Yargıtay Ceza Dairesi Numara 47,49/1989 Dava No 8/1990 Karar Tarihi 27.08.1990
Karar Dilini Çevir:
Yargıtay Ceza Dairesi Numara 47,49/1989 Dava No 8/1990 Karar Tarihi 27.08.1990
Numara: 47,49/1989
Dava No: 8/1990
Taraflar: Salih Saadetoğlu ile Başsavcısı Arasında.
Konu: Adam öldürme – Meşru müdafaa – Kaza savunması
Mahkeme: Yargıtay/ceza
Karar Tarihi: 27.08.1990

-D.8/90 Birleştirilmiş
Yargıtay/Ceza 47/89 ve 49/89


Yüksek Mahkeme Huzurunda
Mahkeme Heyeti: N. Ergin Salâhi, Aziz Altay, Taner Erginel.


Yargıtay/Ceza 47/89
(Dava No: 9283/89 Le-fkoşa)

İstinaf eden: Salih Saadetoğlu, Haspolat.
-ile-
Aleyhine istinaf edilen: KKTC Başsavcısı, Lefkoşa.
A r a s ı n d a.

İstinaf eden namına: Kıvanç M. Riza ve Türkây Saadetoğlu.
Al-eyhine istinaf edilen namına: Altan Erdağ.


Yargıtay/Ceza 49/89
(Dava No: 9283/89 Lefkoşa)

İstinaf eden: KKTC Başsavcısı, Lefkoşa.
-ile-
Aleyhine istinaf edilen: Salih Saadetoğlu, Haspolat.
- A r a s ı n d a.

İstinaf eden namına: Altan Erdağ.
Aleyhine istinaf edilen namına: Kıvanç M. Riza ve Türkây Saadetoğlu.




H Ü K Ü M

N. Ergin Salâhi: Lefkoşa Ağır Ceza Mahkemesi önünde 9283/89 sayılı dava ile yargılanan sanık, 3/62 sayılı Ysa -ile tadil edilen Fasıl 154 Ceza Yasasının 205(1)(3) maddelerine aykırı 2 Nisan 1989 tarhinde Haspolat köyünde, kanuna aykırı bir fiil, yani av tüfeği ile ateş ederek Kemal Cinel'in ölümüne sebep olma suçu ile itham edilmişti.

Sanık aleyhindeki ithamı kab-ul etmemiş, davanın duruşması yapılmış, neticede sanık suçlu bulunarak 7 yıl hapse mahkûm edilmiştir.

47/89 sayılı istinaf sanık tarafından mahkûmiyet aleyhine, 49/89 sayılı istinaf ise Başsavcılık tarafından ceza aleyhine dosyalanmıştır.

Olayın vukuu-ndan önce xeeryan eden olgular Sayın yargıç Taner Erginel tarafından özetlendiği ve ihtilâfsız olduğu cihetle bunlara betekrar değinmek lûzumunu hissetmiyorum. Vurma olayının şekli ile ilgili şahadet ve olguları istinaf açısından incelememis gerektiği cihe-tle bunlara teker teker değinmek lûzumunu hissetmekteyim.

Sanığın kız kardeşi ile maktülün kayın braderi evli olup dünürdürler ve Haspolat köyünde ikamet etmektedirler. Ticaretten doğan bir rekabet yüzünden iki alienin araları iyi değildi ve zaman zaman -aralarında sürtüşme ve münakaşalar doğmakta idi. Olayın ceryan ettiği 2.4.1989 tarihinden 1 gün önce yine taraflar bir lokantada tesadüfen buluştukları bir sırada maktülün kardesi Minel Cinel ile sanık atışmışlar, bu atışma kavgaya dönüşmüş, ayni lokantada- hazır bulunan maktul Kemal Cinel aralarına girerek onları ayrımaya ve kavgayı yatıştırmaya çalışırken kendisinin de kavyaga girişerek sanığı darbettiği iddia edilmektedir.

Olay günü, 2.4.1989 tarihinde sabahleyin saat 9 raddelerinde maktul konuyu sanıkl-a görüşmek maksadı ile sanığın Haspolattaki evine giderek bahçe kapısında durup sanığa seslenmiş, sanık yerine dışarıya çıkan hanımına geliş maksadını söylemiş, sanığın hanımı ise maktülün kendisini istediğini sanığa bildirmiştir. Sanık dışarıya çıknmamış -ve maktülü görmek istemediğini hanımı vasıtası ile ona iletmiştir. Bu cevaba asabileşen maktul sanığın hanımının müdahalesine rağmen onu bir kenara itip, evin ilkin holüne girerek orada tabure üzerinde duran bir vazyou alarak sanığın bulunduğu televizyon -ve yatak odası olarak kullanılan odaya elinde vazo olduğu halde girtmiştir. Aradan çok kısa bir süre sonra bir silâh sesi duyulmuş ve karnından yaralanan maktul kanlar içerisinde evden ayrılmıştır. Ancak aldığı yaranın etkisi ile bahçe kapısının dışında yo-l içerisine düşmüştür. Bu anda silâh sesini duyan komşular ile maktülün kardeşi Minel Cinel maktulü görerek yardımına koştular. Maktul ilk anda Minel Cinel'e "Kara Salih beni galleşlikle vurdu" diye bir beyanda bulundu. Komşu odluğu anlaşılan Melih beyin a-rabası ile Hastahaneye götürülmek üzere iken maktul yine aynı meyanda beyanda bulunarak "yerde kanım kalmasın" şeklinde sözler söylemeye çalışmıştır. Neticede Hastahaneye ulaştırılan maktul yapılan tıbbi müdahaleye rağmen kurtarılamamış ve hayatını yitirmi-ştir.

Ayni köyde ikamet etmekte olan ve bu olayı duyan Polis Müfettiş Muavini Nurettin Çırakoğlu derhal sanığın evine gitmiş ve ona nasıl oldu be Salih demesi üzerine sanık cevaben "yatak odama kadar geldi bana saldırdı ben de onu vurdum" ve hemen akabin-de "bırakaydım da dövsün beni be abi" diye beyanda bulunmuştur. Olay yerine daha sonra gelen polis ekiplerine, oda içerisinde kırık bir vazo, maktülün vurulduktan sonra düştüğü yer ile ilgili emareler sanığın karısı tarafından gösterilmiş, suç unsuru silah- ise bahçede bulunmuştur. Durumdan merkez polisi haberdar edilerek konunun tahkikatına başlanmış, gerekli fotoğraflar çekilerk cinayet yerinin kroki ve plânlı çizilmiştir.

Buraya kadar olan olgular hemen hemen ihtilâfsızdır. İlk anda olayın ceryan ediş ş-eki hakkında sanığın şifahi olarak söylediklerine ilâveten yazılı ifadesine başvurulduğunda özetle, maktulün elinde vazo olduğu halde içeri girdiğini, sanığın maktulü korkutmak maksadı ile dolaptan aldığı tüfeğe bir fişenk koyduğunu ve silâhın emniyetini a-çarak ateşe hazır vaziyete getirdiğini, maktulün elindeki vazoyu yere atmasını söylediğini ve silâhla onu iterek dışarıya çıkartmak istediği anda silâha dayanan maktulün karnı ike silâhı kaktırması üzerine kazaen patladığını söylemiştir. Yine ayni gün verd-iği ifadede ise sanık ifadesini bir dereceye kadar değiştirerek maktulün eli ile silâhı, çektiğini ve bu çekişmeden silâhın patladığını söyleyerek olayın kaza olduğunu iddia etmiştir. Olgularda esasen, ihtilâf konusu olan, sanığın maktulü bu şekilde dolu s-ilâhla karşıaldığı sırada silâhın iddia edildiği gibi kazaen patlayıp patlamadığı hususudur.

Davanın duruşmasında iddia makamı tarafından, tahkikatı yapan emniyet mensuplarınca hazırlanan evin krokisi ile olay yerinin fotoğrafları ve temin edilen emarele-r ibraz edilmiştir. İlk anda olay yerine giden Nurettin Çırakoğlu ile maktüle tıbbi müdahale ve otopsiyi yapan Doktorlar, bilirkişi olarak çağrılan silâh uzamnı ve sair şahitler iddia makamı tarafından şahadet vermek üzere çağrılmışlar ve şahadette bulunmu-şlardır.

