Dairesi: Büyük Genel Kurul
Esas No: 1948/11
Karar No: 1948/7
Karar Tarihi: 17.11.1948
(818 S. K. m. 313) (1475 S. K. m. 14, 26)
İş Kanunu ile kabul olunan hizmet müddetine göre verilecek tazminatın mezkur kanunun meriyetinden evvelki hizmet müddetine teşmili caiz olup olmadığı hususunda Yargıtay Ticaret Dairesinden verilmiş olan 16.12.1941 tarih ve 1626/3056 ve 11.10.1947 Tarih ve 982/3020 sayılı kararları havi ilamlar arasındaki içtihat uyuşmazlığının mevcudiyeti birinci Başkanlık makamına bildirilmiş olmakla mezkur ilam örnekleri çoğaltılarak 27.10.1948 tarihine rastlıyan Çarşamba günü saat 9.30 da müzakerenin başlıyacağı Genel Kurul Üyelerine bildirilmişti.
Bugün toplanan kurula (elliyedi) zatın iştirak ettiği görülerek müzakere nisabının tahakkuk ettiği anlaşılmakla Birinci Başkan Halil Özyörük'ün başkanlığında müzakereye başlanarak uyuşmazlık konusu kağıtlar birinci Başkan tarafından okunduktan ve olayın özeti anlatıldıktan sonra söz alan;
Ticaret Dairesi Başkanı Faiz Yörükoğlu; Evvela tevhidi içtihadı mucip bir ihtilaf var mı? Bu tespit edilsin. 1941 de verilmiş bir karardır. Ondan sonra dairenin müstekar içtihadı kanunun meriyetinden evvel geçen zamana tazminatın teşmil edilmediği yolunda devam edip gidiyor.
Birinci Başkan; İş Kanununa göre umumi veya mülhak veya hususi bütçelere veya Belediye bütçelerine tahsisat konmak suretiyle veya mali yardımda bulundurularak işletilen müesseselerdeki bedeni işçilere dahi bu kanun tatbik edilir.
Amme idarelerinde idari hizmetler görenler İş Kanununa tabi değildir. İş Kanununun doksandördüncü maddesi İş Kanununa tabi olanlar hakkında bir nizamname çıkarılacağından bahistir. Elektrik şirketi Belediyeden tahsisat konmak suretiyle işletiliyorsa bedeni işçiler İş Kanununa tabi oluyor.
İki ilam arasında işçi bakımından bariz bir muhalefet vardır. Biri Zingal şirketinde çalışan işçidir. Diğeri Elektrik şirketinde çalışan işçidir. Belediyeye intikal edilen Elektrik Şirket dolayısiyle Belediye tarafından idare edilmektedir. Diğerinde Devlet tarafından el konul muştur. İlamın birincisinde daha evvel geçen müddet hesaba katılmıştır, diğerinde katılmamıştır. Bu itibarla muhalefet vardır.
Ticaret Dairesi Başkam Faiz Yörükoğlu; Muhalefet bir tek karara münhasırdır. Fakat daireden çıkmış tek karar olduğuna göre tevhidi içtihat konusu addedilecek mi?
Cevdet Baybura; Mühimdir, amelenin hayatına taalluk ediyor. Baha Arıkan; İhtilafı mucip bir hal yoktur. Faiz yoktur diyor.
(3 Muhalif reye karşı ekseriyetle içtihadın tevhidine karar verilerek müzakereye geçildi).
Ticaret Dairesi Başkanı Faiz Yörükoğlu; Hadisemizi İş Kanununun onüçüncü maddesinin dördüncü fıkrası hükmü halledecektir. Bu fıkrada aynen: (Bilumum işçiler hakkındaki fesihlerde, beş seneden fazla olan her tam iş senesi için ayrıca onbeş günlük ücret tutarında tazminat verilir) denilmektedir. Bu hükme dayanarak dairemiz istifa eden işçi tazminattan istifade edemez yolunda bir içtihatta bulunmuştu. O zamanki noktai nazar: Tazminatın ancak iş mukavelesinin işveren tarafından feshedilmesi halinde verilebileceği, halbuki işçinin kendi arzu ve iradesiyle işinden ayrılmış olması yani istifa etmesi ve bu suretle hizmet bağıtının bozulması halinde bu bağıtı bozan işçinin bir tazminat isteyeceğine dair kanunda bir hüküm bulunmadığı yolunda idi.
