Dairesi: Büyük Genel Kurul
Esas No: 1996/1
Karar No: 1997/1
Karar Tarihi: 24.02.1997
(İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi m. 2, 25) (Çocuk Hakları Sözleşmesi m. 2, 7, 8) (2709 S. K. m. 10, 35, 41, 90, 153) (743 S. K. m. 1, 230, 232, 290, 304, 305, 306, 307, 308, 309, 310, 311, 312, 313, 314, 334, 443) (403 S. K. m. 2) (ANY. MAH. 11.09.1987 T. 1987/1 E. 1987/18 K.) (ANY. MAH. 21.05.1981 T. 1980/29. E. 1981/22 K.) (ANY. MAH. 28.02.1991 T. 1990/15 E. 1991/5 K.) (YHGK 29.06.1994 T. 1994/2-244 E. 1994/465 K.) (2. HD. 26.04.1993 T. 1993/603 E. 1993/4179 K.) (2. HD. 21.04.1995 T. 1995/3184 E. 1995/4932 K.)
Dava: Emine S. Karamanlıoğlu vekili Av. M. Kemal Güngör, 4.4.1995 günlü dilekçe ile ve Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi'de, 21.4.1995 gün, 196 sayılı kararıyla (Mali sonuçlarıyla babalığına hükmolunan çocuğun baba yönünden nesepsiz mi, yoksa gayri sahih nesepli mi sayılacağı ve bunun sonucu olarak çocuğun babaya mirasçı olup olamayacağı) konusunda; Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi'nin 18.4.1974 gün, 2495-2408; 26.4.1993 gün, 603/4179; 15.9.1993 gün, 7177/7759; 21.4.1995 gün, 3184/4932 sayılı kararları ile Hukuk Genel Kurulu'nun 29.6.1994 gün, 1994/2-244 Esas, 1994/465 K. sayılı kararı arasında aykırılık bulunduğu öne sürülerek, aykırılığın içtihadı birleştirme yolu ile giderilmesi istenilmiştir. Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu'nda konu incelenmiş ve içtihat aykırılığının, İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nda giderilmesine 8.2.1996 gün ve 13 sayı ile karar verilmiştir. Yargıtay Kanunu'nun 45. maddesi uyarınca İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nda; kararlar arasında içtihat aykırılığının varlığı ilk oturumda oybirliği ile kabul edilerek, işin esasının görüşülmesine geçilmiştir.
İkinci Hukuk Dairesi'nin 18.4.1974 gün, 2495/2408 sayılı kararı; Anayasa Mahkemesi'nin 11.9.1987 tarihli, 1/18 sayılı kararı ile Medeni Kanunun 443. maddesinin 1. fıkrası 2. cümlesinde yer alan "Bunların baba cihetinden mirasçı olabilmeleri, babalarının kendilerini tanımış veya babalıklarına hüküm sudur etmiş bulunmasına mütevakkıftır" şeklindeki hükmü; iptal etmesinden önceki döneme aittir.
Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından sonra MK. md. 443 yeniden düzenlenmiştir.
İkinci Hukuk Dairesi'nin diğer kararları ile Hukuk Genel Kurulu'nun 29.6.1994 günlü kararı ise, MK.nun yeni 443. maddesinin yürürlüğe girmesinden sonra verilmiştir.
İkinci Hukuk Dairesi'nin sözkonusu kararlarında; "mali sonuçlarıyla babalık (Tabii babalık) kararına rağmen çocuğun nesepsizlik durumunun devam edeceği ve bu nedenle de MK.nun yeni 443. maddesi uyarınca babasına mirasçı olamayacağı" kabul edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu 29.6.1994 günlü kararında; "MK. m. 290 uyarınca tabii babalığına karar verilen çocuk, Medeni Kanunun 443. maddesindeki nesebi sahih olmayan çocuk kapsamındadır ve sahih nesepli çocuklar gibi babasına mirasçı olur" kuralını benimsemiştir. Böylece Hukuk Genel Kurulu, ikinci Hukuk Dairesi'nin (Evlilik dışı çocukların babalarına mirasçı olabilmeleri için şahsi sonuçlu babalık davasını şart olarak kabul eden) 26.4.1993 gün, 603/4179 sayılı kararına katılmamıştır. Görüldüğü üzere; İkinci Hukuk Dairesi ile Hukuk Genel Kurulu'nun kararları arasındaki, içtihat aykırılığı; MK.nun 443. maddesinin ilgili hükümlerinin Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilmesi üzerine, TBMM'nce 443. maddede yapılan değişiklikten sonra, sadece mali sonuçlarıyla tabii babalığına hükmolunan çocuğun, babaya mirasçı olup olmayacağı noktasında toplanmaktadır. İptal kararından önce, 443. maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde; nesebi sahih olmayan hısımların, baba cihetinden mirasçı olabilmeleri, babalarının kendilerini tanımış veya babalıklarına hüküm verilmiş bulunmasına bağlı olduğu, aynı maddenin ikinci fıkrasında da; baba tarafından nesebi sahih olmayan bir çocuğun veya fürunun, babasının nesebi sahih füruu ile içtima etmesi halinde, nesebi sahih çocuğa veya füruuna isabet eden miras hissesinin yarısını alacakları, hükme bağlanmış idi.
Bu maddede geçen (babalıklarına hüküm verilmiş olması) sözünden, MK.nun 310-314. maddelerinde düzenlenen (babalığa şahsi sonuçlarıyla hükmolunması) anlaşılmakta idi. 310. maddeye göre babalığa şahsi sonuçlarıyla hükmedilebilmesi için, babanın, anaya evlenme vaadetmesi veya cinsi ilişkinin bir cürüm veya nüfuzu kötüye kullanma teşkil etmesi gerekmektedir. Bu koşullar yoksa, MK.nun 304-309. maddeleri gereğince sadece mali sonuçlarıyla babalığa hükmedilebilir ve bu durumda da çocuk, babasına mirasçı olamıyordu. Böylece, evlilik dışında doğan çocuklar, mirasçılık yönünden, farklı hükümlere tabi tutulmuş bulunmakta idi.
Anayasa Mahkemesi'nin 11.9.1987 günlü ve 1987/1-18 sayılı iptal kararı ile; evlilik dışı ilişkilerden doğan çocuklar arasında farklı uygulama getiren MK.nun 443. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi ve evlilik içinde ve dışında doğan çocuklar arasında miras payı yönünden farklılık yaratan aynı maddenin ikinci fıkrası hükmü Anayasanın 10, 35 ve 41. maddelerine aykırı görülerek iptal edilmiştir (29.3.1988 günlü ve 19769 sayılı Resmi Gazete).
