Yargıtay Ceza Dairesi Numara 1,2,3/2001 Dava No 2/2001 Karar Tarihi 23.02.2001
Karar Dilini Çevir:
Yargıtay Ceza Dairesi Numara 1,2,3/2001 Dava No 2/2001 Karar Tarihi 23.02.2001
Numara: 1,2,3/2001
Dava No: 2/2001
Taraflar: Ertan Birinci ile Başsavcılık
Konu: Tutukluluk –Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
Mahkeme: Yargıtay/ceza
Karar Tarihi: 23.02.2001

-
D.2/2001 Birleştirilmiş
Yargıtay/Ceza 1/2001-2/2001-3/2001
(Ağır Ceza Dava No:5974/2000;Lefkoşa)

YÜKSEK MAHKEME HUZURUNDA.

Mahkeme Heyeti:Taner Erginel,Mustafa H.Özkök,Gönül Erönen. -

Yargıtay/Ceza: 1/2001
(Ağır Ceza Dava No:5974/2000;Lefkoşa)


İstinaf eden: Ertan Birinci, Merkezi Cezaevi,Lefkoşa

- ile -

Aleyhin-e istinaf edilen: KKTC. Başsavcısı
A r a s ı n d a .

İstinaf eden namına: Avukat Gülsün Yücel
Aleyhine istinaf edilen namına: Savcı Necla Şenol.

Yargıtay/Ce-za 2/2001
(Ağır Ceza Dava No:5974/2000;Lefkoşa)

İstinaf eden: Tekin Birinci, Merkezi Cezaevi, Lefkoşa
ile -
Aleyhine istinaf edilen: KKTC. Başsavcısı
A r a s ı n d a.
İstinaf eden namına: Avukat Ment-eş Aziz
Aleyhine istinaf edilen namına: Savcı Necla Şenol.

Yargıtay/Ceza: 3/2001
(Ağır Ceza Dava No:5974/2000;Lefkoşa)

İstinaf eden: Mehmet Birinci, Merkezi Cezaevi,Lefkoşa

- ile -

A-leyhine istinaf edilen: KKTC. Başsavcısı
A r a s ı n d a .
İstinaf eden namına: Avukat Ömer Adal
-Aleyhine istinaf edilen namına: Savcı Necla Şenol.


İstinaf, Lefkoşa Ağır Ceza Mahkemesinin (Recep Gürler Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı, Önder Gazi Kıdemli Yargıç, İlker Sertbay Yargıç) 5974/2000 sayılı davada 2.1.2001 tarihinde verdiği karara karşı Sanıkla-r tarafından yapılmıştır.
-
-------------------
-
-H Ü K Ü M
-
Taner Erginel: K.K.T.C.'de kayıtlı bankalardan biri olan Kıbrıs Hür Bank Ltd.'in ödeme güçlüğü içine girmesi üzerine Maliye Bakanlığı bankaya yönetici atadı ve bankanın geçmiş işlemleri ile ilgili soruşturma başlattı.

Soruşturma sonunda Başsavcılık, bank-anın yönetim kurulu üyesi olan Sanıkların her birini, sahte evrak düzenleme, sahte evrağı tedavüle sürme, sahte evrak düzenlemeye teşvik etme ve buna benzer 60 dava ile itham etti. İlk tahkikattan sonra davalar 2.1.2001 tarihinde oturum yapacak olan Lefkoş-a Ağır Ceza Mahkemesine havale edildi. Lefkoşa Ağır Ceza Mahkemesinin 2.1.2001 tarihinde gündemindeki davaları dinlemeye başlaması bekleniyordu. Mahkeme davaları sıra ile ele alacağına tüm davaları "itham için" farklı günlere tayin etti ve Sanıkların ith-am günlerine kadar tutuklu kalmalarını emretti. Böylece Ağır Cezada yargılanmayı bekleyen tüm Sanıklar, Ağır Cezanın başlama tarihinde tutuklanmış oldu.