Bugün bu içtihat dairemizce kabul edilmemektedir. Müelliflerin kıdem tazminatı dedikleri bu tazminatı işçinin isteyip isteyemiyeceğini tesbit için bu tazminatın hukuki mahiyetini ve gayesini araştırmak lazımdır.
İşçi faaliyetini ve emeğini başka birinin tahsis eden bir şahıstır. Bu şahıs ne kadar himaye edilirse müesseseye o nisbette bağlanır. İşte İş Kanunu işçinin yalnız manen değil maddeten de tatmin edilmesini düşünmüş ve bu onüçüncü maddenin dört numaralı fıkrası hükmünü sevketmiştir.
Bu hükme göre is bağıtı feshedilince kıdemli işçiye çalışma müddetine uygun bir tazminatın işveren tarafından verilmesi mecburi yeti konmuştur.
Bu kıdem tazminatı işverene kanun tarafından tahmil edilmiş bir borçtur. Kanunun aradığı şartlar tahakkuk edince işveren kıdemli işçisine bir para ödemek mecburiyeti altındadır. Bu bakımdan işveren işçi ücretlerinden bir tevkifat yapamaz. Bu nevi tevkifat tekaütlük ve sair maksatlarla yapılır. Halbuki bir tazminat yani kıdem tazminatı bir yardım, uzun seneler doğru dürüst bir şekilde çalışan işçiye ve iş verene merbut kalmış olan bu insana verilmesi kabul edilmiş bir nevi ikramiyedir.
İşçiye göre bu taliki şarta bağlı bir alacak mahiyetindedir. İşçi iş yerinde çalıştığı müddetçe fiilen bir hak iktisap etmez. Kanunun koyduğu şart tahakkuk edinceye kadar bu ikramiye muallaktadır. İşçinin bu ikramiye üzerinde bir hakkı yoktur. Bu tazminat birikmiş bir ücret olmayıp bir şartın tahakkukuna bağlı ve muallak bir alacaktır. Yani bu şart tahakkuk etmedikçe işçi kıdem tazminatı isteyemez. Başkasına devredemez ve bu tazminat haczedilemez. Bu tazminatın tahakkuku için kanun iki şart aramaktadır.
1 - İşçinin beş yıldan fazla çalışmış olması,
2 - İş bağıtınm feshi,
Asıl tefsire muhtaç olan ve Yüksek Heyetin takdirine bıraktığımız mesele bu ikinci şart yani iş bağıtınm feshi keyfiyetidir.
Kanunun metnine göre işçinin tazminata hak kazanması için iş bağıtının işçi hakkında feshedilmesi lazımdır. Mücbir sebepler hariç iş bağıtı iç talimatnameye göre ister işçinin yaş haddine varması gibi hiç bir kusuru istinat etmeyen sebeplerle ister işverenin veya işçinin kusursuz veya kusurlu hareketleri dolayısiyle feshedilsin kanunun aradığı müddet ve fesih sebepleri objektif olarak tahakkuk edince işçi bu tazminatı isteyebilir. Zira, bu tazminat ve bunun gayesi bir mükafat ve ikramiye nevindendir. Kendinin aynı yerde devamlı olarak çalışan işçiyi tatyip etmektir. İşçinin işinden ayrılması veya kendi arzusu ile işini terketmesi bu geçmiş hizmet dolayısiyle tahakkuk eden tazminat üzerinde bir tesir yapamaz. Bu tazminat geçmiş faaliyete bir karşılık teşkil eder. Yoksa feshin sebebiyle alakalı değildir. Fesih tabiri dördüncü fıkrada ameli ve mutlak olarak kullanılmıştır.
İşçinin iş aktiyle bağlı kalmıyacağı bütün haller dördüncü fıkradaki (İşçiler hakkındaki fesihler) tabirinde mündemiçtir. Bununla işçi tarafından vaki olacak feshi ihbarlarla bunu tahdit etmek ne müessesenin mahiyeti ne de kanunun maksat ve gayesi itibariyle doğru değildir.
