uyarınca 12 yıl 6 ay, sanık ...’in çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan yapılan yargılaması sonucunda eyleminin çocuğun basit cinsel istismarı suçunu oluşturduğu kabul edilerek TCK’nın 103/1 ve 62. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay, her iki sanığın kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan TCK’nın 109/2, 109/3-f, 109/5 ve 62. maddeleri uyarınca 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına ilişkin Denizli 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 18.10.2012 tarihli ve 122-282 sayılı hükümlerin sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 04.06.2013 tarih ve 3192-7027 sayı ile;
"Mağdure soruşturma aşamasındaki 26.04.2012 tarihli beyanında; sanık ...'in zorla pantolonunu indirerek cinsel organına baktığını, bu sırada diğer sanığın telefonu ile görüntülerinin kaydedilmiş olduğunu, üç gün sonra sanık ...'nın telefonla arayarak kendisini çağırdığını, yanına gittiğinde sanığın zorla elbiselerini çıkarıp kendisini oral yoldan boşaltmaya zorladığını ifade ettiği halde, bu olayın hemen akabinde olayları anlattığı anlaşılan arkadaşı tanık ...'ın soruşturma aşamasında alınan 26.04.2012 tarihli beyanında; mağdurenin olayı kendisine anlatırken sanık ...'in cinsel organına baktığı takdirde bakire olup olmadığını anlayacağını ve o zaman kendisine inanacağını söylemesi üzerine kendisinin kabul ederek cinsel organını sanığa gösterdiğini, sanık ...'in ise telefondaki görüntülerle tehdit etmek suretiyle kendisini ilişkiye zorladığını beyan etmesi ve mağdurenin soruşturmadaki anlatımları ile olayı arkadaşına anlatışı arasında çelişkiler bulunması, mağdurenin bilahare dosyaya ibraz ettiği 01.10.2012 tarihli dilekçesinde kendisine hiç bir şekilde şiddet kullanılmadığını belirterek sanıklar haklarındaki şikâyetlerinden vazgeçmesi, tanıklar..., ... ve...'nin Cumhuriyet Savcılığı ve duruşmadaki beyanlarında, mağdurenin tanık ...'nın erkek arkadaşı olan sanık ...'den hoşlanması ve bu sanık ile tanık ...'nın birlikteliklerini kıskanması nedeniyle mağdure ile ... arasında tartışma olduğunu ifade etmeleri, sanık ...'in cep telefonu üzerinde yapılan incelemede, mağdurenin iddia ettiği şekilde cinsel içerikli bir görüntüye rastlanmamış olması, mağdurenin cinsel organınına sanık ... tarafından bakıldığı ilk olayda kendisi evden ayrılırken sanık ...'in kanepenin üzerine bir telefon attığı, bu telefonun sanık ...'e ait olduğu ve kendisinin hemen aşağı indiğinde...'in aşağıda beklediği ve aynı telefonunun bu kez onun elinde olduğuna dair beyanlarının hayatın olağan akışına uygun olmaması ve sanıkların aşamalardaki savunmalarında suçları kabul etmemeleri karşısında; sanıkların mağdureye karşı eylemlerini kendisinin rızası hilafına cebir, tehdit veya hile ile gerçekleştirdiklerine dair her türlü şüpheden uzak mahkûmiyetlerine yeterli, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından şüpheden sanıkların yararlanacağı gözetilerek atılı suçlardan beraatlerine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde mahkûmiyetlerine karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkeme ise 03.12.2013 tarih ve 260-346 sayı ile bozmaya direnerek sanıkların ilk hükümler gibi cezalandırılmasına karar vermiştir.
