Dairesi: Büyük Genel Kurul
Esas No: 1996/5
Karar No: 1997/3
Karar Tarihi: 28.11.1997
(3621 S. K. m. 1, 2, 5, 9) (2709 S. K. m. 35, 43, 168, 169, 142) (2634 S. K. m. 8) (3402 S. K. m. 17, 22) (2644 S. K. m. 31) (2577 S. K. m. 7) (743 S. K. m. 641)
I. İÇTİHADI BİRLEŞTİRME İSTEMİ
Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi Üyesi Cemil Çetiner 26.5.1993 ve Anamur Kadastro Hakimi Rahime Akar 31.1.1995 günlü başvurularıyla; 3621 sayılı Kıyı Kanunu uyarınca kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi konusunda 1,7,8,14 ve 17. Hukuk Daire'lerinin kararları arasında aykırılık bulunduğunu ileri sürerek, bu aykırılığın inançları birleştirme yoluyla giderilmesini istemişlerdir.
Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu'nun 7.11.1996 gün ve 79 sayılı kararıyla; kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine ilişkin olarak Birinci, Yedinci, Sekizinci, Ondördüncü, Onaltıncı, Onyedinci ve Yirminci Hukuk Dairelerinin kararları arasında, mevcut ve devam eden açık bir aykırılık bulunduğu belirlenerek bu aykırılığın Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunda giderilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Yargıtay Kanununun 45. maddesi uyarınca, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu'nda; kararlar arasında içtihad aykırılığının varlığı ilk oturumda oybirliği ile kabul edilerek, işin esasının görüşülmesine geçilmiştir.
II. İÇTİHADI BİRLEŞTİRMEYE KONU OLAN KARARLAR:
Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi 27.2.1992 günlü,13615-2294 sayılı ilamında; 3621 sayılı Kanun gereği idari işleme dayalı kıyı kenar çizgisinin varlığı halinde, uyuşmazlığın buna göre aksi halde, sözü edilen Yasanın 5.maddesinin komisyona zorunluluk yüklemesi nedeniyle, davacıya, Valiliğe başvurmak üzere önel verilmesi ve verilecek bu önel uyarınca yapılacak tesbit sonucuna göre çözümlenmesi gerektiğini hükme bağlamış,14.Hukuk Dairesi de 11.7.1991 günlü, 501-671 sayılı ilamında yukarıda belirtilen görüşü aynen benimsemiştir. Yedinci Hukuk Dairesi 26.1.1993 günlü,1990/5847 E.,1993/469 K. sayılı ilamında; Birinci ve Ondördüncü Hukuk Dairelerinin görüşleri doğrultusunda sonuca ulaşmıştır. Bunlara karşın Sekizinci Hukuk Dairesi,14.12.1992 günlü,17095-16240 sayılı kararında; 3621 sayılı Yasa uyarınca, belirlenen kıyı kenar çizgisinin mülkiyet uyuşmazlıklarında, adli mahkemeleri bağlamayacağını, bu çizginin 13.3.1972 günlü,7/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile 3621 sayılı Kıyı Kanunundaki esaslara göre adli mahkemelerce belirlenmesi gerektiğini kabul etmiştir. Onaltıncı Hukuk Dairesi,22.1.1996 günlü 501-6714 sayılı, Onyedinci Hukuk Dairesi,23.12.1993 günlü,10202-14860 sayılı, Yirminci Hukuk Dairesi ise 5.7.1994 günlü 1993/2427 Esas,1994/9004 sayılı ilamlarında, idarece yapılmış ve kesinleşmiş kıyı kenar çizgisinin bulunmaması hali dışında Sekizinci Hukuk Dairesinin görüşü doğrultusunda hüküm kurmuşlardır.
Sorunun çözüme kavuşturulması için, öncelikle; kıyı kenar çizgisinin tanım ve işlevinin, 3621 sayılı Yasanın kıyılara ilişkin getirdiği hukuki düzenlemenin içerik ve kapsamının, özellikle 9. maddenin amaç ve fonksiyonunun, kıyılara yönelik mülkiyet uyuşmazlıklarının çözümündeki kuralların açıklıkla ortaya konması gerekir.
