Yargıtay Büyük Genel Kurul 1982/4 Esas 1982/4 Karar
Karar Dilini Çevir:

Dairesi: Büyük Genel Kurul
Esas No: 1982/4
Karar No: 1982/4
Karar Tarihi: 08.12.1982

(1086 S. K. m. 1, 7)

Dava: Bağ-Kur Genel Müdürlüğü İstanbul Bölge Müdürlüğü vekili Avukat Hatice Çınar tarafından 13.4.1982 günlü dilekçe ile 1479 sayılı Bağ-kur Kanununun 63 ve 70. maddelerinin uygulama alanları konusunda Yargıtay 4. ve 10. Hukuk Daireleri kararları arasında aykırılık bulunduğu ileri sürülmesi üzerine, bu yön Yargıtay Birinci Başkanlık Divanı'nın 1.7.1982 gün ve 75 sayılı kararıyla benimsenerek, söz konusu aykırılğın İçtihadı Birleştirme yoluyla giderilmesi istenilmekle, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Bölümü Genel Kurulu'nda Raportör Üyenin açıklamaları dinlendikten ve kararlar arasında aykırılığın varlığı saptandıktan sonra, işin esası görüşüldü:

Karar: 1 - İçtihadı birleştirmenin konusu, Bağ-Kur Genel Müdürlüğü'nce zararlandırıcı Bağ-Kur sigorta olayına maruz kalan sigortalıya veya sigortalının ölümüyle onun hak sahiplerine yapmakla yükümlü bulunduğu harcamaların ödettirilmesine ilişkin olmak üzere sadece çalıştıran (istihdam eden) sıfatına dayanılarak çalıştıran aleyhine açılan davaların hangi mahkemede görüleceği yönünde toplanmatadır. Gerçekten, davanın suç sayılır hareketi ile yardımların yapılmasını gerektiren kişiye yöneltilmesinde, ya da onunla birlikte var olan ekonomik ve hukuksal bağlantı sonucu onu çalıştıran aleyhine açılması durumunda davaya iş mahkemesinde bakılacağı hususu uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, adam çalıştıranın suç sayılır hiç bir hareketi bulunmadığı halde, salt suç sayılır hareketi ile bu yardımların yapılmasına neden olan kimsenin çalıştıranı olmasından ötürü onun hakkında açılan davaya hangi mahkemenin bakacağına ilişkindir.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi kurulunun çoğunluğu ve bu görüşü benimseyenler özet olarak, aksi görüş kabul edildiğinde amaca aykırı bir yorum yapılmış olacağı, Bağ-Kur Kanununun 63. maddesindeki "Üçüncü kişiler" kavramına istihdam edenin de dahil olduğu, olayın Bağ-Kur Yasasının doğrudan doğruya uygulanması ile ilgili bulunduğu, bu bakımdan bu nitelikteki davaların dahi çözüm yerinin iş makemeleri olması gerektiği düşüncesindedirler. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi ise, aynı uyuşmazlıkların genel mahkemelerde görülmesi esasını öngörmüştür.

Şu duruma göre, Yargıtay'ın iki Özel Dairesi arasında uyuşmazlık vardır ve Yargıtay Kanununun 17. maddesi hükmü gereğince bu uyuşmazlık giderilmelidir.

2 - Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 142. maddesi hükmüne göre, mahkemelerin görevleri kanunla düzenlenir. Öte yandan, 5 Aralık 1977 tarihli, 4/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da açıklandığı üzere, mahkemelerin görevi kamu düzeni ile ilgili olup kıyas veya yorum ile genişletilmesi yahut değiştirilmeleri mümkün bulunmamaktadır. Şayet kanunda açıklık yoksa, görev gene mahkemeler aittir. 23.5.1960 günlü, 11/10 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği gibi, istisnai hükümlerin dar olarak yorumlanması, yoruma ilişkin bir temel kuraldır. Şu duruma göre, iş mahkemelerinin görevleri istisnai nitelik taşıdığı için görevlerinin geniş yoruma değil, dar yoruma tabi tutulması asıldır.

O halde, Özel Dairelerin görüşleri arasındaki aykırılığın giderilmesinde, bu ilkeleri gözönünde tutan bir yaklaşım ve değerlendirme esas alınmalıdır.

