Yargıtay Büyük Genel Kurul 1942/29 Esas 1942/17 Karar
Karar Dilini Çevir:

Dairesi: Büyük Genel Kurul
Esas No: 1942/29
Karar No: 1942/17
Karar Tarihi: 01.07.1942

(765 S. K. m. 69, 80) (3780 S. K. m. 31, 32, 59)

Milli Korunma Kanunu hükümlerine muhalefet ile muayyen bir malı müteaddit kimselere satan şahıs hakkında Ceza Kanununun altmış dokuzuncu maddesinin tatbiki icap ettiğine Temyiz Mahkemesi Üçüncü Ceza Dairesince karar verilmekte olduğu halde, bu kabil ahvalde Ceza Kanununun sekseninci maddesinin tatbiki iktiza eylediğine İkinci Ceza Dairesince karar verilmiş ve bu nokta hakkında Ceza umum Heyetince de ekseriyet tahassül etmiş olmasından dolayı Üçüncü Ceza Dairesiyle Ceza Umum Heyeti ve İkinci Ceza Dairesi kararları arasında hasıl olan içtihat ihtilafının tevhidi lüzumu Temyiz Birinci Riyaset Dairesinin 15.06.1942 tarih ve 150 sayılı yazısı ile istenilmesine mebni birinci toplanmada karar nisabı hasıl olamamasına binaen 24.06.1942 gününde tekrar toplanan Heyeti Umumiyeye kırk altı zatın iştirak ettiği görüldükten ve müzakere nisabı tahakkuk ettikten ve mezkur yazı okunduktan ve hadise bir kerre de Birinci Reis İhsan Ezgü tarafından izah edildikten sonra söz alan :

Fahreddin Karaoğlan : Yüksek Heyetinize arzolunan ihtilaf binnetice teselsül eden suçun müçtemi suçlar karşısındaki mevkiini, başka tabir ile birini diğerinden ayıran farkları ve hususiyetleri tayine müncer olacaktır.

Bu mesele etrafında yapabildiğim tetkiklerin heyeti mecmuasından bende hasıl olan fikir ve intiba şu oldu:

Müteselsil suç, ne kadar itinalı olursa olsun mücerret tarif ile izah olunamaz. Bu hususta ancak mahkeme içtihatlariyle taayyün etmiş olan tatbiki misallere nazaran bir fikir edinilebilir. Bu misaller ise bilhassa İtalyan şerhi tercümesinde lüzumu kadar boldur. Ezcümle o şerhin birinci cildinin 424 ve 425 inci sahifelerindeki izahlardan anlıyoruz ki mağdurların teaddüdü şahsa karşı işlenilen suçlarda teselsül hükmünün tatbikine mani teşkil eder. Binaenaleyh şahsın hayatına, sıhhatına, ırz ve namusuna veya hürriyetine taalluk eden suçların her hangisini muhtelif kimselere karşı işleyen mutaarrızın yalnız bir suç işlemiş edası hiç bir zaman tasavvur olunamaz. Bu taarruzların her birinde tatmini istihdaf olunan ayrı ayrı mücrimane gayeler vardır. Fakat, mülkün aleyhindeki suçlarda keyfiyet böyle değildir. Ayni yerden bir veya müteaddit defada çalınıp kaldırılacak eşyanın bir veya müteaddit kimselere aidiyeti hırsızca haizi ehemmiyet olmadığı gibi hırsızlığa bir kerre karar verdikten sonra eşyadan her birini çalmak için ayrıca karar vermeğe muhtaç olduğu da iddia olunamaz. Bu itibarla mesela ev sahibinin sandığından müteaddit defalarda eşya çalan hizmetçinin bu fiili kısımlara tefrik olunamaz. Çünkü ayni yerden birinciyi takip eden hırsızlıklar hizmetçinin bir kerre içine girmiş olduğu vaziyetin devamıdır. Bu hal, evvelce husule gelen kanuna muhalif vaziyeti değiştirmemiştir. Devamın neticesi, cürümkar olan fiilden doğan zararın artmasından ibarettir.

Kezalik çaldığı eşyadan bir kısmının efendisine, bir kısmının misafirlere ait olması da bunun gibidir. Bu şerhte müteselsil suçlara taalluk etmek üzere umumi cürümler için de şu misalleri görüyoruz:

Aynı kadınla vukubulan müteaddid zina halleri, bir gazetenin muhtelif sütunlarında dercolunan hakaretler, sahte bir vesikanın mükerreren istimali daha evvel tanzim olunmuş olan sahte bonoların ayni namla tecdidi, sahte tezkereler ibrazı veya başka suretlerle ayni kimsenin mükerreren dolandırılması, bir kasadarın kasadan irtikap ettiği sirkatler, bir tacir tarafından noksan tartı kullanılması ve bu tartı ile tartılmış muhtelif eşyanın muhtelif müşterilere satılmış olması.