III. İÇTİHADI BİRLEŞTİRMENİN KONUSU:
3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun 9.maddesi gereğince idare tarafından belirlenen kıyı kenar çizgisinin adli yargı yönünden bağlayıcı olup olmadığına ilişkindir.
IV KIYI KENAR ÇİZGİSİ; TANIMI, HUKUKİ ÖZELLİKLERİ VE ANAYASAL KONUMU:
a) Tanım ve tarihsel gelişimi:
3621 sayılı Yasanın 4. maddesinde belirlendiği biçimde, kıyı kenar çizgisi, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde, su hareketlerinin oluşturduğu kumluk, çakıllık, kayalık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırı olarak tanımlanmıştır. Kıyı çizgisi ise, suyun karaya değdiği noktalardan oluşan, bir yönü su, diğer yönü kara olan, tek boyutlu bir çizgidir. Kıyı da, kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasında kalan alanı belirler. Şu duruma göre, kıyı kenar çizgisi kıyı denilen alanı doğrudan belirleyen bir kavram olarak karşımıza çıkar. Gösterdiği özellikler nedeniyle değişik ekonomik kullanımlara; ulaşım, sanayi, kentleşme ve dinlenme gibi kullanım gereksinmelerini karşıladığından kıyı,kaynak niteliğindedir. Ancak, bir üretim sonucu elde edilmeyip doğrudan doğruya doğanın bir eseri olması onu doğal kaynak veya servet durumuna sokar. Değişik ekonomik kullanım gereksinmelerine cevap vermesi, onun tek değil, fakat çok yönlü bir doğal kaynak olduğunu gösterir. Ne var ki, çok yönlü kaynak olmakla birlikte, miktarının arttırılamaması onu kıt kaynak biçimine sokar. Günümüzde sosyal-ekonomik ve teknolojik gelişim sonucu çeşitli kullanım isteklerinin doğması ve artması kıt kaynak konumunda bulunan kıyının hukuksal yapısı ve kullanımı yönünden ciddi tartışmalara neden olmuştur.
Hukuksal kıyı kavramına yaklaşım; su hareketi ve su hareketinin ürünü olmak üzere iki açıdan gerçekleşmiştir. Yargıtay Büyük Genel Kurulu 13.3.1972 günlü, E.1970/7 K.1972/4 sayılı İçtihadları Birleştirme Kararında; aynen Roma Hukukunda olduğu gibi, kıyıyı su hareketini esas olarak tanımlamasına karşın, diğer kararlarında: Su hareketinin ürünü olarak ele almış ve tanımlamıştır. 4.4.1990 günlü,3621 sayılı Kıyı Kanununun getirdiği tanımlarla bu yönde herhangi bir sorun kalmamıştır.
b) Kıyının Hukuksal Özellikleri:
Tarihsel gelişimi içinde, kıyının iki hukuki özelliğinin tüm düzenlemelerde esas alındığını görmekteyiz. Gerçekten kıyının bir yandan doğal niteliği itibariyle herkesin kullanımına açık, öte yandan da bu özel niteliği nedeniyle özel mülkiyet alanı dışında kaldığı kabul edilmiştir.
Yargıtay; yukarıda sözü edilen İnançları Birleştirme Kararında; Tamamen bir ülkenin sınırları içerisinde kalan denizlerle, kara suları o devletin hükümranlık sahasına girdiklerinden menfaati umuma aittir. Medeni Kanunun 641. maddesi uyarınca, menfaati umuma ait olan mallar, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır, kimsenin mülkü değildir. Kıyılar, ister kumluk, çakıllık, ister taşlık, kayalık olsun denizlerin temadisi olup ondan ayrılması mümkün değildir demek suretiyle kıyının denize bağımlı ve doğal niteliği gereği özel mülkiyete konu olamayacağını belirtmiştir. Böylece, kıyı denizin hukuki düzenine bağlı tutulmuş sahipsiz şey olma özelliğinin, kültüre elverişsizlik yanında, denize bağımlı olmasından ileri geldiği kabul edilmiştir.
