Yargıtay Büyük Genel Kurul 1990/3 Esas 1990/5 Karar
Karar Dilini Çevir:

Dairesi: Büyük Genel Kurul
Esas No: 1990/3
Karar No: 1990/5
Karar Tarihi: 19.10.1990

(1086 S. K. m. 237) (3402 S. K. m. 14, Geç. m. 4) (766 S. K. m. 33, 37)

Dava: 17.1.1990 günlü dilekçe ile 21.6.1987 gün ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun yürürlüğünden önce kazandırıcı zamanaşımı veya imar ihya nedeniyle mülk edinme konusunda açılan tapu iptal ve tescil davaları sonunda verilmiş bulunan kararların söz konusu yasanın yürürlüğe girmesinden sonra açılan davalarda kesin hüküm oluşturup oluşturmayacağı hususunda Birinci ve Sekizinci Hukuk Daireleri kararları arasında aykırılık bulunduğu iddia edilerek içtihadı birleştirme yoluna gidilmesi istenilmiş; Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu 1.3.1990 gün ve 15 sayılı kararla kararlar arasında aykırılığın mevcut olduğu sonucuna vararak içtihadı birleştirme yolu ile aykırılığın giderilmesi gerektiğine karar vermiştir.

2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun 16/5 ve 45/2. maddeleri uyarınca toplanan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu'nda raportör üyenin açıklamaları dinlendikten sonra gereği görüşüldü:

Karar: Önce kararlar arasında aykırılık bulunup bulunmadığı hususu incelenmiştir:

1- Aralarında aykırılık bulunduğu ileri sürülen kararlardan Birinci Hukuk Dairesi'nin 8.2.1989 gün ve 11266/1148 sayılı kararına konu teşkil eden olayda taşınmazın zilyetlik nedeniyle kadastroca davalı adına tesbit ve tescil olunduğu, davacı Hazine'nin 1617 sayılı Yasanın, 20. maddesi ile değişik 766 sayılı Tapulama Kanunu 'nun 33. maddesine göre 20 dönümden fazla olan miktar hakkında iptal ve tescil davası açtığı davalının 1617 sayılı Yasanın getirdiği sınırlamayı gözönünde tutarak 20 dönümden fazla kısım hakkında açılan davayı kabul ettiği, hüküm henüz kesinleşmeden ve temyiz süresi geçmeden 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun yürürlüğe girdiği, davalının Kadastro Kanunu'nun getirdiği yeni haklardan yararlandırılması gerektiğini ileri sürerek temyiz yoluna başvurduğu anlaşılmaktadır. Birinci Hukuk Dairesi olayda önceden verilmiş ve kesinleşmiş bir hükmün bulunmadığı, davalının kabulünün HUMK.nun öngürdüğü anlamda kesin hükmün yasal sonuçlarını doğuracak nitelikte bağlayıcı bir beyan olmadığı gerekçesiyle hükmü davalı yararına bozmuştur.

2- Sekizinci Hukuk Dairesi'nin 2.10.1989 gün ve 5946/8870 sayılı kararıyla, daha önce Kadastro Mahkemesi'nce senetsizden zilyetlik nedeniyle yirmişer dönümlük kısımların kişi adına miktar fazlalarının son parsel numarası altında Hazine adına yazılmasına karar verilip kesinleştikten sonra 3402 sayılı Yasanın 14. maddesinde zilyetlikle mal edinme sınırının kuru arazide yüz dönüm, sulu arazide 40 dönüme çıkarılmasından yararlanmak isteyen aynı kimse tarafından Hazine aleyhine miktar fazlaları hakkında açılan ve kesin hüküm nedeniyle davanın reddine ilişkin yerel mahkeme kararı onanmıştır. Aynı dava sebebine dayanan diğer olaylarda da Sekizinci Hukuk Dairesi'nin kesin hükmün varlığını kabul ettiği diğer kararlardan anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan, Birinci Hukuk Dairesi'nin de 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden önce senetsizden zilyetliğe dayalı olarak açılan ve kesin hükme bağlanan taşınmazlar hakkında 3402 sayılı Yasanın 14. maddesine dayanılarak yeniden dava açılması halinde son davanın kesin hükümden dolayı reddi gerektiği hususunda uygulanmasını istikrarlı bir şekilde sürdürdüğü tesbit olunmuştur ( Birinci Hukuk Dairesi'nin 25.5.1989 gün, 4697-6583 28.3.1989 gün, 101-3656 sayılı v.d. kararlar ).