Bu misaller içinde bilhassa sonuncusu, huzurunuzdaki ihtilaf mevzuuna pek yakından temas etmesi itibariyle bence haizi ehemmiyettir. Bir tacirin muhtelif müşterilere noksan tartı ile tartarak noksan eşya satması ne ise bir tacirin muhtelif müşterilere muayyen fiatından veya rayicinden fazla bedelle eşya satması da odur, ayni şeydir. Çünkü noksan tartı ile tartılarak satılan şey, hakikat halde kendisi için tayin olunan semenden fazlasına satılmış olur. Binaenaleyh, ha doğrudan doğruya fazla fiatla satmış, ha tartıda hile yaparak satmış, ikisi de birdir. Hatta ikincisi birincisinden daha ahlaksızcasınadır. Böyle olunca biri hakkında cari olan muamelenin diğeri hakkında da cari olması lazımdır.

Bu meselenin eldeki kanunun meriyetindenberi aradan bu kadar sene geçtiği halde aramızda kat'i bir hükme iktiran etmiş olmaması umumi suçlardaki emsalinin pek nadir olarak vukua gelmiş bulunmasından ileri gelmektedir. Çünkü şahsa karşı işlenmiş suçlarda müteselsil suç mevzuubahis olamayınca kala kala bu hal, mala karşı işlenen suçlara, onun da tahfifi sirkat nevilerine inhisar etmiş olur. Bunda da hırsızın ayni şeyi ayni yerde tekrar etmesine vakit ve imkan bulabilmesi kolay bir şey değildir.

Halbuki Ceza Kanununa dahil suçlar için böyle olan bu keyfiyet, Milli Korunma Kanununa giren suçların pek çoğu için böyle değildir. O suçların umumi suçlara karşı arzettikleri hususiyet bilhassa kesretle kabili tekerrür olmaları, hatta daha doğrusu müteakip ve tevali hassaları mahiyetleri iktizasından bulunması itibariyle de kendilerini gösterirler. Filhakika bir tacirin fazla fiatla mal satması bir hususiyettir ki kastın taalluk etmiş olduğu emtianın heyeti mecmuasına şamildir. Bir tacirin pahalı satmak kararı sade bir kimse için değil, o malı alacak olan kimselerin hepsi içindir. Bunda müşterilerin taaddüt etmesi veya etmemesi onun için maksudiyattan değildir. Pahalı satmak istediği emtianın ayni fiatla topuna birden müşteri çıksa heyeti mecmuasını birden satmak da maksadını temin eder. Ve belki bunu tercih eder. Yeterki muayyen miktardan fazlasını satmak dahi ayrı bir cürüm olmasın.

İşte Milli Korunma Kanununda kesretle tevarüd eden bu vaziyet yüzünden dairemiz her şeyden önce bu müteselsil suç mevzuu üzerinde durmak zaruretinde kalmış, kanundan ne anladığını tayin ve tesbit ettikten sonra tatbikatına girişmiştir. Dairemizin kanundaki teselsül hükmünden anladığı mana, muayyen bir malı fazla fiatla satmak hadisesinde fazla fiatla satmak kastının, satılığa arzolunan bütün mala şamil bir kastı cürmi olması ve bu itibarla bunlarda içtimaın değil, teselsülün tatbiki lazım gelmesidir.

Bu vaziyetin tatbikatta görülen misalleri muhtelif şekiller arzederse de huzurunuza gelen ve iki daire arasında tahaddüs eylediği iki gün evvelki Ceza Umum Heyetinde anlaşılan ihtilaf sadece bir şekildedir. O şekil de şudur :

Tacir dükkanında mevcut peynirleri fazla fiatla müteaddit kimselere satmıştır ve her sattığı kimseye yüz kuruştan satmıştır. Bu ise o demektir ki tacir bu malı dükkanına getirir getirmez o malın şu veya bu fiatla, satılması hakkında Hükümet kararı veya mahalli rayici mevcut olduğunu nazara almaksızın, ben şunu şu kadara satacağım diye bir karar vermiş ve o kararın icabına tebean kim talip olduysa hepsine ayni fiatla satmıştır. İşte bizim daireyi en ziyade meşgul eden meseleler bunlardır. Fakat bu meselelerin en çok gelen maznundan tacirler değil, çiftçilerdir, çiftçi müstahsillerdir. Her hangi kazanın bir köyü veya o köyün bir kaç çiftçisi fazla mahsul sahibidir. Ya o kaza mahsulatına el konulmamış olmasından veya beyannamesinde kendi ihtiyacına mukabil gösterdiği mahsul hakiki ihtiyacından fazla çıkmasından dolayı fazla mahsulünü satmakta beis görmemiştir. Bu adamlarda satılacak fazla mahsul olduğunu işiten civardaki muhtaç köylüler, hatta ayni köyün muhtaç olanları peyderpey gelmişler, bunlardan üçer beşer kilo mahsul satın almışlardır. İşte bu adamlar bu mahsullerini bilfarz kilosu on üç buçuk kuruş yerine yirmi veya otuz kuruşa satmışlardır. Şimdi bu adamlara verilecek ceza içtima cezası mı teselsül cezası mıdır? Dairemiz teselsül cezasıdır, diyor, Üçüncü Ceza Dairesi içtima cezasıdır, diyor.