Müdafaa tarafından ise sanık ve hanımı şahadet vermişlerdir.
Neticede İlk Mahkeme şahitlerin şahadeti ile çevre şahadetini değerlendirdikten sonra sanığın kaza ile ilgili iddia ve şahadetine inanmamış ve onu suçlu bularak 7 yıl hapse mahkûm etm-iştir.

Mahkûmiyet aleyhine dosyalanan istinaf ihbarnamesinde sanığın iddia ettiği gibi konu tüfeği doldurup eline alıp ateşe hazır vasiyete getirdikten ve bu tüfeği snığa yönelttikten sonra maktulün müdahalesi veya sanığın ifadelerinde muhtelif şekilde i-ddia ettiği gibi silâhın kazaen patladığı ve olayın bir kaza olduğu ağırlık kazanmaktadır.

Bu istinafta esas itibarı ile üzerinde durulan kaza konusunu, yapılan argümanlar ışığında değerlendirmeden önce bazı hususlara değinmeyi uygun buldum.

Sanık İlk -ahkemedeki duruşmasında, olay sırasında maktulün eve gireceğini anladığı anda, cinayet aleti silâhı eline alıp, doldurup atışa hazır vaziyete getirdiğini bunu nefsi müdafaa içn yapmış olduğunu iddia etmemiştir. Böyle öldürücü bir silâhı eline almasını gere-ktirecek kendi canına ve malına yönelik bir sadırıya uğradığını da iddia etmemiştir. Esasen böyle bir iddia yapmış olsa dahi bu olgular ışığında geçersiz olacaktı. Olgulardan görülebileceği, maktul, sanığın evine bir gün önce ceryan eden olayı konuşmak mak-sadı ile gelmişti ve elinde hiçbir silâh yoktu. Olayın gelişmesi içerisinde maktulün sanığın evine izinsiz veya onların muhalefetine rağmen girerken, niyetinin cinayet işleme veya sanığın hayatını tehlikeye sokacak ve onun eline bu silâhı alamsını gerektir-ecek bir niyeti de olduğu açıklıkla iddia edilmemiştir. Maktulün sanığa yönelik böyle bir cinayet niyeti olmadığı ve bunun sanık tarafından bilindiğini bizzat sanığın ağzından Polis Müfettişi Muavini Nurettin Çırakoğlu'na olaydan hemen sonra söylediklerind-en öğreniyoruz. Sanık Nurettin Çırakoğlu'nun "nasıl oldu be Salih?" sorusuna "Be abi yatak odama kadar geldi bana saldırdı ben de onu vurdum" diye beyanda bulunmuş ve hemen akabinde "bırakayım da dövsün beni be abi" diye izahat vermiştir. Daha sonra öğrend-iğimiz gibi maktulün televizyon ve yatak odası olarak kullanılan sanığın bulunmakta olduğu odaya girerken, holden, sanığın kendisine ait olduğunu tanıdığı bir vazoyu elinde tutuyordu. Bu vazoyu yere atması veya sanığın iddiasına göre maktulün bunu ona fırt-altmasından başka bir saldırı olmamıştır. maktül içeri girerken, sanığın elinde tüfek olmamış olsa idi en kötü ihtimalle vukubulabilecek olan olay, çıkabilecek münakaşada, kimin kimi döveceği belli olmamakla beraber, sanığı elle darbedebileceği ihtşmali id-i. Bu durm açıkça sanık tarafından biliniyordu. Olay yerine ilk anda gelen Polis Müfettiş Muavini Nurettin Cırakoğlu'na "bırakayım da dövsün beni be abi" şeklindeki durum değerlendirmesini bizzat sanığın kendisi yapmıştır. Bu durumda sanığın eline av tüfeğ-ini alıp doldurması emniyetini açıp atışa hazır vaziyete getirerek maktulü bu şekilde karşılaması bir nefsi müdafaa olarak ileri sürülemez. Geçerli nefsi müdafaa ileri sürülebilemesi için kendini müdafaa durumunda olan şahsın kullandığı silâh ve kuvvet ona- yönelik saldırının vehameti ile orantılı olması gerekir. Archbold Criminal Pleading Evdince and Practice 38. Baskı para.2512'de şöyle denmektedir:

"Hale states (at p.484) that, for the rule to apply, it must be proved that the intent to commit such forci-ble and atrocious crime was clearly manifested by the offender and that otherwise the homicide would be manslaughter at least, if not murder. In the Report to the Criminal Code Bill of 1879 the principle was thus expressed; "We take the great principle of -the common law to be that, though it sanctions the defence of a man's person, liberty or property against illegal violence and it permists the use of force to prevent crimes. .. yet all this is subject to the restriction that the force used is necessary, t-hat is, that mischief sought to be prevented could not be prevented by less violent means and that the mischief done by, or which might reasonabley be antifipated from, the force used is not disprıportionate to the injury or mischief which it is intended -to prevent."

Esasen böyle bir iddia İlk Mahkemede lâyıkı ile ileri sürülmediği gibi İlk Mahkeme de nefsi müdafaa bulgusuna varmamıştır. Bu husus gerek istinaf ihbarnamesinde ve gerekse istinafın duruşmasında da ileri sürülmemiştir. Bu durumda İlk Mahkeme-de üzerinde durulmayan, istinaf ihbarnamesinde konue dilmeyen hususlarda Yargıtay olarak, İlk Mahkemenin aksine bir bulguya varmamız son derece yanlış olacaktır.

Yukarıda değindiğim gibi istinafın duruşmasında müstenif avukatı, şahadete değinerek sanığın- kaza hususunda söyleidklerine İlk Mahkemenin inanmmamakla ve konu silâhın kazaen patladığı veya en azdan bunun ihtimal dahilinde olduğu bulgusuna varmamakla hata ettiğini ileri sürmüştür.

İlk Mahkemenin gerek sanığın söyleidkelri gerekse kaza yönünde il-eri sürülen iddialar hususundaki bulguları aşağıdaki gibi inceleyip değerlendirdiği görülmektedir.

"Sanığın gönüllü ifadelerinde belirttiği gibi tüfeği maktulün karnına dayayıp maktulü ittiği sırada tüfek patlamış olsa bitişik atış yapılmış olması gereki-r, halbuki Adli Tıp Uzmanı Dr. Meral Albayrak atışın yakından yapıldığını, ancak bitişik atışla olmadığını açık ve kesin bir dille ifade etmiştir. Balistik Uzmanı Abdullah iraz da fişenkteki plastik tapanın maktulün vücuduna girdiğini dikkate alarak atışın- yakın mesafeden yapıldığını belirtmiştir.

Sanığın bu izahatlarına karşın maktul Kemal Cinel yaralandıktan kısa bir süre sonra yolda giderken yanına gelen Minel Cinel'e "Beni Kara Salih Kalleşliğilen av tüfeğiyle vurdu" diyerek sanığın kendisini kalleş-l-ikle vurduğunu beyan etmiştir. Yine Hastaneye götürüldüğü sırada "ben ölecem kanım yerde kalmasın kalleşliğinen beni vurdu" diyerek bu beyanı tekrarlamıştır. Maktul ölmeden önce yukarıda aktarılan beyanları yaparak birşeyler anlatmak istemiştir. Ancak oaly-ın nasıl odluğu hususunda detaylı izahat vermemiştir. Maktulün bu beyanları yaptığı İddia makamı tanığı Minel Cinel'in şahadeti ile huzurunuzda, bu beyanlara şahadetin büyünü içinde bir değer verilecektir. Sanığın gönüllü ifadelerinde verdiği izahatlar Ema-re II fotoğraf albümü ve Emare VII olay yerinin krokisi ile birlikte incelendiğinde fotıoğraf albümünde maktüln yere attığı vazo yatağın ayak ucu tarafından yatağa mesafesi olan ve kapıya taraf bir yerde olduğu diğer bir deyişle yatak odası giriş kapısı i-le yatak arasıdnaki yerde bulunduğu maktulün vurulduğu yer ise vazonun bulunduğu yerin kapıya taraf bir yerde ve emare 7 krokiye göre kapıya yakın bir yerde olduğu görülür. Bu durumda sanığın belirttiği gibi maktul elindeki vazoyu ayakları içine fırlatmışs-a sanık avzonun olaydan hemen sonra bulunduğu yerde durmuş olamsı lâzım ve maktül de oda kapsıına yakın bir yerden vazoyu atıp odluğu yerde durması gerekir. Hal böyle olunca da sanığın tüfeğin ucu ile maktulü ittiği sırada tüfeğin ansızın patşadığı yönünde- söyledikleri doğru olamaz. Çünkü yukarıda arzettiğimiz gibi bitişik atış yapılmadığı ve krokiye göre de sanıkla maktul arasında bir mesafe olduğu ortaya çıkmaktadır.