3 - Bağ-Kur Kanununun 70. maddesinde şu esaslara yer verilmiştir: (Bu Kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıklar, yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görülür. Bu kanuna dayanılarak Kurumca açılacak tazminat ve rücu davaları ile prim alacakları davaları 10 yıllık zamanaşımına tabidir). Bu maddenin incelenmesinden çıkarılacak zorunlu sonuç, Bağ-Kur Kanununun uygulanmasından kaynaklanmayan uzlaşmazlıkların yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görülemeyeceği yönüdür. Bir başka anlatımla, eğer bir uyuşmazlık, Bağ-Kur Kanununun uygulanmasından doğan uzlaşmazlık, Bağ-Kur Kanununun uygulanmasından kaynaklanmayan uzlaşmazlıkların yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görülemeyeceği yönüdür. Bir başka anlatımla, eğer uyuşmazlık, Bağ-Kur Kanununun uygulanmasından doğan uzlaşmazlık niteliğini taşımıyorsa, uyuşmazlığa iş mahkemesinde, ya da bu davaları görmekle görevli mahkemelerde bakılmasına Anayasa, yasaca ve hukukça cevaz yoktur. Bu bakımdan, burada üzerinde durulması gereken ilk sorun, söz konusu anlaşmazlığın Bağ-Kur Kanunundan doğan bir uyuşmazlık niteliğini taşıyıp taşımadığı hususudur.

4 - Bağ-Kur Kanununda bu tür davalara uygunluğu düşünülebilecek tek madde, anılan Kanunun 63. maddesidir. Esasen bu yönden Özel Daireler arasında herhangi bir uyuşmazlık yoktur. Bu maddede aynen: (Üçüncü bir kimsenin suç sayılar hareketi ile bu kanunda sayılan yardımların yapılmasını gerektiren bir halin doğmasında Kurum sigortalıya gerekli bütün yardımları yapar. Ancak bu yardımların tutarı için üçüncü kişilere rücu eder) denilmektedir. Demek ki, bu madde gereğince üçüncü kişinin sorumlu tutulabilmesi, onun suç sayılır hareketi ile Bağ-Kur'ca yapılmış yardımları gerektiren olayın doğmuş bulunmasına bağlıdır. Şayet olay suç sayılır hareketin sonucu değilse, üçüncü kişinin bu madde gereğince sorumlu tutulması ve dolayısı ile, bu maddenin hakkında uygulanması mümkün değildir. Hal böyle olunca, suç sayılır hareketi olmayan üçüncü kişi hakkında Bağ-Kur Genel Müdürlüğü'nce açılacak davaya iş mahkemelerinin veya bu konuda görevli tutulmuş mahkemelerin bakmasına anılan Kanunun 70. maddesi engeldir. Zira, az önce belirtildiği üzere, 70. madde gereğince iş mahkemelerinin veya görevli mahkemelerin bir uyuşmazlığa bakabilmeleri, uzlaşmazlığın Bağ-Kur Kanununun uygulanmasından doğması kuşulunun gerçekleşmesine bağlıdır. Bağ-Kur Kanununun 63. maddesinde öngörülen öbür sorumluluk koşulları gerçekleşmiş bulunsa dahi, şayet zararlandırıcı olay, hakkında dava açılan kimsenin suç sayılır hareketi sonucu değilse, bu maddenin uygulanamayacağı yönü açık-seçiktir. Çünkü, bu madde gereğince üçüncü kişinin sorumluluğu, öngörmüş bulunduğu bütün koşulların birlikte gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Bu yönden, adam çalıştıranın üçüncü kişi kavramına dahil bulunması, sonuçta bir değişiklik husule getirmez.