Bu hükümlerin de sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 25.03.2016 tarihli ve 93975 sayılı "onama/bozma" istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 504-1704 sayı ile; 6763 sayılı Kanun'un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun'a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Ceza Dairesince 19.04.2017 tarih ve 374-2141 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; sanık ...’ya atılı çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ile sanık ...’e atılı çocuğun basit cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise Yargıtay İç Yönetmeliği'nin 27. maddesi uyarınca öncelikle, 6284 sayılı Kanun'un 20/2. maddesi uyarınca Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının sanıklar hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmesinin zorunlu olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanıklar ... ve ... hakkında mağdure ...’e karşı çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açıldığı, Yerel Mahkemece 18.10.2012 tarih ve 122-282 sayı ile sanık ...’in eyleminin çocuğun basit cinsel istismarı suçunu oluşturduğu kabul edilerek sanıkların atılı suçlardan mahkûmiyetlerine karar verildiği, bu hükümlerin sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece bozulduğu,
Yerel Mahkemece 03.12.2013 tarih ve 260-346 sayı ile bozma kararına direnilerek önceki hükümler gibi sanıkların mahkûmiyetine karar verildiği,
Sanıklar hakkındaki mahkûmiyet hükümlerinin sadece müdafileri tarafından temyiz edildiği,
Yerel mahkemece Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına duruşma davetiyesi çıkarılmadığı gibi gerekçeli kararın da tebliğ edilmediği,
Anlaşılmaktadır.
Dünya genelinde güncelliğini koruyan ve mücadele edilmesi gereken aile içi ve kadına karşı şiddet, insanların temel hak ve özgürlüklerini ihlal etmesinin yanı sıra toplumsal yaşamı da tehdit eden sosyal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan insan haklarına saygılı, sosyal bir hukuk Devleti olma konusundaki kararlılığını ortaya koyan ülkemizce Anayasa'mızda gerekli düzenlemeler yapılarak eşitlik ilkesi temelinde gerekli önlemler alınmıştır. Bu kapsamda;
Anayasa'nın herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğunu hüküm altına alan "Kanun önünde eşitlik" kenar başlıklı 10. maddesine 22.05.2004 tarih ve 25469 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5170 sayılı Kanun ile eklenen ikinci fıkrada; kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu, devletin bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlü olduğu belirtilmiş, 13.05.2010 tarih ve 27580 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Kanun ile ikinci fıkraya eklenen cümle ile kadın-erkek eşitliğinin sağlanması hususunda alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı yorumlanamayacağı, eklenen üçüncü fıkra ile de çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılmayacağı hüküm altına alınarak pozitif ayrımcılık ilk defa Anayasa düzeyinde benimsenmiştir.
Öte yandan ailenin, Türk toplumunun temeli olduğunu ve eşler arasındaki eşitliğe dayandığını belirten Anayasa'nın 41. maddesinin kenar başlığı "Ailenin korunması” şeklinde iken yine 5982 sayılı Kanun ile "Ailenin korunması ve çocuk hakları" hâline getirilip anılan Kanun ile maddeye eklenen üçüncü fıkrada devletin, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alacağı öngörülmüştür.
Aile içi ve kadına karşı şiddetle ilgili kavramların Türk Hukukuna girmesinde uluslararası bildirge ve sözleşmelerin önemli bir rol oynadığı ve yasal düzenlemelerde yer alan kavramların, temelini bu uluslararası sözleşmelerden aldığı görülmektedir. (Ebru Ceylan, Türk Hukukunda Aile İçi Şiddet ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesiyle İlgili Yeni Düzenlemeler, Türkiye Barolar Birliği Dergisi Kasım-Aralık Sayısı, Yıl: 2013, S.103, s. 15.) Öte yandan Anayasa'nın 90. maddesinde, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasa'ya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı ve usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası antlaşma hükümlerinin esas alınacağının hüküm altına alınması nedeniyle uyuşmazlık konusu bakımından önem arz eden uluslararası antlaşmalara değinmekte zorunluluk bulunmaktadır.