Ağır Ceza Mahkemesi istinaf eden üç Sanık aleyhindeki davaları itham için 4.1.2001 tarihine tayin et-ti ve diğer Sanıklar gibi onların da tutuklu kalmalarını emretti. Sanıklar bu kararlara karşı önümüzdeki istinafları dosyaladılar. Sanıklar istinaflarında Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği tutuklu kalma kararlarının hatalı olduğunu öne sürmektedirler. Üç is-tinaf birleştirilerek dinlenmiştir.
İstinafın duruşma için tayin edildiği 15.1.2001 tarihinde Sanıkların yargılanmaları tamamlanmıştı. 2/2001 sayılı istinafın Sanığı Tekin Birinci suçlarını kabul etmiş ve ona 2 yıl hapis cezası verilmişti. Diğer iki Sanığı-n davalarında ise Başsavcılık takipsizlik kararları dosyalamıştı. Dolayısıyle önümüzdeki istinaflarda istinaf konusu tutukluluk kararlarının tartışılmasının Sanıklara pratik bir yararı kalmamıştır. Diğer bir ifade ile istinaf konusu akademik bir tartışma k-onusu haline gelmiştir. Buna rağmen benzer davalara ışık tutması açısından istinafı dinlemeyi tercih etmiş bulunuyoruz.

İstinafın duruşmasında Sanık avukatları Mahkemeye hitap ederek Ağır Cezanın duruşmaya başladığı tarihte tüm Sanıkların tutuklu kalmal-arını emretmesinin veya duruşmasına başlanan her davada Sanığın tutuklu kalmasını emretmesinin hatalı bir yöntem olduğunu, bu uygulamanın Sanıklar üzerinde haksız bir baskı oluşturduğunu ve suçlu olduğunu kabul etmeyen Sanıkları suçlarını kabul etmeye zorl-adığını, Sanıkların kaçma veya tanıkları etkileme olasılığı bulunmayan hallerde tutukluluk kararı verilmesinin doğru olmadığını öne sürdüler. Sanık avukatları konunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi açısından da değerlendirilmesini talep ettiler.

Tutuklul-uk konusu kişi özgürlüğünü ve insan haklarını ilgilendiren bir konudur. Bir ülkede Sanıkların tutuklanma koşulları o ülkenin uygarlık düzeyini gösterir. İnsan haklarına saygılı uygar bir ülkede bir suçlunun sadece gerekli olan hallerde tutuklanabilmesi ve -gerekli olduğu sürece tutuklu kalması gerekir. Gereksiz yere bir kişinin tutuklanması veya tutuklu kalması sadece o kişiye değil tüm ülkeye zarar verir. Bu görüşler ışığında ülkemizde tutukluluğa ilişkin yasal durumu irdelemeye çalışalım.

Anayasamıza göz -attığımız zaman kişi hak ve özgürlüğünü büyük bir titizlikle koruyan Anayasalardan biri olduğunu görürüz.

Anayasamızın Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği, başlığını taşıyan 16. maddesinin 2 (c) paragrafı bir kişinin hangi hallerde tutuklanabileceğine ışık tutmak-tadır. Bu madde şöyledir.

"Bir kişi, suç işlediği makul şüphesi üzerine, yetkili yargı mercii önüne getirilmesi amacıyla veya suç işlemesini önlemenin veya işledikten sonra kaçmasına engel olmanın makul olarak gerekli görüldüğü hallerde
yakalanabilir ve-ya tutuklanabilir."


Burada Anayasamız bir kişinin keyfi tutuklanmasını önlemeye çalışmıştır. Tutuklandıktan sonra nasıl bir yöntem izleneceğini ise 16(6) ve (7) paragraflarda düzenlemiştir.

"16(6) Yakalanan kişi, yakalandıktan sonra mümkün olan en kısa -zamanda ve daha önce salıverilmediği takdirde herhalde yirmi dört saat geçmeden bir yargıç önüne çıkarılır.

(7) Yargıç, derhal, yakalanan kişinin anladığı dilde yakalanma nedenlerini soruşturur ve en kısa zamanda ve herhalde yargıç önüne çıkma tarihin-den başlayarak üç günü geçmeyen bir süre içinde uygun göreceği koşullarla yakalananı ya salıverir veya yakalanma nedeni suç hakkındaki soruşturma tamamlanmadığı takdirde, yakalanmanın devamına karar verir. Yargıç her defasında sekiz günü geçmemek koşuluyla-, bu yakalanmanın devamına karar verebilir ancak, yakalanma veya tutuklanma süresinin toplamı, yakalanma tarihinden başlayarak üç ayı geçemez ve bu sürenin sonunda yakalamayı veya tutuklamayı uygulamakla görevli kişi veya makam, yakalanan veya tutuklanan k-işiyi derhal serbest bırakır."

Burada soruşturmanın gereksiz yere uzatılıp bir kişinin gereğinden fazla tutuklu kalmasını önlemek için Anayasanın titizlik gösterdiğini ve sınırlamalar getirdiğini görüyoruz.