Kıyı herhangi bir tahsis işlemine gerek olmaksızın doğrudan doğruya doğal yapısından ötürü herkesin serbestçe yararlanmasına sunulmuş sahipsiz kamu malıdır. Bunun sonucu; kıyının devir ve ferağ edilmesi, zamanaşımı yoluyla mülkiyetinin kazanılması, tapu sicili hükümlerine bağlı bulunması, haczedilmesi mümkün değildir.
c) Kıyının Anayasal Düzeni:
1982 Anayasası,1961 Anayasasından farklı olarak, Kıyıyı 43. madde olarak ayrı bir bölümde düzenlemiştir. Önceki Anayasal sistemde tabii; kaynak ve servetlere ilişkin genel bir düzenleme içinde yer alan kıyı bu kerre, bağımsız ayrı maddede ortaya konmuştur. 1982 Anayasasının kamu malları açısından belirlediği, kıyı rejimi; MK.'nun 641. maddesinde öngörülen sahipsiz kamu mallarının tabi olduğu hukuksal statünün,1961 Anayasasının tabii servet ve kaynaklar için kabul ettiği sistemle karışımı sonucu ortaya çıkmıştır. Kuşkusuz, Yargıtay'ın yukarıda anılan İnançları Birleştirme konusunda ortaya konulan temel ilkeler Anayasal kıyı rejiminin oluşunda en büyük etken olmuştur.
1982 Anayasası, kıyıyı sahipsiz doğal nitelikli ve herkese açık bir kamu malı olarak ortaya koyarken bu alanda yer alan diğer kamu mallarında da farklı düzende görmüştür. Gerçekten Anayasa,168. maddesinde tabii servet ve kaynakların Devletin hüküm ve tasarrufunda olduğunu belirledikten sonra, bunların arama ve işletme hakkınında Devlete ait olduğunu kabul etmiş, ancak gereğinde bu hakkın özel kişilere devredebileceğini öngörmüştür. Kıyılarda ise böyle bir durum sözkonusu değildir. Aynı biçimde, kamu malları arasında çok önemli yer tutan ve Anayasanın 169. maddesinde kıyıya benzer bir sistemle belirlenen ormanlar Devletçe yönetilip, işletilmekte ve özel mülkiyet dışında tutulmaktadır. Ne var ki, kamu yararının gerektiği durumlarda, bu yerler irtifak hakkına konu olabildikleri gibi, orman rejimi dışına çıkarılabilmektedirler. Oysa, kıyı yönünden bu tür bir uygulama kesinlikle düşünülmemiştir. 1961 ve 1982 Anayasaları kamu malları yönünden kabul ettikleri kimi esaslarla, sosyal içerikli mülkiyet kavramına yer vermişlerdir. Devletin hüküm ve tasarrufu altında görülen ve diğer sahipsiz kamu mallarından farklı olan kıyılar, bu tür bir mülkiyet içerisinde yer alır.
Anayasa 43. maddesinin ilk bendinde kıyının kamu malları içerisindeki yeri ve hukuksal konumunu belirledikten sonra, ikinci bendinde; kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada önceliğin kamuya ait olduğunu, ilke olarak kabul etmiştir. Bu ilke ile; herkesin mutlak bir eşitlik ve serbestlik çerçevesinde kıyılardan yararlanma hakkı olduğu açıklanmak istenmiştir. Kısaca, kıyıdan yararlanma sosyal ve ekonomik bir hak olarak öngörülmüştür.
Nihayet Anayasa, sözü edilen maddeleriyle; toplumun, kıyı ve sahil şeritlerinden, yararlanma imkan ve koşullarının saptanması görevini de yasakoyucuya vermiş ve soyut ilkelerin yaşama geçirilmesini, Devletin bu alanda yapmakla zorunlu olduğu görevlerini ortaya koyarak, kıyı rejiminin sınırlarını belirlemiştir.
