Yargıtay Büyük Genel Kurul 1986/9 Esas 1987/2 Karar
Karar Dilini Çevir:

Dairesi: Büyük Genel Kurul
Esas No: 1986/9
Karar No: 1987/2
Karar Tarihi: 20.02.1987

(743 S. K. m. 169/2)

24.2.1986 günlü dilekçe ile Onbirinci Hukuk Dairesi'nin, evli kadının kocası lehine aval verdiği durumlarda Medeni Kanunun 169/2. maddesinin uygulanacağı, karı-kocanın bonoda keşideci durumunda bulunmaları halinde ise müşterek ve müteselsil borçlu durumunda olduklarının kabulü gerektiğinden 169/2. maddesinin uygulanmasına, başka bir anlatımla, sulh hakiminin tasdikine ihtiyaç bulunmadığı görüşünde olduğu; Onikinci Hukuk Dairesi'nin ise, bonoda keşideci durumunda olan karı-koca müşterek borçlu ve müteselsil kefil durumunda sayılacaklarından karının bu şekilde borç altına girebilmesi için sulh hakiminin tasdikinin gerekli olduğu görüşünü benimsediği ve bu suretle karı-kocanın keşideci durumunda bulunmaları halinde Medeni Kanunun 169/2. fıkrası uyarınca sulh hakiminin tasdikine ihtiyaç bulunup bulunmadığı konusunda Onbirinci ve Onikinci Hukuk Daireleri kararları arasında aykırılık bulunduğu ileri sürülerek, aykırılığın içtihadı birleştirme yolu ile giderilmesi istenilmiştir. Birinci Başkanlık Kurulu'nca kararlar arasında aykırılık bulunduğu belirlenerek içtihadı birleştirme yolu ile aykırılığın giderilmesine 2.10.1986 gününde, 73 sayı ile karar verildiğinden 2.2.1987 gününde toplanan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu'nda Raportör Üye dinlendikten sonra konu görüşülüp tartışıldı:

Onbirinci Hukuk Dairesinin 20.12.1979 gün, 5391/5802 sayılı; 17.10.1984 gün, 4761/4823 sayılı; 19.3.1985 gün, 563/1506 sayılı kararlarında benimsenen esaslar ve Daire Başkanlığının düşünce yazılarındaki açıklamalara göre bononun karı-koca tarafından keşideci sıfatıyla birlikte imzalanması halinde karının adı yanında kefil olduğuna dair bir ibare yoksa veya gerçekte kocasına kefil olma amacı ile imzaladığı isbat olunamadığı takdirde karı müşterek ve müteselsil borçlu sayılarak Medeni Kanunun 169/2. maddesi uyarınca hakimin tasdikine gerek olmadığı görüşü Onbirinci Hukuk Dairesi uygulamalarında benimsenmektedir.

Onikinci Hukuk Dairesi'nin 20.10.1981 gün, 6011/7654 sayılı ve 31.12.1985 gün, 6212/11999 sayılı kararlarındaki esaslar ve Daire Başkanlığının düşünce yazılarındaki açıklamalara göre, bonoda karı-kocanın keşideci durumunda bulunmaları halinde mahdut yetkili icra hakimliğinin bonoyu karının ne maksatla imzaladığını araştıramayacağı, bu nedenle de karı-kocanın keşideci durumunda bulunmaları halinde karının müşterek borçlu, müteselsil kefil kabul edilerek Medeni Kanunun 169/2. maddesi uyarınca hakimin tasdikinin arandığı anlaşılmaktadır.

Burada, öncelikle şu hususun belirtilmesi zorunludur: Karının kefil olarak bonoyu kocası ile birlikte imzalaması, aval vermesi halinde Medeni Kanunun 169/2. maddesi uyarınca hakimin tasdikinin gerekli bulunduğu hakkında kararlar arasında herhangi bir aykırılık söz konusu değildir. Onbirinci Hukuk Dairesi uygulamasında karı-kocanın keşideci durumunda bulunduğu hallerde karının kefil sıfatı ile imzalamış bulunduğunun isbatına olanak verilmekte, bu husus isbat edildiği takdirde hakimin tasdiki gerekli görülmekte, Onikinci Hukuk Dairesi uygulamasında ise karı-kocanın bonoda keşideci durumunda bulunmaları halinde bonodaki yazılardan anlaşılamıyorsa karının kefil sıfatı ile imzalayıp imzalamadığının ayrıca icra hakimliğinin mahdut yetkisi gözetilerek isbatına olanak tanınmamaktadır.

Bu nedenlerle temel ilkeler yönünden kararlar arasında herhangi bir aykırılık bulunmamaktadır. Diğer taraftan, icra hakimliğinin mahdut yetkisinden dolayı inceleyemeyeceği bir konudan dolayı kararlar arasında aykırılığın varlığını kabul etmek de mümkün görülmemiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle içtihadı birleştirmeye gerek olmadığına, 20.02.1987 gününde ilk toplantıda üçte ikiyi aşan çoğunlukla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

İçtihadı birleştirmenin konusu sonuç olarak, karı-kocanın keşideci sıfatıyla bono senedini imzalamaları halinde MK. nun 169/2. maddesi hükmü gereğince sulh hakiminin onayının gerekip gerekmediği hususudur.