Halbuki biz buna teselsül cezasının tatbikini iltizam ederken sadece Ceza Kanununun sekseninci maddesinden anlamış olduğumuz mana dairesinde hareket etmekle kalmıyoruz, bu mananın Korunma Kanunu bakımından dahi muktezayı hale uygun olduğuna kani bulunuyoruz.

Filhakika Milli Korunma Kanununun bu işlere tahsis etmiş olduğu elli dokuzuncu maddesi üzerinde duracak olursak görürüz ki kanunun cezada kabul etmiş olduğu miktarca esas, cürüm ile temin olunan menfaatin, daha doğrusu cürüm ile halka yapılan zararın derecesine göre yükselen miktarca bir esastır. Bu o demektir ki cezanın artmasını ve ağırlaşmasını istediği yerlerde kanun, fiilin taaddüdüne değil, fiil ile temin olunan gayri muhik menfaatın derecesine ehemmiyet vermiştir. Gayri muhik menfaatın ve bilmukabele halka yapılan zararın çokluğu ise tek bir fiille husule gelebileceği gibi az zararlı bir kaç fiilin teselsülünden de husule gelebilir. Bir defa yapılan bir suçla temin olunan gayri muhik menfaat gayet hafif olduğu halde ayni fiilin mesela beş defa tekerrür etmesiyle temin olunan menfaat mecmuu gayet hafif olmaktan çıkar da hafif olur. Bu surette artık ona pek hafif zararlı cürme mahsus beş liradan yüz liraya kadar para ve yedi günden bir aya kadar kapatma cezası verilmez de hafif zararlı cürme mahsus üç aydan bir seneye kadar hapis ve yüz liradan bin liraya kadar ağır para ve kapatma cezası verilir. Bunun gibi bir defa yapılan bir suçla temin olunan menfaat hafif derecede iken ayni fiilin mesela beş defa teakubundan elde edilecek menfaat onu hafiflikten çıkarır da birinci fıkra hükmünce üç seneden on seneye kadar ağır hapis ve bin liradan on bin liraya kadar para cezasını gereklendiren bir cürüm haline koyar.

İşte bu işlerde kanunun kabul etmiş olduğu esas budur. Eğer bu işlerde fiillerin taaddüdünü İçtima kaidesine sebep tutacak olursak ancak her fiilin bizatihi temin etmiş olduğu gayri muhik menfaat veya sebebiyet vermiş olduğu mazarratı nazara almak çaresizliğinde kalmış oluruz. Eğer mazarrat gayet hafif ise bunların taaddüdü yüzünden mecmuunun ehemmiyetli bir miktara çıkmış olmasını nazara alamamak ıztırarında kalırız. Bu sureti ihtiyar edince de kanunun maksadını ihlal etmiş oluruz. Çünkü kanun bu vaziyette müteaddit fiillerin zararlarını ayrı ayrı pek hafif veya hafif olarak telakki edip de her birine ayrı ayrı pek hafif veya hafif cezalar vermeyi değil, o fiiller mecmuunun vücuda getirmiş olduğu mazarratın heyeti mecmuasını nazarı dikkate alarak ona göre cezanın mahiyet ve derecesini artırmayı istihdaf etmektedir.

Velhasıl satılığa arz olunan bir cins malı fazla fiatla satmak bahsinde fazla fiatla satmak kastı satılığa arzedilmiş olan malın heyeti mecmuasına şamildir. Satma fiillerinin teakub etmesiyle kasıt teceddüt etmiş olmaz. Fakat ayni hareketler bir cins mal üzerinde değil de ayrı ayrı muhtelif cins koordinasyon kararlarına tabi mallar üzerinde vukua gelmiş olursa o vakit vaziyet değişmiş olur. Her cins malın fazla fiatla satılması ayrı bir cürüm vücuda getirir. Çünkü bu vaziyette olan her cins malın fiatı ve o fiata nazaran her cins malda temini kast olunan gayri muhik menfaatın miktar ve nisbeti ayrıdır. Şu cins malı şu kadar kuruş yerine şu kadara, bu cins malı şu kadar yerine bu kadar kuruşa satan bir tacir bunların her birinin kendine mal olduğu fiatlara ve her birine olan ihtiyaç derecesine göre her birine ayrı ayrı satış fiatları tayin etmiş, şu suretle hepsi için ayrı ayrı kararlar vermiş. Saniyen bu metalardan her biri ayrı bir koordinasyon kararına tabidir. Koordinasyon kararları kanuna mülhak hükümlerden olduğuna göre her koordinasyon kararına muhalif hareket. kanunun ayrı bir hükmüne muhalif hareket olmuş olur. Bu noktada dahi iki daire arasında ihtilaf bulunduğu iki gün evvelki Ceza Heyeti Umumiyesinde tebarüz etmiştir. Şu halde ihtilaf iki noktadadır. Birinde biz teselsülü, Üçüncü Ceza Daire içtimaı kabul ettiği halde diğerinde bilakis biz içtimai, İkinci Daire teselsülü kabul etmiş bulunuyor.

