Yargıtay Büyük Genel Kurulu 1944/23 Esas 1945/5 Karar
Karar Dilini Çevir:
Yargıtay
Dairesi: Büyük Genel Kurulu
Esas No: 1944/ 23
Karar No: 1945 / 5
Karar Tarihi: 28.02.1945

(743 S. K. m. 618, 633, 933, 935) (818 S. K. m. 33) (2004 S. K. m. 97, 98, 226)

Eşhasın tapu ile veya tapusuz olarak uhdesinde bulunan gayrimenkul 2510 sayılı İskan Kanununa göre muhacire veya nakledilenlere temlik edildiği takdirde bu temlik tarihinden bir sene geçtikten sonra açılan dava münasebetiyle mümellekünleh namına olan tapunun iptaline 3667 sayılı kanunun üçüncü maddesi mucibince mesağ olmadığından ve gayrimenkulun aynına taalluk eden davanın istimai gayri caiz bulunduğundan bahsile mahalli mahkemesi hükmünün Hukuk Genel Kurulunun 12.5.943 tarih ve 34/33 sayılı karariyle bozulduğu halde ahiren toplanan heyette buna benzer bir hadisenin tetkiki sırasında yukarıda tespit olunan karara mübayin ekseriyet hasıl olacağı anlaşılmış olmakla keyfiyetin Tevhidi İçtihat yoluyla halli Birinci Başkanlığın 26.6.944 tarih ve 3/81 sayılı yazısıyle istenilmesine mebni ihtilafın mevzuunu teşkil eden zikri geçen yazı ile ilişiği karar örneği teksir edilerek Genel Kurul Üyelerine dağıtılmıştı.

Müzakere için tayin olunan 7.2.945 tarihine rastlayan çarşamba günü saat 9,30 da toplanan Genel Kurul Birinci Başkan Halil Özyörük'ün başkanlığı altında müzakereye başlıyarak Birinci Başkan tarafından bu işe ait müzekkere ve eki okunduktan ve mesele izah edildikten sonra evvelemirde tevhidi içtihadı mucip ihtilaf bulunup bulunmadığı reye konularak, hadisenin tevhidi içtihat yoluyla halli lazım geleceği çoğunlukla karar verildi ve vaktin ademi müsaadesine binaen esas hakkında müzakere yapılmak üzere gelecek celseye bırakıldı. 7.2.945

(İkinci oturum: 14.2.945)

Üçüncü Hukuk Dairesi Başkanı Şemsettin Temizer Söz alarak: Kanaatımca mevzuubahis ihtilaf kanunu anlayış şeklinden çıkmaktadır. Evvela kanunun ihtilafa sebep olan maddesini müsaadenizle okuyacağım.

Bizi ilgilendiren kısım 2510 sayılı iskân K.nun Yirmi üçüncü maddesine eklenen fıkradır. (Yirmi üçüncü maddeyi ve eklenen fıkrayı okudular)

Şimdi malumu alileridir ki kanunlar söylerken hisler susmalıdır. Çünkü kanunun karşısında hisler mütehaliftir. Her şahıs kanundan başka türlü mütehassis olur. Binaenaleyh kanunu uygularken hisle değil kanuna tabi olarak hareket etmelidir. Kanun karşısında hislerimizi dinlemek icap etse bendeniz bu kanunu, hiç tatbik etmem. Çünkü bu kanunun birinci gayesi şark vilayetlerinde mütekasif ve Türk olmıyan bir çok halkı oradan ayırıp Türk ırkıyla dolu olan başka yerlere serpiştirmektir. Binaenaleyh bu kanun ilk nazarda benim hissim ile kabili telif değildir. Fakat ne yapayım ki kanundur. Milletim böyle düşünmüş ve bu hükmü koymuş vazife kanunu hüvesine tatbik etmektir. Ben başka türlü kabul edemem. Aksi halde anarşi olmuş olur.

Bu itibarla okuduğum şu yirmi üçüncü madde hakikaten Medeni Kanunla taaruz eylemektedir. Zira benim tapulu gayrimenkulümü Devlet tapusuz zannederek muhacir ve yersizlere temlik eyledim dedimi bana ancak temlik tarihinden itibaren bir sene içinde dava etmek hakkı veriyor. Bir sene geçdikten sonra ayin hakkındaki hakkım sakıt oluyor. Benim hakkım artık o gayrimenkulun temlik tarihindeki rayiç bedelini istemekten ibaret kalıyor. Bu durum ise hisse aykırıdır. Nasıl Devlet benim hususi mülküme tasarruf eder? Bu kanun çerçevesi dahilinde elbette eder. Yarın Devlet bir kanun çıkarıp Türkiye'de hususi mülkiyet yoktur. Diyemez mi? Anane ve adetlerine çok bağlı olan ve tarih boyunca onlara riayetkar bulunan İngiltere bile bu harp çıkınca gazetelerde hepimizin okuduğuna göre neşrettiği bir kanunla icabında fertlerin mallarının devlete ait olacağını kabul etmiş kendisini tehdit eden tehlike ve baş gösteren büyük ihtiyaç karşısında ananesini de yıkmış.

Üzerinde konuştuğumuz bu İskan Kanunu ve 3667 sayılı kanun bize aykırı gelmesin çünkü bir kanundur. Ve kanunun bu tarzı hareketine biz ta istibdattan beri alışık bulunuyoruz; arzedeceğim:

Mecellede müruruzaman sık sık mevzuubahis olur Fakat sukutu hak müddeti o kadar bariz tebellür ettirilmemişti. Gerçi bazı muamelelerde sukutu hakkın da mevcudiyeti belli olurdu ama biz onu sukutu hak müddeti diyebilmezdik; veya pek azımız bilirdi.

Ta istibdat devrinden beri bu nevi kanunlara alışık bulunduğumuzu arzetmiştim. 1286 tarihli Deyn İçin Emvali Gayrimenkulenin Sureti Furuhtu Hakkındaki Kanunun On üçüncü maddesi bu kabil bir hükmü kabul etti.

12 Kanunuevvel 303 tarihli arazi kanununa zeyledilen fıkrada bugün üzerinde durduğumuz hükümle at başı beraber gider. O fıkra şudur: (Okudular) (Bu mevzuda Atıf Bey, Hüsnü Ef. ve Cemal Beyin şerhlerini de arzedeceğim) görülüyor ki üzerinde durduğumuz madde ile okunan şu fıkra hemen hemen ayni mealde gibidir.

Meşrutiyet devrinde de buna benzer kanunlar yapıldı, İşte bir tanesi: Emvali Gayrimenkulenin Tasarrufuna Dair olan Kanunun on yedinci maddesi. (Okudular).

Borcun ödenmemesi halinde bir kısım gayrimenkullerin satılması, kavanini mahsusa ile, defterhane memurlarına verilmişti. Fakat o gayrimenkule, bir müstehak çıkarsa ve dava ederse müzayede tehir olunuyordu. Bu vaziyete göre mesela: İstanbul'da bulunan bir gayrimenkulümü birisi sahte bir muamele ile başkasına vefaen ferağ etmiş ipotek yapmış alacaklı bunu müzayedeye çıkarmış ise ben bundan haberdar olamadım ve müzayede devam ederken istihkak davasını açamadım gayrimenkulde müzayede neticesinde ihale edilmiş bu ihaleden sonra artık o gayrimenkul hakkında onu alan müşteri aleyhinde istihkak davası açamam. Ayni hakkında hakkım sakıt olur, hakkım ancak bedele taalluk eder. Ve artık ben onu alan müşteriden istirdat edemem. Bu maddenin esbabı mucibesi şudur: (okudular).

Bu söylediklerimden başka 1331 sayılı Cumhuriyet devrinin bir kanunu var. Bunun on yedinci maddesi şöyle diyor. (Okudular) işte ayni vaziyet burada da mevcut. Maddeden anlaşılıyor ki o gayrimenkulun bana aidiyetini ispat etsem ve bu hükmen sabit olsa bile yine o gayrimenkul bana geçmiyecektir. Benim yapacağım şey onun kanunda yazılı şekildeki kıymeti alabilmekten ibarettir. Uzağa gitmeye ne lüzum var? İşte her gün uyguladığımız İcra ve İflas K.nun doksan yedi, doksan sekiz ve müteakip maddelerine de bir göz atmak kafi. Bu maddeler İcra ve İflas Kanununun haciz yoluyla takip başlığı altındaki fasıldadır. Bu fasıl hem menkullerin, hem gayrimenkullerin, hem alacak ve hem de hakların ve senetlerin haczi hakkında umumi hükümlerden bahseder. Bu kabil hacizlere karşı istihkak davalarının ne zaman ve nasıl açılabileceği ve istihkak davasının sükutu hak müddeti, bu maddelerde gösterilmiştir. Maalesef bizim memleketimizde ayni gayrimenkul için muhtelif şahısların yedlerinde başlı başlarına tasarruflarını natık tapu senetlerine sık sık tesadüf edilmektedir. Mesela bir alacaklı borçlusuna bir ödeme emri gönderse borçlu kanun hükmünce mal beyanında bulunmaya mecbur. Böyle bir gayrimenkulu olduğunu ve tapu kaydına ait malumatı da bildirdi. Alacaklı bu gayrimenkulu haczetti. Halbuki o gayrimenkul ki başlı başına da diğer bir başkası namına tapu kütüğünün diğer bir sahifesinde kayıtlıdır. İşte gayrimenkulun asıl maliki yedi gün içinde istihkak davası açmazsa hakkı sakıt olur.