Gelelim makabline teşmil meselesine: İş Kanununun neşri tarihi 12 Haziran 1936 dır. Bu tarihten bir yıl sonra yürürlüğe girmiş olmasına göre bu tarihten itibaren kıdem tazminatına ait onüçüncü maddenin dördüncü fıkrası tatbik edilir. Bu tarihten yani yürürlüğe girmesinden evvel geçen hizmetlere mukabil acaba işçi bu geçen seneler için de bir tazminat isteyebilir mi?
Bu kanunun intikal hükümleri olmadığına göre bu kanunun tatbik şeklini umumi hukuk kaidelerine göre tayin etmek lazımdır. Bütün medeni memleketlerde kanunların makabline şamil olmıyacağı -istisnai haller hariç- esası kabul edilmiştir. Nitekim Medeni Kanunumuz ve Ticaret Kanunumuz tatbikat kanunlariyle bu esası ka bul etmişlerdir. Mucibi münakaşa olmakla beraber İş Kanununu bir amele kanunu addetsek dahi makam tazminatı mali bir mükellefiyet olduğuna göre buna ait hükmün makabline şamil olmaması lazımdır.
Kıdem tazminatı akti değil kanuni bir mahiyet arzeder. Binaenaleyh kanun mevcut olmadığı zamanlarda böyle bir alacağın mevcudiyetini kabul etmek mantıkan da mümkün değildir. Bunun aksine bir hüküm olmadıkça kıdem tazminatına ait kaideyi makabline teşmile biz imkan görmüyoruz. Bu itibarla kanunun meriyetinden evvel geçen yılların hesaba katılması doğru olmaz.
Dördüncü Hukuk Dairesi Başkanı Fevzi Bozer; İş Kanunun makabline şamil olup olmadığı hususunda ihtilaf olunmuştur. Bu kanun amme esasına müstenit ise makabline şamildir. Değilse makabline teşmili icap edip etmiyeceğini tayin etmek lazımdır. Fikrimce İş Kanunu amme esasına müstenittir. Ve işçiyi siyanet etmek ve grev ve sair tehlikeyi önlemek için vazolunmuştur. Bu itibarla mutlak surette makabline şamildir. Amme esasına müstenit olmadığı surette de makabline şamildir. Çünkü, her hadise vukuu zamanında meri bulunan kanun hükümlerine tabidir. Meselemizde vakıa, işçinin işten çıkarılmasıdır. Hadisede amele yeni kanun zamanında işten çıkarılmıştır. Yeni kanun hükümlerine göre kendisine tazminat verilmek lazım gelir. Çünkü, yeni kanunda hizmet müddeti esas tutularak amele lehine tazminat verileceği tasrih edilmiştir. Tazminatın lüzumunda hizmet müddeti esas olunca İş Kanununun yürürlüğe girmesinden önce geçen müddetin de hesaba katılmaması icap eder.
Ticaret Dairesi Başkanı Faiz Yörükoğlu; Bence bu meseleyi taalluk ettiği kanunun amme kanunu mudur, değil midir? noktasından çözmeğe hem imkan hem de lüzum yoktur. Bu bir defa ameleyi teşvik için mükafat nevinden iş verene yükletilmiş bir mükellefiyettir. Bu mükellefiyetin hududunu tayin ederken çok dikkat etmemiz lazımdır.
İşverenin hiç bir kusuru olmaksızın yapılan fesihlerde dahi bu tazminatın verilmesini kabul ediyoruz. Kanunun bir ikramiye olarak işçi lehine ve işveren aleyhine kabul ettiği bu tazminatın kanunun meriyetinden evvelki hizmetlere teşmilini kabul edersek hususi bir hizmet akdine dayanan taraflar arasındaki hak ve vecibelere ait muvazeneyi büsbütün ihlal etmiş oluruz. Esasen kanun koyduğu bir taraflı mükellefiyetle bozduğu bu muvazeneyi daha fazla ihlale müncer olacak bu tarzı tefsir yanlış olur.