Hal olunacak nokta binnetice şu oluyor. Evvela satılığa arzolunan muayyen tek bir malın müteaddit şahıslara fazla fiatlarla satılmış olması hali, saniyen satılığa, arz olunan muhtelif cins malların müteaddit şahıslara fazla fiatlarla satılmış olması hali teselsülü mü içtimaı mı icap ettirecektir?

Binaenaleyh alış veriş ettiğim satıcı ayrı ayrı koordinasyon kararlariyle bağlanmış olan üç cins malı bana ayrı ayrı fazla fiatlarla satmış olursa ayrı ayrı üç suç işlemiş olur. Şimdilik maruzatım bundan ibarettir.

Birinci Reis : Evvelen kaide koymalıdır. Ondan sonra hadisatı ona bağlamak lazımdır. İkinci Ceza Dairesi de bir çok işlerde içtima yapmıştır.

Fahreddin : 38 senesindedir.

Birinci Reis (devamla) : Kasıt her an tahaddüs etmek lazımdır. Evvelemirde teselsülün ne olduğunu efradını cami ağyarını mani olarak tayin ettikten sonra tatbik etmek lazımdır. Bir akit zımnında muhtelif eşyayı satarsa bir suçtur. Ağır veya hafif olmasında cürmün mahiyeti değişmez, ceza değişir. Vazukanun teselsül nazariyesini Milli Korunmada nazara almamıştır. Akit taaddüt ettikçe kasıt da taaddüt eder.

Akil : Bir teneke peynirin muhtelif kimselere satılması halinde kastı cürmi yüksek fiatla satmak olmasına göre sekseninci madde tatbik edilir. Sekseninci madde için kandırıcı bir madde bulunuz ki biz de iştirak edelim.

Fevzi : İhtikarın şenaatını kabul etmekle bareber kanunun vaz ettiği cezayı da göz önünde tutmak lazımdır.

Fahreddin : Kararda vahdet başka, kararda umumiyet başkadır.

Şefkati : Niyet başka. Çalmağa kast eder amma efendisinin eşyasını çalmağı niyet eder. Hadisemizde Ali Efendiye, Mehmet Efendiye ila satarsa bu ayrı ayrı suçtur.

Atıf : Bir suçlunun muhtelif hareketlerinin her defasında bir icra safhasını arzettiği bir kastı mahsusta vahdet bulunması müteselsil suçların kabulü için kafidir. Mevcut peynirlerini yüksek fiatla satmak isteyen bir tüccarın kastı ancak buna münhasırdır. Muhtelif hareketlerinin ve satışlarının her birinin de bu kastın birer icra safhasından başka bir şey olmaması lazım gelir. Manyo'nun şerhinin birinci cildinin 423 üncü sahifesinde müteselsil suçlar hakkında hadisemize tamamiyle mutabık misaller vardır. O da şunlardan ibarettir:

Hizmetçinin, bir kısmı ev sahiplerine, bir kısmı misafirlere ait eşyayı çalması ve emniyet sandığından muhtelif kimselere ait eşyanın müteaddit defalarda aşırılması, bir tacir tarafından sıhhatı umumiyeye muzır olan mevaddın veya noksan tartılmış eşyanın muhtelif müşterilere satılmış olması halleri gibi hadisemizde de tüccarın maksadı kendi malını yüksek fiatla satmaktan ibaret olup yoksa eşhasın mesela Ahmet ve Mehmedin cebinden paralarını çalmak değildir. Mevcut malını yüksek fiatla bir şahsa bir defada satan şahsa bir ceza verilir. Çalmak istediği malı bir defada alıp götüren hırsız hakkında da ayni şekilde tatbiki ceza edilir. Hırsız çalmak istediği ayni malı bir kaç defada naklederse hakkında yalnız sekseninci maddeyi tatbik ederiz. Hırsızın bu her hareketini bir suç telakki etmiyoruz da malını yüksek fiatla bir kaç defada satan bir şahsın her satışının müstakil bir suç olduğunu neden dolayı iddia ediyoruz, bilemem.

Ceza Kanunumuzda suçlar tarif edilirken bir kimse bir şahsın menkul malını intifa kasdiyle alırsa veya bir kimse diğer kimseye cismen eza verirse, diye tabirler kullanmış ve suçun tahakkuku için bir şahsın müteessir veya mutazarrır olması gibi hallerin vücudu şart konulmuştur.