Ayrıca, MK.nun 310. maddesinin ikinci fıkrasındaki "Münasebeti cinsiye zamanında müddeialeyh evli ise, hakim babalığa hükmedemez" biçimindeki hüküm, Anayasa Mahkemesi'nin 21.5.1981 günlü ve 1980/29 esas, 1981/22 sayılı kararı ile (18.8.1981 günlü ve 17432 sayılı Resmi Gazete), MK.nun 292. maddesindeki (evli erkeklerin zinasından doğan çocukların tanınamayacağı)na ilişkin hüküm de, Anayasa Mahkemesi'nin 28.2.1991 günlü ve 1990/15 esas, 1991/5 sayılı kararı ile (27.3.1992 günlü ve 21184 sayılı Resmi Gazete) iptal edilmiştir.
Bu iptal kararlarında, evlilik dışında doğan çocukların, tanıma, hüküm ve mirasçılık yönlerinden farklı uygulamaya tabi tutulmasının Anayasa'ya aykırı olduğu belirtilmiştir. Hemen belirtelim ki, Anayasa Mahkemesi kararları; Yasama, Yürütme ve Yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar (Anayasa md. 153/son). 443. maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesi ile ikinci fıkrasının iptali üzerine TBMM'ce, 14.11.1990 günlü ve 3678 sayılı Kanunla 443. madde değiştirilerek, "Nesebi sahih olmayan hısımlar, nesebi sahih hısımlar gibi mirasçılık hakkını haizdir" hükmü getirilmiştir. Değişikliğin gerekçesinde, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı gözetilerek maddenin yeniden düzenlendiği önemle vurgulanmıştır.
İsviçre ve diğer ülkelerin evlilik dışı çocuklara ilişkin yeni düzenlemelerine değinmekte yarar vardır. Evlilik dışı çocukların sorunu, aile hukukunun en çok tartışılan konularından birini oluşturmuştur. Ortaçağ Hukuku, bu çocuklar hakkında son derece ilkel bir uygulama kabul etmiş ve bu durum tüm Avrupa ülkelerinde yakın zamanlara kadar egemen olmuştur. Fakat, İkinci Dünya Harbi sonrası, İnsan Hakları konusunda, Evrensel Hukuk ve Uluslararası Antlaşmalarla kabul edilen ilke ve kurallar, soruna bakış açısını değiştirmiş, eski sistem, yerini tüm çocuklar yönünden eşitlik esasına dayalı düzenlemelere bırakmıştır.
Norveç, Danimarka, Sovyet Hukuk Sistemleri, evlilik dışı çocuklarla, sahih nesepli çocuklar arasındaki farkı kaldıran ilk ülke olmuştur.
Fransa; 1964, 1970 ve özellikle 1972 yıllarında çıkardığı yasalarla, evlilik dışı çocukların oldukça kötü olan durumlarını düzeltmiş, evlilik dışı çocuklarla, evlilik içi çocukların ana ve babalarıyla olan ilişkileri bakımından haklarda ve görevlerde eşit olduklarını açıkça kabul etmiştir (MK. md. 334).
İtalya, 1975 yılında çıkardığı kanunla evlilik dışı çocukların hukuki durumunu tamamen düzeltmiştir.
1949 tarihli Bonn Anayasası, getirdiği yeni kural ile nesebi sahih çocuklarla, evlilik dışı çocuklar arasındaki büyük farkın giderilmesini öngörmüş, her iki tür çocuğun aynı şartlara sahip olmaları için yasal düzenlemenin yapılmasını istemiştir. Gerekli değişikliğin uzun süre gerçekleştirilmemesi üzerine; Alman Anayasa Mahkemesi, 1969 yılında verdiği bir kararla; gerekli reformun yapılmaması halinde, anayasa hükmünün doğrudan uygulanması gerektiğini hükme bağlamıştır. Bunun üzerine aynı yıl çıkarılıp 1970 yılında yürürlüğe giren bir kanunla, evlilik dışı çocuklar evlilik içi çocuklarla aynı hukuksal düzeye gelmişlerdir.
İngiltere ise, 1969 ve 1975 yıllarında çıkardığı reform yasaları ile evlilik dışı çocukların durumunu geniş ölçüde düzeltmiştir.
Medeni Kanunu aldığımız İsviçre sistemine gelince; Avrupa ülkelerinde oluşan reform hareketleri bu devleti de etkilemiş, sonuçta, 15 Haziran 1976'da çıkarılan bir kanunla; Medeni Kanunun evlilik dışı çocuklarla ilgili hükümleri hemen hemen tamamen değiştirilmiştir. Reform Yasasına göre; baba yönünden, evlilik içinde doğmuş çocuklarla, evlilik dışında doğan ancak tanıma veya babalık hükmü sonucu meydana gelen nesep arasındaki fark kalmamıştır. Böylece her iki çocuk arasında eşitlik sağlanmış, iki çeşit babalık davası sistemine son verilerek bir tek babalık tespit davası kabul edilmiştir (İsviçre MK. md. 252 ve 261).
Anayasamız, 90/son maddesinde yöntemince yürürlüğe konulmuş bulunan Uluslararası andlaşmaların kanun hükmünde olduğunu kabul etmiş ve bunun ötesinde andlaşma hükümlerinin Anayasa'ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi önüne götürülemeyeceğini öngörmüştür. Hemen belirtelim ki, uyuşmazlık konusunun kişiliğe bağlı dokunulamaz, vazgeçilemez temel hak ve hürriyetlerle ilgili yönü tartışmasızdır. Herkesin; babasını bilmek, onun soyadını taşımak, nüfusuna yazılmak vatandaşlığını kazanmak ve yasal mirasçısı olmak, kısaca, baba ile hukuksal ilişki kurmak hakkı vardır.
İnsan Hakları, bütün insanların hiç bir ayırım gözetmeksizin insanlık onurunun gereği olarak sahip olduğu hakların bütününü kapsar. .İnsan hak ve hürriyetlerine saygıyı sağlamak için bir çok uluslararası andlaşmalar yapılmıştır. Bunlardan taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile, Türkiye Cumhuriyeti, yüklenimler altına girmiştir.