3- Sekizinci Hukuk Dairesi 9.10.1989 gün ve 4758/9 283 sayılı kararında önceki dava, imar ihya sabit görülmesine rağmen 766 sayılı Tapulama Kanunu'nun 1617 sayılı Yasa ile değişik 37. maddesinin imar ihyaya olanak tanımaması sebebiyle reddedilmiş olması halinde önceki kararın imar ihyanın gerçekleşmesinin sabit görülmesi yönünden kişi yararına verilmiş bir karar olduğu gerekçesiyle aleyhine kesin hüküm oluşturmayacağı sonucuna varmıştır. Aynı Daire 1.5.1989 gün ve 5631-4402 sayılı kararında imar ihya nedenine dayanılarak açılan, fakat imar ihya sabit görülmesine rağmen Tapulama Kanunu'ndaki yasak nedeniyle reddedilen tescil davasının 3402 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra açılan tescil davası için kesin hüküm oluşturacağını benimsemiştir.

Yukarıda özetlenen kararlara göre: 1 sayılı bentte gösterilen Birinci Hukuk Dairesi'nin 8.2.1989 günlü kararına esas olan olayda önceki dava sonunda verilen karar henüz kesinleşmeden 3402 sayılı Yasa yürürlüğe girmiş olup sonraki dava da karar kesinleşmeden açılmıştır. Bu durum karşısında önceki kararın kesin hüküm oluşturup oluşturmayacağının tartışılmasına yer olmadığından kararın açıklanan bu özelliği itibariyle diğer kararlarla çelişik bir durum yaratmadığı sonucuna varılmıştır. Zira sonraki yasa yürürlüğe girdiği tarihte önceki dava henüz kesin bir karara ulaşmadığından kesin hüküm tartışmasına esasen gerek kalmamaktadır. 2 sayılı bentte gösterilen kararlarda ise başka bir anlatımla 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden önce senetsizden zilyetliğe dayalı olarak açılan ve kesin hükme bağlanan taşınmazlar hakkında 3402 sayılı Yasanın 14. maddesine dayanılarak dava açılması halinde önceki kararın kesin hüküm oluşturacağı yolunda Birinci ve Sekizinci Hukuk Dairelerinin kararları arasında herhangi bir aykırılık bulunmadığı anlaşılmıştır. 3 sayılı bentte açıklanan Sekizinci Hukuk Dairesi kararlarına gelince: Karar özetlerinden de anlaşılacağı üzere imar ihya nedenine dayanılarak açılan tescil davalarında daha önce açılıp karara bağlanarak kesinleşen davada imar ihya olgusu sabit görülmüşse, bu karar, 3402 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davada kesin hüküm oluşturmayacak; ancak imar ihya olgusu önceki davada sabit görülmemişse kesin hüküm oluşturacaktır. Görülüyor ki aynı hukuki sebebe dayanılarak açılıp reddedilerek kesinleşen davalara ilişkin kararlardan biri 3402 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra açılan aynı hukuki sebebe dayanılarak açılan davada kesin hüküm sayılmakta diğeri sayılmamaktadır. Her iki karar arasında bu suretle aykırılık bulunduğu ve bu aykırılığın içtihadı birleştirme yolu ile giderilmesi gerektiğine yapılan oylama sonucunda üçte ikiyi geçen çoğunlukla karar verildikten sonra işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

Kararlar arasındaki aykırılık, imar ihya nedenine dayanılarak açılıp reddedilerek kesinleşen tescil davalarına ilişkin kararların, 3402 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra açılacak tescil davalarında kesin hüküm oluşturup oluşturmadığı noktasına ilişkin bulunmaktadır.