5 - Kuralda, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi çoğunluk görüşünü benimsiyen Üyelerin gerekçeleri üzerinde de durulmuştur.

a) Şüphesiz, bir yasa hükmü, konuluş amacına uygun bir biçimde yorumlanmalıdır. Kural olarak bir hükmünün amacı olarak değerlendirilebilecek olan (özü)yle biçimini oluşturan (sözü) özdeştir ve ayrık olarak bunlar arasında bir bağdaşmazlık varsa, açık bulunan söze itibar olunması esastır. Yani, amacın açık olan anlatımda belirtilmiş bulunduğu varsayılır. Bağ-Kur Kanununun 63. maddesinde ise, sorumluluğu, yardım yapılmasını gerekli kılan olaya neden olan (suç sayılır haraket)in oluşturduğu ortadadır. Bu yönden, adam çalıştıranın sorumluluğu açısından maddenin suç koşulunu dışladığı söylenemez. Bağ-Kur Yasasının Hükümet gerekçesindeki anlatımı dahi bunun tersi bir sonuca varılmasını haklı kılmaz. Herşeyden önce, bir yasanın hazırlanmasına ilişkin tüm belgeler ve bu arada gerekçeler, bu günkü anlayışa göre, yorumda artık eski geçerliliğini yitirmiştir. Gerçekten, bugün yürürlükte bulunan düşünce açısından, tarihsel yorum yerine -karşıt görüşü savunanların da belirttikleri gibi-, amaca yönelik yorum esastır ve bir madde yorumlanırken, o maddenin yasalaştırılmasından önceki evrede oluşturulmuş yasama belgeleri değil, yorumun yapıldığı andaki topluma hakim olan koşullar, ihtiyaçlar gözönünde tutulur. Buna rağmen, sözü edilen Hükümet gerekçesinin bağlayıcı olduğu düşünülse bile, hükümet gerekçesine verilen anlamın doğruluğu da belirgin biçimde kuşkuludur. Gerçekten gerekçede öngörülen "rücu" konusunda özel hukuk hükümlerinin sağladığı imkanlardan yararlanılması yoluna gidilmesinden maksat, bu yönden kamu hukukunun değil, esas hukuk hükümlerinin gözönünde tutulduğunun belirtilmesinden ibarettir. Herhalde, özel hukukun kamu hukukunun karşıtı olarak kullanıldığı, özel hüküm anlamının burada sözkonusu edilmediği hukuksal gerçeği ortadadır. Zira, özel hukukun karşıtı genel hüküm olmayıp kamu hukukudur. Burada yanılgı, bu kavram karışıklığından kaynaklanmaktadır.

b) Bağ-Kur Kanununun 63. maddesi bakımından (üçüncü kimse), Bağ-Kur sigortasına ilişkin yardımları yapan Bağ-Ku Genel Müdürlüğü'yle bu yardımlardan yararlanan sigortalı veya ölümü ile hak sahibi bulunan kişiler dışında kalanlardır. Bu bakımdan, adam çalıştıranın dahi üçüncü kişi kavramına dahil bulunduğu tartışmasızdır. Şu var ki, üçüncü kişinin bu madde gereğince sorumlu tutulması için yardımların yapılmasını gerektiren olayın doğmasında suç sayılır hareketinin varlığı koşuldur. Daha açık bir anlatımla, burada, sorumluluk açısından bir kimsenin (üçüncü kişi) kavramına dahil bulunması yeterli değildir, buna ek olarak o kimsenin yardımların yapılmasını gerektiren olayın doğmasına suç sayılır hareketi ile neden olması da zorunludur. Bundan ötürü, maddenin bir ve ikinci cümleleri arasındaki bağlantı doğaldır ve birinci cümledeki (üçüncü kimse) sözcükleri ile ikinci cümledeki (üçüncü kişiler) sözcükleri eşanlamda ve eşdeğerdedir. Karşıt görüşün gerekçe olarak dayandığı amaca yönelik yorum açısından da birinci cümlede tekil olarak (kimse), ikinci cümlede işe çoğul olarak (kişiler) sözcüklerinin kullanılmış bulunmasından başka bir anlam çıkarmaya imkan yoktur. Çünkü, sözcüklere dayanan bir yorumun amaca yönelik yorum çerçevesinde düşünülmesi olanaksızdır. Burada, nihayet bir anlatım güçsüzlüğü ve tutarsızlığından sözedilebilir.