Vehbi Yekebaş; Bu kanunun vazında gözetilen hedef nedir? Hedef bugün dünyada her tarafta işçi ve işçilik büyük bir ehemmiyet iktisap etmiştir. Hele bunlar işverenlerle karşılıştığı zaman aralarındaki kavga daha büyük bir ehemmiyet alıyor. Bu itibarla onlara bazen o işten istifade edenler aleyhine ve onların lehine bazı haklar kabul ediliyor. Bazı vikaye ve siyanet tedbirleri almağa zaruret hissediliyor, ona da siyasi lehçede sosyalizm deniyor. Bana öyle geliyor ki, bu kanun sosyalizm kanunudur. Bu kanunun vazı sebebi işçilerin sosyalist mevkilerini tayindir. Sosyalist kanun faaliyetinden maddeten intifa edilen adama, maddeten intifa eden şahıs veya müessese adına, bazı nimetlere mazhar kılmaktır. Bu kanun onu gözettiğine göre makabline teşmili doğrudur.
İntifa eden şahıs veya müessese aleyhine ve intifa edilen şahıs lehine bir himaye kanunu olduğuna göre bu himaye mahza himaye midir? Yoksa bunda gözetilen bir şey mi vardır. Burada gözetilen menfaattir. O bir taraf bu adamın mesaisinden faydalanmıştır, kazanmıştır, evet bunun ücretini de vermiştir; amme bu ücretler ekseriya o kadar azdır ki, bu adam işten çıktığı gün aç kalır.
Beriki faydalanmış; öteki aç kalıyor. Bu sebeple iş dedi koduyu mucip olur. Bunun radikal çaresi bu gibi kanunlar vazetmektir. Filhakika Faiz Bey kuvvetli bir noktaya istinat ettiler. Kanun bugün konmuştur. Dünkü işten niye faydalansın. Vakıa kanun bugün konmuştur, amme kazanan fert veya müessese aynıdır. Mesela Devlet dünkü Zingal Şirketini istihlaf etmiştir. Ve dünkü şirketin faydalarından bugün müteneffidir. Dolayısiyle müteneffi olduğuna göre yani onu hukuk ve vecaibiyle istihlaf ettiğine göre bu adamın mesaisinden yirmibeş senedir faydalanan bu hizmetten o adamı, haklı veya haksız, atarlarsa bunun aç kalmamasını nazara almk içinde kanun bir kıstas kabul etmiş ve sen, yirmibeş senedenberi, ne kadar istifade ettin ise istifadene göre bir bedeli tazmin verecek veya bir fedakarlık yapacaksın demiş, tabir üzerinde durmuyorum. Siyanet, fedakarlık, ikramiye v.s. ne derseniz deyin, ötedenberi ettiğin istifade müddetini nazaran alacağım böyle olunca kanunun vazıından işçi istifade ediyor. Burada yalnız bir şey var. Birinde eski müesseseyi Devlet istihlaf etmiş, diğerinde Belediye onun yerine geçmiştir. Ve bir müessese diğerini istihlaf edince istihlaf ettiği müessesenin hukuk ve vecaibine sahiptir. Asıl müessese bu vaziyetten yirmibeş senedenberi istifade ettiğine ve intifalarına mukabil de o nisbet dairesinde bir tazminat ödemekle mükellef olduğuna göre onu istihlaf eden müessesenin de aynı mükellefiyete tabi olması lazımdır. Bunun amme esasına üstenit bir kanun olarak konup konmaması noktasında Fevzi Beyle Sabir Beylere bir şey ilave edecek değilim.
Birinci Hukuk Dairesi Başkanı Şefkati Özkutlu; Amme hizmetine ait kanunların makabline şamil olacağına Kanunu Medeninin meriyetine dair olan kanunda sarahat vardır.
Kanun yalnız işverene bir mükellefiyet tayin eden kanun değildir. Eğer böyle olsaydı mükellefiyet de kanunun meriyetinden başlardı. Kanun hem amelenin hem işverenin hukukunu tanzim ediyor. Bunu tanzim edip makabline şamil olacağını söyleseydi mesele yoktu.
Eğer bu taraflardan birisi bir hakkı müktesep hasıl etmiş ise tabii bu kanun bunu ihlal etmez. Farzedelim ki, Elektrik şirketi işçi ile olan mukavele mucibince işçinin hukukunu tayin etmiştir. Bilfarz orada beş günlük demiştir.
