Yargıtay Büyük Genel Kurul 1966/6 Esas 1966/4 Karar
Karar Dilini Çevir:

Dairesi: Büyük Genel Kurul
Esas No: 1966/6
Karar No: 1966/4
Karar Tarihi: 05.05.1966

(818 S. K. m. 41, 42, 58) (743 S. K. m. 632, 656, 661, 662, 911) (YİBK 10.06.1953 T. 1953/6 E. 1953/5 K.)

Dava: Ereğli Kömürleri İşletmesi tarafından, maden bölgesinde toprak altından kömür çıkartılması sonunda, yer altında meydana gelen boşluklar yüzünden, toprak üzerindeki yapılarının çatlayıp arsalarının kullanılmaz duruma geldiği ileri sürülerek işletmeye karşı açılan tazminat davalarında;

1 - Davalı İşletmenin; zarara konu olan yer, 17 Ocak 1326 günlü tezkerei samiye hükmünce düzenlenen ve maden alanını gösteren haritanın kapsamı içinde kalan bir yer olup davacı ürenideki tapu kaydının sahih esasa dayanılmaksızın ihdas edildiği ve bu sebeple geçersiz ve tezkerei samiyede belirtilen esasa aykırı olduğu savunmasının incelenmesinin gerekli olup olmadığı konusunda, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 27.12.1963 gün ve 962/12389 esas, 11051 karar; 24.11.1959 gün ve 8785 esas, 8433 karar; 25.2.1960 gün ve 3917 esas, 2307 karar sayılı kararları ile Birinci Hukuk Dairesinin 26.1.1962 gün ve 8158 esas, 689 karar sayılı kararları arasında birbirini tutmazlık bulunduğu gibi, bu konuda Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinde yerleşmiş olan görüşe aykırı ve Birinci Hukuk Dairesinin uygulamasına uygun yeni bir görüş belirmiş olduğu,

2 - Maden imtiyazı sahibinin, imtiyaz alanı içinde ocak açıp cevher çıkartmasının özel kanuna dayanan bir hak olması bakımından bu eylem sonunda tapulu mülk sahiplerinin mülklerinin toprak mukavemetinin gevşeyip arsalarının, yapılarının çatlayıp kullanılmaz duruma gelmesi veya değerinin düşmesiyle uğradıkları zararların Borçlar Kanunu ve Medeni Kanun hükümlerince (haksız eylem) sayılıp sayılamayacağı ve bu esasa göre zararın tazminini isteyip isteyemeyecekleri konusunda Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 29.4.1954 gün ve 2962 esas, 2243 karar; 31.5.1954 gün ve 3688 esas, 2838 karar sayılı kararlarıyla 8.12.1958 gün ve 10603 esas, 8018 karar sayılı kararları arasında aykırılık bulunduğu;

Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi Başkanlığının 11.6.1965 günlü yazısıyla bildirilmesi üzerine Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Kısmı Genel Kurulunca Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi kararları arasında aykırılık bulunduğuna oybirliği ve Birinci ve Dördüncü Hukuk Daireleri arasında aykırılık bulunduğuna oyçokluğuyla karar verilip konu tartışıldı:

1 - Ereğli Kömür Bölgesindeki maden işletme alanı içinde, E.K.İ. İşletmesinin maden çıkartması sonunda yer altında boşluklar meydana gelmesi nedeniyle taşınmaz malının zarara uğradığını bildirerek tazminat isteyen kişinin davasına karşı, davalı işletmenin, bu yerin 17 Ocak 1326 günlü Tezkerei Samiye uyarınca düzenlenen harita içinde kalan yerlerden olup tapu kaydının bu tarihten sonra sahih bir esasa dayanmaksızın ihdas edilmiş olduğu yolundaki savunması; yerin, davacının mal varlığında değer ifade eden ayni bir hak sayılamayacağı anlamındadır. Gerçekten, Tezkerei Samiye; Ereğli maden bölgelerindeki arazii emiriyenin tefviz yoluyla veya hakkı kararla, ölü toprakların (arzı mevat) imar ve ihya yoluyla ve idare kararıyla kişilerce iktisap edilip daha önce tapuya bağlanmış veya 10 yıldanberi (1316) hakkı kararı bulunup ta tesçil isteme hakkı doğmuş olanlar, mülkler ve tetümmei sükna hariç, kalan arazinin yeniden tapuya bağlanmasını yasaklamış ve bu nitelikte özel mülke girmesi yasaklanan araziyi (kamu malları)ndan saymıştır. Bu esasa göre ve Ereğli madenleri havzasını gösterecek şekilde bir harita düzenlenmiş ve buradaki mülklerle tefviz, hakkı karar, imar ve ihya sonunda idare kararıyla daha önce tapuya bağlanmış olanların ölçüleri, alanı haritaya işaretlenmiştir. 10.6.1953 gün ve 6 esas, 5 karar sayılı içtihadı birleştirme kararında da açıklandığı üzere; Devletin hükümranlığı altında veya rekabesi ve tasarrufu Devlete ait bulunan taşınmaz malların bir kısmı, böyle bir kamu hizmeti sayılan maden işletmesine bağlanmak yoluyla ve bir idare tasarrufu sonunda kamu malı arasına alınmış bulunmaktadır. Madeni Kanunun 641 ve 912. maddeleri hükmünce, bu mallar için, bu yolla özel bir hüküm konulmuş olmaktadır. Davacı durumunda olan kişinin tapu kaydına dayanmasına karşılık, bu tapu kaydının Tezkeresi Samiye uyarınca değersiz olması, davada tazminat isteme hakkını ortadan kaldırır.