İmdi bu maruzatımdan anlaşıldı ki İskan K.nun yirmi üçüncü maddesine eklenen fıkranın ihtiva ettiği hüküm yeni bir sistem değildir. Eskidenberi muhtelif kanunlarla bizde yer almış bulunuyor.

Gelelim Hükümetimizin bu kanunu ne gibi emval hakkında ve ne gibi durumlarda tatbik edeceği veya ettiği meselesine:

Bunu Hükümetin 2510. sayılı İskan K.nun yirmi üçüncü maddesine bir fıkra eklenmesi teklifinin esbabı mucibesini, ve Millet Meclisi Encümenlerinin esbabı mucibe mazbatalarından öğreniyoruz. (Esbabı mucibeleri okudular) Adliye Encümeninde aza Şinasi Bey bu kanun tasarısının Medeni Kanun hükümlerine ve hususi hukuka aykırı olduğu mütalaasiyle muhalif kalmıştır. Onun muhalefetini de okuyalım: (Okudular) Demek oluyor ki bu kanun Medeni Kanun hükümlerine istisna teshil etmek üzere kabul edilmiş oluyor.

Maruzatım şimdilik bu kadardır. Dairemiz bu fıkradaki bir seneyi daima bir sükutu hak müddeti ve kanunun bir nassı olarak kabul etmiş ve etmektedir.

İkinci Hukuk Dairesi Başkanı A. Hikmet Berki: Kanunlar her meselede açık değildir. Bir çok meselelerde tefsire ihtiyaç hasıl oluyor. Bunun içindir ki ötedenberi tefsir yolu açık bulundurulmuş ve bir takım kaideler konarak bu önemli iş ilim haline getirilmiştir. Bu kaidelerden biri de her kanun konusu çerçevesinde mütalaa ve tefsir olunur. Bahislerde böyledir. Yani mevzuları dairesinde inceleniyor. Bu nevi tefsire garp hukukçuları mantıki tefsir diyorlar. Ve mantıki tefsiri plan ve kanunun tanzimini sevk ve idare eden kaide ve fikirler içinde tefsir diye izah ediyorlar.

İmdi bizde tefviz kanununu bu şart içinde tefsir etmek zaruretindeyiz. Müsaadenizle ilgili maddeleri bir daha gözden geçirelim.

Madde: 2- İskan edilen muhacir, mülteci göçebe, ve naklolunan çiftçilere ve sanatkarlara aşağıda yazılı topraklardan dağıtılır.

A- Menşei ve nevi ne olursa olsun bütün milli topraklardan,

B- Şehirlerin, kasabaların, köylerin sınırları içinde bulunan mera, baltalık ve fundalık gibi orta malı olup hükümetçe ihtiyaçtan fazla görülen topraklardan,

C- Şehirlerin kasabaların, köylerin sınırları dışında kalan ve orman olmayan boş yerlerden,

Ç- Devletçe görülecek lüzum ve zaruret üzerine bazı ormanlarda İcra Vekilleri Heyeti Karariyle, muvafık görülen yerlerden,

D- Hükümetçe satın alınacak veya istimlak olunacak çiftlikler ve topraklardan,

Madde: 22- Muhacirlerin, mültecilerin, göçebelerin ve naklolunanların yerleştirilmelerine ayrılan veya bunlara verilen yapılar ve topraklar kimin, işgali altında olursa olsun Vali ve Kaymakamın yazılı emriyle zabıtaca boşaltılır ve kendilerine teslim olunur. Bunlara vukubulacak tecavüzlerde de Vali ve Kaymakamlar zabıta marifetiyle tahliyeye salahiyetlidirler.

Madde: 23- Bu kanun hükmlerine göre muhacirlere, mültecilere, göçebelere, naklolunanlara ve yerlilere dağıtılan yapı ve toprakların temlikine Vali ve Kaymakamlar salahiyetlidirler. Dağıtış deftere veya kararlarının altı Vali ve Kaymakamlarca tasdik edilmesi temliktir. Tasdikli defterlerdeki veya kararlardaki miktarlar muteberdir.

İlave fıkra - (15.Temmuz 1939 - No: 3667) bu suretle temlik edilmiş olan gayrimenkuller hakkında vukubulacak ayni davalarda hasım taraf, yeni malik ile birlikte hazinedir.

Temlik tarihinden itibaren bir sene geçtikten sonra müstehikler tarafından ancak hazine aleyhine vaziyet tarihindeki rayiç üzerinden bedel davası açabilirler.

Ayni veya bedelin verilmesine hükmolunduğu takdirde mahkeme masrafları yalnız hazineye yükletilir.

Görülüyor ki işin mevzuu netice itibariyle Devlete ait olan yerlerin tefvizidir. Şunun bunun tapulu yerleri maddenin konusu dışındadır. Binaenaleyh bir kişinin müseccel yeri verilirse bu kanunun menettiği bir hareket olduğundan umumi hükümlerin tatbiki icap eder. Diğer kanunlarda da böyledir. Binası olmayan bir şahsa bir bina vergisi veya beş yaşında bir çocuğa yol parası tarh edilse bu kanunların mevzuu mükellefler olduğundan burada zikri geçen müteferri hükümler tatbik olunamaz.

Meclis Adliye Encümeni müseccel hakların mahfuz olduğunu kaydetmiştir. Bence buna lüzum bile yoktu. Hilafı zan ve tevehhüm olunmasın diye tasrih etmiştir.

Bir kerre düşünelim kanunda Hükümetce satın; alınacak veya istimlak edilecek topraklardan deniyor. Farzedelim ki satın almaya veya istimlake teşebbüs edilmiş fakat vazgeçerek birinin çiftliğini tefviz etmiştir. Şimdi burada ilavede yazılı müruruzaman tatbik olunur mu? Böyle şey olur mu?

Geçen celsede bulunamamıştım. Galiba bu müddet müruruzaman mı sükutu hak müddeti mi bunda da ihtilaf varmış. Bunu da, arzedeyim. Malum olduğu üzere müruruzaman hak olduğu halde davanın istimaına ve sükutu hak müddeti hakkın vücuduna mani olur. Yani müruruzamanda hak vardır. Fakat zaman geçtiğinden himaye edilmez. Fakat sükutu hak müddetine tabi olan işlerde hakkın sübut ve vücudu bu müddette dava açılmakla meşruttur. Bu müddette dava açılmazsa hak vücut bulmamış demektir. Kanunun istihkak tabirinden de anlaşılacağı üzere açılacak davalar mevcut tasarruf hakkına taalluk etmek itibariyle bahsi geçen müddetin müruruzaman olduğunda şüphe yoktur.

Birinci Hukuk Dairesi Başkanı Cevat Gücün: Birinci Hukuk Dairemiz bahsimize konu olan değişik yirmi üçüncü maddeyi Üçüncü Hukuk Yüksek Dairesi gibi her türlü araziye şamil olacak bir surette mutlak genel bir anlamda uygulamamaktadır.