Kesin hükmün amacı uyuşmazlıkları kesin olarak çözümlemektir. Uyuşmazlıkların kesin olarak çözümlenmesi hem sosyal barışı sağlayacak hem de mahkemelerin sonu gelmez bir biçimde aynı uyuşmazlıkla meşgul edilmesini önlemiş olacaktır. HUMK.nun 237. maddesi bu amaçla "Kaziyei muhkeme, ancak mevzuunu teşkil eden husus hakkında muteberdir. Kaziye muhkeme, mevcuttur denilebilmek için iki tarafın ve müddeabinin ve istinat olunan sebebin müttehit olması lazımdır" hükmünü getirmiştir. 3402 sayılı Kadastro Kanunu da kesin hüküm dokunulmazlığını koruma amacıyla geçici 4. maddesi ile özel bir hüküm getirerek şu yolda düzenlemede bulunmuştur: "Tapulama ve kadastro mahkemelerince kanunun yürürlüğe girmesinden önce kesin hükme bağlanmış uyuşmazlıklara bu kanun uygulanmaz". Görülüyor ki yasa koyucu kesin hüküm dokunulmazlığına ilişkin genel yasal ve hukuki kuralla yetinmemiş ayrıca ve özellikle teyit gereğini duymuştur. Diğer taraftan 3402 sayılı Yasa ile yasa koyucu aleyhine kesin hüküm bulunanlar yararına yeni haklar tanıyan bir düzenleme de getirmemiştir. Başka bir anlatımla 3402 sayılı Yasa, hakkında kesin hüküm bulunan kişilere yeni haklar getirmemiş, konuyu yeniden düzenlemiştir. Bu durum karşısında önceki kararın 3402 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra açılan davalar da kesin hüküm oluşturacağı sonucunu benimsemek gerekmektedir. Yasa koyucu kesin hüküm dokunulmazlığını korumuş, yeni haklar tanımamıştır. Bu nedenlerle aynı hukuki nedene dayanılarak açılıp ta reddedilerek kesinleşen kararlar arasında, imar, ihyanın sabit görülüp görülmemesi açısından bir ayırım yapmakta hukuki yarar görülmemiş, imar ihyanın sabit görüldüğü davalara ilişkin kararların kesin hüküm oluşturmadığının kabulüne olanak bulunamamıştır. Böyle bir ayırım kesin hüküm kuralları ile bağdaştırılamaz. Şu hususta belirtilmelidir ki imar ihyanın sabit görülmesi halinin doğurabileceği sonuçlar az önce açıklanan hukuki esasları değiştirici nitelikte de görülmemiştir. Açıklanan durum karşısında söz konusu önceki davalarda imar ihya sabit görülmüş olsun veya olmasın redde ilişkin kararların 3402 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra açılan davalar için kesin hüküm oluşturacağı ve içtihatların bu suretle birleştirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Sonuç: 21.6.1987 gün ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden sonra yeni yasal düzenlemeye dayanılarak imar ihya nedeniyle açılan tapu iptal ve tescil davalarında, kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılıp ta reddedilerek kesinleşmiş bulunan tapu iptal ve tescil davalarına ilişkin kararların, o kararlarda imar ihya olgusu sabit görülmüş olsun veya olmasın kesin hüküm oluşturacağına 19.10.1990 gününde yapılan ilk toplantıda E. 1990/3, K. 1990/5 sayı ile üçte ikiyi geçen çoğunlukla karar verilmiştir.