O halde bir şahıs muhtelif kimselere müessir fiil ika ederse o kimseler hakkında ayrı ayrı birer suç işlemiş olur. Kezalik ayrı yerlerden muhtelif kimselerin malını çalan kimse dahi ayni şekilde müstakil suç yapmış demektir.

Fakat Milli Korunma Kanunundaki suçlar bu şekilde tarif edilmemiştir. Bu kanuna muhalif hareketlerin heyeti mecmuası suç sayılmıştır. Mesela, malını yüksek fiatla satan, bey'e arzetmeyen, saklayan, kaçıran kimse şu ceza ile cezalandırılır. Yoksa bir şahıs diğer bir şahsa yüksek fiatla mal satarsa veyahut bir müşteriden malını gizlerse kendisine şu ceza verilir, diye Milli Korunma Kanununda bir kayıt yoktur ki her satışı müstakil bir suç telakki edebilelim. Mesele Devletin iktisadi bünyesine yapılan zarar ve temin edilen gayri meşru menfaatla ölçülür. Kanun muhik sebep olmaksızın bir malı fazla fiatla satmak diyor. Bir de bir malı fazla fiatla satışa arz etmek var. Fazla fiatı havi etiketi malın üzerine koymuş ve ondan sonra gelenlere fazlaya satmış. Tabii artık satışa arz etmek keyfiyeti suya düştü, satmak hususunu tetkik lazımdır.

Satıştan imtina. Dükkanında malı duruyor amma her gelene ben mal satmam, diyor. Belki yüz kişiye böyle cevap veriyor. Müşteriler maldan birer miktar alıp götürmek istiyorlar, mal sahibi her birine karşı istedikleri miktarı satmaktan imtina etmiş demektir. O halde her müşteri için üçerden içtima neticesinde yüz seksen üç ay cezamı vereceğiz?

Tacir dükkanında bulunan bir malı kaçıracak, fakat bir defada kaçıramıyor. On defada kaçırdı. Bu adama on kaçırma yani ihtikar cezasımı verilecektir? Halbuki diğer bir tüccar kuvvetli nakil vasıtasına sahiptir ve ayni miktarda malı bir defada kaçırmıştır. Ona ancak bir ihtikar cezası vereceğiz. Ayni neticeye varan bu iki fiilin cezalarında ne için ayrılık kabul edelim. Elli dokuzuncu madde bize kanunun ceza tayininde kurduğu ve dayandığı esasları gösteriyor. Fiilin teaddüdü mevzuubahis değildir. İhtikar ve istismar ister bir fiil ister müteaddit fiiller neticesinde tahakkuk etsin, ceza tayininde dayanılacak esas muhtekirin temin ettiği istifade ve memleketin iktisadiyatına yaptığı zararın azlık veya çokluğudur. Bir tüccar muhtelif kararlara muhalefet eder. Mağazasındaki malın bir kısmını müteaddit kimselere muayyen fiattan fazlaya satar, malının bazısını kaçırır, satışa arzetmez. Fakat tahakkuk eden bu hareketlerin neticesinde bu tüccarın gayri meşru olarak temin ettiği veya edeceği menfaatin yekünu yüz kuruştan ibarettir. Bu hareketlerin mecmuu şöyle elli defada vaki olmuş deyelim. Bu tüccara elli ihtikar cezası mı vermek lazım geliyor?

İki yüz yumurtası olan bir tüccar yumurtalarını bir günde seksen kişiye satmış ve beherinden yirmişer paradan yüz kuruş gayri meşru bir menfaat temin etmiştir. Bu adamın her bir hareketinden dolayı menfaati pek hafif dahi saysak seksen fiilinden dolayı buna dört yüz lira cezamı tayin edilecek? Diğer bir tüccar bu iki yüz yumurtayı bir defada satar ve temin ettiği gayri meşru menfaat yüz kuruştan ibaret olduğu için ancak beş lira cezayı nakdiye mahkum edilir.

Hadiselerin birer birer mütalaası ekser ahvalde temin edilen gayri meşru menfaat kastiyle olduğu takdirde yüksek cezanın tatbikine mani olabilir. Büyük bir ticarethane bir ayda muhtelif satış ve muamelelerden beş bin liralık gayri meşru bir menfaat temin etmiş olabilir. Bunu bir fiil telakki edersek buna on sene ağır hapis ile beraber para cezasının azami haddini verebiliriz. Fakat bu beş bin liralık beş yüz muamele neticesi ise her birinden elde edilen menfaat on liradan ibaret olur ve belki para cezası hükmü lazım gelir.