Maddeyi mutlak ve amm bir şekilde uygulamaya mani olacak hem sarahat ve hem de delalet ve işaret vardır. Sarahat mübadil, muhacir ve mülteci ve sair yerlerden nakledilen kimselere verilecek yerler bu kanunun daha yukarıki maddesinde sayılarak istikrai bir surette zikir ve beyan edilerek tapulu yerler hariç bırakılmıştır. Hükümet devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan sahipsiz boş yerlerden, devlete intikal etmiş olan metruk emvalden, köylere muhassas olup da köylülerin ihtiyacından arta kalan yerlerden ve nihayet istimlak ve istimval edilecek büyük çiftliklerden olan araziyi muhacir ve benzerlerine tahsis ve temlik edeceğini hasren ve açıkça beyan etmiştir. Bir senelik süre içinde müstehıkkının dava etmesi ve etmediği takdirde hakkının bedele inkılap edeceğinden bahseden maddenin başında (bu kanuna göre) kayıt ve atfı vardır. Matufunaleyhi olan madde ise bu kanun hükümlerinin hangi arazide cereyan edeceği hakkında pek sarih bir hasrı ifade etmektedir. Tapulu arazinin hariç bırakılması istisna teşkil eder. Zaten istisnanın tarifi nedir? (Tekellüm bil baki badessünya) değil midir? İşte bunda da kanuncu tapulu araziden maadası hakkında konuşmuştur. Tapulu arazinin bundan hariç kaldığına dair bir işaretli delalet de vardır. O da şudur: (İstimlak olunacak tapulu çiftlikler) ibaresinden anlaşılıyor ki tapulu yerleri, usulü dairesinide peşin değerini bankaya yatırarak iskanı muhacirin için lazım olursa istimlak edeceğinden bu şekilde istimlak yapılmaksızın kimsenin tapulu yerinde iskan yapılamıyacaktır. Yapılırsa ister yanlışlık olsun ister bilerek olsun tahsis ve temlik hükümsüz olmak lazım gelir. Vali ve Kaymakam kanunen mesağ verilmemiş bir temlik yapmış olur ve bu temlik bu kanuna göre bir temlik olmadığına göre atıf veçhile buna ait davada değişik maddenin bir seneye ait istihkak davası hükmü de cari olmaz. Demek oluyor ki bu maddenin tapulu yerlere ait istihkak davalarında uygulanmasına arz eylediğim gibi kanunun hem sarahat hem de işaret ve delaleti vardır. İşte "bu kanun" ile mesukunleh de budur. Yoksa muhacirleri gayrin tapulu arazisinde iskan tasavvur bile edilmemiştir. Temyiz Üçüncü Hukuk Dairesinde hakim olan fikir ve kanaatle bunlara iltihak eden zümre bu kanun ve maddenin encümenlerdeki gerekçeler mazbatasiyle maddedeki (istihkak), (müstehik) ve (bedel) hükümlerinden çıkardıkları anlamlara dayanmaktadır. Dayanakları sakattır; çünkü: istihkakın lugatçe anlamı bir şey haklamadır. Hukuki terimde istihkak öteden beri malik olduğu taşıtlı ve taşıtsız, tapulu veya tapusuz bir malı başkasının eline veya tasarrufuna geçtiğini gördükte istirdadı hakkında açtığı davadır. Bunun tapulu veya tapusuz olan arazi davacısına da müstehik deneceğine göre neden tapusuz yerlerin müddeisinin de kastolunabileceğini teemmül etmiyorlar da madem ki mutlak surette müstehik denilmiştir, o halde tapulu yerler de bu mefhum içindedir diyorlar.

Bu müstehıkkın daha önce arz ettiğimiz gibi kanunun sarahat ve delaletiyle olan takyidini gözönünde tutarak buradaki istihkaktan maksat tapusuz istihkak davaları olmak lazım geleceğini kabul etmek zarureti vardır.

Tapusuz yerlerde istihkak iddiası cereyan etmez mi?

Tapusuz yerlerin bedeli olmaz mı? Tapuya tescilden evvel mülkiyet ifade eden Medeni Kanunun 633. maddesinde yazılı hususlar ve bu meyanda ihya ile tescilden evvel kazanılan haklar yok mudur? ve bunların bedelleri olmaz mı? Sonra bizde toprakların yüzde altmışı tapuca müseccel değildir. İhyaya, yede, tescilsiz tahsislere müstenit istihkak iddiaları yok mudur? İşte kanuncu bunları düşünmüş ve bu kısa süreyi onlar için koymuştur. Nitekim evvelce de arazi kanununun yirminci maddesine müzeyyel bir madde var idi. Onda da araziyi haliyeden muhacirlere tahsis edilecek topraklar hakkında açılacak davalar için iki senelik bir zamanaşımı konulmuştur. Onda da tapulu ve sahipli arazi bu kısa zamanaşımı hükmünden hariç bırakılmıştı. Tapulu yer sahibi her zaman toprağının başında bulunmaz. Tapusu koynunda başka yerde oturur ve mülkünden emin iken günün birinde tapulu evinde veya bahçesinde bir muhacirin yerleştiğini anlayıp dava açtığında "aradan bir yıl geçmiştir ve bunun mebdei ıttıla değil temlik tarihidir, evi ve bahçeyi dava edemezsin, bedelini iste" demekte hak ve adalet var mıdır? Bu adaletsizliği kanun vazıı asla terviç etmemiştir. Yanlışlıkla olabilir dediler. Yanlışlık olduğunda bu maddenin cereyan edeceğine karine yoktur. Bilakis hükümsüz bir temlik karşısında o maddenin uygulanamaması evleviyette kalır.

Ticaret Dairesi Başkanı Fuat Hulusi Demirelli: 2510 sayılı kanunun 3667 sayılı (kanunla değişen yirmi üçüncü maddesinde denildiği gibi cetvel Vali yahut Kaymakam tarafından tasdik olunmak suretiyle temlik olunmuş sayılan mülkler ancak kanunun birinci maddesinde sayılan mülklerdir. Bunlardan olmayan mülkler yirmi üçüncü maddede bahsedilen cetvele girmekle hazine tarafından temlik edilmiştir denemez. Çünkü birinci madde buna mani olduğu gibi bir kimsenin mülkü olan bir yerin kanun hükümlerine uygun surette istimlak edilmiş olmadıkça hazine tarafından bir başkasına temlik edilmesi tasavvur bile edilemez. Yanlışlık olabilir deniyor. Yanlış bir muamele üzerine muteber bir temlik hükmü tertip olunamaz. Buna müsait sayılabilecek bir hukuk prensibi bilmediğim gibi yanlış bir tasarrufun kanuna uygun bir istimlak olabileceğine de ihtimal veremem. Umumi menfaatler için istimlakin yolu Anayasa'daki temel üzerine düzenlenip yayınlanmış olan hususi kanunlarda gösterilen yollardır. Yanlış bir işlem üzerine öyle bir istimlak sonucuna varılamaz. Bu kanun da bir iskan kanunudur; yoksa kamulaştırma kanunu değil.

Maddenin son şeklinde yani yeni ekinde kabul edilen bir senelik dava müddeti ancak bu kanuna göre yani birinci maddede sayılan yerlerin birinden olmak üzere temlik edilen mülke karşı olan istihkak davası için konmuştur. Onun için bu müddetin başlangıcı da cetvelin ilanı falan gibi mülk sahibinin işi öğrenebileceği bir zaman değil, cetvelin tasdik olunması tarihi olarak kabul edilmiştir. Bunda nedense büyük bir mahzur görülmemiştir. Fakat ne olursa olsun, birinci maddede sayılan bir yer yirmi üçüncü maddede yazılı suretle temlik edilmiş olunca bu temlike karşı istihkak davası ancak hazinece daha evvel yapılmış bir tahsis veya tefviz gibi bir sebebe istinat edecek. Fakat cetvele bir yurttaşın mülkü ve bu cümleden olarak adına tapuda kayıtlı olan bir gayrimenkul girmişse bu kanuna göre, hatta hiç bir kanuna göre bir temlik yok demektir. Bazı arkadaşlar bu halde de temlik var diyorlar. Birinci maddeyi hiçe sayarak sadece yirmi üçüncü maddeye bakıyorlar. Halbuki kanun Ali'nin mülkünü Veli'ye temlik ediniz dememiştir. Vali veya Kaymakam cetvelde Ali'nin mülkü bulunduğunu bilerek onu temlik etmeyi kastetmemiştir. Hatta mülk kendisine verilen kimse bile Veli de Ali'nin mülkünü kendisine mülk edinmek istememiştir. Böyle bir temlik nerede görülmüş? Temlikin şartı yalnız yirmi üçüncü maddenin tayin ettiği şekle uygunluktan ibaret değildir, esas ve konuyu bildiren birinci maddeye uygunluk temlikin hatta şekilden de daha esaslı olan rükünlerindendir. Her iki maddeye de uygun muamele temliktir. Bunlardan yalnız yirmi üçüncü maddeye uygun, fakat birinci maddeye göre batıl olan muamele temlik değildir. Aksini kabul etmekle her hangi bir batıl satışı yalnız şekline bakarak ve esasındaki butlanı nazara almıyarak muteber saymak arasında hiç bir fark yoktur. Bunun için mülk sahibi mülkiyet hakkına ve tapu kaydına dayanarak her zaman bu yanlışlığın düzeltilmesini isteyebilir. Ona karşı yirmi üçüncü maddeye dayanarak senin mülkiyet hakkın cetvelin tasdiki üzerinden bir sene geçmekle düşmüştür diyemeyiz. Hususiyle o yurttaş bize benim dediğiniz cetvelden haberim yoktur; şimdi haber aldım derse kendisine "senin, haberin olmuş, olmamış; bunun hükmü yok; değilmi ki davayı cetvelin tasdiki tarihinden bir sene içinde açmadın, bir sene geçti artık senin mülkünün üzerindeki ayni hakkın düşmüştür; sen ancak hazineden bedel isteyebilirsin" diyemeyiz.