V. KIYI KENAR ÇİZGİSİNİN İŞLEVİ
Kıyı kenar çizgisini, adından esinlenerek sadece, kıyılara ilişkin bir rol üstlendiğini kabul etmek son derece yanlıştır. Gerçekten bu çizginin, kıyıların hukuksal rejimini ortaya koyması ve yukarıda özellikleri açıklanan alanların, belirlenmesi açısından işlev ve önemi çok açıktır. Ne varki, bu çizgi, bir taraftan sahipsiz mal niteliğindeki kıyı alanlarının rejimini belirlerken, öte yandan özel mülkiyet konusu, taşınmazların sınırını da çizmektedir. Bu yönden soruna yaklaşıldığında, sözü edilen çizgi özel mülkiyet rejimi alanında da bir işlev görmektedir. Kıyı kenar çizgisinin, fonksiyonu bununla da bitmemekte, kimi durumlarda Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki araziler ile mer'a, yaylak, kışlak gibi kamu orta mallarının sınırını da belirlemektedir. Kıyının diğer sahipsiz kamu mallarıyla farkı gözetildiğinde, bu sorunun da önemi gözardı edilemez. Yukarıda açıklandığı üzere, kıyı, su hareketlerinin oluşturduğu, kayalık, kumluk, sazlık, bataklık, çakıllık gibi alanlar olup, üzerinde kamunun öncelik ve yararlanması dışında hiçbir tasarrufun yapılamadığı kendine özgü Anayasal rejimleri olan kamu mallarıdır. Oysa diğer sahipsiz kamu malları, ormanlar dahil, irtifak hakkına veya kimi durum ve koşullarda mülkiyete konu olabilmektedirler. 2634 sayılı Turizm Teşvik Yasasının 8. maddesi ile, Kadastro Kanununun 17. maddesi bu yönden gösterilecek örneklerdir.
Şu duruma göre kıyı kenar çizgisinin üç temel işlevi üstlendiği açıkca ortaya çıkmaktadır. Bu çizgi bir yandan kıyının kara yönünden sona erdiğini gösterirken, diğer yanda özel mülkiyete konu arazinin, bazı durumlarda da kamu orta mallarının, deniz yönünden sınırını oluşturmaktadır. Kıyı alanının, hemen nihayetinde özel mülkiyete konu olan bir arazinin yer alması halinde, kıyı kenar çizgisi,kıyı alanını belirtme yanında, özel mülkiyet rejiminin başlama sınırını da gösterir. Kıyıya ilişkin hukuksal çekişmeler, genellikle özel mülkiyet açısından ortaya çıktığından, öğreti ve hukuksal uygulama, kıyı kenar çizgisinin saptanması sorununu daima özel mülkiyetle bağlantılı olarak ele almıştır. Bu bağlamda denilebilir ki; kıyı kenar çizgisi aralarında hukuksal açıdan önemli fark ve ayrılık bulunan üç taşınmaz mal rejimini belirlemesi yönünden önemli bir işleve sahiptir. Bu çizginin sağlıklı bir şekilde ortaya konabilmesi ile bir yandan kıyılardan beklenilen fonksiyonlar yerine getirilebilecek ve Anayasal kıyı rejimi kurulabilecek, öte yandan özel mülkiyete ilişkin haklar korunup, yasal teminat altına alınacaktır. Nihayet ormanlar ve diğer sahipsiz, kamu malları rejimine tabi malların, kendi hukuksal düzenleri belirlenecek ve böylece bu alanlarda varolan hukuksal karmaşa önlenecektir.
VI. 3621 SAYILI KANUN'UN KIYILAR YÖNÜNDEN GETİRDİĞİ DÜZENLEME
Anayasal bir hak olarak ortaya çıkan kıyılardan, yararlanma imkan ve koşullarının gösterilmesi amacıyla bir yasa çıkarılması, zorunlu hale gelmiş ve 3621 sayılı Yasa bu amaçla getirilmiştir. Yasanın bu işlevi Amaç başlıklı birinci ve kapsam başlıklı ikinci maddelerinde açıkca ortaya konmuştur. Sözü edilen birinci madde aynen Bu kanun, deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma esaslarını tesbit etmek amacıyla düzenlenmiştir dedikten sonra, ikinci madde belirtilen amaca paralel biçimde Yasanın kapsamını göstermiş ve aynen Bu kanun, deniz, tabii ve suni göller ve akarsu kıyıları ile deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerine ait düzenlemeleri ve bu yerlerden kamu yararına yararlanma imkan ve şartlarına ait esasları kapsar kuralına yer vermiştir. Nitekim; Yasanın ilk beş maddesi genel hüküm ve esasları göstermiş, kalan maddelerde ise, kıyının korunması, yapı yasağı, planlama, yapılanma , doldurma ve kurutma yoluyla arazi kazanılması, kıyı kenar çizgisinin tesbiti, kontrol, imar ve yasanın hükümlerine aykırı davranışlara uygulanacak cezai hükümlere yer vermiştir.