Burada Elektrik Şirketi Belediyeye geçmekle işçi bu hukukunu kaybetmemesi lazımdır. Ve amelenin bir hakkı müktesebi var gibi görünür. Yoksa makabline şamil olacak, çünkü kanun bu adamdan bu adam işten çıkınca şu parayı vereceksin demiyor. Mademki, sen bu adamdan faydalandın o halde bunları da kaldırırken bir şey vereceksin demiş. İş Kanunundan evvei on sene çalıştırmış on sene de ondan sonra faydalanmış şimdi on senelik tazminat veriyor. Yani 1941 senesindeki karar daha doğrudur gibi geliyor.
Dördüncü Ceza Dairesi Başkanı Zahir Sencer; Vehbi Bey teşbihlerle çok korkkuttu. Bu bir ihdas mıdır? Yoksa bir mevcudiyeti kabul müdür? Zannedersek, birinin lehine diğerinin aleyhine bir kanun ihdas ediyor. Memleketimizde bir takım müesseseler vardır. Mesela kömür şirketi Hükümete geçtikten sonra iki milyon açık vardır. Kazanç fikri gütmeden bir müesseseyi idame ettirmek isteyen insanlarda vardır. Bilfarz bir müessese vardı. Kanun çıktı ben ayrılıyorum paraları verin deyince hangi müessese ihtiyat düşüncesine maliktir. Bütün amelesine para vermek zaruretinde kalır, şirket mahvolur. Binaenaleyh kanunun ihdas ettiği bir hakkı makabline teşmil doğru değildir. Kanun bir hak ihdas ediyor. İhdas, ihdas anından muteberdir. Aksi halde kanunun çıktığı anda şirkette ayrılmak isteyen amelenin tazminatını elli bin lira sermayesi olan bir şirket 200.000 lira ödenmek suretiyle mahva sürükleriz, hangi kanun bu hakkı haizdir. Belki kanunun esbabı mucibe mazbatasında bazı yazılar vardır, bunların tetkiki lazımdır. Biz burada amme kanunudur makabline teşmil lazım değildir, diyemeyiz.
Beşinci Hukuk Dairesi Başkanı Y. K. Arslansan; Müddeti belli olmıyan sürekli iş akitlerinin, iş bitmezden evvel feshi halinde, 3008 sayılı İş Kanununun onüçüncü maddesi gereğince hükmedilecek tazminatın kanunun yürürlüğe girmeden evvelki zamanlara da teşmil edilip edilmiyeceği hakkında Ticaret Dairesinin yekdiğerine mübayin 1941, 1947 tarihli iki kararından hangisinin kanun hükümlerine uygun olduğu noktası tartışma mevzuunu teşkil etmektedir.
Dördüncü Dairenin Sayın Başkam Bay Fevzi Bozer; İş Kanunu bir amme kanunu olduğundan onüçüncü madde hükmü kanunun yürürlüğe girdikten evvelki zamanlara da şamildir. Fesih de kanun yürürlüğe girdikten sonra vuku bulmuştur. Binaenaleyh evvelki müddetler de göz önünde bulundurulmak suretiyle tazminat hükmolunmak gerekir buyurdular. Fakat İş Kanununun bir amme kanunu olduğu hakkında delillerini açıklamadıkları cihetle görüş ve düşünüşleri mesnetsiz kalmaktadır.
İş Kanununun yürürlüğünden evvelki zamanlara şamil olup olmadığını tayin edebilmek için bu kanun bir amme kanunu mudur? Yoksa hususi hukuk alanına giren bir kanun mudur? Evvel emirde bu cihetin halli gerekir.
Borçlar Kanununun hizmet akdine müteallik onuncu babı hükümleri, son zamanlarda gelişen içtimai ve iktisadi icaplar dairesinde işveren ile işçi arasındaki münasebetleri gereği veçhile düzenlemeye yeterli görülmemiş, zamanın gelişen icapları dairesinde ayrı bir mahsus kanun ile işverenle işçi arasındaki münasebetler yeniden 1937 senesinde düzenlenmiştir.
İşverenle işçinin hak ve borçlarını gösteren 3008 sayılı İş Kanunu, Borçlar Kanununda olduğu gibi, amme hukukuna müteallik bazı hükümleri muhtevi olmakla beraber, hususi hukuk alanına giren bir kanun cümlesindendir.