Bir hak, hususiyle zamanaşımına bile tabi olmayan tapuda kayıtlı mülkiyet hakkı nasıl olur da mülk sahibinin haberi olmadan geçecek bir senenin sonunda düşmüş bulunsun. Bu fikirde bulunanların buna benzer diye öne sürdükleri eski ve yeni kanunlardaki hükümlerin hiç birinde böyle habersiz, sessiz sedasız bir hakkın düşmesi yoktur. Onların hepsinde gerek hakkın sükutu, gerek zamanaşımı sürelerinin başlangıcı hak sahibinin hakkına tecavüz olunduğunu öğrendiği tarihtir. Kanunun, Anayasa'daki yurttaş haklarına, hukuk ve adalet prensiplerine uygun olduğunda şüphe edilemeyeceğinden maddeye böyle en açık hak kaidelerine aykırı bir mana verilemez.

Hak sahibine ne diyeceğiz? Hangi kusurunu yüzüne çarpacağız? Cetveli kendisine tebliğ etmedik, ilan etmedik ki kanunun dava için koyduğu müddeti geçirdin diyebilelim. Sayın arkadaşların bazıları buyuruyorlar ki tapu kayıtları mazbut değil, aranırsa bulunamaz, onun için Vali ve Kaymakamın yaptıkları yanlışlık mazur görülür. Peki, tapu kayıtlarının şayet mazbut değilse -ki ben bunu kabul etmiyorum mazbut olmamasından kayıt sahibinin yahut mirasçısının ne kusuru olabilir? O arkadaşlar yanlışlığı yapan Vali ve Kaymakama özür arıyorlar da bütün kusur ve ihmali zavallı mülk sahibine, hem de sulh mahkemesine başvurmuş olduğuna göre şöyle üç, beş dönümlük bir tarla yahut kıymeti 300 lirayı geçmeyen bir evin malikine mi yükletmek istiyorlar? Tabii maksatları bu değil, ama tapu kayıtlarımız muntazam değildir, mülk sahibi mülkünün başında bulunmalı, Vali, Kaymakam bu mülke karışıyor mu karışmıyor mu? Temlik cetveline koymuşlar mı koymamışlar mı? Bunları araştırmalı demeleri adeta bu manaya geliyor.

Ya davacı onlara derse ki efendim köyde böyle bir cetvel yapıldığını ben ne bileyim ki üç seneden beri askeri hizmette bulunuyorum. Köyüme hiç gitmedim ve böyle bir cetvele benim tapulu evimin, tarlamın girmiş olduğunu kimse bana bildirmedi, ona ne cevap verecekler? Bir kimsenin hakkı kendisinin haberi olmadan ve hiç bir kusuru olmadan sadece Valinin, Kaymakamın, tapu memurunun kusurları yüzünden işte böyle bir senecik içinde düşer mi diyecekler?

Müsaadeleriyle arz edeyim ki ben böyle bir şey söyliyemem ve adamın davası ve hakkı düştü diyemem. Zaten yirmi üçüncü madde tek başına değil de, birinci madde ile birlikte gözönünde tutulunca davacıya o yolda cevap vermeğe kimsenin hakkı olmayacağı fikir ve inancındayım. Yukarıda maddeyi nasıl anladığımı söyledim ve yanlışlığa müstenit bir temlik, yanlışlık üzerine kurulacak bir kamulaştırma olamayacağını da arzettim. Arkadaşların bazısı hala Vali ve Kaymakamın tasdiki Hasan'ın ve Ali'nin mülkünü de temlik demektir diyor ve zaten on senelik zamanaşımından bahsediyorlar ve bunun yerine bu kanunun bir senelik hak sükutu kabul ettiği fikrinde bulunuyorlar. Ben ise malikin ve mirasçısının bu kanuna göre de hakkını hiç bir zamanaşımına bağlı olmadan arayabileceğini ve yirmi üçüncü maddenin buna mani olacak bir mana taşımadığını iddia ediyorum. Çünkü mülkiyet hakkının yanlışlıkla ortadan kalkıp yanlış bir muamele ile başkasının uhdesine geçmiş bulunacağını veya yine böyle bir yanlışlık neticesinde bir mülkün sahibine haber verilmeksizin kamulaştırılmış bulunacağını kabule imkan yoktur.

Valinin veya Kaymakamın temlikte bulunduğu kimsenin iyi niyetli olduğunu kabul eden arkadaşlar, mülk sahibinin hangi halinde iyi niyete aykırı bir şey görüyorlar? Sübjektif olarak her ikisi iyi niyet taşıyorlar. Hangisinin niyeti objektif bakımdan da itiraz götürmezse onu tercih edeceğimiz yerde tapu kaydını iyi tetkik etmeyen tarafın yanlışlıktan faydalanma hakkını mı tercih edeceğiz? Yanlışlıkları hoş görüp devamını terviç etmek mi gerek? Ne yapalım? Kanun böyle diyor diyemeyiz. Çünkü kanun böyle demiyor. Birinci maddede saydığı mülklerden başka bir mülkün ne temlikini ne kamulaştırılmasını kastetmiş değildir. Kanunun hangi bir hükmünde köylünün elindeki biricik evini yahut üç, beş dönümlük ancak idaresine yeten bir tarlasını kamulaştırmak ve sonra da başka birisine vermek kastı çıkarılabiliyor, anlıyamıyorum. Bir toprak kanunu tasarısı var, işitiyoruz. O, Anayasa'nın yetmiş dördüncü maddesinin ikinci fıkrasına uygun bir tasarıdır ve ancak bir kimsenin idaresinden fazla olan toprağı önce kamulaştırıp sonra topraksız çiftçiye veriyor. Yoksa üç, beş dönümlük toprak sahibinin tarlasını yahut herhangi bir kimsenin evini elinden alacak, bir başkasına verecek değildir. Hadiselerimizde ise dava böyle üç, beş dönüme yahut eve falan taalluk ediyor ve yanlışlıklar bir, iki değil, pek çok olmuştur. Davaların çokluğundan ve çoğunun sulh mahkemelerince görülmüş olmasından ve önümüzdeki iki olay ve misalden böyle yanlışlıkların hoş görülemeyecek kadar çokça olduğu anlaşılıyor.

Kendilerine böyle temlik yapılanların hepsi de muhacir falan değildirler. Başka yerlerden uzaklaştırılmış olanlar ve aynı köyden topraksız yahut toprağı az olanlar da var ve olabilir. Fakat her kime böyle yanlış bir muamele ile yer verilmişse ondan her zaman alınabilir; Masraf mı etmiş? Onu yanlışlığı yapan tazmin etsin; hakiki mülk sahibi, fakir köylü değil. Çünkü onun bu işte hiç bir kusuru yoktur. Bununla beraber zaruri ve faydalı masrafları o da seve seve öder. Elverir ki mülkü kendisine geri verilsin. Muhacir yahut topraksız kimse açıkta mı kalacak, ikinci bir göçmenliğe mi uğrayacak; ne münasebet? Devlet'in bunca toprağı ve metruk mallardan mülkleri var. Kanunun birinci maddesinde sayılan o gibi mülklerden başka bir münasibini, hatta daha iyisini ona vermeye yine Devlet'in ve bu kanunun kudreti ve yetkisi vardır. Fakat yerlinin evi yahut üç dönüm tarlası elinden alınıp ona yalnız parası verilirse yarın o parayı yer ve yeni toprak kanunu tasarısı kanunlaşıncaya kadar o zavallı topraksız kalmış olur. Böyle bir şey ne adalete sığar, ne hiç bir mantığa veya kamu menfaatına uygun düşer.

Sözümün özü şudur ki bahsini ettiğimiz kanunun yirmi üçüncü maddesini ve bunun son şeklini yine, bu kanunun değiştirilmemiş olan ve esas maksadı sınırlıyan birinci maddesini gözden kaçırmaksızın okumalı ve ona bu yolda ve hak, adalet, müsavat ve genel menfaat prensipleri dairesinde gerekli olan manayı vermeliyiz, yoksa maddeyi yalnız başına ele alıp ve istihkak kelimesi mutlaktır deyip hiç bir adalete ve akıl ve mantığa, hatta eşitliğe ve genel menfaate uymayan ve kanunun birinci maddesindeki çerçeveyi kırıp ondan taşan bir manada anlamayı ve uygulamayı benim havsalam almaz. Takdir ve karar yüksek heyetinizindir.