Sanığın gönüllü ifadelerinden sonra Mahkeme huzurunda verdiği yeminli şahadeti ise gönü-llü ifadeleriyle çelişki halidnedir. Şöyle ki, snaık şahadetinde maktulün bulunduğu yatak odasına elinde vazo ile girdiği sırada kensisnin yatak ucunda, istintakında ise yatağın ortasında bir yerde odluğunu ifade ederek yatağın yanında bulunduğu bir sırada- maktulün elinde vazo içeri girdiğini yanına gelerek vazoyu yere atıp tüfeğe sarıldığını, tüfeği öne geriye, sağa sola çekiştirirken tüfeğin ansızjn pataldığını ileri sürmektedir. Hlabuki yukarıda arzettiğimiz gibi maktulün elinde tutup yere attığı vazo ya-tağın yanında değil, yatak ile kapı arasında bir yerde bulunmuş. Maktülün vurulduğu yer ise vazodan kapıya doğru geride kapıya yakın bir yer oalrak belirlenmiştr. Bu şekilde yani vazo ile maktulün vurulduğu anda bulunduğu yer dikkate alındığında maktulün y-atak yanında veya yatak ortasında duran sanığın yanına giderek elindeki tufeği almaya çalışmış olma ihtimali mevcut değildir ve sanığın yeminli şahadetindeki izahatı gönüllü ifadelerinde verdiği izahatlarla çeliştiği bir yana emare 2 fotoğraf albümündeki g-örüntüler ve Emare 7 krokide verilen izahatlarda çelişki arzetmektedir. Emare 2 fotoğraf albümündeki resimler ile Emare 7 krokide izahatla ilgili şahadette tartışmsız olarak hzurumuzda bulunmaktadır. Diğer bir deyişle, bu emareler itirazsız ibraz edilmiş v-e içerikleri şahadet olarak hzurumuzda bulunmaktadır. Vazonun yerini yani olay sırasında atıldığı yeri polis görevlilerine sanık bizzat göstermiş ve maktulün attığı vazo olduğunu belirtmişti. Sanığın gönüllü ifadelerindeki çelişkili izahatları ile şahadet-inde verdiği ve gönüllü ifadeleri; emare kroki ve emare fotoğraf albümündeki görülenlerle de çelişkiler arzeder. İzahatı dikkate alındığında, olayın oluş şekliyle ilgili gerek gönüllü ifadelerinde gerekse şahadetinde gerçeği anlatmadığı ortaya çıkmaktadır.- Bu durumda ilk anda M/M Nurettin Çırakoğluna dediği gibi "be abi yatak odama kadr geldi, bana saldırdı, ben de ona vurdum" şeklindeki izahatı gerçeği yanıstmamaktadır ve elinde vazo ile karısını iterek duvara dayayıp yatak odasına giren maktulü odaya gird-iği sırada aleindeki vazoyu yere atmasını söylediği sırada aleindeki atışa hazır tüfeğini ateşleyip maktulü vurduğunu ve maktulün yaralanıp evden ayrıldığı anlaşılmaktadır, kanaatindeyiz ve bu hususta bulgu yaparız."

Görülebileceği gibi İlk Mahkeme, sunu-lan şahadeti, sanığın kazadan hemen sonra Nurettin Çırakoğlu'na yaptığı şifahi beyanları müteakip 2 yazılı beyanı ve Mahkemedeki şahadeti ile çevre şahadeti gayet titizlikle inceleyrek bir yargıya varmıştır. Kanaatimce İlk Mahkemenin bu yargıya varması hat-alı olmadığı gibi böyle bir yargıya varması da kaçınılmazdı.

Üzerinde esaslı olarak durulan kaza iddiasını, kabul edilen ihtilâfsız olgular ışığında incelediğimde İlk Mahkemenin kesinlikle yanılmadığı kanaatına varırırm. özellikle sanığın kaza iddiası de-ğerlendirirken aşağıdaki soruların yanıtı yoktur ve İlk Mahkemenin de ayni yönde değerlendirmeleri vardır.

-1. Sanık farklı farklı ifadeler vermiştir. Mahkemede söyleidkleri, can alıcı noktalarda daha önce söyleidkleri ile tezat halindedir. Sanık 2. ifadesinde maktulün holden aldığı vazoyu kendisine fırlattığını iddia etöiştir. Emare 7 krokide vazo olayın ceryan- ettiği odanın kapı eşiğinden 1 ½ - 2 ayak bir mesafede yerde kırıldığı görülür. Halbuki sanığın durduğu ve vazonun maktul tarafından sanığın ayakları içerisine fırlattığı iddia edilen yer ayni krokide 4. nokta olarak görülmektedir. Bu noktanın ise odanın -ortasından öteye, yatak yanında bir yerde olduğu görülmektedir. Bu yerde herhangi bir cam parçası yoktur. Olaydan hemen sonra çekilen ve Emare 2 oalrak ibraz edilen fotoğraflarda da krokideki gibi vazonun kırık olarak bulunduğu yer kapı eşiğinde bir yere i-sabet etmektedir. Bu hususta sanığın ifadesinde söyledikleri doğru olamaz.
-
2. Maktulün vurulup düştüğü yer yatak odasının girişinde duvara yakın bir yerdir. Sanığın ise maktule ateş ederken durduğu yer odanın ortasından öteye yatağın yanında 4. nokta olarak Emare 7 krokide göülen yer olduğuna göre maktulün sanığın elindeki silâ-ha müdahale etmesine imkân tanımayacak bir mesafededir. maktülün birleşik atışla yaralanmadığına dair tekzip edilmemiş şahadet vardır. Atış 0-95cm bir metreye yakın mesafeden aypılmamıştır. gerk maktulün yaralanıp düştüğü yer gerkse vazonun kırıldığı yer b-izzat maktül ve hamını tarafından gösterilmiştir.

3. Sanığın tüfeğin emniyeti açık ateşe hazır vaziyete getirdiği anda tüfeği nasıl tuttuğu ve maktulün bu tüfeği nasıl tutarak çektiği yönündeki iddiası, Mahkeme ve silah uzmanı bilirkiş önünde yapılan bir- tatbikatla denenmiştir. Bilirkişinin sanığın tüfeği tutuş şekli ile maktulün tüfeğin burnunu tutup çekmessi neticesinde bu silâhın kesinlikle kazaen patşayamayacağı yönünde açık ve ihtilâfsız şahadeti mevcuttur. Ayrıca bu şekilde silâhla karşılaşan bir k-işinin tüfeği üzerine doğru çekmiş olması da oldukça saçmadır.

4. Hakikaten bu tüfek kazaen patlamış ise ilk anda sanık Polis Müfettiş Muavini Nurettin Çırakoğlu'na böyle bir iddiayı niye yapmamıştır. Sanığın ilk anda Çırakoğluna söyledikleri daha sonra -yapmış odluğu kaza iddiasıile bağdaşmamaktadır.

5. Olaydan sonra sanığın tavrı hareketleri de kaza iddiası ile bağdaşmaz. Şöyle ki; olaydan sonra, şayet tüfek kazaen patlamış ise idi yaralanıp yere yıkıldığını gördüğü maktulün niye yardımına koşmamıştır -Olay hakikaten masum bir kaza idi ise sanık suç aletini ortadan kaldırı şekilde tüfeği boşaltıp kırıp niye dolaba koymamış da pencereden avluya fırlatmıştır. Sanık bununla da yetinmeyerek maktul eve izah edildiği şekilde asabileşip girerken feryat etmeyen -bağırıp çağırmayan veya yardım istemeyen hanımına olay vukubulduktan ve sanık yaralı vaziyette evden ayrıldıktan sonra maktulün eve girdiğini haykırmasını söylemiş ve o da "şahit olun komşular Kemal evime girdi" diye feryat etmeye başlamıştır. Sanığın olay-dan sonraki bu tavrı hareketleri masum bir kaza ile bağdaştırılacak hareketler değildir. Bilhassa ölmüş ve olayı kendi yönü ile aydınlatma imkânı bulunmayan maktulün ölürken "Beni Kara Salih kalelşlikle vurdu" şeklindeki son sözlerini dikkatea ldığımızda o-layın bir kaza olmadığı daha da açıklıkla ortaya çıkmaktadır.