Soruşturmanın tamamlanması üzerine Hukuk Dair-esi o kişinin bir suç işlediği kanısına varırsa onu itham eder ve yargılama aşaması başlar. Yargılama aşamasında Sanığın tutukluluğuna ilişkin kurallar Fasıl 155 Ceza Usul Yasası'nın 48. maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde şöyledir.

" 48. Her Mahkeme, uy-gun görmesi halinde, önündeki
herhangi bir davayı erteleyebilir ve bunun
üzerine, bu yasanın 157. maddesi (2)'inci
Erteleme fıkrası kurallarının gözetilmesi koşuluyla,
ve tutuklu Sanığı takdirine göre makul sayacağı
bırakma koş-ullara bağlı olarak salıverir veya tutuklu
kalmasını emreder.
Ancak, seri yargılama veya ilk sorguda bu
tutukluluk süresi her bir defada sekiz günden uzun olamaz ve ertelemenin yapıldığı günü izleyen gün birinci gün sayılır."

-157 (2) madde ise şöyledir.

Kefaletle "Ölüm cezasına mahkûm edilen herhangibir kişi serbest hiçbir halde kefaletle serbest bırakılmaz. bırakma Ayrıca ölüm cezası ile cezalandırılan bir
suçla itham edilen bir kimse de bir Yargıtay-
Yargıcının emri olmadıkça serbest
bırakılamaz."

48. maddeye göre, yargılanması başlayan bir Sanığın davasının ertelenmesi halinde Sanığın tutuklu kalmasını emretme veya onu serbest bırakma konusunda Yargıcın takdir hakkı vardır.- 48. madde "Mahkeme uygun görmesi halinde" "takdirine göre makul sayacağı koşullara bağlı olarak" söz dizilerini kullanarak takdir hakkının geniş olduğunu vurgulamıştır. Hukuk sistemimizin benimsediği en önemli ilkelerden birine göre Yasalar herhangibir k-onuda karar vermeyi Mahkemenin takdirine bıraktığı zaman, Mahkemenin adil karar vererek bu takdir hakkını kullanması gerekir. Şu halde tutukluluk kararı verilmesinin veya tespit edilen serbest kalma koşullarının adil olup olmadığını tartışmamız gerekmekte-dir. Geçmiş içtihatlar bu konuda bize yol gösterebilir. (Gör: C.L.R. 1961 Sayfa 48, Ceza İstinaf No.27/72 ve diğerleri) Geçmiş içtihatlara göre bir Sanığın tutuklu kalıp kalmaması konusunda karar verirken Mahkeme aşağıdaki hususları gözönünde bulundurur.
-
Sanığın yargılandığı suç ciddi bir suç mu?
Sanığın serbest kalması halinde Mahkemede hazır bulunmama olasılığı var mı?
Sanığın tanıklara müdahale etme olasılığı var mı?
Sanığın serbest kalması halinde başka suç işleme olasılığı var mı?

Bir ceza davasını-n duruşmasına başlandıktan sonra Sanığın olaylardan etkilenmesi ve dolayısıyle kaçma ve tanıklara müdahale etme olasılığı artar. Bu nedenle özellikle Ağır Cezada duruşması başlayan bir Sanığın tutukluluğuna karar verme nedenleri çoğalır.

Mahkemenin doğal- (inherent) görev ve yetkisi duruşmayı adil bir şekilde yönetme görev ve yetkisidir. Mahkeme yasal sınırlar ve içtihatların belirlediği ilkeler ışığında bu doğal görevi yerine getirmeye çalışır. Her ertelemede önündeki olguları yeniden değerlendiren Mahke-me, Sanığın tutuklu kalıp kalmaması konusunda vermiş olduğu kararı gözden geçirebilir ve uygun gördüğü takdirde değiştirebilir.

Anayasamızın 16. maddesi Ceza Usul Yasamızın 48 ve 157. maddeleri ile konuya ilişkin içtihatlar bir Sanığı sadece âdil bir yarg-ılama için gerekli olan hallerde tutuklamanın doğru olduğunu göstermektedir. Şu halde tutukluluk kararı her Sanık için ayrı ayrı düşünülmesi gereken ve her ertelemede gözden geçirilip gereksiz tutuklamaların giderilmesi gereken bir karardır. Bu perspekti-ften baktığımız zaman Ağır Ceza Mahkemesinin oturumuna başladığı gün tüm Sanıkları aynı potaya koyup tutuklamasının doğru olmadığını görürüz. Bunun gibi Ağır Ceza Mahkemesinin veya ceza davası dinleyen herhangibir Mahkemenin sırf duruşmaya başladığı için -Sanıkları tutuklamasının ve bunu bir kural haline getirmesinin hatalı olduğu anlaşılmaktadır.