Elli dokuzuncu maddeyi matufu olan otuz ikinci madde ile birlikte okuyalım. Göreceğiz ki maksat bir şahsın aldatılması, bir şahıstan beş on kuruş veya bir kaç lira fazla alınması meselesi kanuna esas olmamıştır. Devletin iktisadi emniyeti mevzuubahistir ve asıl ceza ihtikar ve istismara verilmiştir. Kendisine arz edilen hadiseyi hakim tetkik eder. Fiil ve hareketler ister taaddüt etmiş ister etmemiş olsun, velevki maksatlar müteaddit karar hükümleri ihlal edilmiş bulunsun neticeten ihtikar mahiyetinde tecelli eden fiilde eğer suçlunun temin ettiği menfaat fazla bir şey ise birinci fıkraya göre hapis ve para cezasının tayin eder ve takdir salahiyetini üç ve on sene arasında serbestçe kullanır.

Menfaat orta derecede ise ikinci ve daha hafif ise üçüncü fıkralar tatbik olunur. Binaenaleyh bu kanunda fiilin yaptığı zararın miktarı ceza tayininde esas olur.

Halil İbrahim : Muayyen kasıt, gayri muayyen kasıt meselesidir. Bu mühimdir, demeleriyde reye müracaat olunarak neticede karar nisabı hasıl olamamasına mebni gelecek celseye talik kılındı. 17.06.1942

- 24.06.1942 : İkinci Celse

Zabtı sabık okunduktan sonra söz alan :

Halil İbrahim : Bir kasıt ve müteaddit taarruzlar ile Ceza Kanununun ayni hükmünün bir kaç defa ihlal edilmesi müteselsil suçu teşkil ediyor. Sekseninci madde hükmü def'atla okundu. Bu kısım suçlarda işlenen her fiil başlı başına bir suç olmakla beraber fiillerin hepsi de yine tek bir suç addedilir.

Müteselsil suçlarda kastın bir olması işlenmiş olan müteaddit fiilleri bir suça bağlamış ve o suçun cüzü'leri yapmıştır. Kanunun (muhtelif zamanlarda vaki olmuş olsa bile) tabirinden anlaşılacağı üzere bu nevi suçlar ayni zamanda vukua gelebileceği gibi birbirini takip etmek suretiyle müteaddit ve muhtelif zamanlarda da işlenebilir.

Evvelce verilmiş bir karar üzerine bir otelin ayni odasında oturan iki kişinin eşyalarını çalmak ayni zamanda işlenmiş müteselsil suça misaldir. Bir gazetenin ayni nüshasının müteaddit sahifelerinde bir kimseye hakaret edilmesi yine ayni zamanda ika edilmiş müteselsil suçtur. Buna mukabil, bir kimsenin sandığından parasını çalmağı kararlaştıran bir adamın her gün bir miktar parasını çalması muhtelif zamanlarda yapılmış müteselsil suçtur.

Müteselsil suçun husule gelmesi için üç şart lazımdır.

1 - Taarruzun taaddüt eylemesi.

Yalnız bunu maddi fiillerin taaddüdü ile karıştırmamak, lazımdır. Bir kimsenin bütün eşyasını çalmayı kararlaştırmış olan suçlunun bu eşyayı muhtelif zamanlarda taşıması halinde taarruz müteaddittir. Fakat bir eve girmiş olan hırsızın dolaptaki elbiseleri, konsoldaki saati, çekmecedeki parayı bir defada alıp götürmesinde taarruz birdir. Yalnız taarruzun maddi fiilleri müteaddittir.

2 - Müteaddit taarruzlarla ayni suç işlenmiş olmalıdır. Bu şart sekseninci maddede kanunun ayni hükmünün defaatla ihlal edilmesi suretinde ifade edilmiştir.

Lakin maddenin eski şeklinde bir madde hükmü defaatla ihlal olunduğu halde son tadilde yine bu ayni hükmü defaatla ihlal şekline sokulmuştur. Görülüyorki unsurlarında ayniyet bulunmak şartiyle şeklen bir birine uymaması yine müteselsil suç olmak halinden çıkarmıyor. Mesela bir evden eşya çalmayı kastetmiş kimse bir gün gündüz kapıdan giriyor. İki gün sonra gece duvardan aşarak giriyor, üçüncüsünde kapı kilidini kırarak, duvar delerek, anahtar uydurarak sirkatini yapıyor. Bunun, heyeti umumiyesiyle kanunun ayni hükmünü ihlal sayılmak ve müteselsil suç telakki edilmesi iktiza eder.

3 - Kastın bir olması.

Müteaddit taarruzları birbirine bağlayarak onları tek bir cümle yapan asıl unsur budur.

Suçun sübjektif yani manevi unsuru olan kasıt bulunmadıkça suç tekevvün edemez.

Ceza Kanunumuzun kırk beşinci maddesi, (Cürümde kastın bulunmaması cezayı kaldırır.) diyor. Fakat kastın ne olduğunu tarif etmiyor. Bunun için doktrine müracaat zarureti vardır. Gerçi burada da kast tamam ve kat'i surette tarif edilmiş değildir. Bu hususta hukukçular arasında şiddetli fikir ihtilafları mevcuttur.