KARŞI OY YAZISI

Dairemizin 8.10.1989 gün ve 5946-8870 sayılı kararı ile, 20 dönüm fazlası hakkındaki zilyetliğin, kanunda öngörülen belgelerden ( vergi kaydı v.b. ) biriyle ispat edilememiş olması nedeniyle davanın reddine ilişkin hükmün 3402 sayılt Kadastro Kanunu'na göre açılan sonraki davada kesin hükmü sayılacağı görüşü benimsenmiş; 9.10.1989 gün ve 4578-9283 sayılı kararı ile de, ihya koşullarının gerçekleşmiş olmasına rağmen, Tapulama Kanununun 37/son maddesinin 1617 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Öntedbirler Kanununun 23. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış olması nedeniyle tescil isteğinin reddine, ancak, ihya işleminin sübutu ile ihya edenin zilyetliğinin Hazine'ce ihlal edilemeyeceğinin tapu kütüğün şerh verilmesine ilişkin tapulama mahkemesince verilen hükmün, sonradan yürürlüğe giren 3402 sayılı Kanunun 17. ve 46. maddeleri hükümlerine dayanılarak ihya eden veya halefi tarafından açılan ikinci davada davacı aleyhine kesin hüküm olmayacağı görüşü benimsenmiştir. Yüce Kurulun çoğunluğunca, davacı aleyhine kesin hüküm olarak değerlendirilen bu iki mahkeme hükmü arasında kanımızca konu bakımından hiçbir benzerlik bulunmamaktadır. Dolayısıyla farklı olaylara ilişkin Yargıtay kararları arasında farklılık bulunması doğal olup, bunun bir çelişki şeklinde kabulünde isabet yoktur. Konuları biribirine benzemeyen kararlardaki görüşler yanlış olabilir. Ancak, bunun içtihadı birleştirme yolu ne giderileceğine dair kanunda bir hüküm yoktur. Bu nedenle içtihadı birleştirmeye gerek olduğuna dair çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

İşin esasına gelince:

Görüşmeler sırasında her iki kararın konu bakımından biribirinden farklı olduğu görülmüş, bunun üzerine ihya ile ilgili ikinci kararda benimsenen görüşün doğru olup olmadığı yönü tartışılmış ve daire görüşünün aksine, ihya olayının tesbitine ilişkin birinci hükmün ikinci davada davacı aleyhine kesin hüküm sayılacağı sonucuna varılmıştır.

Oysa, Yüksek Sekizinci Hukuk Dairesi'nin ihya ile ilgili 9.10.1989 gün ve 4578-9283 sayılı kararında benimsediği görüş, kanun koyucunun 3402 sayılı Kanunun 17. ve 46. maddeleriyle güttüğü amaca tamamen uygundur. Bizi bu sonuca götüren sebepleri açıklamadan önce ihya üzerinde durmak istiyoruz:

MEDENİ KANUNDAN ÖNCE İHYA

Osmanlı İmparatorluğu toprak düzeninde, mevat arazi türü ayrı bir statüye tabi tutulmuştur. Arazi Kanunu'nun 6. ve Mecelle'nin 1270. maddelerine göre, mevat arazi, kimsenin tasarrufu altında bulunmayan ve umumun istifadesine terk ve tahsis edilmemiş boş yerlerdir.

Arazi Kanunu'nun 103. maddesiyle, 6. madde hükmü kısmen tekrar edilerek: "...Bu makale yerlerden, yere zarureti olan kimse rakabesi beytülmala ait olmak üzere meccanen memurunun izniyle müceddeden yer açıp tarla ittihaz edebilir..." denmek suretiyle ihya olayına ve bu suretle ziraate, elverişli olmayan, ölü toprakların tanıma elverişli hale getirilmesine cevaz verilmiştir.

Keza Mecelle'nin 1051. maddesinde, "ihya, imar demektir ki, araziyi ziraata salih kılmaktır" şeklinde tanımlanmıştır.

Mecelle'nin, "ihya-i menat hakkındadır" başlığını taşıyan 1272-1276. maddelerinde, tohum ekmenin, nadas eylemenin, sulamanın ve sulamak için hark ve cetvel açmanın ihya sayılacağı hükme bağlanmış ve ihyanın, arazinin yararlanma hakkı ile birlikte arazinin mülkiyetini de kazanmak amacıyla yapılması halinde, 1272/1. maddeye göre, ayrıca yetkili memurdan özel izin alınması gerektiği belirtilmiştir.