Denilebilir ki; Yasa, bütünüyle değerlendirildiğinde; kıyıların kamuya açık tutulması ve bu yerlerden toplumun genellik, eşitlik ve serbestlik ilkelerine uygun faydalanmasını sağlama yönünden; idareye görevler yüklemiş, bu alanda yapılacak işler gösterilmiş ve kıyıya ilişkin tanım ve hukuki esaslar, Anayasal doğrultuda ortaya konmuştur. Bu konuda hemen belirtelimki kıyılarda, mülkiyet yönünden ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümü ve kıyı Kadastro yönünden herhangi bir hükme yer vermemiştir.
Kıyının kamuya açık tutulabilmesi ve yasanın bu alanda idareye verdiği görevlerin yerine getirilebilmesi ve kıyıda planlama ve uygulamanın yürütülebilmesi için öncelikle; kıyıya ilişkin bir tesbitin yapılması zorunludur. Bu nedenle idarenin kendi açısından kıyı kenar çizgisini belirlemesi gerekir. İşte Yasakoyucu uyuşmazlık konusu 9. maddeyle, salt, bu amaçla sınırlı olmak üzere Valiliğe kıyı kenar çizgisini kamu görevlilerinden oluşan beş kişilik bir komisyon aracılığıyla belirleme yönünden bir görev vermiştir. Nitekim, Yasanın 5/4. maddesi bu durumu aynen: Kıyıda ve sahil şeridinde planlama ve uygulama yapılabilmesi için kıyı kenar çizgisinin tesbiti zorunludur biçiminde ortaya koymuştur. İlgili Bakanlığın onayından sonra yürülüğe girecek olan bu belirleme; organik ve fonksiyonel yönden İdari olması, kamu hukuku kurallarına göre tesis edilmesi, tek yönlü bulunması, doğrudan uygulanabilmesi ve hukuki bir değer taşıması nedeniyle bir idari işlem niteliğindedir. Bu işlem, planlama, uygulama, imar, yıkım, ruhsat ve iskan gibi idari işlere esas alınabilse de, mülkiyet ve zilyedlik gibi taşınmazlarda hakkın özüne ilişkin Kadastro Yasalarında öngörüldüğü türden bir saptama yapmamaktadır. Esasen, belirleme komisyonunun oluşum ve niteliği, çalışma yöntemi de böyle bir sonuç çıkarılmasına elverişli bulunmamaktadır.
VII. KIYIYA İLİŞKİN MÜLKİYET HUKUKU YÖNÜNDEN ÇIKACAK UYUŞMAZLIKLARIN ÇÖZÜMÜ VE 3621 SAYILI YASANIN 9. MADDESİNİN ETKİ ALANI
Kıyının da içerisinde yer aldığı sahipsiz kamu mallarına ilişkin temel düzenleme; MK'nun 641. Maddesinde yer almıştır. Yine, sözü edilen Kanunun ortaya koyduğu esas ve ilkeler gözetilerek, tapu sicilini oluşturmak amacıyla, taşınmaz malların sınırlarını arazi ve harita üzerinde belirterek, hukuki durumlarının saptanmasını öngören Kadastro Kanununu ile kıyılar dahil sahipsiz kamu mallarının hukuki konumuna yönelik düzenlemeler yapılmıştır. 3621 sayılı Yasa ise yasada belirtilen işleviyle kıyıya ilişkin genel kavramları belirlemiş ve sadece idarenin görevlerini ortaya koymuştur.
