Dairesi: Büyük Genel Kurul
Esas No: 1992/3
Karar No: 1994/3
Karar Tarihi: 01.07.1994
(506 S. K. m. 26, 133) (818 S. K. m. 74, 125, 128, 332) (1479 S. K. m. 63) (2709 S. K. m. 5, 26, 49, 50, 60, 65) (YHGK. 29.01.1992 T. 1991/10-549 E. 1992/20 K.)
Dava: Sosyal Sigortalar Kurumu vekili, Yargıtay 1. Başkanlığına verdiği dilekçede, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.3.1991 T. ve 603/156 sayılı kararı ile, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin birçok kararında; "506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 26/1 maddesinde, sigortalı ve haksahiplerine bağlanan gelirlerle meydana gelen her artışın ayrı bir olgu sayıldığı ve onay tarihi itibariyle 10 yıllık zaman aşımına tabi bulunduğu" kabul edildiği halde; Hukuk Genel Kurulunun 29.1.1992 tarih ve 1991/549 Esas ve 1992/20 Karar sayılında, gelirlerle meydana gelen artışlardan dolayı Kurumca açılacak alacak davalarında zaman aşımı süresinin işçi veya hak sahiplerinin işveren aleyhine açacakları davanın zaman aşımı süresi kadar alacağı ve olay tarihinden başlayacağının kabul edildiğini ileri sürerek, benzer konularda birbirine aykırı hükümle tesis edildiğinden, Yargıtay Kanununun 45/2 maddesi gereğince, içtihatların birleştirilmesini istemiştir.
Yargıtay 1. Başkanlık Kurulu "...Rücuen tazminat davası diye adlandırılan davaların Hukuki dayanağının ne olduğunu, zaman aşımının olay tarihinden mi, onay tarihinden mi başlayacağı..." konularında içtihat uyuşmazılığı bulunduğun; farklılığın İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunda giderilmesine ve raportör üye görevlendirilmesine karar vermiş, 3.12.1993 günü toplanan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunda, roportör üyenin açıklamaları dinlendikten sonra, aykırılığın "...İş kazası ve meslek hastalığına maruz kalan sigortalılara, ya da hak sahiplerine, iş kazası ve meslek hastalıkları sigortasından, Sosyal Sigortalar Kurumu'nca bağlanan gelirlerde, Kanun, Kararname ve katsayı değişikliği nedeniyle yapılacak artışların, Sosyal Sigortalar Kurumu'nca 506 Sayılı Kanun'un 26/1. maddesi çerçevesinde, asıl sorumlulardan geri istenip istenemeyeceği, madde bağlamında açılan rücu davalarının hukuki dayanağının ne olduğu diğer bir deyimle klasik halefiyete mi, yoksa kanundan doğan temelinde rücu hakkı bulunan (Suigeneris = Kendine özgü = nevi şahsına münhasır) halifiyete mi dayandığı, bu davaların tabi olduğu zaman aşımının türü ve hangi tarihte balayacağı ve özellikle zaman aşımının başlangıç tarihinin, sigorta olayının meydana geldiği tarih mi yoksa sigortalı ve hak sahibine gelir bağlanmasını Kurum'un yetkili organının onayladığı tarih mi olması gerektiği..." konularında olduğu ve bu çerçevede inceleme yapılmak üzere, raportörün görevini sürdürmesi oybiriğiyle kararlaştırılmış ve 1.7.1994 günlü toplana Yargıtay İçtihadı Bileştirme Büyük Genel Kurulunda, raportör üyenin yeni açıklamaları dinlendikten sonra, işin esasının görüşülmesine geçilmiştir.