Sunulan şahadete ve özellikle sanığın maktulü vururken bir kaza olduğu yönündeki şahadetine İlk Mahkemenin inanmamasının hatalı olduğuna dayanan bu istinafta İlk Mahkemenin şahadete dayanan bu-lgularına pek ender hallerde müdahale edilmesi gerektiğini vurgulamak isterim. İlk Mahkemenin kararlarına, açık olarak İlk Mahkemenin bulgularında yanılmış olması veya böyle bir bulguya sunulan şahadet ışığında varmasının olanaksız olması veya makul olmama-sı gibi hallerde müdahale edebileceği artık yerleşmiş bir prensiptir. Önümüzdeki istinafta karar verilirken bu prensiplerin de gzöden uzak tutulmaması gerekir. Örneğin Simadhiakos v. The Police, 1962, C.L.R. p.64, Tofas v. The Republic, 1961, C.L.R. p.239;- Czacharia v. The Republic, 1962 C.L.R. p.52; İlk Mahkeme kararlarına istinafen ne gibi hallerde müdahale edilebileceğine dair ışık tutmaktadır.

Yukarıda sözü edilen son içtihat kararında sunulan bazı şahitlerin şaahdetine istinaf hakimlerinin şüphe ile -baktığı ve kendileri İlk Mahkemede bulunmuş olsalardı muhtemelen inanmayacaklarını beyan etmelerine rağmen yine de karara müdahale etmedikleri görülür. Josephides, s.65'de şöyle demiştir:

"Although on the question or credibility I feel that if I were the -trial Jusge I might entertain some doubt as to the evidence of this witness, still this is no ground for refusing to accept the verdict of the trial court. perhaps, if the evidence of Tattaris stood by itself it might not be relaible corroborative evidence-; but, besides that, there was other independent testimony, direct of circumsatntial, including the appellant's conduct in the circumstances of this case, which affected the appellants by tending to connect him with the crime, especially the evidence of El-ias Kyriacou (P.W.5) and Loukas Nikiforou (P.W.9) whose evidence has been analysed by my brother Vassiliades J., and which I ned not reiterate."

Aynı kararda sayfa 67'de konuyu özetleyen hakim Zekâ bey ise şu görüşe yer vermiştir:

"Zekia, J: I agree to- the dismissal of the appeal but with certain amount of hesitation, which is baed chiefly on the fact that, in my opinion, the trial court has attached too much wight to the evidence of Tattaris. part of the evidence of Tattaris as it has been explained in- the judgment of my brother Judge Jısephides was not admissible. I am further of the apinion that without the evidence of Tattaris there was no adequate corroborative evidence supporting thatof the accomplices. The remaining corroborative evidence is not s-ufficient to connect the appellant with the crime itself. However, we have it on record that the trial court believed tatarris' evidence and also attached a great weight to it. According to the English principles of law, credibility of witness as well as w-eight to be attached to evidence falls wthin the province of the trial court. Unless one is prepared to go to the extent of finding the verdict arrived at to be unreasonable, such verdict must stand. As I am not ready to say that the trial court went too f-ar to the extent that having regard to the evidence adduced their verdict was unreasonable I must as a matter of law dismiss the appeal."

Önümüzdeki meselede yukarıda değindiğim gibi konunun Ağır Ceza Mahkemesi tarafından titizlikle incelenerek ddoğru ol-arak karar verdiğine değinmiştim. Buna ilâveten İlk Mahkemenin şahadete dayanan meselelerde şahitleri görme onların tavrı hareketlerini değerlendirmede Yargıtay'daan daha avantajlı odluklarını da vurgulamak isterim. Bu bir yana önümdek meselede sanık kaza -iddiasını ileri sürerken, duruşmada olay sırasında sanığın tüfeği nasıl tuttuğu ve maktulün bu tüfeğe çekmek ve itmek suretiyle nasıl müdahale ettiğini izah için bilirkişi önünde ve mahkeme huzurunda bir tatbikat yapılmıştır. Bilirkiş bu yapılan tatbikat n-eticesinde sanığın iddia ettiği gibi bir kaza olamayacağına dair kesin şahadet vermiştir. İlk Mahkeemnin bu tatbikatı görme fırsatı vardı, bizim ise bunu görme fırsatımız yoktur. Tüm bunları değerlendiren İlk Mahkeme oybirliği ile sanığın bu husustaki şaha-detini reddetmiştir. Bu olgular ve gerçekler ışığında İlk Mahkemenin karasrının aksine bizim resen bir bulguya varmamız ve olayı bir kaza olarak değerlendirmemiz son derece sakıncalı olduğu gibi yerleşmiş prensiplere de tamamen terstir.

İlk Mahkeme sanığ-ın, maktulü kazaen vurmadığı bulgusuna vararak sanığı mahkûm etmiştir. İlk Mahkemenin bu bulgu ve yargısının yanlış olmadığına değinmiştim. Bu karara vardıktan sonra istinafın reddedilmesi yeterli olmakla beraber konunun önemine binaen kaza iddiasını bir b-aşka açıdan da incelemeyi uygun buldum.

Sanık tarafından ileri sürüldüğü gibi elindeki silâhını maktulün müdahalesi neticesinde kazaen patladığı ve arzu edilemeyn şekilde maktulün öldüğünü kabul etsek dahi acaba bu sanığın itham odluğu suçtan beraat etme-sine yeterli midir?

Daha önce sanığın, evine izah edildiği şekilde giren maktulü dolu ve emniyeti açık bir silâhla karşılamasının nefsi müdafaa kaspamına giremeyeceğine değinmiştim. Esasen İlk Mahkeme önünde bu hususta yeterli şekilde bir argüman yapılma-dığı gibi istinaf ihbarnamesinde de konu edilmemiştir. Bu durumda sanığın elinde emniyeti açık atışa hazır vaziyette, maktüle bu silâhı çevirmiş olması kanunsuz veya cinai ihmal derecesine varan bir eylemdir. Kaza iddiasının geçerli bir müdafaa olabilmesi -için yapılan işlem ve eylemin yasal olması ve cinai ihmal taşımmaması gerekir. Bak:- Archbold Criminal Pleading Evidence and Practice 38. baskı sayfa 984 paragraf 2517. Bu paragrafta açıklıkla kaza iddiasının geçerli olabilmesi için sanık tarafından olayda-n hemen önce yapılan eylemin kanunsuz olmaması gerektiği vurgulanmaktadır. Aynı kitabın 2518. paragrafında bu genel kurala iki istisna mevcut olduğu görülmektedir. Birinci istisna önümdeki meseleyi ilgilendirmemektedir. İkinci istisnada ise olaydan hemen ö-nce sanık tarafından yapılan eylemin kanuni olmasına rağmen tehlikeli olması hallerinde kazanın müdafaa olabilmesi için cinai ihmal içermemesi grektiği vurgulamakta ve şöyle denmektedir:

"secondly. Where act of omission r commission, in itself lawful, is- at the same time dangerous, it must appear, in order to render an unintentional homicide from it excusable, that the party, whilst doing the act, acted without gross negligence, in that he used such a degreee of caution as to make it improbable that any d-anger or injury should arise from it to others; if not; the homicide will be manslaughter at the least, the doctrien being well estabilshed that an act or omission arising from culppable neglect of duty and having a fatal result is manslaughter, and if don-e by design or of malice aforethought would be murder."