Osman Nuri Köni: Efendim, tefsir hakkında bir takım kaideler söylendi, doğrudur da. Evet tefsirde umumi kaideleri nazara almalı ve ahkamı umumiyeye yaklaştırmalıdır deniyor. Şüphesiz bu mühim bir kaidedir. Fakat bu kaide, bu nas bir hükmü kanuni bulunmadığı, kanunda hilafına sarahat mevcut olmadığı takdirde gözönüne alınacaktır. Fakat kanun bililtizam Medeni Kanundaki müddetlerden ayrıldı ise artık o kanunun nasıl bir kanun olduğuna bakmalıdır, iskan kanunu bir amme kanunudur. İskan edilen zümre için konmuştur ve onların terfihini, yerleşmesini, istikrarını gaye edinmiştir. Yoksa beş altı sene sonra tedirgin olmasını değil. Muhacir orada yerleşmiş, o yere güvenmiş; sonradan da şimdi çıkacaksın deniyor. Vazııkanun hayır ben olsa olsa bir sene için onu bu ihtimale maruz bırakırım diyor ki bir sene içinde muhacirin tam manasiyle yerleşmesi ihtimali pek azdır; ve müstehiklere - bu tabir şayanı nazardır. Müstehik tapulu sahip demektir ki vazıı kanun bu tabirle Medeni Kanuna göre hak sahibini kastetmektedir. -bunun için bir sene içinde dava açmak hakiki tanınmıştır. Kanun zilyet vs. demiyor, müstehık diyor. Vazıı kanun bu kanunu koyarken muhaciri düşünmüştür. Bunun için yani muhacirler perişan olmasın diye kısa bir sukutu, hak müddeti koymuştur. Bendenizce mevzuubahs maddede iki tane müddet mevcuttur:

1- Sukutu hak müddeti,

2- Bedel hakkında müruruzaman (Çünkü kanunda bu hususta sarahat mevcut değildir.)

Kanun bedel davasında hazineyi hasım olarak kabul etmekle ahkamı umumiyeden ayrılmış bulunuyor.

Mevzuubahs ettiğimiz kanun Anayasa'ya aykırı gibi görünüyor; fakat bu mahiyette bulunan kanunlar çoktur. Müsadere kanunları Anayasa'ya aykırıdır. Anayasa'da gerçi buna aykırı kanun konmıyacağı musarrah ise de bahsettiğim mahiyette kanunlar pek ala mevcuttur. Muhterem heyetinizin 927 yılında verilmiş bir kararı vardır, o kararda: "gerçi bu husus Anayasa'ya aykırıdır ama bizim için mutadır" denilmişti.

Bir misal vereyim: Milli Korunma Kanununun otuzuncu maddesi müstecirleri himaye etmektedir ve bu bir amme kanunudur. Bu mesele ile ilgili bir işe ait bir kaç celse evvel yaptığımız bir müzakerede Fuat Bey ef. müstecirleri müdafaa etmişlerdi. Bu günkü mevzuumuzda da müstecirler değil de muhacirler himayeye layıktır. 2510 sayılı İskan Kanunu bir amme kanunudur, bir kanunu hususidir; yani Medeni Kanuna nazaran hususi bir kanundur. İkisi karşılaştığı takdirde umumi kanun susacaktır. Usulü fıkıhta "has ammı takyit eder" kaidesi bu durumda cari olacaktır, bilhassa kanun ihtiva ettiği sarahatle de bunu icap ettiriyorsa. Müsaadenizle 3667 sayılı kanunun üçüncü maddesini okuyacağım (okudular). Burada vazııkanun umumi hükümlerden ne kadar ayrılmış... Hazineyi taraflar arasına koymuş, yani bedel davalarında muhaciri aradan çıkarmış. İşte bu hususta cereyan edecek zamanaşımı on sene olabilir. Bugün müsteciri himaye ettiğimiz gibi muhaciri de himaye etmeye mecburuz, zira madde bunu amirdir.

Kaymakamın yanlışlık yapmayacağından bahsetmek doğru olamaz. Onun hareketi bizim için kıstas olamaz. Kaymakam hata yapabilir. Kanun vazu bu madde ile tapulu arazi sahiplerini kastetmemiştir. Fakat Kaymakamın yanlışlıklar yapabileceği ihtimalini düşünerek bu maddeyi koymuştur. Şinasi Beyin muhalefet şerhi de bunu gösteriyor.

Zaten vazııkanun Kanunu Medeni'yi kafi görse idi hususi bir meeyyide koymaya lüzum hissetmezdi. Kafi görmediği için bu maddeyi koydu? İşte bu has'tır ve ammı takyit etmektedir.

Sonra muhterem arkadaşlarımın ileri sürdükleri şu fikirlere göre müstehlikler ne zaman bedel davası açacaklardır? Bu sualin cevabı "10 sene" mi olacaktır? Müstehik için bir on sene daha mı kabul edeceğiz? Hayır. Madde bunu kastetmemiştir. Geçenlerde yaptığımız bir müzakerede de hususi surette vazolunmuş bir maddenin kanunu umumiyeyi durduracağı neticesine varmıştık. Ne yapalım? İşte burada da biz iskan kanununa mana vermekle mükellefiz. Müstecirleri himaye ettiğimiz gibi muhacirleri de edeceğiz. Tasarruf hakkı muhterem ve mukaddestir de o halde Milli Korunma Kanununun otuzuncu maddesi ne oluyor? Vazııkanun böyle istemiştir. Bu madde karşısında benim gönlüm Kanunu Medeninin tatbikini istiyor diyebiliyor muyuz? Hayır. Biz kanunları tatbikle mükellefiz. Vazııkanun tapulu arazi sahiplerini düşünmese idi bu maddeyi koymazdı, düşündü de koydu. Bu suretle de Medeni Kanundaki umumi hükümlerden ayrılmış oldu. Biz bunu tatbikle mükellefiz. Kanun vazıı iskan edilen muhaciri aldatmak istemez, korumak ister. Arazisi şarkta olup da kendisi İstanbul'da bulunan bir şahsın bu arazi ile olan ilgisi onun üzerinde yerleşmiş, ekip biçmiş olan bir muhacirin ilgisi ile ayni derecededir denebilir mi? Hem müstehik bedelini de alacak ya...

Mühim bir noktaya işaret etmek istiyorum: Kanaatımca maddedeki müstehik tabirine tam ve kamil manasını vermelidir. Maddede bu tabirin bulunuşunun hususi bir manası vardır.

İşte maddeyi ve kanunu böyle anlamak lazımdır kanaatındayım. Muhaciri yerleştiği topraktan beş-on sene sonra çıkaramayız. O artık yerleşmiştir. Biz müstehikler hakkında vazııkanundan daha adil olamayız; binaenaleyh maddedeki bir senelik müddet sukutu hak müddetidir.

İcra ve iflas Dairesi Başkanı Abdullah Aytemiz: İskan kanununun yirmi üçüncü maddesine eklenen fıkra ki son bendini teşkil ediyor. Bu bende göre temlik tarihinden itibaren bir sene geçtikten sonra müstehikler tarafından ancak Hazine aleyhine vaziyet tarihindeki rayici üzerinden bedel davası açılabilir; yani bir sene geçtikten sonra ayni dava edilemez. Bu madde istihkak iddia eden kimsenin elinde tapu senedi olsun olmasın bütün istihkak davalarına şamil mi değil mi. Yoksa gayrimenkulu tapuda müseccel bulunmayan müstehiklere mi mahsustur. İki daire arasındaki ihtilafın mevzuu budur.

Maddenin ibaresine bakılırsa böyle bir tefrik ve tasnife imkan yok. Çünkü maddede mutlak surette bir sene geçerse ancak bedeli dava olunabilir denmektedir. Kanunu Medeni'nin birinci maddesinde bir esas konulmuş, o da kanun lafziyle ve ruhiyle temas ettiği hadiselere tatbik olunur. Şu halde kanunun lafzından ziyade ruh ve manası nazara alınır. vazııkanun kastettiği mana müzakere arasındaki sözlerden ve encümen mazbatalarından anlaşılır. Adliye Encümeni mazbatası aynen şöyledir: (İskan Kanununun yirmi üçüncü maddesine Vali ve Kaymakamlar tarafından tasdikin temlik sayılacağı hakkındaki hüküm Kanunu Medeni'nin mülkiyet haklarına mütedair ahkamına muhalif bulunmakta ise de tapuda müseccel mülkiyet haklarına riayet etmek ve vatandaşlara hataların tashihi imkanını açık bırakmak şartiyle ayni hak iddiaları için bu maddenin üç senelik müracaat hakkını tanıyan son bendinin kabulü encümence muvafık görülmüştür.) Encümenin bu açık beyanına bakılırsa tapuda kayıtlı olan gayrimenkul sahiplerinin açacakları istihkak davası bu kısa müruruzaman müddetine tabi değildir. Tapuda kayıt olup olmamak arasında böyle bir fark gözetilmiş olması çok yerindedir. Herkes mülkünü devletin tapu kütüğüne kaydettirmesi bir vazifedir. Bunu yapmıyanlar böyle kısa bir müruruzamana tabi tutularak aynını dava hakkından mahrum olmağa layıktırlar. İhmallerinin cezasını çekmiş olurlar. Halbuki mülkü tapuda kayıtlı olanların bu hususta hiç bir kusur ve ihmalleri yoktur. Bu ek bu kabil müstehiklere de teşmil edilirse tapu kayıtlarına hiç bir kıymet verilmemiş olur. Halbuki vazııkanun tapu sicillatına çok ehemmiyet vermiş. Kanunu Medeni'nin bir maddesinde tapudaki kayda bakarak bir gayrimenkulu teferruğ eden kimsenin elinden alınamayacağını tasrih etmiştir. İlave olunan bu son bentten kanun vazıının kastı bu olduğu yani tapuda kayıtlı gayrimenkullere şümulü bulunmadığı encümen mazbatasında zikir ve tasrih kılınmış ve Hükümetin teklifi bu kayıtla kabul edilmiştir. İş bu mazbata da beyan olunduğu şekilde Umumi Heyetten geçerek kanuniyet halini almıştır. Böyle sicillatında kayıtlı olanlarla olmıyanlar arasında bir fark gözetilmesi zaruri ve hatta çok faidelidir.