Bu suretle ihya edilmiş arazi" mülk arazi" niteliğini kazanmakta idi.

Bu açıklamalara göre;

İhya, eski toprak rejimimizde kurumlaşmış bir edinme yolu sayılmıştır.

MEDENİ KANUNUN YÜRÜRLÜĞÜNDEN İTİBAREN İHYA

Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra, 641. madde ile, Devletin hüküm ve tasarrufu altında sayılan bu yerlerin "...ihraz ve işgali... hakkında ahkâmı mahsusa vazolunur" denmiş ve bu tür yerlerin iktisabı için özel hükümlüre ihtiyaç bulunduğu belirtilmiştir.

2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 6. maddesi, bu ihtiyaca cevap vermek üzere düzenlenmiş olup, daha sonra 4753 sayılı Kanunun 64. maddesiyle tamamen yürürlükten kaldırılmıştır. Bu maddenin birinci fıkrasında, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunup, umumun istifadesine ayrılmamış olan sahipsiz ham toprağı açıp, işgal edenlere, hiç toprakları yoksa, bu yerlerin iskan haddine kadar olan miktarının ve toprağı olup da tutarı iskan haddini geçmeyen yerlerin parasız olarak terkolunacağı bildirilmişti.

Ancak, açıp işgal etme olaylarının çok genişlemesi ve özellikle belediye sınırları içindeki kıymetl yerlerin ele geçirilmesi yolunda bir takım girişimlerde bulunulması üzerine, 6. maddenin uygulama alanın sınırlanması gereği duyulmuş ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 8.5.1944 tarih ve 242 sayılı Tefsir Kararıyla, anılan maddenin, belediye sınırları içindeki gayrimenkullere uygulanmayacağı sonucuna varılmıştır ( Düstur, üçüncü tertip, C: 25, Sh. 375 ).

Az önce açıklandığı gibi, 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun 64. maddesiyle 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 6. maddesi tamamen yürürlükten kaldırılmış ve bu kanunun geçici maddesiyle de: "2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 6. maddesinin yürürlükte bulunduğu süre içinde Devletin özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve belediye sınırları dışında ve kamu hizmetine ayrılmamış olan araziyi kütük ve ağaç dikerek bağ ve bahçe haline getirmiş olanların bu kanunun yürürlüğe girmesi tarihinden başlıyarak altı ay içinde bu yerin en büyük mülkiye üstüne başvurmaları şartı ile, hükmü kaldırılan 6. madde uyarınca ve iskan haddi içinde belli olacak hakları tanınır" hükmü getirilmiş ve emek ve masraf edilerek, oluşturulan imar ve ihya, başlı başına bir iktisap ( edinme ) sebebi olarak kabul edilmiştir. Bu hükme göre, 4753 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 15.6.1945 tarihine değin, tamamlanmış imarihya, zilyetlik ve diğer koşullar aranmadan edinme hakkı sağlamıştır.

4753 sayılı Kanunun geçici maddesi, 27.3.1950 tarihinde yürürlüğe giren 5618 sayılı Kanunla; "4753 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, Devletin hususi mülkiyetinde olmayıp hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve âmmenin hizmetine tahsis olunmayan sahipsiz ham toprağı işgal edenlere hiç toprakları yoksa bu yerlerin 5098 sayılı Kanunun 5. maddesine göre tayin olunacak iskan haddi içindeki miktarı, toprağı olup da, iskan haddini geçmezse bu yerlerin iskan haddini dolduracak miktarı parasız terk olunarak adlarına tescil olunur.

Ancak, taşlık, pırnallık ve delicelik olup da bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar imar için masraf ve emek sarfedilerek, baş bahçe, meyvalık ve tarla haline getirilmiş iskan haddi dışında elli dönüme kadar topraklar imar edene parasız terk olunarak adlarına tescil olunur..." şeklinde değiştirilmiştir.