Russel on Crime 11. baskı sayfa 517'de "Excusable homicide by misadenture" başlığı altına bu prensibin tarihçesine değinerek şöyle denmektedir:

"Homicide by misaddventure occurs when one man happe-ns unfortunately to kill another, without either intention of causing any unlawful bodly harm, or any realisation that such harm to anyone may result from what he is doing. It has often been said that a death, however unforeseen, causedby a man while carry-ing on any unlawfull course of conduct, will be at least be maslaughter, .."

Yine bu yerleşmiş prensibe Roscoes Criminal Evidence 16. baskı sayfa 732'de uzun boylu değinilmekte ve birçok misaller verilmektedir. Bu prensipler yerleşmiş, müdafaa olarak kaz-a iddiasının ileri sürüldüğü yeni içtihat kararlarına rastlamak oldukça güçtür. Bu husustaki gemiş içtihat kararlarına bakıldığında ölümle neticelenen kaza iddialarının müdafaa olarak ileri sürülebilmesi eylemin kanuni olduğu ve ihmal içermediği hallerde m-ümkün olduğu görülür. Yasal olmayan eylemlerde kaza vukubulmuş olsa dahi bunun (manslaughter) adam öldürme suçuna karşı bir müdafaa teşkil etmediği görülmektedir. Örneğin Whild (1837) 2 Lew. C.C. 214'de evine giren bir mütecavizi evinden çıkartmak isteyens- anık asabileşip ona tekme atmış ve maktül kazaen ölmüştür. Bu meselede bir mütecavizi tekme ile dışarıya atmanın kanunen geçerli olamayacağı ve bu nedenle sanığın adam öldürme suçundan mahkûm olması gerektiği vurgulanmıştır. Önümüzdeki meselede ise sanık -gündüzün evine giren maktulü elinde dolu ve atışa hazır vaziyette silâhla karşılamıştır. Sözü edilen davanın özeti Roscoes Criminal Evidence 16. baskı sayfa 732'de şu şekilde verilmektedir.

"The defendant requested deceased, who had entered his house in -his absence, to go, but he refused. On this words arose, and defendant becoming excited, used force, and, by a kick which he gave him, caused his death. Alderson B. said, 'A kick is not a justifiable mode of turning a man out of your house, thugh he be o t-respasser. If the deceased would not have died but for the injury he received, the prisoner having unlawfully caused that injury, he is guilty of manslaughter."

Archer (1875) 1 F&F 351 davasında önümdeki meseleye oldukça benzer bir durumda, yine kaza olm-uş olamsına rağmen sanık adam öldürme suçundan mahkûm edilmiştir. Bu meselede sanığa ait olan tüfek, maktul tarafından alınmış, sanık tüfeğin dolu odluğunu bildiği halde onu maktulden geri almak için saldırmış ve neticede arada geçen çekişmede silâh kazaen- patlamış ve maktul ölmüştür. Bu davada az önce değindiğim gibi kendisine ait olan silâhı almaya çalışan sanığın bu silâhı almaya hakkı olduğu vurgulanmasına rağmen bunu zorla almanın ysal olamdığı ve bu nedenle yasal olmayan bir eylem netciesinde, amktul -kazaen dahi ölmüş olmasına rağmen sanıka dam öldürme suçundan mahkûm edilmiştir. Bu dava ise ayni kitabın 732. sayfasında şu şekilde özetlenmiştir.

"Defendant having the right to the possession of a gun which had been wrongfully taken by and was in the ha-nds of the deceased, demanded it back, and on being refused atetmted to take it away by force, though he knew it to be loaded. In the struggle which ensued, the gun went off accidentally and killed the deceased. Lord Campbell directed the jury that, thogh -defendant had a right to the possession of the gun, to take it away by force was unlawful; and, as the discharge, though accidential, was the result thereof, it was their duty to convict of manslaughter. Archer '1857 1 F. & F. 35)"

Görülebileceği gibi ön-ümüzdeki meselede de hakikaten silâhın patlamsını bir kaza olarak kabul etsek dahi snaığın bu silâhı alıp doldurması emniyetini açması ve atışa hazır vaziyette maktule çevirmesi kanunsuz ve tedbirsiz bir hareket olduğu cihetle kaza iddiası geçerli bir müda-faa olamaz.

Yukarıda değindiğim davalara bakıldığında bu davalarda da malını müdafaa idiaları ileri sürülmekte idi. İlk olarak bir eve giren mütecavize karşı tekme ile müdahale edilmesinin yasal olmadığı, ikincisinde ise kendisine ait olan tüfeğin zorla -geri alınmasının yasal olmadığı kararına varılarak her iki davada da sanıklar adam öldürme suçundan mahkûm edilmişlerdir.

Netice olarak yukarıda söylenenler ışığında sanık tarafından mahkûmiyet aleyhine yapılan 47/89 sayılı istinafın reddedilmesi gerekti-ği görüşndeyim.

Başsavcılık tarafından ceza aleyhine yapılan 49/89 sayılı istinafa gelince; sanığa verilen 7 yıl hapis cezasının bu olgular ışığında müdahalemizi gerek-tirecek derecede az olmadığı kanaatindeyim ve bu istinafın da reddedilmesi gerekir.

A-ziz Altay: Daha önce okuma olanağını bulduğum Sayın Yargıç Taner Erginel'in hükmünde belirttiği görüşlere ve vardığı sonuca katılırım.

Taner Erginel: Sanık Salih Saadetoğlu Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kanuna aykırı bir fiil ile maktul Kemal Cinel'ı öld-ürme suçundan 7 yıl hapse amhkûm edildi. Bu hükme karşı istinaf dosyalayan sanık, mahkûmiyet kararının hatalı ve 7 yıl hapis cezasının aşikâr surette fazla olduğunu öne sürmektedir.

Eski Eserler Dairesinde odacı olarak çalışan sanık ile maktul akraba idi-ler. Sanığın kızkardeşi maktulün kayın biraderi ile evli idi yani dünür oluyorlardı. İkisi de Haspolat köyünde ikâmet eden sanıkla maktulün arası önceleri iyi idi. Maktul Lefkoşa'da otobüs terminalinde sebzecilik yapıyordu. Maktulün kardeşi Minel Cinel'in -de aynı yerde bir sebze tezgahı vardı.

Bu olaydan bir yıl kadar önce odacılık görevinden aldığı parayla geçinemeyeceğini düşünen sanık aynı terminalde karısı adına bir manav dükkânı açtı. Böylece iki dost aile rakip durumuna geldiler. Sanık dairedeki gör-evi sona erince dükkâna geliyor ve eşine yardımcı oluyordu. Bu rekabette haksızlığğa uğradığını düşünen maktul, Eski Eserler Dairesi Müdürüne imzasız mektuplar yazarak veya telefon ederek bir memur olan sanığın ikinci iş yapmasından şikâyet etmeye başladı-. Ancak iş saatlerinde görevini eksiksiz yaptığı için sanık aleyhine herhangi bir işlem yapılmadı. İki dost aile arasındaki sürtüşme gittikçe şiddetlenerek arttı ve 2.4.1989 tarihinde maktulün vurularak ölmesi ile son buldu.

Ölüm olayından birkaç gün önc-e maktul, sanığı ve babasını polise şikâyet etti. Polisler bu şikâyet üzerine gerek sanığın gerekse babasının evini aradılar fakat yasalara aykırı birşe bulamadılar. Ölüm olayından bir gün önce yani 1.4.1989 tarihinde akşam Faris'in Yeri diye bilinen yere -giden sanık bir kebap söyleyerek köylüsü Mustafa Kondoz ile konuşmaya başladı. Lokantanın iç tarafından başka bir odada maktul ile kardeşi Minel Cinel içki içmekte idiler. Biraz sonra dışarıyla çıkan maktul ile kardeşi sanığa yaklaştılar ve sanığın "ben ne- yaptım?" demesine aldırmadan onunla kavga etmeye başladılar. Sanığın üzerine sarılan Minel Cinel sanığın yüzünü cırmaladı ve ikisi birlikte yere düştüler. Onların üstüne de maktul düştü. Bu çekişme ve yere yuvarlanma esnasında maktul sanığın sağ yanağına -bir yumruk vurdu. Orada bulunanların yardımı ile kavga edenler ayrıldı ve maktul kardeşi Minel Cinel'ı alarak oradan uzaklaştı. kardeşini evine bırakan maktul biraz sonra Faris'in yeri'ne geri geldi. maktulün geri geldiğini gören sanık ayağa kalkarak "be g-ardaş sana ner yaptım de Minel'ı üzerime saldırttın" dedi. Maktul ona "sus" diye yanıt verdi. Tam bu sırada maktulün hanımı lokantaya girdi ve eşini alarak oradan uzaklaştı. sanık evine giderek polise telefon etti ve olayı anlatarak şikâyette bulundu. Poli-sten "landrover dışardadır bekleyebilirsen daha sonra geliriz" yanıtını aldı. Bu işin ciddi olduğunu bekelmeye tahammülü olamdığını düşünen sanık "ben arabamla karakola geliyorum" diyerek telefonu kapadı. Fakat arabası çalışmadığı için karakola gidemedi. T-ekrar polise telefon etmeye teşebbüs ettiğinde ise telefon çalışmadı. Bunun üzerine yatıp uyumayı tercih etti.