Bugün için, dünyada insan ve çocuk haklarına karşı büyük duyarlılık vardır. Çağımızda, çoğu dünya ülkelerince kabul edilmiş bildirge ve sözleşmelerle bu durum açıkça dile getirilmiştir. Sözü edilen haklar konusunda ilk temel kural veya kurallar; 1945 yılında kabul edilen "Birleşmiş Milletler Anayasası" gereğince oluşturulan "İnsan Hakları Komisyonu'nun hazırladığı ve Birleşmiş Milletler Kurulu'nca kabul edilip 10 Aralık 1948 tarihinde dünyaya ilan edilen insan Hakları Evrensel Bildirgesinde" yer almaktadır. Türkiye ve Birleşmiş Milletler'in tüm üyelerinin imzalayıp onayladığı bu bildirinin kimi maddelerinde özetle; temel hak ve özgürlüklere sahip olmak bakımından insanlar arasında, doğuş ayrımı ve ayrıcalığı olmadığı, her insanın hukuk kişiliğinin tanınmasını ve buna uyulmasını isteme hakkının bulunduğu, bütün çocukların evlilik içi veya dışı doğmuş olmalarına bakılmaksızın aynı sosyal korumadan yararlanması gerektiği açıkça hüküm altına alınmıştır (md. 2 ve 25).
Böylece bu haklar, milli anayasaların konusu olmaktan çıkmış, uluslararası Hukukun ve Birleşmiş Milletler Anayasası'nın temel kuralları olmuştur.
Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti; 10.3.1954 günlü, 6366 sayılı Yasa ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini yürürlüğe koymuştur.
20 Kasım 1959 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda 78 ülke temsilcilerinin oybirliği ile kabul ettiği Çocuk Hakları Bildirgesinde; bütün çocukların hiç bir istisna olmaksızın ve ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya başka bir görüş, mülkiyet, doğum veya başka bir statü nedeniyle her hangi bir ayırım yapılmaksızın, bunlar ister kendisini, isterse ailesini ilgilendirsin bu haklara sahip olduğu ve çocuğun doğduğu andan itibaren bir isim ve tabiiyet edinme hakkının bulunduğu kabul edilmiştir.
18 Ekim 1961 günlü, Avrupa Sosyal Haklar Temel Yasası'nın 1. Bölüm 17. maddesinde; "Evlilik ve aile bağlarına bakılmaksızın ana ve çocuğun sosyal durumuna uygun ekonomik korunmaya hakkı" olduğu hüküm altına alınmıştır.
Öte yandan, Birleşmiş Milletler Teşkilatı Ekonomik ve Sosyal Kurulu'nun 18 Mayıs 1973 günlü kararıyla, sahih ve sahih olmayan nesepli çocukların eşit hukuksal duruma sahip olmaları ilke olarak kabul edilmiştir.
Nihayet; 20 Kasım 1989 günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda onaylanarak 2 Eylül 1990 günü yürürlüğe giren ve 14 Eylül 1990 tarihinde Türkiye tarafından imzalanan ve 186 Devletin taraf olduğu Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, 9.12.1994 günlü, 4058 sayılı Yasa ile onaylanmış, 11.12.1994 günlü, 22138 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Sözü edilen sözleşmenin 2., 7. ve 8. maddelerinde açıkça belirlendiği üzere; Devletimiz, sözleşmede yazılı hakları, her çocuğa, ırk, renk, cins, dil, siyaset ya da başka düşünceler, ulusal etnik ve sosyal köken, mülkiyet, sakatlık, doğuş ve diğer statüler nedeniyle hiç bir ayırım yapmaksızın tanımış ve taahhüt etmiştir. Bu sözleşme ile;
a) Yasama organları, idari makamlar, mahkemeler, kamusal ve özel yardım kuruluşları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde; çocuğun yararının temel düşünce olduğu,
b) Taraf devletlerin her çocuğun özüne bağlı yaşama hakkına sahip olduğunu, çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için mümkün olan her çabayı göstereceklerini kabul ettiği,
c) Çocuğun doğumdan sonra derhal sicile (nüfusa) kaydedileceği ve doğumdan itibaren bir isim hakkına, bir vatandaşlık kazanma hakkına ve mümkün olduğu ölçüde ana babasını bilme ve onlar tarafından bakılmak hakkına sahip olduğu açıkça öngörülmüştür. O nedenle, Türkiye Cumhuriyeti de, MK. hükümlerinin aksine, yasa gücünde kabul ettiği bildirge ve sözleşmelerle, çocuklar arasında ayırım yapılmamasını kabul etmiş ve bunları yürürlüğe koyarak bir iç hukuk haline dönüştürmüştür. Bu durumda, evlilik dışı çocukların babalarına mirasçılığına ilişkin hukuki sorunun çözümünde; sağlıklı bir sonuca kavuşabilmesi için, az yukarıda açıklanan Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları; MK.nun 290 ve 3678 sayılı Kanunla kabul edilen 443. maddesi çağdaş hukuk sistemi ve gelişmelerinin birlikte değerlendirilmesi zorunludur. Anayasa Mahkemesi'nin MK. m. 443/f.1, c.2'yi iptal eden Kararının gerekçesinde, evlilik dışı çocukların baba tarafından mirasçılığı, açısından, şahsi sonuçlu babalığa hüküm aranmasının önlenmek istendiği şöyle açıklanmıştır: "Babasının kimliği kesin olarak belirlenmiş olan evlilik dışı çocukla, babalığa bütün neticeleri ile hükmedilmiş evlilik dışı çocuk arasında, ayırım yapılması esasına dayanan ve babası mahkeme kararı ile belli olmasına rağmen, bütün neticeleri ile hükmün özel şartları bulunmadığı için böyle bir babalığa hüküm bulunmayan evlilik dışı çocukların, babalarının mirasından hiç pay alamamaları sonucunu doğuran Medeni Kanunun 443. maddesinin birinci fıkrası anayasaya aykırıdır. O nedenle, Medeni Kanunun 443. maddesinin birinci fıkrası uyarınca nesebi sahih olmayan hısımların ana tarafından nesebi sahih hısımlar gibi mirasçı olmaları durumu devam edecek, bunlar da baba yönünden Medeni Kanunun 290. maddesine göre tahakkuk eden babalarına mirasçı olabileceklerdir". Görüldüğü üzere, Anayasa Mahkemesi, evlilik dışı çocuğun baba tarafında mirasçılığı için babalık, davasında verilmiş mali sonuçlu bir hükmü de yeterli görmekte ve mirasçılık için şahsi sonuçlu babalığa hükmü öngören Medeni Kanunun 443. maddesinin ilgili hükmünü, Anayasaya aykırı görmektedir. Başka bir anlatımla, Anayasa Mahkemesi'ne göre, Medeni Kanunun 290. maddesinde yazılı "hüküm" deyimi (tabii babalık ve şahsi babalık davalarında verilen iki nevi hükmü de) kapsamaktadır. Gerçekte de, MK.'da, nesebi gayri sahih çocukların sadece, şahsi sonuçlarıyla babalıklarına hükmedilen çocuklardan ibaret olduğuna dair bir hüküm bulunmamaktadır. Medeni Kanunun 8. Babının başlığı "Nesebi Sahih Olmayan Çocuklar"dır. Bu başlık altında, evlilik dışında doğan çocukların tanınması, sadece mali sonuçlar doğuracak şekilde babalığa hükmedilmesi ve hem mali hem de şahsi sonuçlar doğuracak şekilde babalığa hükmedilmesi konuları düzenlenmiştir. 