Bu maddenin birinci fıkrasına göre; 4753 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar işgal edilen yer iskan haddini aşmıyorsa, işgal olayı mülkiyeti edinme hakkı sağlar.

İkinci fıkraya göre; taşlık, pırnallık ve delicelik olup da, emek ve para harcanarak 5618 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 27.3.1950 tarihine kadar ihya edilmiş yerlerin iskan haddi dışında 50 dönüme kadar olan kısmı parasız olarak imar edene terk olunur ve bu yer imar eden adına tescil olunur.

16.3.1950 tarihli 5602 sayılı eski Tapulama Kanunu'nun 52. maddesiyle de; "4753 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar yapılmış olan ihyalar mezkûr kanunun geçici maddesinde yazılı müracaata bakılmaksızın ihya edenler veya mirasçıları adına tapulanır.

4753 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra ihya edilmiş veya ihyasına başlanmış olan gayrimenkuller Devlet adına...kaydolunur" hükmü getirilmiş ve 4753 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe değin tamamlanmış ihyanın bu işlemi yapan için kazanılmış hak olduğu belirtilmiş ve 5602 sayılı Kanunun uygulandığı yerlerde bu tür taşınmazlar ihya edenler adına tespit ve tescil edilmiştir.

Ancak, 5602 sayılı Kanun, 4.5.1964 tarihinde yürürlüğe giren 509 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılmıştır. 509 sayılı Kanun da, Anayasa Mahkemesi'nce biçim yönünden iptal edilmiş ve bunun yerine 12.5.1966 tarihinde 766 sayılı Tapulama Kanunu yürürlüğe girmiştir.

Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun saklı tuttuğu ihya sebebine dayanan kazanılmış haklar 766 sayılı Kanunla değişik şekilde düzenlenmiştir. Anılan Kanunun 37. maddesine göre; Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunup kamu hizmetlerine tahsis olunmayan taşlık ve delicelik araziden 27.3.1950 tarihinden önce masraf ve emek sarfı ile baş bahçe meyvalık, zeytinlik veya tarla haline getirilmek suretiyle ihya edilmiş bulunan gayrimenkuller Hazine adına tespit ve tescil edilecek, ihya edenlerle, kanuni veya akdi halefleri tutanakta ve kütüğün beyanlar hanesinde gösterilecek ve Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu o yörede uygulanmaya başlandığında, bunlar hakkında 4753 saylı: Kanunun geçici maddesi uygulanacaktır ( Tapulama Kanunu, md. 37/1 ).

Çiftçiyi Topraklandırma Kanununun o yörede uygulanmasına değin, geçici madde ile sağlanmış olan hakların korunması amacıyla da, Hazine'nin bu yerler üzerinde temliki tasarrufta bulunamayacağı, ihya edenlerle haleflerinin zilyetliklerinin ihlal edilemeyeceği tapulama tutanağında belirtilecek ve ayrıca kütüğün şerhle hanesine işaret olunacaktır ( Tapulama Kanunu md. 37/2 ).

Bu hükümlere göre Devlet, 5618 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe değin emek ve para harcanarak ihya edilmiş yerleri, 4753 sayılı Kanunun o yerde uygulanmaya başlandığı sırada ihya edenler adına geçirme borcu altına girmiştir.

37. maddenin son fıkrasında da; 33. maddedeki koşulların mevcut olması halinde taşınmazın mülkiyetinin zilyet adına tespit ve tescil edileceği belirtilmiştir. Bu hükme göre, ihyanın tamamlanmasından tapulama tespit tarihine kadar 20 yıl veya daha fazla süre ile taşınmaz 33. maddede belirtilen koşullar altında tasarruf edilmiş ise, zilyet adına tespit ve tescil edilecektir. Bu hükmün uygulanabilmesi için ihyanın tamamlandığı tarih önemli olmayıp bu tarihten itibaren tespit tarihine kadar geçen süre önemlidir.