Onbirinci Hukuk Dairesi'nin sözü geçen kararında aynen: ... olayda davacı, kefil sıfatıyla bonoyu imzaladığına dair bono üzerinde bir meşruhat olmadığı gibi aksine müşterek ve müteselsil borçlu sıfatıyla imzaladığı anlaşılmaktadır... olayda MK. nun 169/2. maddesinin uygulama olanağı bulunmamaktadır hükmünün yer aldığı görülmektedir. Gene, Onikinci Hukuk Dairesi'nin anılan kararında ise: ... takip konusu bonolarda karı-koca oldukları uyuşmazlık konusu bulunmayan borçluların keşideci sıfatıyla müştereken imzalan mevcuttur. Bu durumda alacaklıya karşı her ikisi müşterek borçlu ve müteselsil kefil durumundadır. Hal böyle olunca, karının bu senetle borç altına girebilmesi MK. nun 169/2. maddesi uyarınca sulh hakiminin tasdikine bağlıdır... hükmünün getirildiği anlaşılmaktadır.

Görülüyor ki; Onbirinci Hukuk Dairesi, karı-kocanın keşideci yerini imzalamalarının, aksine bir delil yoksa, müşterek ve müteselsil borçlu oldukları anlamını taşıdığım kabul etmekte ve sulh hakiminin onayına gerek duymamaktadır. Onikinci Hukuk Dairesi de, karı ve kocanın keşideci yerini birlikte imzalamaları keyfiyetini müşterek borçlu ve müteselsil kefil anlamına geldiğini ifade etmektedir. Esasen kararda müteselsil kefil sözcüğü kullanılmış ise de bundan güdülen amaç Onbirinci Hukuk Dairesi'nin kararındaki gibi, müşterek ve müteselsil borçlu olma halidir.

Onikinci Hukuk Dairesi demek istemektedir ki, karı ve koca bono ile müşterek ve müteselsil borç altına girdiklerinde teselsül nedeniyle kocanın borcunun tamamı karıdan da istenebileceğinden karı, koca lehine borç altına girmiş olmaktadır ve giderek bu durumda MK. nun 169/2. maddesi uyarınca bononun sulh hakimi tarafından onanması gerekir. Onay olmadığı takdirde takibin iptaline karar verilmelidir. Başka bir anlatımla, onay yoksa bonoya yasal olarak geçerlilik tanınamaz. Oysa, Onbirinci Hukuk Dairesi az önce anlatılan kararında aynı olay için sulh hakiminin onayına gerek olmadığını açık seçik vurgulamaktadır. Hal böyle olunca, her iki Dairenin kararları arasındaki içtihat aykırılığının varlığı apaçık ortadadır. Ve bu aykırılığın içtihatların birleştirilmesi yoluyla kesin olarak karara bağlanması Yargıtay Kanununun 15. maddesinin 2. bendi gereğidir.

Diğer taraftan, icra tetkik merciinin mahdut yetkili bir mahkeme olması ve bu mahkemelerden verilen kararların kural olarak uyuşmazlığın genel mahkemelerde çözümlenmesine engel teşkil etmemesi hali de sonuca etkili değildir. Zira, aynı hukuki konuda merci karalarının temyizi üzerine Onikinci Hukuk Dairesi'nin de görüş bildirmesi doğaldır. Şayet bu Dairenin ortaya koyduğu içtihat genel mahkemelerden gelen işleri inceleyen diğer dairelerin görüşlerine ters düşüyorsa, içtihadı birleştirme yoluna gitmek yasal zorunluluktur. Zira, Yargıtay Kanununun 15/2. maddesinde aynen: Hukuk Daireleri arasında... içtihat uyuşmazlıkları bulunursa... sözcüklerinin yer aldığı görülmektedir. Onikinci Hukuk Dairesi de, Hukuk Daireleri arasında sayıldığına göre, diğer Hukuk Dairelerinin kararlarıyla kendi kararları arasında aykırılık varsa az önce sözü geçen madde uyarınca içtihadı birleştirme yoluna gidilmelidir.

Öbür yandan, aynı durumdaki konu hakkında mahkemede dava açılması halinde, aval, kefalet veya başka bir iddianın ileri sürülmüş olması ve bu iddiaların mahkemece inceleme konusu yapılıp aynı konuların icra tetkik merciinde incelenmemesi durumu da Onikinci Hukuk Dairesi ile diğer dairelerin kararları arasındaki aykırılığın giderilmesine engel teşkil etmemelidir. Önemli olan, hiç bir iddia ileri sürülmeden müşterek imzalı bononun 169/2. maddesi karşısındaki yorum tarzıdır. Bu yorum tamamen hukuksal ilke ile ilgili bir yorum tarzı olup her iki Daire aynı konuyu değişik yorumlamıştır. Başka bir deyişle, Yargıtay'ın iki hukuk Dairesi kambiyo hukuku ile ilgili aynı mesele hakkındaki vermiş oldukları kararlarla çelişik görüşleri yansıtmaktadırlar.

Açıklanan bu nedenlerle her iki Dairenin kararları arasında aykırılık bulunduğundan içtihadı birleştirmeye gerek olduğu görüşündeyim. (¤¤)

Full & Egal Universal Law Academy