290. maddenin başlığı da "sahih olmayan nesep"dir. Bu maddede "Nesebi sahih olmayan çocuğun anası, doğuran kadındır. Babası, tanıma veya bir hükümle tahakkuk eder" denilmiştir. Buradaki "Bir hükümle tahakkuk eder" sözünün, mutlaka 310. maddedeki "Babalığa hüküm" olacağına dair kanunda bir kayıt ve işaret yoktur. 310. maddedeki koşulların bulunması, mali sonuçlar yanında, çocukla babası ve babasının ailesi arasında bir takım hak ve görevlerin doğumu için gereklidir. Bunun dışında, her iki davanın da adı "Babalık Davası"dır. Her iki davanın sonucunda çocuğun babasının kim olduğuna karar verilmektedir. .Böylece, çocukla babası arasında gayri sahih nesep ilişkisi bulunduğu saptanmış olmaktadır. Bir çocuğun bir erkeğe kan bağı ile bağlı olduğu babalık davasında tespit edilmişse kan hısımlığının varlığını kabul etmemek mümkün değildir. Baba olduğu tespit edildikten sonra verilen hükmün mali sonuçlu veya şahsi sonuçlu olması hısımlığın varlığının hukuken tespit edildiği olgusunu etkilemeyeceği açıktır. Bu nedenle Medeni Kanun hükümlerine göre, "Nesebi Sahih olmayan çocuk" denildiği zaman, evlilik dışında doğmuş ve babaları tarafından tanınmış veya babalık davası sonunda mali veya şahsi sonuçlarıyla babalıklarına karar verilmiş olan çocukları anlamakta kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.
Şu durum karşısında; öncelikle mali sonuçlu babalık davası sonucunda verilen bir hükümle, babası tespit edilen çocukla, babası arasında (Nesebi sahih olmayan hısımlık ilişkisinin) kurulmuş olacağı Kurulumuzca kabul edilmiştir.
Öte yandan; 3678 sayılı Kanunla değiştirilen Medeni Kanunun 443. maddesi; (Nesebi sahih olmayan hısımların, nesebi sahih hısımlar gibi mirasçılık hakkını haiz olduğunu) çok açık belirlemiştir. Dahası, kanunun kabul gerekçesinde de (Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı gözetilerek yeniden düzenlenmiştir) denilmek suretiyle, bu hukuki olgu doğrulanmaktadır. Kanunun yorumu, kanun metninin anlamıdır ve ruhudur. Bu ruh, kanun kuralının izlediği gayeden çıkarılır. Buna, gai (amaçsal) yorum ve kanun kuralının amacına göre yorumu denilir. Bir kanun hükmünün, kanuna konuluş amacına aykırı bir sonuç doğuracak şekilde yorumlanması, hukuk ilkelerine ve kanunun hem sözü ile hem de özü ile uygulanmasını öngören Medeni Kanunun 1. maddesine uygun düşmez. O nedenle, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararının gerekçesi ve kanun koyucunun bu gerekçeye uygun değişiklik yapma iradesi karşısında, Medeni Kanunun 443. maddenin evvelce olduğu gibi, evlilik dışında doğan çocuklar arasında, mirasçılık yönünden, farklı bir uygulamaya yol açacak şekilde yorumlanması mümkün görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, 3678 sayılı Kanunla değişik Medeni Kanunun 443. maddesinde yer alan "Nesebi sahih olmayan hısımlar" deyiminin kapsamına tabii babalığına hükmedilen çocukların da girdiği anlaşıldığından, içtihatların Hukuk Genel Kurulu Kararı doğrultusunda, birleştirilmesi kabul edilmiştir.
Sonuç : Tabii babalığına hükmolunan çocuğun, Medeni Kanunun 3678 sayılı Kanunla değişik 443. maddesi uyarınca, gayri sahih nesepli olarak babasına mirasçı olacağına, 22.2.1997 gününde ve üçüncü toplantıda oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
İçtihadı Birleştirme Kararımızın konusu özetle;
Tabii babalığına (mali sonuçlu babalık) karar alınan çocukların, babaları yönünden gayrı sahih nesepli olup olmadıkları ve babalarına mirasçı olup olmayacakları noktasında toplanmaktadır.
İçtihat Aykırılıkları;
Dairemizin hiç değişmeyen, yürürlükteki Medeni Yasa hükümlerine uygun görüşü "Tabii babalık hükmü, nesep bağı kurmaz ve miracılık için yeterli değildir.
Yüksek Hukuk Genel Kurulu'nun mirasçı olabilmek için, mali sonuçlu babalık hükmünü bunu yeterli gören 29.6.1994 tarih, 244-465 sayılı kararına rağmen Dairemiz, 21.4.1995 tarih. 3184-4932 sayılı kararı ile yerleşmiş görüşünde ısrar etmiş, bunun sonucu olarak Yüksek Hukuk Genel Kurulu ile Dairemiz arasında, "Baba ile tabii bağı tespit edilen yani mali sonuçlu babalık hükmü oluşan çocuğun nesepsiz mi, yoksa sahih olmayan nesepli mi olduğu, çocuğun mirasçı olup olmayacağı konusunda açık bir içtihat uyuşmazlığı ortaya çıkmıştır.
Dairemiz; baba ile arasında tabii bağı hükmen tespit edilen çocuğun, baba yönünden nesepsiz olduğunu, bu nedenle babaya mirasçı olamayacağını vurgulamaktadır.
Yüce Genel Kurul ise; bu çocuğun gayri sahih nesepli olduğunu, Anayasa Mahkemesi'nin, Medeni Kanunun 443. maddesini iptal ettiğini ve bunun sonucu olarak da babaya sahih nesepli çocuklar gibi mirasçı olacağını kabul etmektedir.
KONUNUN AİLE HUKUKU İLE İLİŞKİSİ
Aile hukukunun görevi; toplumun içinde aile düzenini sağlamak, aileyi her bakımdan kuvvetlendirerek toplumun temelini sağlam tutmaktır.