Bu bir sene müddet sukutu hak müddeti mi yoksa müruruzaman müddeti mi? Bunların arasında çok mühim fark olduğundan ayırt edilmeleri lazımdır. Müruruzamanda talep şart olup hakim bunu resen nazara alamadığı halde sukutu hak müddetinde hakim kendiliğinden gözönünde tutabilir ve talep lazım değildir. Bu kanuni bir farktır. Bir de manevi ve ruhi bir fark var. O da müruruzamana uğrayan bir hak dava edilemez amma manevi bir borç bırakır. Ve borçlu ahlaken ve manen borçlu olarak kalır. Sukutu hak müddetinde ise kullanılmıyan hak düşer ve manevi bir iz ve hak bırakmaz. Muhacirler hakkında arazi kanununun mülga maddeleri meyanınıda hükmü kalmıyan 303 tarihli bir ilaveyi hatırlatmak isterim. Aynen şöyledir: (Arazii haliye ve mahluleden devletçe mühacirine tefviz olunup onlar tarafından ziraat ve ebniye inşa olunan arazi hakkında iki sene mürurundan sonra aharı tarafından ikame olunacak tasarruf davası istima olunmaz.) Bu ek aşağı yukarı bunun yerine ikame edilmiş ve yalnız müruruzaman müddetini iki seneden bir seneye indirilmiştir. Gabin, rizadaki fesat, hibeden dönmek ve şufa hakkını kullanmak için muayyen olan müddetler sukutu hak müddetleridir. Sukutu hak müddeti olarak kabul olunan yerlerde kanunun tayin eylediği müddet içinde müracaat vuku bulmazsa hak doğmaz. Hakkın doğumu ancak müracaatla olur. Şu halde doğmamış ve mevcut bulunmamış olan hakkın devam ve bekası tasavvur olunamaz.

Aziz Yeğer: İskan edilecek muhacir, mülteci, göçmen ve sairlerine hangi toprakların ve yerlerin verileceği İskan Kanununun yirmi birinci maddesinde yazılıdır. Bunların içinde şahısların hususi mülkiyetlerine, dahil yerler yoktur. Ve bu nevi topraklar istimlakten evvel verilemez. Bu esas kaidedir. Fakat memleketimizde kadastro işleri tamamlanmamıştır. Tapu kayıtlarımız her yerde tam ve muntazam değildir. Bir muhacire esasta milli topraklardan yer verilecek iken tapu kayıtlarının noksanlığı vs. gibi sebepler ile yanlışlıkla şahısların hususi mülkiyet ve tasarrufları altında bulunan tapulu yerleri de verilebilir. Bu bir ihtimaldir. İstenmiyerek bu yanlışlık olabilir. Şüphesiz bunu düzeltmek lazımdır ve bunun için de kanunun yirmi üçüncü maddesine ek fıkra konmuştur.

Şahısların tapulu yerleri bu fıkra hükmüne girmezse o halde bu yeni fıkranın niçin konmuş olduğunu ve bunun tatbik yerini Sayın Başkanlarımız Ali Himmet Berki ve Fuat Hulusi Demirelli'nin izah buyurmaları lazımdır. Kendilerinden bu ciheti sorarım. Gerçi Sayın Bay Fuat Hulusi Demirelli bu fıkranın tatbik yerini, henüz namına tapu kayıt ve tescili yapılmamış olan kimseye verilecek bir yer hakkında o kimsenin müracaat edebileceği yol olmak üzere göstermekte ise de bu beyanı kabule maddenin diğer bir fıkrası hükmü engeldir. Çünkü yirmi üçüncü maddeye ilave olunan diğer bir fıkrada ayniyle (temlik tarihinden itibaren bir sene geçtikten sonra müstehikler tarafından ancak hazine aleyhine vaziyet tarihindeki rayiç üzerinden bedel davası açılabilir) denmektedir. Sayın Bay Demirelli'nin sözlerinden anlayabildim ise, bir yere namzet olan kimseye sonradan bu yerin verilmiyerek muhacirlere temlik edilmiş olmasından dolayı o kimseye hükümet bir bedel verir mi? Elbette hayır. Bunu caiz görecek hiç bir kanuni mevzuumuz yoktur.

Bedel ancak bir yere tasarrufu ve temellükü kanun ile tanınmış olan kimselere verilir. Medeni Kanunun 633. maddesi mucibince gayrimenkul tapuda namına kayıtlı olan kimse veya işgal, miras, istimlak, cebri icra yolları veya mahkeme ilamı ile bir gayrimenkulu iktisap eden kimse o gayrimenkule malik olur. Ve bu kimse elinden alınan böyle bir yeri için bedele müstahak olur. Bedel verilebilecek ve bu bedeli alabilecek kimsenin hukuki durumu ile ihtilaflı fıkranın delaletini ve manasını bulup çıkarmak icap eder. Bu da yukarıda söylendiği veçhile bir kimsenin gerek tapulu yeri olsun ve gerek 633. maddede yazılı sebepler ile iktisap ettiği yerler bulunsun bunların bir yanlışlıkla muhacirlere temlikinde o kimsenin ayni hak talebi için bir sene içinde müracaatının gerekli olmasıdır.

Yirmi üçüncü maddenin ihtilaflı fıkrasının kast ve delaletin den şahısların tapuya bağlı yerleri için vuku bulacak müracaatlarını hariç tutmaya; bu fıkranın konmasiyle gözetilen amaç hakkında Hükümetin gerekçesi ve fıkralar ifadesi ve Büyük Millet Meclisi Encümenleri'nin mazbataları beyanı engeldir. Bu Fıkranın niçin konduğunu Sayın Başkan Şemsettin Temizer Hükümet gerekçesini okuyarak izah ettiler. Tekrara lüzum görmem. Bu fıkrada müstehikler tarafından deniyor. Bir evvelki fıkrada ayni dava sözü vardır. (Müstehik) kelimesinin (ayni dava) sözünün anlamı bellidir. Bu anlamı tapulu mutasarrıfları dışa çıkarmak suretiyle daraltmak için hiç bir sebep yoktur. Bundan başka Millet Meclisi Adliye Encümeni mazbatasında da (tapuda müseccel mülkiyet haklarına riayet edilmek ve vatandaşlara hataların tashihi imkanları açık bırakmak şartiyle bu maddenin ayni hak iddiaları için üç senelik müracaat hakkı tanıyan son bendinin kabulü muvafık görülmüştür?) deniyor. Yani ayni hak iddiaları için muayyen müddet içinde müracaat olunduğunda şahısların müseccel haklarına riayetin ve vatandaşlara hataların tashihi imkanı verilmesinin meşrut olduğu bildiriliyor. Şahısların müseccel haklarına riayet şartiyle, bu amaç da dahil olmak üzere ayni hak iddiaları için belli müracaat müddeti konmuştur. Adliye Encümeni'nin bu açık beyanı karşısında fıkra maksudunda tapulu gayrimenkul mutasarrıflarının müracaatının da dahil olduğunda şüphe edilemez.

Bundan başka bu mevzu Medeni Kanun hükümlerine aykırı düşmez. Çünkü Medeni Kanun'un 931. maddesi mucibince tapu sicillindeki kayda hüsnüniyetle istinat ederek mülkiyet iktisap eden kimsenin bu iktisabı muteberdir. İskan kanununun yirmi üçüncü maddesi de Vali veya Kaymakamın defter veya kararların altını tasdik etmesinin temlik sayılacağını bildiriyor. Hükümeti temsil eden Vali veya Kaymakamın tapu kayıtlarına göre bu yer sahipsizdir diyerek yaptığı bir temliki kabul eden ve buna inanan bir kimsenin bu iktisabını neye muteber tanımıyalım. Kanun konusuyla bu netice telkin ediliyor. Diğer taraftan bir senelik müddetle de ayni hak sahiplerinin hakları gözetilmiştir. Bu müddette müracaat edenler mallarını aynen alırlar. Müracaat etmeyenler bedelini isterler. İskan kanununun yirmi birinci maddesinde hükümetin bu sebeple istimlak hakkı da yazılıdır ve netice biridir; Maruzatım bundan ibarettir.