Mülkiyet Hukuku yönünden, kıyılara ilişkin uyuşmazlıkların yukarıda sözü edilen yasaların koyduğu ilke ve esaslar dahilinde, Adli Yargı yerlerinde çözümlenmesinde kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Adli Mahkemelerin oluşumuna ilişkin,8.4.1924 günlü,469 sayılı yasa ve HUMK'nun getirdiği esaslar, nihayet kadastral işlemlerin söz konusu olduğu durumlarda 3402 sayılı Kadastro Kanunu hükümleri, bu yönde adli yargıca uygulanacak kuralları belirlemişlerdir. Buna göre, kıyılar dahil taşınmaz mallarda Mülkiyet Hukukuna yönelik, hakkın özünü ilgilendiren uyuşmazlıkların çözümü adli yargının görev alanı içerisinde kalmaktadır. Esasen, kamu mal rejimi ile özel mal rejimi birbirinin karşıtı kavramlardır. Bir mal rejiminin bittiği yerde diğeri başlar. Bu nedenle, tüm mallara ilişkin sistem MK. ve Kadastro Kanununda birlikte düzenlenmiş ve buna bağlı olarak Ormanlar dahil, Kamu mallarında ortaya çıkan ve ayni haklara ilişkin tüm uyuşmazlıkların çözümünün adli yargının görev alanına bırakılmıştır. Adli Yargı yerlerinin bu yetkisi temel bir yetki olarak bugüne kadar süregelmiş ve bu yetkiyi ortadan kaldıracak ne bir yasal girişimde bulunulmuş ne de düzenleme getirilmiştir.
3621 sayılı Yasa'nın 9.maddesiyle getirilen düzenlemenin, kendisinden önce oluşturulmuş bulunan, kıyılara yönelik sistemi ortadan kaldırıp kıyılara yönelik yeni bir Kıyı Kadastro sistemi öngördüğü; böylece, Kadastro Mahkemeleri ile diğer Adli Yargı yerlerinin görevlerine son verdiği şeklinde bir olgu hiçbir suretle kabul edilemez. Gerçekten, ne 3621 sayılı Yasanın maddelerinde, ne ilgili Yasa Tasarısında, ne Tasarının Büyük Millet Meclisince yapılan görüşmelerinde, ne de 3621 sayılı Yasanın kimi maddelerinin iptali yönünde açılan davaya ilişkin Anayasa Mahkemesinin 18.9.1991 günlü,1990/23 E,1991/29 K. sayılı kararında, 3621 sayılı Yasa ile; kıyıların konu olduğu mülkiyet ve zilyedliğe ilişkin uyuşmazlıklarda, yeni bir yöntem veya Kadastro sistemi, getirildiği ve mevcut yargısal sistemin değiştirildiğine veya ortadan kaldırıldığına ilişkin ne bir ibare ve nede bir kural yer almamaktadır. Aksine,3621 sayılı Yasanın amaç ve kapsamını ortaya koyan maddeleri ile 9.maddenin dayanağını açıklayan 5. maddede belirlemenin sınırı açıkca ortaya konmuştur. Dahası 9.maddenin getirdiği düzenlemede;
a) Kıyı kenar çizgisine yönelik bu belirlemenin, yeni bir Kıyı Kadastrosu biçiminde algılanmasına ilişkin hiçbir hüküm yer almamış,
b) Belirleme Komisyonunun oluşumunda; mülkiyet ve zilyedlik konularında çıkacak uyuşmazlıklarda bilgisine başvurulacak hukukçu veya uzman kişiye, arazinin mevkii, konum ve sınırlarını bilebilecek mahalli bilirkişiler ile yerel yönetim temsilcilerine yer verilmemiş,
c) Kıyıya sınır bulunan arazi sahiplerine, komisyon çalışmalarında dikkate alınacak, kayıt, belge, tapu ve diğer kanıtlarının ibraz edebilme imkanı tanınmamış,
d) Kıyının yer aldığı, köy ve beldelerde, belirleme işleminin yapılacağına dair ilan ve duyumlara gerek görülmemiş,
e) Kişilerin mülkiyet ve ayni haklarına ilişkin gerek komisyon nezdinde, gerekse komisyon kararı sonrası ne gibi işlem yapacakları ve haklarını nasıl arayacakları konusunda bir düzenleme öngörülmemiş,
f) Komisyon kararlarının tebliğ ve ilanı yolunda bir kural kabul edilmemiş,
g) Kıyıların bitişik olduğu diğer sahipsiz kamu malları ve özellikle Ormanlar yönünden, belirlemenin han