Yeni Türk aile hukukunun en önemli karakteri ise; medeni nikah zorunluluğu, evlenmenin, ancak evlendirme memuru önünde yapılması ve tek kadınla (monogamik) ve tek koca ile (monoandrik) evlenme zorunluluğudur. Kısaca evlenme, hukuki bir birliktir. Hukukun öngördüğü şekil ve şartlara uygun yapılmalıdır.
Evlenmenin bir birliktelik olduğu kabul edilince, birliğin saadetini temin için eşler, şahsiyetlerini ve varlıklarını birbirlerine vakfetmek mecburiyetindedirler. Dünyanın bütün ileri memleketlerinde hakim olan bu sistem, bugünkü düşüncelerimize göre daha adil, daha ahlaki, aile huzur ve saadetini, çocukların daha iyi yetişmesini amaçlayan, bu suretle toplumun düzenini sağlayan bir sistemdir.
Böylece hukuki evlenme, serbest ve sorunlu birleşmelerden, nesebi sahih çocuklar ise nesebi sahih olmayan ve nesepsiz çocuklardan ayrılmış olur. Hukuki evlenmenin ve aile düzeninin korunması için Anayasamız 174. maddesinde; medeni nikah esası ve evlenme aktinin, evlendirme memuru önünde yapılacağına ilişkin Medeni Kanunun 110. maddesinin Anayasaya aykırılığın iddia edilemeyeceği kuralını koymuştur. Anayasa, "Aile Türk toplumunun temelidir." demektedir. Dar manada aile ise, bir erkekle bir kadının evlenmesinden ve bu evlilikten meydana gelen çocuklardan veya istisnai hallerde evlat edinilen çocuklardan oluşur.
Anayasanın 41. maddesi, böyle bir ailenin korunmasını emretmektedir.
Görüldüğü gibi Türk Anayasa ve Aile Hukukunun temel hedefi, meşru aileyi korumaktır. Bu ilke karşısında, Yargıtay içtihadi Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile varılan nokta, Anayasanın temel hükümlerine yine yürürlükte bulunan Medeni Yasa hükümlerine ve asıl amaçlanan modern düzenli aile sistemine aykırıdır. .
KONUNUN MİRAS HUKUKU VE NESEP HUKUKU İLE İLİŞKİSİ
Türk Medeni Kanununun miras hukukunda kabul ettiği sisteme göre, zümre mirasçılığı kural olarak hısımlık bağına dayanmaktadır.
Bir kimsenin kanından gelen kimsenin, onun mirasçısı olabilmesi için kan bağının varlığı yeterli olmayıp, bu bağın hukuken tanınmış olması da gerekmektedir.
Medeni Kanunun 3. kitabı miras hukukunu düzenlemektedir. Kanunun 13. babında kanunen mirasçı olanlar tek tek sayılmıştır.
Öncelikle; (A) harfi ile hısımların ve bunlardan kan hısımlarının mirasçı olabileceği belirlenmiş, bu guruba girenler hısımlık (nesep) denen hukuk ve kan bağı ile murise bağlı olan Medeni Kanunun 439. maddesinde füruu; 440. maddesinde baba-ana; 441. maddesinde büyük baba-büyük ana; 443. maddesinde sahih olmayan (gayri sahih) neseple bağlı olanlar düzenlenmiştir.
(B) harfi ile gösterilen Medeni Kanunun 444. maddesinde, sağ kalan eş,
(C) harfi ile yapay nesep bağı (evlatlığa alınan çocuk) un mirasçılığı Medeni Kanunun 447. maddesinde,
(D) harfi ile de Medeni Kanunun 448. maddesinde Hazinenin mirasçılığı yer almıştır.
Mansup mirasçılar ise, Medeni Kanunun 463. maddesinde düzenlenmiştir.
Bu düzenlemeden açıkça anlaşıldığı gibi, kanunumuzun sistemi içinde sahih olmayan nesep bağı ile murise bağlı olanlar fürudan ayrı ve özel bir gurup olarak düşünülmüş mirasçılıkları, bu sistemle ele alınmıştır.
O halde, miras hukuku bakımından bu düzenlemede yer almayan murise sadece kan bağı ile bağlı olan çocukları, füru olarak kabul ve mütalaa etmek doğru olmaz. Eğer sadece kan bağı (tabii babalık) yeterli görülseydi bu guruptaki çocukların miras haklarının da Medeni Kanunun 439. maddesinde düzenlenmesi gerekirdi. Medeni Kanunun 443. maddesinde de nesepsizlerin miras hakkı düzenlenmemiştir.
Miras hakkı, tabii bir hak olmayıp kanunlarla tanınan haklardandır. Bu nedenle tabii babalığına hükmolunanlar nesepsiz olup, kanunla bunlara miras hakkı tanınmadığından babalarına mirasçı olamazlar.
KONUNUN NESEP HUKUKU İLE İLİŞKİSİ
Kanunumuzun başka bir bölümü ikinci kitabın ikinci kısmı, yine hısımlık başlığını taşımaktadır.
O halde, Medeni Kanunun 439 ve devamı maddelerinde kendilerine miras hakkı tanınanları tayin ve tespit etmek için, Medeni Kanunun 241 ve devamı maddelerinde tarif edilip somutlaştırılan nesep hükümlerinden hareket etmek zarureti açıkça ortadadır.
Medeni Kanunumuzun 7. babında birinci fasılda, 241, 247, 249, 253, 257. maddelerde nesebi sahih olanlar, Medeni Kanunun 259, 260, 261. maddelerinde sahih neseple ilgili umumi hükümler,
Medeni kanunumuzun 290, 291, 310, 311, 312, 313, 314. maddelerinde Nesebi sahih olamayanlar ve bununla ilgili umumi hükümler,
Medeni Kanunun 304, 305, 306, 307. maddelerinde ise, nesepsizler ve bununla ilgili umumi hükümler düzenlenmiştir.
Bu düzenlemeye göre de; hısımlık ilişkisinin kurulması bir takım hukuki kurallara bağlanmış, baba ile sadece kan bağı tespit edilenler yani tabii babalığına hükmolunanlar, bu kurallara göre de hısım olmadıklarından mirasçı kabul edilmemişlerdir.
Bunun için nesep ; sahih nesep, sahih olmayan nesep, nesepsiz denince öğretide ve yasalarda ne anlaşıldığını kısaca arzetmek istiyorum.
Nesep: Birbirleriyle kan ve kanunun öngördüğü hukuki bağ bulunan usul ve füruu arasındaki ilişkidir.