Yukarıdaki sonuçlara varırken görüşlerimize aşağıdaki hususları da eklemekte yarar görürüz. Bir ceza davası ertelenirken Sanığın tutuklu kalmasının âdil yargıla-ma için gerekli olup olmadığına karar vermek davayı dinleyen İlk Mahkemenin yetkisine giren ve İlk Mahkemenin daha iyi takdir edebileceği bir konudur. Diğer faktörlerin yanısıra davanın cereyan ettiği atmosfer ve Sanıkların tutum ve davranışı da tutuklam-a konusunda Mahkemeye fikir verebilir. Bu nedenle Yargıtay, kural olarak özellikle ciddi davalarda duruşma devam ederken İlk Mahkemelerin verdiği tutukluluk kararlarına müdahale etmez. İlk Mahkemenin takdir hakkını veya insiyatifini kullanabileceği bir a-lan olduğunu kabul ederek, ilkesel bir hata yapılmadığı veya istisnai bir neden bulunmadığı sürece müdahale etmemeyi tercih eder.

Şimdi de konuyu İnsan Hakları Sözleşmesi açısından incelemeye çalışalım. İnsan Hakları Sözleşmesi 1950 yılında imzaya açıl-mış ve 1953 yılında 9 orijinal Avrupa ülkesinin katılımıyla Avrupa Konseyi kurularak sözleşme yürürlüğe girmiştir. Konseye üye olan ve sözleşmeye katılan devletlerin sayısı her yıl artmaktadır. Konsey üyeleri Strasburg'da kurulan İnsan Hakları Mahkemesin-in yargı yetkisini kabul etmişlerdir. Kıbrıs Cumhuriyeti 1962 yılında bu Sözleşmeye katılmış ve 39/62 sayılı yasa ile Avrupa İnsan Hakları sözleşmesini iç hukuk haline getirmiştir. 1975 K.T.F.D. Anayasasının Geçici 1(1) maddesi şöyledir.

"(1) 16 Ağustos- 1960 tarihli Anayasanın ve bu Anayasaya uygun olarak, 21 Aralık 1963 tarihine kadar kabul edilmiş mevzuatın; 28 Aralık 1967 tarihli Kıbrıs Türk Yönetimi Temel Kurallarının ve tâdillerinin ve bunlara uygun olarak kabul edilmiş mevzuatın; Otonom Kıbrıs Türk- Yönetimi Yürütme Kurulu ve Meclisinin 13 ve 18 Şubat 1975 tarihlerinde birleşik olarak yaptıkları toplantılarda alınan kararların ve bunlara uygun olarak yaptıkları toplantılarda alınan kararların ve bunlara uygun olarak kabul edilmiş mevzuatın; bu Anayas-a uyarınca konulacak yasalara aykırı olmayanları, yürürlükte kalır."


1985 K.K.T.C. Anayasasının Geçici 4(1) maddesi ise şöyledir.

"(1) Bu Anayasanın yürürlüğe girdiği tarihte yürürlükte olan mevzuat, bu Anayasa kurallarına aykırı olmadığı ölçüde yürürlü-kte kalır."

Görüleceği gibi 39/62 sayılı yasa K.K.T.C.de halen yürürlüktedir ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bizim iç hukukumuzun bir parçasıdır. Bu durum K.K.T.C.'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine bağlı Avrupa Konseyi üyesi devletlerden biri oldu-ğunu göstermektedir. Burada sorun Avrupa Konseyinin K.K.T.C.yi değil Kıbrıs Rum yönetimini üye olarak kabul etmesidir. Halbuki Kıbrıs Cumhuriyeti, iki toplum liderinin imzalarıyla kurulmuş bir ortaklık devleti idi. 21 Aralık 1963'de başlayan olaylar Kıb-rıs Cumhuriyeti'nin ikiye bölünmesine neden olmuştur. Yasal açıdan Anayasayı değiştirmek isteyen ve zorla değiştirmeye teşebbüs eden Rum Yönetiminin değil değişikliğe karşı direnen Türk devletinin Kıbrıs Cumhuriyetinin devamı ve mirascısı olması gerekiyor-du. Buna rağmen Avrupa Konseyi Rum Yönetimini Kıbrıs Cumhuriyetinin devamı olarak tanımıştır. Ne var ki tanıma siyasi bir karar olup yasal bir karar değildir. Bu nedenle K.K.T.C. nin Kıbrıs Cumhuriyetinin yasal devamı ve mirascısı olduğunu, dolayısıyle -Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini uygulayan bir Konsey üyesi olduğunu, yasal bir zeminde öne sürmek mümkündür. Bu iddia örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde tartışılabilir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin tutukluluğa ilişkin 5(3) maddesi şöyledir-.