İçtimai ve iktisadi mülahazalarla Devlet müdahaleyi lüzumlu görerek zamanın gelişme ve icaplarına göre 3008 sayılı İş Kanunu düzenlenmiştir.
Amme kanunundaki unsurlar burada tamamen mevcut değildir Bu kanun tarafların hak ve borçlarını göstermekte olup amme kanunlarında olduğu gibi mevzuu mükellefiyet değildir.
3008 sayılı kanun; sermaye ve emeği eşit olarak göz önünde bulundurmaktadır. İçtimai bakımdan işçilerin hak ve menfaatleri kadar iktisadi bakımdan daima emniyet ve istikrar arayan sermayeyi de korumuştur. Kanun iki tarafın hak ve borçlarını, memleketin yüksek menfaatim göz önünde bulundurmak suretiyle, telif eylemeği hedef tutmuş ve birini diğerine asla takdim ve tercih etmemiştir. Bir işyerinin açılmasının ve işletilmesinin iktisaden yurda sağlayacağı faydalar tafsilden müstağnidir. Açılan işyeri ve işletme ile çalışmak zaruretinde kalmış bir vatandaş işsizlikten kurtarılmış ve hayatını temin edecek bir bilgi sahibi olmuş oluyor. Sermayesiz bir emek bahis konusu olamıyacağı cihetle emek ve sermayenin birbirine takdim ve tercihi bir suretle caiz olamaz. Bu cihet göz önünde bulundurulmaksızın sermaye sahiplerinin mali vecibelerini genişletmek suretiyle onüçüncü maddenin yorumlanması, sermaye kadar işçinin de menfaatına uygun düşmez. Emniyet ve istikrar arayan sermaye sahiplerini iktisadi faaliyetlere girişmekten alıkoyarki gaye olan yurdun iktisadi inkişafı sağlanamaz.
Yukarıda arz ve izah eylediğim sebeplerden ötürü 3008 sayılı İş Kanunu, hususi hukuk şümulüne giren bir kanundur. Onüçüncü maddedeki Hak ve Borçlar Kanunu yürürlüğe girdikten sonra doğar. Sarahat olmadıkça yürürlükten evvelki zamanlara teşmiline hukuk kuralları bir veçhile müsait değildir. Ticaret Dairesinin son kararı kanun hükmüne ve içtimai ve iktisadi icaplara uygundur.
Üçüncü Hukuk Dairesi Başkanı Sabir Erbil; İşçi ile işveren arasında bu kanundan evvel bir hak vardır, bu cihete Şefkati Bey ne buyurdular.
Kemal Bey hak ve vecibeleri tanzim eden bir kanun dediler. Tenakus vardır. Böyle hak ve vecibeleri tanzim etmişse ihdas yoktur. Sermaye ve sermayedarlar arasında tedavül ederse bu şiledir, ücret değildir, tazminat değildir, nafaka değildir, muaveneti nakdiyedir.
Beşinci Hukuk Dairesi Başkanı Y. K. Arslansan; Zamanımızdaki kaidelere göre halledelim.
Üçüncü Hukuk Dairesi Başkam Sabir Erbil; Maruzatım 1941 tarihli karar doğrudur.
Dördüncü Hukuk Dairesi Başkanı Fevzi Bozer; İş Kanunu, vazındaki maksat ve gayeye göre, bir amme kanunudur, maksat amele hukukunu siyanettir. Bu siyanet memleket ve millet için mefruz olan tehlikeyi bertaraf etmek için düşünülmüştür. Ameleye bu parayı vermekle onu istihdam eden müessese iflasa uğramaz, uğramamıştır. Zira, verilecek tazminat sermayenin % 1'ini bile teşkil etmez. Kanunda şu kadar müddet hizmet edenlere tazminat verilir diyor. Yani hizmet müddeti esastır bundan başka kanunun mer'iyetinden evvelki hizmet müddetinin nazara alınmıyacağı hakkında bir sarahat dahi yoktur. Binaenaleyh bu metinden hem evvelki hem de sonraki hizmetleri muradettiği anlaşılır. Bir misal arzedeyim: Tekaüt kanununda kırk sene hizmet eden memurlara ikramiye verileceği