Kanunumuz baba yönünden nesep ilişkisinin belirlenmesi için çocukları önce evlilik içi ve evlilik dışı doğanlar diye ikiye ayırmaktadır
Evlilik içi doğanlar nesepli, evlilik dışı doğanlar nesepsiz olarak belirlenmektedir. Dağıtılan ek 3 numaralı krokide de görüldüğü gibi, Sahih Nesep (Düzgün soybağı), (Baştan sahih nesep) :
1- Evlilik içinde doğan veya anne rahmine düşen çocuğun durumudur (MK. md. 241'de düzenlenmiştir).
2- Nesebi düzeltilenler, bunu da iki gurupta incelemek olanaklıdır.
a) Evlilik dışında doğan çocukların nesebi, anne babalarının evlenmesiyle kendiliğinden sahih olur (MK. md. 247'de düzenlenmiştir).
b) Hakimin hükmü ile nesebi düzeltilenler; birbirleriyle evlenmeyi vaadedip de, birinin vefatı veya evlenme ehliyetini kaybı sebebiyle evlenemeyen ana babadan doğan çocukların nesebi, diğerinin talebi veya çocuğun müracaatı üzerine hakim tarafından tashih olunur. Ancak, çocuk reşit ise tashih talebi rızası alınmadıkça mesmu olmaz. Çocuğun vefatından sonra müracaat hakkı füruuna intikal eder (MK. md. 249).
Bu gurup çocuklar, Medeni Kanunun 252. maddesi gereğince sahih neseplilerin haklarından aynen yararlanırlar (Demek ki, evlilik içinde doğan çocuklar ile nesebi düzeltilen çocuklar sahih nesepliler gurubuna girmektedir).
3- Af Kanunları ile nesebi düzeltilenler.
4- Yapay nesep bağı olan evlat edinilenler (MK. md. 253-257), bu nesep bağı birbirlerinin sulbünden gelmeyen kişiler arasında evlat edinme sonucu meydana gelmektedir.
Bu nesep bağından doğan hısımlık, evvelce de değinildiği üzere kan bağına dayanmayıp yapay bir nitelik taşımaktadır.
Demek ki, evlilik içinde doğan çocuklar ile nesebi evlenme veya hakimin hükmü ile düzeltilen yine nesebi af kanunları ile düzeltilen çocuklar ve evlat edinilen çocuklar sahih nesepliler gurubunu oluşturmaktadır.
Sahih Olmayan Nesep (Düzgün olmayan Soybağı):
Nesebi sahih olmayanlar Medeni Kanunumuzun 290. maddesi ile başlayan 8. babında gösterilmiştir.
Medeni Kanunumuzun 290/2. maddesinde açıkça, "Nesebi sahih olmayan çocuğun babası tanıma veya bir hüküm ile tahakkuk eder" denilmek suretiyle sınırlı olarak belirlenmiştir.
Nesebi sahih olmayan çocuklar incelendiğinde:
1) Ananın evlilik dışı doğan çocuğunun annesi ile olan nesep bağı (MK. md. 290/1).
Buda kural olarak ana ile çocuk arasındaki sahih nesep bağına benzer sonuçları doğurmaktadır. ana ile çocuk arasındaki tabii ve fiili nesep ile hukuki nesep bağı arasında tam bir uyum vardır.
Buna karşılık baba ile çocuk arasındaki doğal nesep bağı arasında evlenme yasağı dışında ilke olarak her hangi bir sonuç meydana getirmektedir.
Ancak, tanıma veya kişisel sonuçlu babalığa hüküm haline belirli hukuki sonuçlar doğmaktadır.
Tanınanlar: Evlilik haricinde doğan çocuk, babası tarafından veya babasının vefatı veya temyiz .kudretinden daimi mahrumiyeti halinde, babasının babası tarafından tanınabilir.
Tanıma, resmi senet veya ölüme bağlı tasarrufla olur. Keyfiyet tanınan kimsenin kayıtlı bulunduğu mahallin nüfus memuruna bildirilir (MK. md. 291).
Birbirleriyle evlenmeleri memnu olanlardan veya evli kadınların zinasından doğan çocuk tanınamaz (MK. md. 292).
Babalık davası: Babalık hükmünün ne olduğu, ne gibi şartların gerçekleşmesi halinde oluşturulabileceği Medeni Kanunun 295 ila 314. maddelerinde düzenlenmiştir.
Medeni Kanunun 297. maddesinde, önemle vurguluyorum, davanın mevzusu açıklanmıştır. Açıklamanın babalık hükmünün mevzusu ile ilgisi yoktur. Dava ana ve çocuk lehine babanın ödemede bulunmasına dair olabileceği gibi kanunun tayin ettiği hususlarda bu taleple birlikte veya ayrıca babalığın ahvali şahsiyeye ait bütün neticeleriyle hükmen tayinine dairde olabilir. O halde, babalık davası sonucu itibariyle iki türlü hükme bağlanır:
a) Tüm sonuçlarıyla babalığı hükme bağlananlar;
Evlilik haricinde doğan çocuğun anası babanın hükmen tayini için dava ikame edebilir, çocuklar da bu hakkı haizdir.
Dava baba veya mirasçıları aleyhine ikame olunur (MK. md. 295).
Davalı anaya evlenme vaadettiği veya cinsi münasebetin bir cürüm veya nüfusu suistimal teşkil eylediği takdirde; Müddeinin talebi üzerine hakim onun babalığına hükmeder (MK. md. 310-312).
Bu tip bir babalık davası sonucu verilen babalık hükmü ile çocuk ile babası arasında hukuki bir nesep bağı kurulur ve çocuk babasının evlilik dışı çocuğu statüsünü iktisap eder.
Bu dava, yenilik doğuran bir davadır.
Bunun sonucu olarak çocuk, babasının nüfus kütüğüne evladı olarak kaydedilir. Çocuk küçük ise, hakim velayet hakkını evlilik dışı babasına verebilir.
Çocuk, babasının soyadını taşır. Onun vatandaşlık hakkını iktisap eder. Koşulları oluşmuşsa çocuk babasına, baba çocuğa mirasçı olur, birbirlerine karşı nafaka ve yardım nafakası yükümlülükleri doğar.
b) Mali sonuçlu (tabii) babalığı hükme bağlananlar (MK. md. 304, 305, 306);
Babası, evlilik dışı çocuğu tanımazsa ve Medeni Kanunun 310/1. maddesinde yazılı özel şartlardan "Evlenme vaadi, cinsel ilişkinin bir cürüm veya nüfuz suistimali teşkil etmesi" koşullarından hiç biri olmasa bile, her zaman açılabilecek olan ikinci tip babalık davası ise, tabii babalık davası ve buna dayalı olarak nafaka ve tazminata ilişkin sonuçlar doğurmakla, mali sonuçlu babalık davasıdır.