Tazminat esaslarına göre, zarardan söz edilebilmek için, Borçlar Kanununun 41. maddesi hükmünce, olayda olduğu gibi, mal varlığının hasara uğratılması yoluyla azaltılması, değerinin düşürülmesi gerekir. Şayet, eylemle veya belli nitelikteki bir davranış veya savsama ile hasar gören, değeri düşen yahut tamamen değerini kaybeden şe, hukuk düzenine göre, bir kimsenin mal varlığında bulunmuyorsa bu değer düşmesi sonunda, o kişi, zarara uğramış olmaz. Bunun sonucu olarak tazminat istemekte haklı sayılmaz. Oysaki zararın varlığı ve tutarı Borçlar Kanununun 41 ve 42. maddeleri hükmünce hakim tarafından doğrudan doğruya (resen) gözetilmesi gereken itiraz nedenlerindendir. Uyuşmazlıkta, zarar veren durumunda olan işletme, söz konusu savunmayı ileri sürmekle; zarar gören değerin esasen davacının mal varlığına dahil olmadığını, davacının zarar görmediğini, zararın istenebilmesi yetkisinin davacıda olmadığını bildirmektedir. O halde, Tezkerei Samiyeye göre düzenlenen harita içinde kalan yerlerden, o günlük mülk yahut tetümmei sükna durumunda bulunan veya belirtilen yollarla düzenlenmiş tapuya bağlanan yerlerle Tezkerei Samiyenin benimsediği gibi o günde gerçekleştiği ispatlanan kazanılmış hakka dayanılarak sonradan usulünce tapuya bağlanan yerler dışında kalan bir yerin tapusuna aslen, mirasçılık yahut satış, yoluyla iktisap edilerek dayanılması karşısında, işletmenin tapunun değersiz olduğu savunmasının incelenmesi, şayet, savunma gerçekleşir ve böylece tapunun hukukça dayanaksız olduğu sonucuna varılırsa tazminat isteğinin reddi gerekir.

2 - Bir taşınmaz malın geçerli bir tapu ile maliki olmak, onun zemininin alt ve üstünde, gerekli derecede faydalanılması hakkını sağlar. Yerin altındaki maden cevherinin alınması sırasında veya galeri ve benzeri tesisler yapılırken meydana gelen boşlukla zeminin malik için lüzumu derinliğinin mukavemetinin giderilmesi veya azaltılması bu hakka tecavüz niteliğindedir.

Medeni Kanuna oranla özel bir kanun olan 6309 sayılı Maden Kanununa göre Devlet tarafından verilen imtiyaz, nitelikçe, Medeni Kanunun 632 ve 911. maddelerinde deyimini bulan bir ayni haktır. Ancak Maden Kanunu; 71. maddesinde, işletme imtiyazından doğan yetkileri (cevher çıkartma ve bunun için gerekli tesisleri yapma) hakkı olarak deyimlendirmekle yetinmiş, 123-126. maddelerinde, kişilerin özel mülkiyetindeki taşınmazlar için kamulaştırmaya başvurabilme hakkını tanımış, kamu yararına veya kamu hizmetine ayrılan yerlerin altında cevher çıkartma durumunu hükme bağladığı halde özel mülkiyete konu olan taşınmaz malların altından cevher çıkartılması konusunda meskut kalmıştır. Bu durumla uyuşmazlığın genel hükümler uyarınca çözümlenmesi zorunluluğu aşikardır.

Maden Kanununun açık bir hüküm bulunmadığına göre, zeminin tapu ile maliki durumunda olan kişinin toprağının belli bir derinliğindeki mukavemetinin korunması hakkı ile işletme imtiyazı sahibinin bu mukavemet alanı içindeki cevheri çıkartma hakkının bağdaştırılması ve tecavüz halinde uygulanacak hükmün belirtilmesi gerektir.