"Article 5: The right to liberty and security of the person.
Everyone arrested or detained in accordance with the provision of paragraph 1(c) of this Article shall be brought promptly before a judge or other afficer authorised by law to exercise judici-al power and shall be entitled to trial within a reasonable time or to release pending trial. Release may be conditioned by guarantees to appear for trial."

- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin tutukluluğa ilişkin olarak benimsediği ölçü "makul olma" ölçüsüdür. Bu durumda Avrupa Konseyi üyeleri, makul olmayan koşullarda ve makul süre ötesinde bir kişiyi tutuklamamayı kabul etmişlerdir. Taraf ülkelerden birisi-nde bir kişinin makul olmayan koşullarda veya sürede tutuklu kalması halinde o kişinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurup tazminat almaya hakkı vardır. Acaba "makul olma" veya "reasonableness" ölçüsünün tanımı nedir?

Şüphe yok ki konuyu aydınlatac-ak ve makul olmanın anlamını belirleyecek olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden başkası değildir. Bu konuda Mahkemenin işinin hiç de kolay olmadığı açıktır. Çünkü üye devletlerin her birinin ceza yasaları ve ceza usulleri farklıdır. Bu nedenle üye dev-letlerin tümünde müşterek uygulanacak bir ölçü bulmak kolay değildir. En büyük sorun ise üye devletlerden bir bölümünün uyguladığı Kontinental Yargılama sistemi ile diğer bölümünün uyguladığı Anglo Sakson yargılama sistemi arasında önemli farklılıklar ol-masıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin değişik ceza usul ve sistemleri arasında standart bir "makul olma" ölçüsü bulması kolay değildir.

Law of The European Convention on Human Rights (1995) By DJ Harris, M.O Boyle ve C.Warbrick sayfa 136'da belirtil-diğine göre bir ceza davasında mahkumiyet öncesi bir Sanığın tutuklu kalması veya kefaletle serbest kalması konusunda yol gösterici karar, Wemhoff v.Federal Republic of Germany davasında verilen karardır. Avrupa İnsan Hakları Komisyonunun 7 Ekim 1966 tari-hinde havalesi üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde görüşülüp karara bağlanan bu davada Sanık mahkumiyetten önce 3 yıl 5 ay tutuklu kalmıştı ve bu sürenin makul olup olmadığı tartışılmıştır. 1962 yılında Kıbrıs Cumhuriyetinin Avrupa Konseyine üye olm-ası üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına Sn.M.Zekâ seçilmiştir. Wemhoff v. Federal Almanya davasını dinleyen 7 yargıçtan birisi de Sn. M. Zekâ idi. Bu davada Sn. M. Zekâ dışında diğer 6 yargıç Sanığın mahkumiyet öncesi yani soruşturma ve d-uruşma devam ederken 3 yıl 5 ay tutuklu kalmasının makul olduğuna karar verdiler. Sn. M.Zekâ verdiği azınlık kararında konuyu değişik boyutları ile irdeledi ve bir Sanığın bu kadar uzun süre tutuklu kalmasının makul olmadığı sonucuna vardı. Davanın dinlen-ip karara bağlandığı tarihten sonra dünyada ve Avrupa'da insan haklarına ve özgürlüğüne verilen önem artmıştır. Bu nedenle yeni kararlarda Sn. M.Zekâ'nın kararına yapılan göndermeler artmakta ve her geçen gün daha çok hukukçu çoğunluk kararını veren yargı-çların değil Sn. M.Zekâ'nın görüşlerini paylaşmaktadır.

Konuyu daha iyi anlayabilmek için davanın olgularına kısaca göz atmakta yarar vardır. Bir Batı Alman vatandaşı olan Karl Heinz Wemhoff 9 Kasım 1961'de hile, dolandırıcılık ve benzer suçlarla suçlana-rak tutuklandı. Duruşmasının tamamlandığı 7 Nisan 1965'e kadar üç yıl beş ay tutuklu kaldı. Kefaletle serbest kalmak için yaptığı müracaatlar kaçabileceği veya delilleri ortadan kaldırabileceği gerekçeleri ile reddedildi.