1617 sayılı Kanunun 20. maddesi ile, Tapulama Kanunu'nun 33/son maddesi "Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerler ile, kanunlar uyarınca Devlete kalan gayrimenkuller tapuda kayıtlı olsun veya olmasın, kazandırıcı zamanaşımı yoluyla iktisap edilemez" şeklinde değiştirilmiş ve 23. maddesi ile de, 20. madde ile getirilen değişikliğe paralel olarak Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup da, ihya edilen ve 33. maddedeki koşullar çerçevesinde kazanılması mümkün olan yerlerle ilgili 37. maddenin son fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. 1617 sayılı Kanunun ek maddesi ile getirilen hükme göre, 23. madde ile getirilen değişiklik geçmişe etkili bulunmamaktadır. O itibarla 1617 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Öntedbirler Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden önce Tapulama Kanunu'nun 37. maddesinin son fıkrası hükmüne göre yapılmış olan tesbitler ve açılmış davalar 1617 sayılı Kanunla değiştirilen hükmün etki alanı dışında kalmıştır.

19.7.1973 tarihinde yürürlüğe giren 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu'nun 235/a maddesi ile 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ve ekleri yürürlükten kaldırıldı. 4753 sayılı Kanuna göre, devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, emek ve para harcanmak suretiyle ihya edilen arazilerin ihya edenler adına tescili, bu olayların tesbit ve iskan haddinin tayini, Toprak ve İskan İşleri Genel Müdürlüğü'nün gören ve yetkisinde idi, 1757 sayılı Kanunla 4753 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılınca, bu görev ve yetki Toprak ve Tarım Reformu Müsteşarlığına verildi, Böylece 1757 sayılı Kanun her yönden 4753 sayılı Kanunun yerine geçmiş oldu.

1757 sayılı Kanunun 19. maddesinde dağıtım amacıyla Toprak ve Tarım Reformu Müsteşarlığı emrine geçen arazi türleri sayıldı. Maddenin ( g ) bendinde ihyaya konu olan arazilerin de anılan kuruluş emrine geçeceği açıklanmakla birlikte, maddenin son fıkrasında "kesinleşen orman tahdit harita ve tutanakları dışında bırakılan yabani meyvelik, fundalık, makilik ve benzeri arazi ile özel kanuna göre orman tanımına girmeyen araziden" emek verilerek, masraf edilerek ıslah ve ihya edilen yerler üzerinde kazanılmış hakların saklı olduğu belirtilmiş ve böylece, gerek 4753 sayılı Kanunun 5618 sayılı Kanunla değişik geçici maddesi, gerekse Tapulama Kanun

Paket Özellikleri

Programların tamamı sınırsız olarak açılır. Toplam 9 program ve Fullegal AI Yapay Zekalı Hukukçu dahildir. Herhangi bir ek ücret gerektirmez.
7 gün boyunca herhangi bir ücret alınmaz ve sınırsız olarak kullanılabilir.
Veri tabanı yeni özellik güncellemeleri otomatik olarak yüklenir ve işlem gerektirmez. Tüm güncellemeler pakete dahildir.
Ek kullanıcılarda paket fiyatı üzerinden % 30 indirim sağlanır. Çalışanların hesaplarına tanımlanabilir ve kullanıcısı değiştirilebilir.
Sınırsız Destek Talebine anlık olarak dönüş sağlanır.
Paket otomatik olarak aylık yenilenir. Otomatik yenilenme özelliğinin iptal işlemi tek butonla istenilen zamanda yapılabilir. İptalden sonra kalan zaman kullanılabilir.
Sadece kredi kartları ile işlem yapılabilir. Banka kartı (debit kart) kullanılamaz.

Tüm Programlar Aylık Üyelik

9 Program + Full&Egal AI
Ek Kullanıcılarda %30 İndirim
Sınırsız Destek
350
199
Kazancınız 151₺
7 Gün Ücretsiz Dene Ücretsiz Aboneliği Başlat Şimdi abone olmanız halinde indirimli paket ile özel fiyatımızdan sürekli yararlanırsınız.