İkinci Hukuk Dairesi Başkanı Ali Himmet Berki: Sayın arkadaşlarımdan bazıları maddedeki temlik kelimesi mutlaktır, ammdır diyorlar. Halbuki buradaki temlik amm olarak kabul edilemez. Burada bahsedilen temlik kanunun yukarıdaki maddesinde gösterilen yerlerin, toprakların temlikidir. Kanuna sonradan eklenmiş olan ve bahsimizin konusunu teşkil eden ek fıkrada bunun tasrih edilmiş bulunmasının sebebi bir karışıklığa meydan verilmemesi düşüncesidir.

Sayın Bay Aziz Yeğer soruyorlar: Madde bu şekilde anlaşıldığı takdirde, yani tapulu arazi hariç tutulunca istihkak davaları hangi durumlarda mevzuubahs olacaktır diye. Cevabım şudur: İhya edilen yerlerde, senetsiz tasarruf edilen topraklarda vs. Bunlar da istihkak davalarıdır.

Şefkati Özkutlu: Meseleyi biraz açalım: Kanunun bir maddesinde temlik tabiri kullanılmış. Buradaki temlikte Devlet kendi hakkını, kendi toprağını muhacirlene veriyor. Fakat gene burada bir bey akti mevcuttur denemez.

Asıl mesele böyle bir dağıtmada metruk arazidir. Devlete aittir zanniyle bir müstehikkin toprağının verilmiş olmasıdır. Bu durumda akla şu ihtimaller gelebilir:

1- Devlet münhal zanniyle sahipli bir araziyi deftere geçirmiştir.

2- Devlet bir araziyi istimlak eder. Fakat bir şahıs o arazi üzerinde, batıl bir tasarrufu öne sürerek hak iddia edebilir.

3- Devlet köydeki metruk bir araziyi muhacirlerden birine temlik ediyor; fakat teslim sırasında anlaşılıyor ki bu arazi Ali'nin dir. Malumu alileridir ki akitte karşılıklı iradelerin ayni mevzu üzerinde anlaşmaları şarttır. Şayet taraflardan biri at satar, diğeri de öküz alıyorum diye bunu kabul ederse akit teşekkül etmiş olmaz. Yani hukuki tasarrufun mevzuu üzerinde yanlışlık varsa o hukuki tasarruf muteber olmaz. Şu son ihtimalde de muhacir boş yerin kendisine temlik olunduğunu zannetmiştir; halbuki o yer Ali'nin dir.

Şu saydığım ihtimallerden üçüncüsünde de hak sahibinin ancak bir sene içinde aynını dava edebilmesi bana garip görünüyor. İlk iki ihtimalde müstehikkin bir sene içinde dava açmak mecburiyetinde bulunmasını anlarım. Fakat şu son misalde hukuki netice doğmamıştır ki burada da müstehik bir sene içinde dava açmalıdır denebilsin, demeleriyle vaktin ademi müsaadesine binaen gelecek oturumda müzakereye devam olunmak üzere oturum tatil edildi. 14.2.945

-Üçüncü Oturum: (21 Şubat 1945)

Söz alan:

Üçüncü Hukuk Dairesi Başkanı Şemsettin Temizer: Müsaadenizle evvela Abdullah Bey Ef.ye cevap vermek istiyorum: Geçen oturumda okuduğum esbabı mucibe mazbatasından bir fıkra atladığımı söylemişlerdi; tetkik ettim; buyurdukları doğrudur. Fakat bu atlayış bir kasta makrun değildir. Zira asıl o atladığımı buyurdukları fıkra meseleyi aydınlatmakta ve benim görüşümü kuvvetlendirmektedir. Ben fazla söz söylemekten, malumu ilam kabilinden olan sözleri tekrar etmekten çekiniyorum. Şayet mezkur esbabı mucibe mazbatası huzurunuzda baştan başa okunursa bu uyutucu bir şey olurdu. Bunun için; ben okunmasını faideli gördüğüm kısımların altını çizmiş ve sadece onları okumuştum. Bunlar arasında çizilmiş olduğu halde nasılsa atladığım ve Abdullah Bey Ef.nin tekrar ettikleri fıkra aynen şöyle diyor: (okudular).

Abdullah Bey Ef. bu fıkrayı taşıdığı mananın dışında bir manaya hamil buyurdular. Bilakis bu fıkra gayet açıktır ve şöyle denmek istenmektedir. "Bu madde Medeni Kanun hükümlerine muhaliftir. Fakat Devlet böyle hususi şahısların uhdesindeki tapulu araziyi tevzi etmekten çekinsin. Şayet hataen tevzi etmişse bu vatandaşların hatayı tashih için üç senelik müddete malik olduklarını gösteren bu maddeyi aynen kabul ettik." Zaten muhalif kalan Şinasi Beyin muhalefet şerhini okuyunca bu maddenin encümence ne yolda müzakere edildiğini, bu arada neler konuşulduğunu anlarız.

Malumu Alileri muhalefet şerhi aynen yazılınca bunun tetkikinden müzakere mevzuu anlaşılır. Çok defa ilamlarda muhalefet şerhi yazılmaz "ekseriyetle tasdikine" der geçeriz. Fakat muhalefet acaba nedir? Muhalefet şerhi okunduğu takdirde ekseriyetin müzakere edip etmediği mesele anlaşılır. Mesela ekseriya heyetten biri "vazife ihtilafı halledilmemiştir; bunun için muhalifim" der. Bu şerh okunduğu takdirde o oturumda diğer meselelerle birlikte vazife ihtilafı meselesinin de görüşülmüş olduğu anlaşılır. İşte Şinasi Beyin muhalefet şerhi de bize müzakerede mevzuubahis edilen meseleleri gösterir. (Şinasi Beyin muhalefet şerhini okudular) Zaten kanun tasarısını yapan Hükümet mucip sebepler mazbatasında bu kanunu niçin teklif ettiğini söylüyor: "Biz muhacirleri, göçebeleri, naklolunanları düşünerek ve onları korumak için bu kanunu koyduk. Kanunun tatbik şeklinde bazı yanlışlıklar olabilir. Bunların ancak kısa bir zamanda tashihine tevessül olunmalıdır. Eğer tashih imkanı umumi müruruzaman haddine kadar açık bulundurulursa muhacirin iskanında gözetilen gaye fevt olur. Zira bu takdirde zavallı muhacir senelerce acaba birisi çıkıp da toprağımı elimden alacak mı diye daimi bir endişe içinde bulunur ve belki de istendiği şekilde oraya ısınıp yerleşemez. Bunun için ayni davaların ve istihkak davalarının açılmasını bir müddetle takyit etmek şarttır" diyor. "Ayni dava" kanuni bir ıstılahtır, istihkak davası da bir ıstılahtır.. Hukukçuların bu ıstılahta ihtilafa düşmeleri imkansızdır. Çünkü bu ıstılahlar o derece istikrar kespetmiştir ki istihkak deyince, ayni dava deyince ne murat olunduğunu herkes bilir, istihkak davası Medeni Kanunun 618. maddesinde gösterildiği ve Cevat Bey Ef.nin eserlerinde izah buyrulduğu (sahife on yedi) gibi şahsi haktan ayrıdır. Ayni dava başkadır, istihkak davası ya menkul ya gayrimenkul yani ayni hak iktisap etmiş olanlar tarafından buna tecavüz edenlere veya temellük etmek isteyenlere karşı açılır. Hulasa menkule veya gayrimenkule karşı istihkak davası açılmıştır deyince her hukukçu davacının bu menkul veya gayrimenkulün kendisine ait bulunduğunu ve müddeialeyhin buna malik olmadığını iddia etmekte bulunduğunu anlar. Üzerinde durduğumuz madde ayni davadan ve müstehikten mutlak olarak bahseder; mutlak kemaline masruftur. Takyit edici bir delil yokken onu kimse takyit edemez. O halde onu burada sırf kendisine arazi tefviz ve temlik edilmiş olup da henüz tapusunu almamış bulunan kimselere hasretmeye imkan var mıdır? Hayır. Madde mutlaktır, binaenaleyh tapulu veya tapusuz olsun ayni hak ve istihkak davaları açılabilir. Zaten bendenize göre, Sayın Bay Fuat Hulusi Demirelli'nin de buyurdukları gibi gayrimenkulde istihkak davası açabilmek için muhakkak surette müstehikkin veya murisinin tapusu bulunması yahut gayrimenkule Medeni Kanunun 638. maddesinde gösterilen sebeplerden biriyle (cebri icra, istimlak vs. suretiyle) malik olmak suretiyle istihkak davasını açmaya, salahiyeti bulunduğunu ispat etmesi şarttır. Bunlardan gayri hallerde ve hususi kanunlarla belli edilen hallerde istihkak davası açılamaz. Şufa hakkı üzerinde müzakerede bulunduğumuz geçen oturumlardan birinde Sayın Bay Fuat Demirelli mütemellikin, mütefevvizin henüz malik olmadığını söylediler. Henüz malik olmıyan şahıs ise istihkak davası açamaz. Kendileri bunlara şufa hakkı bile tanımamışlardı. Binaenaleyh kendi fikirlerine göre Medeni Kanunca bunların açacağı davaya istihkak davası denemez. Nasıl oluyor da bu bahiste istihkaktan ve müstehikten bu yirmi üçüncü maddede kasıt olunan budur buyuruyorlar?