Yargılama sonunda 6 yıl 6 ay ha-pse mahkum oldu ve tutukluluk süresinin cezadan sayılmasına karar verildi. Ancak daha sonra verilen karar, İnsan Hakları Mahkemesindeki tartışma konusu açısından önemli değildi. Mahkeme Sanığın mahkum olduğu tarihe kadar 3 yıl 5 ay tutuklu kalmasının mak-ul olup olmadığını tartıştı. Sn.M.Zekâ'nın dışındaki yargıçlar tutukluluğun makul olduğu ve İnsan Hakları Sözleşmesinin ihlâl edilmediği sonucuna vardılar.

Sn. M.Zekâ kararının bir bölümünde şöyle dedi.
"If a man, presumably innocent, is kept in custody -for years, this is bound to ruin him. It is true in the case of Wemhoff that the trial ended with a conviction, but it might have ended with an acquittal as well. By detaining a man too long before his trial, you throw him into despair and the will and de-sire of a despairing man to defend his innocence is materially impaired.


Wemhoff davası mahkumiyet öncesi tutukluluk açısından- Kontinental sistemle Anglo Sakson sistemi arasında farkı belirgin hale getirmiştir.

Anglo Sakson sisteminde suçların soruşturması polis tarafından yapılır. Tutukluluk talebi polis veya polisin hukuk danışmanı savcılık tarafından gelir. Burada Sanığı su-çlayan bir makam yani polis veya Savcı onun karşısında kendini savunan bir kişi yani Sanık ve daha çok hakem rolünde duruşmayı yöneten bir yargıç vardır. Bu sisteme accusatorial (itham edici) sistem denir. Halbuki Kontinental sistemde yargılama yargıç tar-afından yönetilen bir araştırma niteliğindedir. Yaptığı araştırma sonunda yargıç Sanığın suçlu olup olmadığını saptamaya çalışmaktadır. Bu nedenle sisteme inquisitorial (araştırıcı) sistem denir. Araştırıcı sistemin doğal sonucu olarak Sanıklar itham ed-ici sisteme göre daha uzun süre tutuklu kalmaktadırlar. Kontinental sistemde suçluların mahkumiyet öncesi Anglo Sakson sistemine kıyasla 6 kez daha fazla tutuklu kalabilecekleri ifade edilmektedir. (Gör: Wemhoff v. Federal Almanya) Bu nedenle tutukluluk a-çısından diğer üye ülkelerin Anglo Sakson standartlarına ulaşmaya çalıştıklarını söyleyebiliriz. Bizim Ceza Usulümüz ise Anglo Sakson usulleri arasında en ileri olanlardan biridir. Bunun nedeni ise sistemin yanısıra insan hak ve özgürlüğüne büyük önem v-eren Anayasamızın bulunmasıdır. Tarafsız bir araştırma K.K.T.C.'nin kişi hak ve özgürlüklerini koruma açısından ne kadar iyi bir düzeyde olduğunu gösterecektir. Bize düşen görev bu düzeyi korumaya özen göstermektir.

Özetlemek gerekirse Ağır Ceza -Mahkemesinin kararlarında yukarda belirttiğimiz hataların bulunduğu görüşündeyiz. Ancak Avrupa Konseyine üye ülkelerin yasaları ve uygulamaları ile kıyasladığımız zaman bunların ne kadar küçük hatalar olduğunu görüyoruz. Bizim sorunumuz eriştiğimiz düzey-in bilincine varmak ve bunu korumaya çalışmaktır. Konuyu değerlendirirken insan hak ve özgürlüğü konusunda Avrupa hukukçularına yol göstermiş bir yargıcımızın bulunduğunu, eriştiğimiz düzeyin diğer ülkeler tarafından kolay kolay erişilemeyen bir düzey old-uğunu akılda tutmak zorundayız. Geri adım atmamak ve eriştiğimiz düzeyi koruyup daha ileriye götürmek için istinaf konusu hataları tekrarlamaktan kaçınmamız gerekir.

Yukarıdaki nedenlerle istinaf kabul edilir.

-


Taner Erginel Mustafa H.Özkök Gönül Erönen
Yargıç Yargıç Yargıç-


23 Şubat,2001-
-1


13



-


Full & Egal Universal Law Academy