Ertesi gin maktul kardeşi Minel Cinel'ı ziyaret etti ve onunla bir duble içki içtikten sonra saat 11.00'de sigara alacağını söyleyerek dışarı ç-ıktı. Daha sonra meydana gelen olayları sanık 2.4.1989 tarihli ifadesinde şöyle anlatmaktadır:

"Canım sıkkın olduğu için eve gittim ve yatağıma uzandım, televizyonu seyerderken dışarıda Kemal olduğunu sesinden anladığım şahsın "salihi isterim" diye karım-a söylediğini duydum. Karım da kendine "bekle çağırayım gendine" dedi ve karım yattığım yere geldi ve bana "Kemal seni ister" dedi. Ben de "ben onu istemem yarın gonuşurk" ddim ve yatağımdan gımıldamadım. Benim garı dışarı çıktı ve "kocam rahat-sızdır sizi-nle görüşemez" dediğini duydum. O vakit karımın "girme içeri kocam seni istemez" dediğini duydum ve yatağımdan doğrulduğumda Kemal'in karımı yittirdiğini ve yatak odamın içerisine doğru girdiklerini gördüm. Yatağımın yanındaki dolabı açtım ve ne olur ne ol-maz diye av tüfeğimi aldım. Komodinin üstünde de bir fişenk vardı ve onu da tüfeğin içine koydum, Kemal dama girdiğinde sol elinde, sofada bulunan vazoyu tutardı ve ayaklarımın içine savurdu ve vazo kırıldı. Bu vazo bizimdi ve sofada durmaktaydı. vazoyu y-ere vurup kırınca ben tüfeğin burnunu Kemal'in garnına dayadım ve kendisini geri ittirdim, o hala daha beni yiterdi kendini üç defa böyle tüfeğin burnu ile geri yittirdim parmağım tetikten dışarıdaydı ve parmağım kayınca tüfek pataldı ve Kemal ban "vurdun -beni" ded. Ona "sen beni ittin" dedim ve Kemal garnını tuttu ve dışarı çıkıp yola girdi ben de kapıdan baktığımda karnını dutarak gancelliye kadar gittiğini gördüm."

Maktul evden dışarı çıkarken sanığın karısı "komşular şahit olun bu adam evime girdi" di-ye bağırdı. Karnını tutarak evdena yrılan maktul, yolda kardeşi Minel Cinel'le karşılaştı ve kardesine yanına gelmesi için eli ile işaret ettikten sonra yere yığıldı. Minel Cinel'in şahadetine göre maktuıl kardeşine "Kara Salih kalleşlikle beni av tüfeği i-le vurdu" dedi. Maktulün fanelasını ladıran Minel Cinel, kardeşinin iç organlarının dişarıya çıktığını gördü ve bir araba ile onu süratle hastahaneye götürdü. Yine Minel Cinel'in iddiasına göre maktul yolda kardeşine "Salih beni kalleşlikle av tüfeği ile v-urdu, kanım yerde kalmasın" dedi. Hastahanede ameliyata alınan maktulün kurtulması mümkün olmadı.

Vurma olayından hemen sonra saat 11.20'de başka bir nedenle Haspolat'ı ziyaret eden taşra Karakolları Müdürü Nurettin Çırakoğlu, köy meydanında bir kalabalı-kla karşılaştı ve maktulün vurulma olayını öğrenerek köy muhtarıyla sdanığın evine gitti. Sanık evde telefonda konuşuyordu. Müf. Mv. Nurettin Çırakoğlu'nu görünce sanık telefonu kapadı ve Çırakoğlu'nun "ne oldu Salih?" diye sorması üzerine "be Nureddin abi- yatak odama kadar geldi beni dövsün ben de onu vurdum" "edi. Müf. Mv. N. Çırakoğlu sanığa yasal ihtarda bulundu ve sanık "bı"akayım yahu beni dövsün?" diye yanıt verdi. Sanık Müf. Mv. Nureddin Çırakoğlu'nu içerde vurma olayının geçtiği odaya götürdü ve ye-rdeki kırık bir vazoyu göstererek "aha bunu savurdu ben de onu vurdum" dedi.

Karakola götürülen sanık saat 13.00'de ilk ifadesini verdi. Daha sonra saat 20.05'de ek bir ifade daha veren sanık, 4.4.1989 tarihinde saat 10.10'da üçüncü ek bir ifade verdi. 2-1.4.1989 tarihinde ise yazılı dava tebliğinne verdiği yanıtta "O benim evime girmişti beni öldürmek için ve tüfeğimin üzerine sarılıp kendisi kazaen vuruldu" dedi.

Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada sanık yeminli şahadet verdi ve maktulün odaya giridkten- sonra silahı tuttuğnu, silâhı aralarında ileri geri sağa sola salladıkalrını ve bu esanda silahın kazaen patlaması sonucu maktulün vurulduğunu söyledi.

Ağır Ceza Mahkemesi uzun gerekçeli kararında sanığın bu iddialarını kabul etmedi. Kararda özetle sanı-ğın verdiği ifadelerle Mahkemede verdiği şahadet arasında çelişki olduğu, sanığın yaptığı en doğru açıklamanın Müf. Mv. Nureddin Çırakoğlu'na söylediği "yatak odama kadr geldi beni dövsün ve ben de onu vurdum" sözleri olduğu, bu açıklamanın Minel Cinel'i-n söylediği "beni Kara salih kalleşlikle vurdu" sözleriyle de uyum içerisinde olduğu belirtildi ve maktulün kaza sonucu vurulduğu iddiası reddedildi. Ağır Ceza Mahkemesi meşru müdafaa savunamsına ilişkin ise şunları söyledi:

"Tüm şahadet ışığında olayda -meşru müdafaa olup olmadığı incelendiğinde, ortaya çıkan gerçeklere göre maktül sanığın evine geldiğinde elinde birşey tutmuyordu, avluda iken sanığın hanımına sanıkla görüşmek istediğini söylemiş, sanığın hanımı bu haberi sanığa iletmiş, sanık ise hanımın-a maktülle görüşmek istemediğini söylemiş ve hanımı bu haberi maktüle iletmiş ve maktül sanığın izni hilâfına eve girmiş ve holde bulunan bir cam vazoyu eline almış ve sanığın karısını iterek sanığın bulunduğu yatak odasına ulaşmış, odaya girdiği anda vazo-yu yere atmıştır. vazoyu yere attıktan sonra silahsız ve savunmasız kalan maktülün bu hareketi dışında sanığa yönelik bir saldırıda bulunnduğu hususunda huzurumda şahadet veya iddia mevcut değildir. Bu safhada iken müdafaa avukatı evine zorla giren ve yata-k odasına giren maktülü sanığın dışarı çıkarma hakkı odluğunu belirtmiştir. Hiç şüphe yok ki bir kimsenin evine zorla giren bir kimseye makul bir kuvvet kullanarak evinden çıkarma hakkı vardır, ancak maktül geldiği zaman direkt eve girmemiş sanığın hanımın-a sanıkla görüşmek istediğini bildirmiş ve avluda gelecek haberi beklemiştir, ancak sanığın kendisi ile görüşmek istemediğini bildirmesi üzerine sanığın hanımının izni olmaksızın evin içine girmiş ve sanığın bulunduğu odaya ulaşmıştır. sanığın bulunduğu od-ada yatağı ve televizyonu vardı. Olay gündüz vakti sanığın yatağına uzanıp teelvizyon seyrettiği bir sırada gerçekleşmiştir ve maktül sanığın bulunduğu odaya girdiği anda elindeki vazoyu yere atmıştır, siahsız ve savunmasız kalan maktule karşı sanığın elin-de tuttuğu MU 38824 fabrika numaralı tüfeğini ateşleyip maktulü vurmsını gerektirecek bir durum mevcut olmadığı gibi bu hareketini meşru müdafaa olarak yaptığını söyleme olanağı da yoktur. Çünkü bir kimseyi evden çıkarmak için o kişiyi tüfekle vurmak gerek-mez. Özellikle silâhsız ve savunmasız kalan maktüle karşı sanığın kullandığı şiddet ve kuvvetin çok aşırı olduğu ve meşru müdafaa sınırını çok aştığı anlaşılmaktadır. Aksini düşündüğümüz takdirde başka bir kimsenin evine izinsiz giren silahsız veya savunma-sız herkese ev sahibinin ateşli silâhla vurup öldürme hakkı olduğunu kabul etmek gerekir, bu durumu kabul etme olanağı yoktur. Kaldı ki yukarıda arzettiğimiz gibi sanık maktulün geldiğini maktül avluya girip hanımı ile konuşup hanımına kendisini sorduğu am-dam itibaren biliyordu ve sanığın maktulün evin içine girmesini önleme olanağı olduğu halde yatak odasında tüfeğini atışa hazır vaziyete getirip beklemenin dışında bir hareket yapmış değildir. Halbuki sanığın yatak odasından dışarı çıkma imkânı vardı ve od-adan dışarı çıkarak bu müessif olayı önleme imkânı da mevcuttu. Bu söylenenler ışığında bu meselede meşru müdafaadan bahsetme olanağı olmadığı kanaatindeyiz ve bu hususta bulgu yaparız."

Ağır Ceza Mahkeemsinin bu kararının hatalı olup olmaıdğını araştırm-amız gerekmektedir. Sanığın iddialarını incelediğimiz zaman meşru müdafaa ile kaza iddialarının olayın farklı aşamalarına ilişkin olduğunu görürüz. Sanık silahı eline almasını, silaha bir fişenk koymasını ve emniyeti açmasını meşru müdafaa yani kendii koru-mak için yaptığı hareketler oalrak açıklamayaçalışmaktadır. Sanığa göre bilinçli olarak yaptığı hareketler bunlardan ibarettir. Silahın ateşlenmesi ise daha sonra ve kaza sonucu meydana gelen bir olaydır. Meşru müdafaa ile kaza iddialarının birbirine karış-tığı olaylara içtihatlarda da rastlamak mümkündür. Russel ın Crime, 10. baskı safya 499'da şöyle deniyor:

"She had a right to defend her barn and to employ such force as was reasonably necesarry for that purpose; and she is not answerable for any unforse-en accident that may have happened in so doing."

Sanığın meşru müdafaa ve kaza iddialarını ayrı ayrı ele alarak incelememiz yerinde olacaktır. Acaba sanığın av tüfeğini eline alması ve içine bir fişenk koyup emniyeti açması meşru müdafaa olarak kabul edi-lebilir mi? Sanık bir süreden beri maktulle kavgalı idi. Birkaç gün önce maktul sanığı polise şikâyet ederek evinin aranmasına nedn olmuştur. Bir gün önce sanık lokantada otururken maktulle kardeşi yanına gelerek onunla kavga etmişlerdi. sanığın "ben ne ya-ptım?" diyerek alttan almak istemesine rağmen onların öfkesi yatışmamıştı. Sanık maktulden ciddi bir zarar geleceğini düşündüğü için onu polise şikâyet etti ve arabasıyla polise gitmeye teşebbüs etti. Sanık, olay günü maktulün kendisine zarar vereceğinden -korktuğu için onunla görüşmekten kaçındı. Maktul, sanığın izni olmadığı halde ve karısının önlemeye çalışmasına rağmen yatak odasına kadar gelmekte ısrar etti. Maktul, sanığın karısını iterek duvara dayadı ve zorla içeri girmek üzereydi. Sanık gelmekte ola-n zararın ölçüsünü de tam olarak bilemezdi. Dışarıda maktulle karısı arasında geçen sesleri duymasına rağmen maktulün niyetini tam olarak kestirmesine oalnak yoktur. Maktulden gelen bu saldırının hangi noktada ve nasıl sona ereceğini tahmin edemeyen sanık -doğal oalrak korkuya kapıldı ve yatağın hemen yanındaki dolapta bulunan tüfeğini alarak içerisine fişenk koydu ve kendini savunmaya hazırlandı. Sanığın bu hareketlerini kendi evinde saldırı ile karşı karşıya kalan herhnagi bir inasanın yapcağı doğal tepkil-er olarak kabul etmemiz gerekir. Olayların syeri ve gelişmesi dikkate alındığında sanığın dolapta bulunan tüfeği alması ve tüfeğe fişenk koyması normal meşru müdafaa sınırları içerisinde kalan hareketlerdir. Burada sanığın tüfeğin emniyetini açamsının meşr-u müdafaa ötesinde ileri bri ahreket olduğu düşünülebilir. Ancak kendi yatak odasında saldırıya uğramak üzere olan bir adamın heyecan ve telaş içerisinde farkına bile varmadan veya her zamanki alışkanlık içinde emniyeti açması oalsıdır. Dolayısıyle maktulü-n odaya girmesinden önce snığın yaptığı hareketlerin meşru müdafaa olarak kabul edilebileceği görüşündeyim.

Ağır Ceza Mahkemesi hükmünde sanığın odadan çıkararak müessif olayı önleme imkânına sahip olduğunu belirtmiştir. Gerçi sanığın pencereden atlayara-k kaçmakla saldırgandan kurtulabileceği doğrudur. Ancak saldırı ile karşılaşan bir insanın kaçmak zorunda olamdığı ve kndini makul ölçüler içinde savunabilecei yerleşmiş içtihatlarda açıkça kabul edilmektedir. Özellikle bu meselede maktul, sanığın karısını- itip duvara dayarken sanığın kendi evinden ve yatak odasından kaçmasını beklememiz doğru değildir. Bu konuda Russel on Crime, 10. bası sayfa 502'de şöyle deniyor:

"A, being in his own house is not under an obligation to retreat as in other cases of self--defence, as that would be to give up the protection of his house to his adversary by his flight."

Sanığın kendini savunmak için yaptığı hazırlık, meşru müdafaanın gerektirdiği hareketler olmakla birlikte maktul odaya girdikten sonra maktulün kavga ve dö-vüşümenin ötesinde bir niyeti olmadığı anlaşılmıştır. Maktul oraya hazırlıklı gelmemiş ve bu nedenle sofada bulduğu bir vazoyu alarak yere atmıştı. Bu tür bir kavga girişimine karşı sanığın silah kullanması gereksizdi. Bu nedenle sanık silahı bilinçli olar-ak kullanmışsa bunu meşru müdafaa sınırları içinde bir hareket oalrak kabul etmemize olanak yoktur. Şu halde silahın bilinçli olarak mi yoksa kaza sonucu mu kullanıldığı bu davanın en önemli sorusu olmaktadır.