c) Bu tür davalarda rücu alacağını belirleme açısından ölüm sigortası ile malullük sigortasına ilişkin olmak üzere Bağ-Kur Kanunu hükümlerinin gözönünde tutulacağı açıktır. Ancak bu olgu, göreve etkili olamaz. Zira, bir çok kez olduğu gibi, her dava, gerçekte bir temel uzlaşmazlık etrafında ikinci derecede ve teknik açıdan (hadise) olarak adlandırılması mümkün olan davacıklardan oluşur. Böyle bir durumda görev belirlenirken bu davacıkladan herhangi biri değil temel uzlaşmazlık gözönünde tutulur. Nitekim, bugüne dek uygulama dahi bu doğrultuyu izlemiştir. Bir davada temel uzlaşmazlık yanında başka başka mahkemelerin görev alanına girecek ikinci derecede uzlaşmazlıkların bulunması göreve etkili sayılamaz. içtihadı Birleştirmeye konu olan olayda ise temel uzlaşmazlığın genel hükümlere ilişkin bulunduğu yönü şühpesizdir.

d) Karşıt görüşün dayandığı gerekçelerden biri de Sosyal Sigortalar Kanununun 39. maddesine ilişkin yürürlüteki uygulama ve bu maddenin yorum biçimidir. Önce, şu yönü belirtmekte yaar vardır. Anılan madde, Sosyal Sigortalar Kanununun hastalık sigortası koluna dahildir. Oysa, Bağ-Kur Kanunu, bugünkü içeriği itibariyle hastalık sigortasını kapsamamaktadır. Kaldı ki uygulamada Sosyal Sigortalar Kanununun 39. maddesine ilişkin olmak üzere bir yanılgı varsa, bu yanılgının Yargıtay içtihadı birleştirme kararının oluşturulmasına dayanak alınamayacağı, tersine, ilk fırsatta o uygulamanın ve yorumun Yargıtay içtihadı birleştirmesine uygun olarak düzeltilmesi gerekeceği de ortadadır.

e) Son olarak, karşıt görüş savunucularının şu gerekçesi üzerinde de durulmuştur: Giderilmesi gerekli içtihad uyuşmazlığı, görev konusu ile sınırlıdır. Bu bakımdan, -görev sorununun çözümü için zorumlu bulunmadıkça-, maddi hukuka ilişken haleflik, kusur vb. üzerinde durulmasına gerek yoktur. Çünkü, bu konular hakkında olumlu ya da olumsuz karar vermek yetkisi, görevli mahkemeye aittir.

Yukarıdan beri açıklanan gerekçelerle karşıt görüş Genel Kurul'ca benimsenmemiştir.

Sonuç:Bağ-Kur Genel Müdürlüğü'nün, zararlandırıcı Bağ-Kur sigorta olayına maruz kalan sigortalıya veya sigortalının ölümüyle hak sahiplerine yaptığı harcamalardan dolayı doğan zararının, kendisinin suç sayılır bir hareketi söz konusu olmayan üçnücü kişi hakkında sadece istihdam eden sıfatına dayanarak rücuan açtığı tazminat davalarının çözüm yeri, iş mahkemeleri veya o tür davalara bakmakla görevlendirilmiş mahkemeler olmayıp dava konusunun miktarına göre sulh veya asliye hukuk mahkemeleri bulunduğuna ilk toplantıda 2/3 çoğunluk sağlanamadığndan, 8.12.1982 günlü toplantıda oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

1- İçtihadı Birleştirmenin konusu, Bağ-Kur Genel Müdürlüğü'nün sigortalısına veya onun ölümü nedeniyle hak sahiplerine yapmış olduğu sigorta yardımından dolayı (bu yardıma sebeb olan haksız fiil failini) istihdam edene karşı açacağı rücu tazminatı davasında görevli mahkemenin belirlenmesi olduğuna göre; anlaşmazlığa herşeyden önce taalluk ettiği hukuki müessesenin içinde çözüm yolu aramak gerekir.