Bu davanın kanıtlanması halinde hakim, ana ve babanın içtimai (sosyal) vaziyetlerine göre çocuğa bir nafaka bağlar (MK. md. 306/1).
Bu nafaka, iştirak nafakası mahiyetindedir. Yani, ana da mali gücüne göre çocuğun bakım masraflarına katılmak zorundadır (MK. md. 306/2).
Nafaka, 18 yaşını bitirinceye kadar ve hakimin tayin edeceği zamanlarda peşin olarak verilir. Madde hükmüne göre, 18 yaşından sonra nafaka yükümlülüğü kalmaz (MK. md. 306/3).
Yine içtimai vaziyete göre, kafi derecede şahsi geliri olduğu gün çocuğun nafakası kesilebilir (MK. md. 307/2).
Örneğin; çocuk, çalışarak gelir elde ediyorsa veya miras isabet etmiş, yapılan bir bağış bir piyango isabeti sonucu zengin olma gibi durumlarda masraflarını karşılayacak hale gelmişse, nafaka kesilir.
Mahkemece tabii babalığı tespit edilen erkek ile evlilik dışı, çocuk arasında hukuki nesep bağı kurulmaz. Çocuk, hukuken o erkeğin çocuğu durumuna gelemez ve hukuk açısından yine babasız kalmakta devam eder.
Hukuken evlatlık ilişkisi doğmaz.
Çocuk, dava kazanılsa dahi babanın nüfus kütüğüne kaydolamaz, tabii babasının soyadını taşıyamaz, vatandaşlık hakkını kazanamaz.
Baba, çocuktan yardım nafakası isteyemez (MK. md. 315), baba çocuğun mirasçısı olamaz. Çocuk babasına karşı nesepsizdir. Çocuk da babasının mirasçısı olamaz.
4- Babaları yönünden, diğer bir nesepsiz çocuk gurubu da;
Kimin sulbünden geldiği belli olmayan, hiçbir erekeye karşı hak dermeyan edemeyen çocuklardır.
Bu çocuklar da, az önce açıklandığı gibi, anneleri yönünden her hangi bir beyana ve hükme hacet bulunmadan doğumla birlikte sahih olmayan neseplidirler.
Ana açısından sahih nesepli ile nesebi sahih olmayan çocuklar arasında, velayet hakkının verilişi, çocuk mallarından istifade gibi bazı konular dışında farklı hükümler uygulanamaz, çocuk, annenin aile ismini, vatandaşlığını alır. Annenin mirasından sahih nesepli çocuklar gibi yararlanır.
Ananın, eğitim, gözetim görevleri yönünden borçları farksızdır. Çocuk, anasına olduğu kadar, ananın hısımlarına karşı da aynı nesep bağı ile hısımlık kazanmış durumdadır.
Görüldüğü gibi, Medeni Yasamızın düzenlemelerine ve öğretide baskın görüşe göre, sadece mali sonuçlu babalık hükmü ve babalığın tespiti sahih olmayan nesep bağını kurmamakta, Medeni Kanunun 310. maddesindeki koşullar ve unsurların oluşması halinde ise gayri sahih nesep bağı kurulmaktadır.
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI VE GEREKÇELERİ
11.9.1987 tarih, 1/18 sayılı Anayasa Mahkemesi iptal kararı; sadece Medeni Kanunun değişiklikten önceki 443. maddesinin "Nesebi sahih olmayan hısımlar ana tarafından nesebi sahih hısımlar gibi mirasçılık hakkına haizdir. Bunların baba cihetinden mirasçı olabilmeleri, babalarının kendilerini tanımış veya babalıklarına hüküm südur etmiş bulunmasına mütevakkıftır.
Baba tarafından nesebi sahih olmayan bir çocuk yahut füruu, babanın nesebi sahih füruları ile içtima ederse, nesebi sahih bir çocuğa veya ferilerine isabet eden hissenin yarısını alır.
Şeklindeki metninden, "Bunların (nesebi sahih hısımların) baba cihetinde mirasçı olabilmeleri babalarının kendilerini tanımış veya babalıklarına hüküm südur etmiş bulunmasına mütevakkıftır" cümleleri ile "Baba tarafından nesebi sahih olmayan bir çocuk yahut füruu babanın nesebi sahih füruları ile içtima ederse nesebi sahih bir çocuğa veya ferilerine isabet eden hissenin yarısını alır" biçimindeki ikinci fıkrayı iptal etmiştir.
Yüksek Mahkemeye, bu iptal itirazını getiren Sorgun Sulh Hukuk Mahkemesi'nin itiraz gerekçesinden,,o davada, dava konusu olan çocukların statüsü açık bir şekilde ortaya çıkmamakta, ancak, çocukların nüfus sicilinde anne hanesinde baba adları Ahmet olarak yazılı oldukları anlaşılmaktadır.
Mahkeme, çocukların birinin nesebinin af kanunu ile düzeltilmesine rağmen tanındığını ifade etmiş, diğerlerinin baba yönünden de nesebi gayri sahih olduklarını açıklayarak kavram kargaşası meydana getirmiştir.
Zira, çocukların nesepleri gayri sahih olsa idi, baba hanelerine kaydedilmeleri gerekirdi.
Yüksek Mahkeme, evlilik dışı çocuğun babası belli ise, yalnızca mali sonuç doğuran babalığa hükmolunması halinde çocukla babası arasında tabii babalık bağı doğmuş olur. Böyle bir durumda, çocuk ile babası arasında hukuksal yönden bir hısımlık ilişkisi meydana gelmez, biçiminde Medeni Kanunun bizce de savunulan esas kuralını koyduktan sonra kanunun neseple ilgili hükümlerini iptal etmeden söz konusu 443. maddenin 1. fıkrasında yer alan "bunların baba (yönünden) cihetinden mirasçı olabilmeleri babalarının kendilerini tanımış veya babalıklarına hüküm südur etmiş bulunmasına mütevakkıftır" cümlesi ile "Baba tarafından nesebi sahih olmayan bir çocuk yahut füruu, babanın nesebi sahih füruları ile içtima ederse nesebi sahih bir çocuğa veya ferilerine isabet eden hissenin yarısını alır" biçimindeki 2. fıkrayı iptal etmiştir.
İptal gerekçesi; "Anaları bakımından tam miras payı alan bu kişilerin babaları yönünden sahih nesepli çocuklarla birleşmesi halinde mirastan yarım pay almalarını kabul etmek mümkün değildir.