Bu konunun tartışılması sırasında her ne kadar Borçlar Kanununun 58. maddesinin Medeni Kanunun 656, 661 ve 662. maddelerine göre daha genel nitelikte bir hüküm olup özel hükmün olup özel hükmün öncelikle uygulanması gerektiği, 58. maddenin yapı sahibini ayni veya kişisel olsun bütün hak sahiplerine karşı sorumlu tutmak amacını güttüğü, oysaki Medeni Kanunun 662. maddesinin hem taşıdığı unsurlar bakımından olaya uyduğu hem de birbirine bitişik ve alanları yönünden tedahül eden iki ayni hak sahibinin müesses haklarını kullanmalarından doğan zararı öngördüğü, bu hükmün de kusursuz sorumluluk esaslarına dayanıp, komşusunun haklarını koruyucu tedbirleri almayan imtiyaz hakkı sahibini meydana gelen zararı tazmine zorladığı ileri sürülmüş ise de bu görüş, çoğunluk tarafından benimsenmemiştir. Bununla beraber işin Medeni Kanunun 662. maddesi uyarınca çözülmesi görüşünde bulunanlar dahi işletme sahibinin kusursuz sorumluluğu noktasında çoğunluğun görüşleriyle birleşmişlerdir. Çoğunluğun görüşüne gelince: İmtiyaz, işletme sahibine zeminin altındaki cevheri çıkartma için hak sağladığına göre; bu hakkın kullanılması için yerin altında yapılacak her türlü tesisin, üzerindeki yapılara ve arsalara zarar vermeyecek bir düzen ve sağlamlıkta yapılması ve böylece korunması zorunluluğunu da yükler. Aksi halde kusurlu şekilde, mukavemetsiz yapmış veya yaptığını elverişli şekilde bulundurmamış olmaktan doğan zararı, imtiyaz sahibi, ödemekle yükümlü olur. Gerçekten imtiyaz sahibinin yer altında kurduğu tesisler, nitelikçe, Borçlar Kanununun 58. maddesinin yer alan (yapı veya yapılan herhangi bir şeyden) ibaret, toprağa sağlam bir şekilde bağlı, yapıya kuvvetle benzerlik gösteren şeylerdendir. İmtiyaz sahibi, bunların kusurlu, dayanıksız, çatısındaki toprağın mukavemetini azaltıcı veya tamamen yok eder şekilde yapılmış olmasından veya onun gereği gibi bakılmaması sonunda bu sonucu doğuracak niteliği alıp zarar vermesinden, bu hüküm uyarınca ve kusursuz sorumluluk esaslarına göre sorumlu olur.

Sonuç: Ereğli Kömürler İşletmesince, maden bölgesinde kömür çıkartılması sırasında yer altında meydana gelen boşluklardan, toprak üzerindeki arsalarının kullanılmaz duruma gelip yapılarının hasara uğradığı ileri sürülerek işletmeye karşı açılan tazminat davalarında;

1 - E. K. İ. İşletmesinin zarara konu olan yerin 17 Ocak 1326 günlü Tezkerei Samiye uyarınca düzenlenen harita içinde kalan yerlerden olup tapunun geçersiz ve muhdes bulunduğu yolundaki savunmasının incelenmesi gerekli olup gerçekleşmesi halinde zarar söz konusu olamayacağından davanın reddiği gerektiği;

2 - Maden imtiyazı sahibinin, imtiyaz alanı içinde ocak açıp cevher çıkartması sırasında meydana gelen boşlukları tutan her türlü tesisin, zemin üzerindeki topraığın mukavemetini azaltarak arsayı kullanılmaz hale getirici yahut yapıların çatlayarak veya yıkılarak değerini düşürücü olmayacak bir sağlamlıkta ve düzende yapılmaması veya bu nitelikte yapılsa bile iyi durumunun korunmaması halinde meydana gelecek zarardan işletmenin Borçlar Kanununun 58. maddesi hükmünce ve kusursuz sorumluluk esasları uyarınca sorumlu tutulacağına,

İlk toplantıda, birinci bentte oybirliği ve ikinci bentte esasta oybirliği, uygulanacak kanun hükmünde 15 aykırı oya karşı oyçokluğuyla 4.5.1966 gününde karar verildi.


AYKIRI GÖRÜŞLER

İ. Öktem, H. Genya, A. Özoğuz,. Akçakayalıoğlu, H. Gürçel, S. Tüzün, N. İstemi, M. Ceyhan:
Birinci ve Dördüncü Hukuk Dairesi kararları arasında ihtilaf yoktur. Olayda MK. 662. maddesinin uygulanması.

K. Tepeci, K. Tan, N. Tüzünkan, F. Uslu, R. Kebanlı, Ş. Kitapçı, N. Okurer:
Birinci ve Dördüncü Hukuk Daireleri arasında ihtilaf yoktur.