Sonra Sayın Bay Cevat Gücün'ün Medeni Kanunun şerhine dair olan kıtaplarının 715. sahifesinde bu yirmi üçüncü maddenin mutlak olduğu ve binaenaleyh muhacirleri, naklolunanları korumak için burada istisnaen konmuş kısa bir müruruzaman cari olması icap edeceği sarahaten yazılı bulunmaktadır. Nasıl olur, hepimizin istifadesine sundukları kitapta fikirleri başka bu müzakeredeki fikirleri başka oluyor?

Sayın arkadaşlarım benim ileri sürdüğüm kanuni emsalleri birer veçhile tevil ettiler. Kanaatımca bunlar tevil edilemez. Sayın Bay Abdullah Aytemiz İcra ve İflas Kanununda gösterilen yedi günlük itiraz müddetinin gayrimenkuller hakkında cari bulunmadığını söylediler. Sayın Bay Cevat Gücün'ün kitabında İcra ve İflas Kanununda gösterilen ve istihkak davaları için mevzuubahis olan bu yedi günlük müddetin gayrimenkuller hakkında da cari olacağı gösterilmiş ve müstehik borçluya aittir zanniyle gayrimenkulünün haczettirildiğini öğrendiği tarihten itibaren yedi gün içinde istihkak davası açmadığı takdirde hakkının sakıt olacağına işaret edilmiştir. Binaenaleyh bu kaidenin emsali çoktur. Sayın Bay Himmet Berki'nin buyurdukları tefsir kaideleri de bu maddenin ıtlakı üzerine kabulünü amirdir.

Uzaklara gitmemize lüzum yok; maddenin üzerinde duralım; Bu madde bu kanuna göre yapılacak temliklerden bahsetmektedir Bu kanuna göre muhacire verilecek gayrimenkuller ise milli topraklar, orta malı olup Hükümetçe ihtiyaçtan fazla görülen topraklar, bazı boş yerlerle Hükümetçe satın alınacak veya istimlak olunacak topraklardır. Acaba Sayın Bay Abdullah Aytemiz'in çok sevdiklerini söyledikleri bahçelerini hükümet istimlak etse ne diyebilirler? Buna kimse bir şey diyemez, istimlak muamelesi de kuş bakışıyla bakılırsa adle aykırı bir şey gibi görünür. Bir şahsın mülkü elinden alınır mı? Kanun bu suale evet cevabını veriyor. Biz bunu tevile kalkarak eğer istimlak olunacak şey maliki için pek fazla bir manevi kıymet ifade eden veya hususi bir hatırası bulunan bir malsa istimlaki caiz değildir diyebilir miyiz? Böyle bir şey söylemeye ve dinletmeye imkan yoktur. "Bir misal vereyim: Sahipleri arasında müşterek bir mülk halinde olan büyük bir çiftlik var. Hükümet bunu şeriklerden birinin müstakil malı zannederek muhacir veya naklolunanlar için istimlak ediyor, istimlak muamelesi tekemmül etmiştir diye tevziat yapılıyor, öteki şeriklerin tapulu hissei şayiaları ne oldu? Artık onların açacakları dava istihkak davasıdır. Bir sene içinde açabilecekleri bu dava ile hissei şayialarının iadesini isteyebilirler. Yok böyle olmadı da Devlet hiç bir istimlake yanaşmadan tapulu arazilerini tevzi etti ise kanun gene onlara bir sene içinde açacakları dava ile arazilerini istirdat edebilmek hakkını tanıyor. Şayet bir seneyi geçirdilerse artık hükümetin vaziyet ettiği tarihteki değer ve rayiç fiatı talep edebileceklerdir aynını değil. Ne mani var efendim, hiç. Ne gibi bir mahzur görülüyor anlamıyorum. Elimde kuru bir tapum var ama malımın başında değilim, fiilen tasarruf etmiyorum. Hükümet tefvizi yaparken mühendislerle arazinin taksimini yaptırır, cetveller tanzim eder; bunları münasip şekilde ilan ve ıttılaa arz eder, münadiler çıkartır. Bütün bunlara rağmen mal sahibi zuhur etmezse temlik muamelesi yapılır. Bunda ne zarar var? Başlangıçta hükümetin o araziyi istimlak etmesine mani olamıyorduk. Temlik yapıldıktan sonra da bir sene içinde aynını, bir sene geçince temlik tarihindeki rayiç bedelini isteyebileceğiz. Bu vaziyette artık korkulacak ne kalıyor anlıyamıyorum. Hükümet bidayette istimlak edebiliyor, sahibi için manevi kıymeti varmış yokmuş ona bakmıyor, istimlak tarihindeki değer pahayı veriyor ve alıyor. Yanlışlıkla istimlaksiz kendi arazisi zannederek Hükümet temlik etti ve mal sahibi de bir seneyi geçirdi ise kanuna göre vaziyet tarihindeki kıymetini ister demek ne demek oluyor? Bu da bi nevi istimlak demek değil midir? Hulasa ve sözün kısası her ne yönden bakılırsa bakılsın bu maddeyi olduğu gibi kabul ve tatbik etmek zorundayız. Dairemizin içtihadı doğru ve sağlamdır.

Osman Nuri Köni: Biz şu mevzu hakkında cereyan eden bu müzakerelerde bir tefsir üzerinde bulunuyoruz; yani ben maddeyi, sarih görüyorum, diğer taraf görmüyor. Fakat bu tefsir bahsinde evvelemirde kanunun gayesini tebarüz ettirmek şarttır. Bu İskan kanunudur. İskan Kanunu niçin yapılmıştır? Keyf için mi, bir ihtiyacı temin için mi, gelişi güzel mi? Bunları tespit etmek lazımdır. Ben derim ki iskan kanunu hem insani, hem medeni, hem içtimai, hem siyasi bir kanundur. Ve şimdi de hukuki bir ihtilafın mevzuu olmuştur. Bunları anlıyabilmek ve anlatabilmek için yukarı devirlere doğru gitmelidir. O devirlerde muhaceret müzmin bir şekilde idi. Bulgaristan'dan, Sırbistan'dan, Yunanistan'dan, Karadağdan vs.. den bir çok muhacir geliyor ve perişan oluyorlardı. Ekserisi de bakımsızlıktan ölüyordu. Fakat bütün bunlara pek aldıran olmaz lakayt kalınırdı. Çünkü muhacir sanki zelil bir kitledir. Halbuki medeni memleketlerde muhacirin bir mevkii vardır. Muhacir de insandır ve onları yaşatmalıdır diye düşünür. Bizim memleketimiz ise bu meselede geri kafalı idi.

Muha

Paket Özellikleri

Programların tamamı sınırsız olarak açılır. Toplam 9 program ve Fullegal AI Yapay Zekalı Hukukçu dahildir. Herhangi bir ek ücret gerektirmez.
7 gün boyunca herhangi bir ücret alınmaz ve sınırsız olarak kullanılabilir.
Veri tabanı yeni özellik güncellemeleri otomatik olarak yüklenir ve işlem gerektirmez. Tüm güncellemeler pakete dahildir.
Ek kullanıcılarda paket fiyatı üzerinden % 30 indirim sağlanır. Çalışanların hesaplarına tanımlanabilir ve kullanıcısı değiştirilebilir.
Sınırsız Destek Talebine anlık olarak dönüş sağlanır.
Paket otomatik olarak aylık yenilenir. Otomatik yenilenme özelliğinin iptal işlemi tek butonla istenilen zamanda yapılabilir. İptalden sonra kalan zaman kullanılabilir.
Sadece kredi kartları ile işlem yapılabilir. Banka kartı (debit kart) kullanılamaz.

Tüm Programlar Aylık Üyelik

9 Program + Full&Egal AI
Ek Kullanıcılarda %30 İndirim
Sınırsız Destek
350
199
Kazancınız 151₺
7 Gün Ücretsiz Dene Ücretsiz Aboneliği Başlat Şimdi abone olmanız halinde indirimli paket ile özel fiyatımızdan sürekli yararlanırsınız.