Birleşmiş Milletler tarafından 18.12.1979 tarihinde kabul edilen ve ülkemizde de 14.10.1985 tarih ve 18898 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren "Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi", yaşamın her alanında kadın-erkek arasındaki ayrımcılığı kaldırıp insan hakları ve temel özgürlüklerin kadınlara tanınması için sözleşmeye taraf devletlerin kararlı şekilde eşitlik politikası izlemelerini sağlama amacı taşımaktadır. (Nazan Moroğlu, Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi 6284 Sayılı Yasa ve İstanbul Sözleşmesi, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Yıl: 2012, Mart-Nisan S.99, s. 359-360; Ceylan, s. 15-16.) Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi de cinsiyete dayalı şiddetin, kadınların erkeklerle eşitlik temelinde hak ve özgürlüklerden yararlanma imkânına ciddi bir engel teşkil eden ve bu nedenle Sözleşme'nin 1. maddesi kapsamında yasaklanan bir ayrımcılık şekli olduğunu belirtmiştir. (AİHM, Opuz/Türkiye Kararı, 09.06.2009, B.N:33401/02, &74.)
Birleşmiş Milletler tarafından 20 Aralık 1993 tarihinde kabul edilip kadına yönelik şiddet konusunda ilk uluslararası belge özelliği taşıyan “Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge” ile şiddetin önlenmesi, failin cezalandırılması ve şiddete uğrayanın korunması konusunda üye Devletlere düşen sorumluluklar ile görevler ayrıntılı bir şekilde düzenlenerek Devletlerin iç hukuklarında gerekli düzenlemeleri yapması ve uygulamaya geçirmesi öngörülmüştür. (Bildirgenin Türkçe metni için bkz. Https://www.tbmm.gov.tr/komisyon /kefe/belgeuluslararasibelgeler/kadina_karsi_siddet/BM) Bu kapsamda Türk hukukunda ilk kez kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla 4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun” 14.01.1998 tarihinde kabul edilmiş ve 17.01.1998 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. (Moroğlu, s. 361-362.)
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Kadınların Şiddetten Korunmasına Dair 30.04.2002 tarih ve 2002-5 sayılı Tavsiye Kararında; üye devletlerin, şiddete karşı gerekli olan her alanda ulusal politikalar başlatıp ceza hukukunda ve medeni hukukta iyileştirmeler yapmaları gerektiği vurgulanmış, üye devletlerin, kadınlara karşı cinsel şiddeti yahut savunmasız, engelli ve korunmaya muhtaç mağdurların zaafiyetlerinin istismarını cezalandırmaları ve bu mağdurlara dava açma imkânı sağlayacak, savcıların ceza kovuşturması başlatmalarına imkân tanıyacak ve yargılama sırasında çocuk haklarını koruyacak gerekli tüm tedbirleri almaları gerektiği belirtilmiştir. (Kararın İngilizce metni için bkz. https://rm.coe.int/09000016805e2612)
Türkiye'nin ilk imzalayan ve onaylayan ülke konumunda olduğu “Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi) ise kadına yönelik şiddeti ilk kez açıkça insan hakkı ihlali olarak tanımlamış ve taraf devletlere uluslararası hukukta kadına karşı ve aile içi şiddet konusunda yükümlülükler getirmiştir. Sözleşme, Türkiye tarafından 11.05.2011 tarihinde çekince konulmaksızın imzalanmış, 29.11.2011 tarih ve 28127 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. Ancak, 75. maddesindeki en az sekizi Avrupa Konseyi üyesi olan on Devlet tarafından onaylanma şartı nedeniyle Sözleşme, Türkiye bakımından 01.08.2014 tarihinde yürürlüğe girerek iç hukukumuzun parçası hâline gelmiştir.
Sözleşme'nin 3/a maddesi kadınlara yönelik cinsel eylemleri, kadına yönelik şiddet kapsamına dahil etmiş, 5/2. maddesi ise taraf devletlere, sözleşme kapsamında yer alan şiddet eylemlerinin gereken özeni göstererek önlenmesini, soruşturulmasını, cezalandırılmasını ve tazmin edilmesini sağlamak üzere gerekli hukuki tedbirleri alma yükümlülüğü getirmiştir. Bu Sözleşme'nin etkisiyle 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun'un kadına karşı ve aile içi şiddetle mücadelede yetersiz kaldığı düşünülerek 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” 20.03.2012 tarihli ve 28239 sayılı, bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği ise 18.01.2013 tarih ve 28532 sayılı Resmi Gazetelerde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.