O. Tokcan, F. Müderrisoğlu, N. Gürsel, H. Karamüstantikoğlu, Ş. Müftügil, H. Mutlu, F. Palabıyık:
Olayda MK. un 662. maddesinin uygulanması.

AYKIRI GÖRÜŞ

F. Müderrisoğlu (4. HD. Bşk.) :

Taşınmaz mal üzerindeki mülkiyet hakkı nasıl malike zeminin lüzumlu derecede derinliğinden faydalanma hakkını sağlıyorsa ayni bir hak olan maden imtiyazı da, imtiyaz sahibine, özel mülkiyete dahil bir mülkin altındaki maden cevherini çıkartma ve çıkartma için tapulu yerin altında gerekli tesisleri yapma hakkını sağlamaktadır. Uyuşmazlık, bu iki ayni hakkın derinliğine, aynı toprak parçası üzerinde birleşen ve tedahül eden ve kullanma sonunda biri diğerine zarar veren durumun meydana getirdiği zıtlığın bağdaştırılmasındadır. Her iki hak sahibinden birinin ötekine göre durumu (komşu) luktan ibarettir. Ayni hak sahiplerinin birbirine bitişik olma ile altlı üstlü durumda bulunanları bu hukuki niteliği değiştirmez. Hal böyle olunca bu uyuşmazlığın bağdaştırılmasında başka bir hüküm aramadan önce komşu haklarına ilişkin hükümlerin benzetme yoluyla olaya uygulanıp uygulanmayacağı incelenmeli, şayet bu yolla çözümlenme sağlanamayacaksa o takdirde olaya uygun bir özel hüküm bulunmadığından, söz edilebilmelidir. Gerçekten Borçlar Kanununun 58. maddesi "yapının kusurlu yapılış ve bakımında savsama" dan zarar gören bütün üçüncü kişilere karşı kusursuz sorumluluğu kapsayan bir genel hükümdür. Oysaki olayda ayrı kanun yollarıyla aynı alan üzerinde sağlanan hakkın, bir taraf yararına kullanırken diğer hak sahibinin hakkının halele uğratılması durumu, bu genel esasa oranla daha özel bir durum göstermekte ve Medeni Kanunun 656, 661, 662. maddelerinde düzenlenmektedir.

İmtiyaz sahibinin, toprak altında yaptığı tesisattan doğan sorumluluğu yalnız Medeni Kanunun 656. maddesine dayanmaz. Bu hüküm, maliki, ancak işletme hakkını eylemli olarak tecavüz ettiği zaman sorumlu kılar. Halbuki toprak altındaki cevherin çıkartılması veya bu amaçla orada tesisatın yapılması, hakkın tecavüzü olarak nitelendirilemez. Bu işin yapıılması sırasında veya sonradan ortaya çıkan ve normal komşuluk kuralları (ve iyi niyet kuralları) uyarınca tarz, şiddet ve süre yönünden katlanılması gereken dereceyi aşan şekilde gerçekleşen zararlar, komşunun hak alanına el atma niteliğinde kabul edilmek gerekir. Bunun doğuracağı sonuç kanunda gösterilmemiş olması itibariyle ortada doldurulması gereken bir kanun boşluğu mevcut olup Medeni Kanunun 662. maddesinin koyduğu esas bu boşlukta benzetme yoluyla uygulanmak gerekir. (Bakınız: Kanunu medeni ve aynı haklar, C. Wieland I, Karafakı çevirisi, ikinci bası, S. 240 - Nazari ve ameli hukuk davaları, C. A. Gücün, S. 190 - Gayrimenkul tasarrufları ve tapu tapu sicilli tatbikatı - Veli Dedeoğlu - Galip Esmer, ikinci bası s. 314 - Türk Eşya Hukuku, Seyman, S. 228, 418 - İsviçre Federal Mahkemesinin 28.1.1965 günlü kararı, Aydın Aybay, Ankara Barosu Dergisi 1966/1, S. 25, 38 deki karar) Kanunda yer alan (izrar edemez) sözünün bir amacı da zarar verilen halde zararın tazmini gerektiğini belirtmekten ibarettir. Bu nitelikteki haksız eylemin (kanuna aykırılığı) ilkesine bu (izrar edemez.) kuralı gerçekleştirmektedir.

Olaya uygun olan bu hükmün kusursuz sorumluluk esaslarınca zararı ödetme borcu doğurduğunda Yargıtay'ın kökleşmiş uygulaması ve yazarların düşünceleri birleşmektedir.

Bu nedenlerle; kararın ikinci bendinde, uygulanacak kanuni esas konusunda beliren düşünceye muhalifim.

Full & Egal Universal Law Academy