Bazıları, fiilin fena bir niyet ve şeni bir düşünce ile icra edilmiş olması halinde kast mevcuttur, o halde iyi veya insani bir mülahaza ile işlenmiş olan fiiller suç sayılmamak icap ediyor, diyorlar. Bu fikir iki sebepten reddediliyor. Biri hukuk sahasında halledilmesi lazım gelen bir meseleye ahlak kıstasını hakim kılıyor. İkincisi kast ile suç saiki birbirine karıştırılıyor. Halbuki saik ile kast ayrı şeylerdir.

Diğer bazı müellifler kastı, kanuna muhalif olduğu bilinen bir fiilin yapılması haline istinat ettirirler. Bunlara göre kast, failin kanuna mugayir olduğunu bildiği bir fiili işlemek iradesidir. Fakat bunda da bazı eksiklikler görülüyor. Bir kerre kanunu bilmemek mazeret sayılmaz, diye kanunda musarrahtır. Şu halde suçlunun bu fiili kanuna mugayir olduğunu bilerek yapıp yapmadığının ispatına müncer oluyor. Bir de bu ispat külfetini davacıya veya müddeiumumiye tahmil ederseniz neticenin ne kadar vahim olacağını düşünmeğe bile hacet yoktur.

Bir kısmı müelliflere göre de kast, kanuna muhalif olan bir fiili işlemek iradesidir ki en doğru tarifi de budur. Çünkü kast için iradenin vücudu lazımdır. İrade, şuuru iltizam eylediği cihetle kast ancak bilerek yapılmak veya bilerek yapılmamak hallerinde mevcut olabilir. Bundan başka kastın vücudu için iradenin bir fiile tevcih edilmiş olması da icap eder.

Şu hale göre kastın bulunması için iki şartın vücudunu aramak muktazidir : 1 Failin fiili ile bu fiilin husule getireceği netice arasında illiyet rabıtası olduğunu bilmesi, 2 - Failin kendi fiilini ve ondan vukua gelecek neticeyi irade eylemesi.

Mesela bir kimseyi kasten öldürmek bir cürümdür. Fakat öldürmek cürmünün husule gelmesi için failin mağduru öldüren kurşunu atmak, bıçak sokmak gibi hareketleri bilerek, isteyerek yapması ve bu hareketinin mağdurun ölümünü intaç edeceğini bilmiş ve onu istemiş olması lazımdır.

Buna mukabil iradenin kanun tarafından cürüm unsuru telakki edilmemiş olan bir hale tevcih edilmiş olması kastın vücuduna mani olmaz. Katilin öldürdüğü kimseyi tanımaması, kadın zanniyle bir erkeği öldürmesi işte bu şeraiti haiz olan kasıtlar umumi kasıtlardır. Bundan sonra bilirsiniz kasıtsız suçlar vardır. m. 455, hata ve ihmali suçların kasıtsız kısımları gibi. Sonra suçun saiki ve sebebi vardır ve bunu aramak da lazımdır.

Ceza Kanununda faili suç işlemeğe sevk eden duyguya veya menfaata saik denilir.

Bunun mahiyeti yani şeni olan bir sebeple suç işlemek fiilin müşeddit sebebi olabilir. Aksi hal muhaffef sebep telakki edilebilir

Umumi kasıtlar, biri doğrudan doğruya olan kasıt ve bunun aksi yani doğrudan doğruya olmayan kasıt diye ikiye ayrılıyor.

1 - Doğrudan doğruya olan kasıt, vukua gelen neticenin failin kastına tevafuk etmiş olması lazımdır. Eğer netice kastı tecavüz etmiş ise doğrudan doğruya olmayan kasıt hali mevcuttur.

Doğrudan doğruya olan kasıt da muayyen ve gayri muayyen olarak ikiye ayrılıyor.

Failin kastı ile netice arasında tam bir mutabakat bulunması halinde kasıt muayyen oluyor. Eğer netice kastı tecavüz etmiş ve tam muvafakat bulunmamış ise gayri muayyen kasıt oluyor. Bir adamın kastettiği bir adamı öldürmesi muayyen kasta delalet eder.

Fakat bir adamın bir kalabalığa bomba atması, filhakika bu meyanda bir çok kimseleri yaralayacağı failce malumdur. Amma bunun kimleri öldüreceğini tahmin edemezdi veya tahmin ve kasteylediği kimseler haricinde de bazı kimseler ölmüştür. Bu da kastı gayri muayyen oluyor.

Bundan başka doğrudan doğruya olmayan veya mütehammin kasıt vardır. Kim olduğunu bilmediği bir kadını döğmek suretiyle çocuğunu düşürtmek yahut maksadı birini yalnızca döğmek olduğu halde o döğmekten ölüm husule gelmek.