Ağır Ceza Mahkemesi sanığın kaza konusunda y-aptığı iddiaları çelişkili bulmuş ve kabul etmemiştir. Diğer taraftan maktulün kardeşi mİnel Cinel'in verdiği ve maktulün "Salih beni kalleşlikle vurdu" demesine ilişkin şahadete büyük önem vermiştir. Ne var ki bu olayda bir kalleşlik belirtisi yoktur. Aks-ine sanık maktulden kaçmaya ondan uzak durmaya çalışıyordu. maktulün kendisine zarar vermemesi için polisin olaya müdahale etmesini istiyordu. Diğer taraftan Minel Cinel'in şahadetini değerlendirirken bu şahsın tarafsız bir kişi olmadığını, maktulle birlik-te sanıkla kavga ettiğini ve maktulün çok yakını olduğunu göz önünde bulundurmak zorundayız. Olayda herhangi bir kalleşlik belirtisi olmamasıyla Minel Cinel'in şahadetindeki zayıflığı birikte göz önünde bulun-durunca kalleşlik iddiasının kabul edilmesine- olanak yoktur. Bud urumda Sanığın tüfeğin kazaen patladığına ilişkin açıklamalarının dığru olma ihtimalinin bulunup bulunmadığını araştırmamız gerekmektedir. Bu konuda karar verirken bir ceza davasında sanığın öne sürdüğü bir iddiayı kanıtlamak zorunda ol-madığını sdece iddiasnın doğru olma olasılığının bulunduğunu ortaya çıkarmakla yetinebileceğini gözönünde buludnurmak zorundayız. Sanık kazaya ilişkin üç farklı açıklama yaptmıştır. İlk açıklama olaydan hemen sonra Müf. Mv. Nurettin Çırakoğlu'na söylediği -"yatak odama kadar geldi beni dövsün ve ben de onu vurdum" sözleridir. Burada sanık maktulü nasıl vurduğunu izah etmemiştir. Sözlü olarak, ayrıntılara girmeden ve olayın heyecanı içinde bir cümle ile olayı anlatmıştır. Bu sözleri söylediği saatte amktul he-nüz ölmeişti ve sanık olayın ciddi boyutlarını bilmeden meşru müdafaa yönüne ağırlık vererek oalyı bir cümle ile açıklamak istemiştir. Bir kimseyi kazaen vuranın da çok kisa bir açıklama yaptığını "vurdum" diye anlatması olasıdır. Gerçi "kazaen vurdum" diy-e açıklık getirmemesi aleyhte bir puandır. Fakat "vurdum" sözünün o koşullarda kazaen vurma ihtimalini tamamen ortadan aldırdığı söylenemez.

Sanık olaydan ve Müf Mv. Nurettin Çırakoğlu'na yaptığı ilk açıklamdan bir saat sonra yani saat 13.00'de ilk ifade-sini verdi ve olayı arıntılı olarak anlattı. Bu ifadede Sanık özetle tüfeği maktulün karnına dayadığını, iterek maktulü dışarı çıkarmak istediğini, maktulün dışarı çıkmayıp tüfeği karnı ile geri ittiğini, üç defa karşılıklı birbirlerini itiklerini ve bu es-nada alinin kayması sonucu tüfeğin kazaen patladığını anlatmıştır. Sanık daha ileri giderek maktulle aralarında geçen konuşmayı da ifadesine eklemiştir. Buna göre maktul kendisine "beni vurdun" deyince o da "sen beni ittin" diye yanıt veriştir. İfadenin ve-rilmesinden kısa bir süre sonra aynı gün saat 20.05'de ve 4.4.1989 tarihinde saat 10.10'da sanık ifadesine açıklık getirmek istedi ve iki ek ifade verdi. Ancak sanığın kazayla ilgili açıklaması bu ek ifadelerde değinmiş değildir. Sanığın kazayla ilgili açı-klamasının bir ölçüde değiştiğini 21.4.1989 tarihinde dava tebliğine verdiği cevapta görüyoruz. Burada sanık maktulün tüfeğe sarıldığını yani tüfeğin bir tarafını kendisi tutarken diğer ucunu da sanığın tuttuğunu ve bu şekilde itişme esnasında kazanın meyd-ana geldiğini söylemeye başlamıştır. Ağır Ceza Mahkemesine sanık dava tebliğindeki iddiasını tekrarlayarak tüfeği maktülle karşılıklı olarak tuttuklarını, tüfeği karşılıklı ileri geri sağa sola iterken kazanın meydana geldiğini söylemiştir.

Ağır Ceza Mah-kemesi sanığın mahkemede verdiği şahadete inanmamış-tır. Maktulle sanığın silahı karşılıklı tutarken kazanın meydana geldiği iddiası daha sonra düşünülmüş bir savunma izlenimi uyandırmakla birlikte sanığın 2.4.1989 tarihinde ilk ifadesinde söyleidklerinin -doğru olup olmadığı üzerinde ciddi olarak durmak gerekir.

-a) 2.4.1989 tarihinde saat 13.00'de verilen bu ifade olaydan iki saat sonra yani olayın heyecanı henüz geçmeden verilmiş bir ifdedir ve olayları çok samimi bir dilde anlatmaktadır.
-
b) İfade doğruluk testine tabi tutulduğunda tartışmalı olan kaza iddiasının dışındaki tüm beyan ve iddiaların doğru olduğu görülür.

c) Adli şubede kriminalist uzman oalrak görev yapan Müf. Mv. Abdullah İraz'ın ahadetine göre maktulün vücuduna fişenkten- çıkan tapa bulunmuştur ve bu ancak yakın ateşlemelerde mümkün olan bir hadisedir. Bu tanık makyulün kazağını mikrokop altında incelemiş ve delik atrafında yanmış iplik lifleri ile yanamış barut artıklarına rastalmıştır. Bu durumda ateşlemenin 0-15 cm aras-ında bir mesafeden yapıldığı sonucuna varmıştır. Abdullah Iraz'ın bu şahadeti maktülle çok yakından ateş edildiğini göstermektedir. Özellikle maktulün vücudunda tapa bulunması maktüle birleşik atış yapılmamış olsa biel çok yakından yani 1-2 cm mesafeden at-eş edildiğini kanıtlamaktadır.

d) Sanığın niyeti vazoyu attıktan veya düşürdükten sonra savunmasız kalan maktulü vurmak olsaydı ona uzaktan ateş edecekti. Maktüle yaklaşarak silahı elinden alma fırsatını ona vermesi makul bir davranış değildir. Doalyısıy-le maktule çok yakından ateş edilmiş olması maktule bilinçli olarak ateş edildiği değil kaza iddiasını desteklemektedir.

Savcı, maktul tüfeğin ucunu karnı ile geri ittiğinde sanığın parmağının tetikten uzaklaşacağını veya bu olayda çok yakın değil bitişi-k atış bulgularının ortaya çıkması gerektiğini öne sürmüştür. Ancak unutmamak gerekir ki olay çok gergin bir ortamda bir kavga esnasında meydana gelmiştir. Abdullah Iraz'ın şahadeti bitişik atışı ihtimal dışı bırtakmamakla birlikte bir an için bitişik atış- olmadığını kabul etsek dahi aktulün karnı ile itmesi sonucu tüfeğin namlusu biraz uzağa gidebilirdi veya karşılıklı herbirlerini ittiklerine göre sanığın parmağının bu itişme esansında kaymış olması ihtimal dahilindendir. Önemli olan sanığın mektulü yatak- odasından dışarı çıkarma hakkı vardı ve bunu yaparken tüfeğin kazaen patlamış olma ihtimalinin ortaya çıkmış olmasıdır. Bu davada ortaya çıkan olgular ve özellikle maktule çok yakın mesafeden ateş edilmiş olması maktulün 2.4.1989 tarihli ifadesindeki izah-ının doğru olma ihtimali olduğunu göstermektedir. Diğer bir deyişle bu davadaki olgulara göre tüfeğin kazaen patlaması ihtimali bilinçli olarak ateş edilmiş olması ihtimalinden daha fazladır. Bu durumda İddia Makamının davasını makul şüpheden ari olarak is-patladığı söylenemez. Dolayısıyle sanığın makul şüpheden yararlandırılıp itham olduğu suçtan beraat ettirilmesi gerektiği görüşündeyim.

Yukarıda varılan sonuç ışığında sanığın ceza aleyhindeki istinafını incelemeye gerek yoktur. Aynı şekilde Başsavcılık -tarafından ceza aleyhine yapılan Yargıtay/Ceza 49/89 sayılı istinafın reddedilmesi gerekir.

N. Ergin Salâhi: Netice olarak ceza aleyhine yapılan 49/89 sayılı istinaf oybirliği ile reddedilir.

49/89 sayılı ceza ve mahkûmiyet aleyhine yapılan istinaf ise -oyçokluğu ile kabul edierek, İlk mahkemenin mahkûmiyet kararının iptaline ve sanığın serbest bırakılmasına emir verilir.
(N. Egin Salâhi) (Aziz Altay) (Taner Erginel)
Yargıç - Yargıç Yargıç
27 Ağustos 1990



-


-22-



-


Full & Egal Universal Law Academy