Gerçekten 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunun 63. maddesinde Kuruma (suç sayılır haksız eylem nedeniyle zarar gören sigortalısı veya hak sahiplerine yaptığı sigorta yardımlarından dolayı) üçüncü kişilere rücu hakkı tanınmıştır. Sözü edilen madde iki ayrı bağımsız cümleden oluşmaktadır; birinci cümlesinde (Kurumun sigortalı için yardım yapma şartı ve mükellefiyeti), ikinci cümlesinde ise yaptığı yadımlardan dolayı üçüncü kişilere rücu hakkı tanzim edilmiştir. Görüldüğü üzere yasa koyucu Kuruma, ancak belirli hallerde rücu hakkı tanımış ve bu rücu hakkını tanırken de genel esaslardan ayrılarak suç sayılır hareket esasını benimsemiştir. O halde, Bağ-Kur Genel Müdürlüğü'nün rücu tazminatı isteğinin dayanağı sözü edilen 63. maddedir; haksız fiil failini istihdam edene karşı açılacak rücu tazminatı davasında da uygulanacak kanun hükmü bu madde olacaktır. Zira, 4.6.1958 gün ve 15/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararının gerekçesinde de işaret edildiği gibi, genel hükümle özel hüküm karşılaştığı zaman -hadiseye ancak özel hükmün tatbik edilmesi- hukukun genel kaidelerindendir. Aynı esas Yargıtay Onuncu Hukuk dairesi'nin (Yasa Hukuk Dergisi'nin Eylül 1982 sayısında ve 1229. sayfasında yayınlanan) 3.5.1982 gün ve 2149/2439 sayılı ilamında da "-1479 sayılı Kanunun 63. maddesinde öngörülen koşulların gerçekleşmesi durumunda, istihdam eden kimsenin de sorumlu tutulması gerekir-" denilmek suretiyle açık bir şekilde dile getirilmiştir.

1479 sayılı Kanunun 70. maddesi hükmünde ise, hiçbir ayırım gözetmeksizin bu kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görüleceği kabul edilmiştir. demek ki, bir uyuşmazlık Bağ-Kur Kanununun uygulanmasından doğmakta ise onun çözüm yeri iş mahkemesidir. İstihdam edene yönelik rücu tazminatı davasında da uygulanacak hüküm Bağ-Kur Kanununun 63. maddesi olacağı için, bu davalarda da görevli mahkeme iş mahkemesi olacaktır; bu gerçek kanunun açık hükmü gereğidir.

2- Sözü edilen 63. maddenin ikinci cümlesinde belirtilen ve Bağ-Kur'un rücu edeceği "üçüncü kişiler" kavramına, suç sayılır haksız fiil failini istihdam eden kimsenin dahil olup olmaması da görevli mahkeminin belirlenmesine etkili değildir. Çünkü yukarıda açıklandığı üzere, Bağ-Kur'un istihdam edene karşı açacağı rücu tazminatı davasında da uygulanacak hüküm bu 63. madde olacaktır. Ancak, üçüncü kişiler kavramına istihdam edenin dahil olmadığı ve üçüncü kişilerden kasdedilenin "suç sayılır haksız filin faili" olduğu kabul edilirse; Bağ-Kur'un rücu hakkı kanuni düzenlemeye göre yalnız 63. maddedeki kişilerle sınırlı olduğundan, istihdam edene karşı rücu hakkının mevcut olmadığı sonucuna varılır. nitekim, 63. maddedeki Bağ-Kur'un rücu edebileceği üçüncü kişiler kavramına istihdam edenin dahil olmadığını kabul eden Yargıtay onbirinci Hukuk Dairesi'nin 13.3.1980 gün ve 562/1203 sayılı ilamında (bu yorum nedeniyle) haklı olarak "-Bağ-Kur'un, istihdam edene karşı ve bu sıfatından dolayı rücu hakkının bulunmadığı-" kabul edilmişitr. Oysa, Yargıtay Dördüncü ve Onuncu Hukuk Daireleri'nce (Bağ-Kur'un, istihdam edene de rücu edebileceği ve bunun için 63. maddedeki koşulların oluşmasının gerekeceği) kabul edildiğine göre istihdam edene karşı alçılacak davalarda da iş mahkemelerinin görevli olduğunda kuşku yoktur.

Yukarıda açıklanan hukuki esaslar karşısında istihdam edene karşı açılacak rücu tazminatı davasında da iş mahkemelerinin görevli olacağı düşüncesinde bulunduğumuzdan çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.


Full & Egal Universal Law Academy