Görüşmelerde, kimi üyeler, akte aykırı davranışın geniş manada haksız fiil olduğunu, zaman aşımında, fiilin vukuu, yani olay tarihinden başlaması gerektiğini, katsayı artaşlarının işgücü kaybı artışı söz konusu oldukça yeni bir olgu sayılamayacağını, söz konusu 26. maddenin salt halefiyet ilkesine dayandığını, 17.1.1972 tarih ve 2/1 sayılı ve 31.3.1954 tarih ve 18/11 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da "...sigortacının sigortalıya ödediği tazıminat nispetinde sigortalının yerine geçip halef olacağı, sigortalının kendisine halef olan sigortacıya sahip bulunduğu hak ve selahiyetlerden daha fazlasını devredemeyeceği gibi, halefiyet kaidesinin sigortalının zarardan sorumlu olan kimselerin hukuki durumunu ağırlaştırmayacağı..."nın kabul edildiğini, sigortacının sigorta ettirenin tediye tarihinde mevcut mutalebe hakkını devir alacağını, aynı olay sebebiyle zarar gören ile onun helefleri bakımından 2 türlü zamanaşımını kabul edilemeyeceğini, 10 yıllık zaman aşımının sigorta işçi veya hak sahibi için hangi tarihte işlemeye başlamış ise, sigortacı için de o tarihte işlemeye başalayacağını onay tarihinin zaman aşımına başlanğıç olamayacağını "...gelir artışları halinde, her bir artış için ayrı zaman aşımı ve başlangıcı söz konusu olmayacağını, ancak ilk gelir için zaman aşımı ne zaman işlemeye başlamışsa, sonrakiler için de o tarihte işleyeceğini" zarar görenini zarar verici durumunu öğrendiğinde zaman aşımının işlmeye başlayacağını, Kurumun rücu hukkının halefiyete dayandırılamayacağını zira sigortalı veya hak sahiplerinin işveren aleyhine açtıkları giderim davası risk nazariyesine dayanırken, Kurumun rücu davasının kusur nazariyesine dayandığı, sigortalı ve hak sahipleri kusursuz işverene karşı dava açabilirken, Kurumun kusursuz işverene dava açımadığı ve bunun gibi kusurlu sigortalıya rücu edemediği, eğer ilişki halefliğe dayansaydı bunların mümkün olması gerektiği, Kurumun rücu hakkının halefiyete dayandığı konusunda, yasada hiçbir hüküm bulunmadığı, temelinde rücu hakkı bulunan bir halefiyetten de yasalara söz edilmediğini, 26. maddenin salt kanunda doğun bağımsız bir rücu hakkına dayandığını, bir olay nedeniyle önce kısmi ve sonra ek davalar açılmasının adaleti geciktirdiği, işleri çoğalttığı, adil yargılama hakkına ters düştüğü, bu nedenle, rücu işinin dava tarihine kadarki kesim, bilinen dönem ve ondan ötesi varsayıma dayanılarak rücu tazminatının hesaplanabileceği ve böylece adil yargılama hakkının potansiyel bir tehlikeden kurtarılacağını, İş kazası ve meslek hastalığına dayalı tazminat davalarının akte aykırı hakaretten doğması bakımından Borçlar Kanununun 125. maddesindeki 10 yıllık zaman aşımına tabi iseler de, işçi aşımının olay tarihinden başlaşyacağını, Kurumun gelir bağlamakla gecikmesinin sonucu etkilemeyeceği ve zaman aşımını uzatamayacağını, her gelir artışının ayrı bir olgu sayılamayacağını haleflik kuralının da zaman aşımının olay tarihinden başlamasını gerektirdiğini, aksi halde 10 yıllık sürenin çok uzayacağını ve kişilerin uzun süre dava tehtiti altında kalacakları, Anayasa Mahkemesinin de 26. maddenin kanun ve kararnamelerle yapılan artışları kapsamadığı kanaatinde olduğu ve yoruma öncelik tanınması gerektiğini, Sosyal Sigortalar Kurumundan daha güçsüz olan Bağ-Kur'da gelir artışlarının rücuen tahsilinin kaldırıldığını ve bu durumun gelir artışlarının 26. madde çerçevesinde istenemeyeceğinin kanıtını teşkil ettiğini ileri sürmüşlerdir.
Görüşmelerden, öncelikle Konunun iş kazası veya meslek hastalığına uğrayan sigortalılara, ya da hak sahiplerine, iş kazası, meslek hastalıkları sigorta kolundan, Sosyal Sigortalar Kurumunca bağlanan gelirlerle, Kanun, Kararname ve katsayı değişikliği nedeniyle yapılan artışların 506 sayılı Kanunun 26/1 maddesi çevçevesinde Kurumca asıl sorumlulardan geri istenip istenmeyeceği sorunu olduğu ortaya çıkmıştır.
Bu nedenle, ilk önce bu konunun çözümlenmesi gerekmektedir.