Evlilik dışında doğmuş çocuklardan babalığına hükmedilmiş olanlarla, yalnızca tabii babalık bağı mahkemece tespit edilmiş olan çocuklar arasında ikinci gruptakiler aleyhine bir sınırlama getirilmesinde, kamu yararı amacı güdüldüğünü söylemek mümkün değildir. Babasının kimliği kesin olarak belirlenmiş olan evlilik dışı çocukla, babalığına bütün neticeleri ile hükmedilmiş evlilik dışı çocuk arasında bir ayrım yapılması ve bunların tümünün birlikte mirasçı olduklarında nesebi sahih olan çocuğa göre mirastan hiç pay almamalarını veya yarım pay almalarını öngören Medeni Kanunun 443. maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesi ile aynı maddenin 2. fıkrası Anayasaya açıkça aykırılık oluşturmaktadır" biçimindedir.
ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARININ NİTELİĞİ
Anayasa Mahkemesi'nin kararları, Anayasanın 153/1. maddesi gereğince kesindir. Bu kesinlik , hem şekli anlamda hem de maddi anlamda aynı sonuçları doğurur.
Anayasaya uygunluk denetimi sonunda dava konusu normun Anayasaya uygunluğunun saptanması, Anayasaya aykırılık iddiasının iptal yada, itiraz davasının reddi halinde söz konusu norm yürürlükte kalacak yürütme ve yargı organları tarafından uygulamaya devam edilecektir. Normun, anayasaya aykırılığın saptanması halinde ise, iptaline karar verilerek iptal kararının gerekçeleriyle birlikte Resmi Gazetede yayımlanmasıyla (iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihle ilgili ayrı bir süre karar altına alınmamışsa) söz konusu norm yürürlükten kalkacaktır. Yürütme ve yargı organları bu norm yerine, yeni norm konuluncaya dek, bu norma dayalı uygulama yapamayacaktır ve karar veremeyeceklerdir.
Ancak, yasama organınca yeni norm düzenlendiğinde, mahkemeler de bu yeni norma uygun karar vermeye devam edeceklerdir.
Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının etkisi sınırlıdır. Sadece iptal edilen normun madde ve fıkralarına münhasırdır.
Anayasanın 153/2. maddesi ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 53/3. maddesi hükümleri;
"Anayasa Mahkemesi, bir yasa kuralını iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez" kuralını koymuştur.
Anayasaya uygunluk denetiminin esas bakımından yapılması ve Anayasa aykırılıkların saptanması sırasında normun oluşturulmasındaki sebep ve nedenlerdeki takdir yetkisi Yasama Meclisine aittir.
Bu denetim sonunda Anayasa Mahkemesi'nce ayrıca yerindelik denetimi yapılamaz.
Anayasamızın 153/son madde ve fıkrası gereğince, Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede yayımlanınca; Yasama, Yürütme ve Yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar ise de; yukarda açıklandığı üzere aynı maddenin 2. fıkrası gereğince; Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez.
Yüksek Danıştay Sekizinci Dairesinin 1986/402-1988/192 sayılı kararlarında da ifade edildiği gibi, bu kural yalnızca Anayasa Mahkemesi'ne hitap etmemektedir.
Yüksek Yargıtay'da bu konuda, bağımsız yorum hak ve yetkisine sahiptir.
Bu bakımdan Anayasa Mahkemesi'nin "Nesepsiz çocukların da baba yönünden miras hakkına sahip olmaları gerektiği" doğrultusundaki gerekçeleri, sürekli uygulanması zorunlu bir kural olarak kabul edilemez.
Kararların bağlayıcı olan kısmı, sadece hüküm fıkralarıdır. Gerekçeler hiç bir zaman bağlayıcı olamaz.
Aksi düşünce, Anayasamızın açıklanan 153/2. maddesinin ihlaline yol açar (Bkn. Sayın Prof. Orhan Aldıkaçtı, Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası; Y. Aliefendioğlu, Anayasa Yargısı, 1988, S. 101; M. Kıratlı, Anayasa Yargısında Somut Norm Denetimi, A.Ü.S.B. Fakültesi Yayını, 1966; Ünal Arak, Anayasa Yargısı, 1984 sa. 57).
O halde problemi, Anayasa Mahkemesi'nin bağlayıcı olmayan iptal gerekçeleriyle değil, iptal kararından sonra ayakta kalan ve olay tarihinde de yürürlükte olan Medeni Kanunun hükümleri ile çözmek gerekir.
Anayasamızın "Herkes; dil, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiç bir kimseye, aileye ve sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare mahkemeleri bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar" şeklindeki 10. maddesi;
"Herkes mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz, şeklindeki 35. maddesi de, bu düşüncemizin yasallığını pekiştirmektedir.
Medeni Kanunumuzun halen yürürlükte bulunan 304, 305 ve 306. maddelerinde düzenlenen mali sonuçlu "tabii" babalık hükmü, baba ile mirasçılık bağı kurulması için yeterli olmadığı gibi nesep bağı kurulması içinde yeterli değildir.
Bu nedenle, tabii babalığına hükmolunanlar nesepsiz olup, babaya mirasçı olmayacakları gibi, miras hakkı da tabii bir hak olmayıp kanunlarla tanınan haklardan olduğundan, Anayasamızın 153/2. maddesi karşısında;
Miras hakkını düzenleyen kanun hükümlerinin bir bölümünün iptali halinde, iptal kararını düzenlemesiz kalan kişi ve gruplara yaymak ve böylece yeni bir uygulamaya yol açacak şekilde tabii babalık bağı hükmen belirlenenleri mirasçı kabul etmek mümkün değildir.
Görülüyor ki, Anayasa Mahkemesi kararının gerekçe bölümünde yer alan ve "tabiii babalığına mahkemece hükmedilmiş çocuklarla" "kişisel sonuçlu babalık hükmü elde etmiş çocuklar arasında kanuni mirasçılık açısından mevcut eşitsizliği Anayasaya aykırı sayan düşüncelerin bağlayıcı bir yönü yoktur.
Zira, bu iptal kararından sonrada Medeni Kanunumuzun babalık davasını iki tür olarak düzenlemesi ve sadece kişisel sonuçlu babalık hükmü elde edenlerin babalarına nesep bağı ile bağlanmasını kabul etmesi, 3678 sayılı yasa ile de; "murisle tabii babalık ilişkileri mahkemece hüküm altına alınanlar nesebi sahih hısımlar gibi mirasçılık hakkını haizdir" şeklinde düzenleme yapmaması ve özellikle Medeni Kanunun 310/1. maddesi hükmüne dokunmayarak yalnız mu