Anayasanın 5, 49, 50, 60. maddelerinin buyurucu kuralları istikametinde, sosyal devlet, hizmet akdiyle çalışanlar yönünden iş hayatının risklerinin karşılamak amacıyla, 506 sayılı Kanun ile, iş kazalarıyla meslek hastalıkları sigortası ihdas etmiştir. Sigortalı, bir iş kazası veya meslek hastalığına maruz kalırsa ilk önce, bu mecburi sigotanın kuralları devreye girmekte ve sigorta yardımları sağlanmaktadır. Bu yardımların en önemlisi, sigortalıya veya o, sigorta olayında hayatını kaybetmişse, hak sahipleri kişilere, bu sigorta kolundan gelir bağlamasıdır.
Bu gelirlerde; zaman içerisinde değişiklikler olmakta, artışlar gerçekleşmektedir. Zira, zamanla hak sahipleri değişmekte, kimileri ölmekte, kimileri evlenmekte, bunların gelir payları artmakta, değişmekte, sigortalının malüllük oranı yükselebilmekte, başkasının bakımına muhtaç olunabilmekte, ya da kendisi sonradan ölmekte, hak sahiplerine gelir bağlamakta Kanun ve Kararnamelerle aylık, katsayısı ya da gösterge rakamı, ya da gelir oranı değiştirilmekle, sosyal yardım zammı ödemelerinde, sosyal içerikli, iyileştirmeler yapılmakta, sonuçta, sigortalı veya hak sahibine bağlanan gelirlerde artışlar olmaktadır. Öte yandan, sigortalı, ya da hak sahiplerinin, söz konusu iş kazası ve meslek hastalığı nedeniyle uğradığı iş göremezlik ve destekten yoksunluk zararlarının giderimi için asıl sorumlular aleyhine açtıkları maddi tazminat davalarında Sosyal Sigortalar Kurumunun bu kişilere bağlandığı yukarıda açıklanan gelirlerin ve gelir artışlarının peşin sermaye değerleri toplamı dikkate alınarak düşülmekte ve o davalarda sigorta tahsisleri ile karşılanmayan zararların giderimi sağlanmaktadır. Diğer bir deyimle, o davalarda, asıl sorumlular, Sosyal Sigortalar Kurumunun ödemeleri nispetinde borçtan kurtulmaktadırlar. Böylece çalışma hayatının düzenli işlemesi, ekonomik yönden güçsüz olan sigortalıların iş hayatının risklerine karşı sosyal güvencesi sağlanmış olmaktadır. Aslında, iş kazası ve meslek hastalığı geliri ve onun artırılmış hali, iş kazası ve meslek hastalığından sorumlu olanların ödeyeceği ve gidereceği zarar bölümünden ibarettir.
Yasa koyucu 506 sayılı Kanunun madde 26/1 de, peşinen anılan ödemeleri yapılan Sosyal Sigortalar Kurumunun kusurlu işverene rücuu konsunu, özel bir şekilde düzenlemiştir. Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu'ndaki rücuya ilişkin hükümlerin varlığına rağmen bu özel düzenlemeyi yapmıştır. Üstelik, 506 sayılı Kanunun madde: 133'de "...Özel sigortalara ilişkin konulardaki hükümler Sosyal Sigortalar hakkında uygulanmaz" diyerek, bu düzenlemenin özel niteliğini vurgulamıştır. Bunun gibi, 29.3.1985 tarih ve 3/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında Türk Ticaret Kanunu ve Borçlar Kanunu'nda yer alan can sigortası kurallarının, Bağ-Kur'da uygulanmayacağının kararlaştırılmış olması da, konuya ışık tutmaktadır. Bu nedenle, bu konuda, 506 sayılı Kanunun madde: 26/1'deki özel rücu hükmünün uygulanması zorunludur.
Bilindiği gibi, Medeni Yasa'nın 1. maddesine göre kanun lafzıyla veya ruhuyla temaz ettiği bütün meselelerde mer'idir. Bu nedenle öncelikle kanununu lafzına önem vermek lazımdır. 506 sayılı yasanın 26/1 meddesinde, bu konuda açıkça "...Kurumca sigortalıya veya hak sahibi kimselere yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü gedirlerin tutarları ile gelir bağlanırsa bu gelirler ...sermaye değerleri toplama .....işverene ödetilir..." denilmiştir. Bu sözcükler, gayet kapsamlı ve çoğul sözcüklerdir. Çeşitli zamanlarda değişik nedenlerle bağlanan tüm gelirleri ve gelir artışlarını kapsamaktadır. Maddede, gelir