Kasıt hakkında mücmel maruzatta bulunmaktan kendimce bir faide ümit ettim. Şüphesiz bunların tafsilatı, hepinizce malumdur. Yalnız uzun zaman tatbik edilmedikçe hatırda kalmayacağı için bir kerre hatıraları tazelemek istedim.

Buna göre kastın şahsa, eşyaya müteveccih olması mümkündür.

Bir eşkiya çetesinin yol bağı yaparak müteaddit kimseleri soyması hali müteselsil suçun misalidir.

Kezalik klasik bir misal, noksan terazi meselesi hatta tevhidi içtihat karariyle bir tahsildarın zamanı memuriyetinde zimmetine geçirdiği binbir kalemlik ihtilaslar müteselsil suç sayılır.

Bir tulum peynir veya bir teneke yağ bundan daha mı eşnadır?

Hususi kanunlardan bahis buyuruldu. Damga Kanunu mucibince ika edilen suçlar müteselsil sayılmaz. Zira her birinde kasıt ayrılır ve yenilenir.

Birinci Reis : Memleketin hassasiyetle üzerinde durduğu bu meseleyi nazari mütalaalarla Hükümetin ve vazukanunun vaz ettiği ehemmiyetten düşürmek doğru olmaz. Bu işi dairesi geri alsınlar.

Kazım : Bir hadiseyi kaideye tatbikteki ihtilaf Heyeti Umumiyeye gelmez, demeleriyle neticede :

Milli Korunma Kanununun ihtikar ve istismar suçuna ceza tayin eden elli dokuzuncu maddesinin ve bu maddenin matufu olan otuz birinci ve otuz ikinci maddelerinin ihtiva eylediği hükümlere göre, salahiyettar makamlar tarafından azami satış fiatı veya narh tayin edilmiş olan ahvalde konulan fiattan veya narhtan fazlaya bir malı satmak veya satışa arzetmek veya satıştan imtina etmek ile suç tekevvün edebileceği gibi fiat tayin edilmemiş olan hallerde de muhik sebebe istinat etmeksizin bir malın fazla fiatla satılması veya satışa arzedilmesi veya satıştan imtina edilmesi ile de suç tekevvün edeceğine ve her iki tarzda husule gelen ve mahiyetleri bakımından aralarında hiç bir fark mevcut olmayan bu suçlar, kanunun ayni hükmünün, müteaddit hareketlerin tekrarlanması ile ihlal edilmesi noktasından müteselsil suça müşabehet arzetmekte ise de müteselsil suç kanunun ayni hükmünü ihlal eden ve taaddüt eden ef'alin, ayni kasıtlarının ef'ali icraiyesinden olması ve taaddüt eden fiillerin muayyen bir kastın icrai hareketlerini teşkil etmesi ve bu hareketlerin muayyen kasta takip eylemesi ve aralarında yekdiğerinden müstakil zannettirmiyecek derecede bir irtibat bulunması ile meydana gelebileceğine ve kasta muayyen ise failin işlediği fiilden malum ve muayyen bir netice elde etmeyi ve muayyen bir mazarrat ika eylemeyi istemek ve husule geleceğine ve bu takdirde kastı cürmide vahdet bulunabileceğine ve haksız menfaatlar teminine ve gayri muayyen zararlar ikaın karar veren bir şahsın hareketi kasta gayri muayyene matuf bulunmasına ve kastı gayri muayyen etrafında işlenen muhtelif fiiller müteselsil suç olmayıp başlı başına birer suç teşkil eylemesine göre Milli Korunma Kanunu hükümlerine muhalefet ile bir şahsın muayyen bir malı muhtelif kimselere veya ayni şahsa ayrı ayrı zamanlarda satmakla teminini kastettiği haksız menfaat müstakil kararlar ile istihsal edilebileceğine ve çünkü bir satış fiilinde sonra ikinci bir satış fiilinin yapılması ayrı bir kararın mahsulü olup fazla fiatla yapılan ilk satışı takip eden diğer satışlar ilk satış fiilinin devamı ve muayyen bir kastın mabadi ad ve itibar edilemeyeceği ve gerek fazla fiatla satış yapılmak suretiyle icrai ve gerek bu maksatla satıştan imtina edilmek suretiyle ihmali şekilde tebarüz eden fiillerin ayni hükme tabi tutulması icap eylediği ve mezkur Milli Korunma Kanununun elli dokuzuncu maddesiyle temin edilen veya edilmesi kastedilen zararın miktar ve mahiyeti bakımından cezanın tayin ve tesbit edilmiş olması da kanuna muhalefet teşkil eden her hareketin derecesi itibariyle mücrimlerin cezalandırılması esasın kanun vazunca kast ve murad edildiğini göstermekte olup bu sarahat dahi bu kanun hükmünün muhtelif zamanlarda ihlali suretiyle işlenen muhtelif satış ve satıştan imtina suçlarını bir tek suç olarak ad ve itibar etmeğe müsait bulunmamış olduğu cihetle bu kabil ahvalde Ceza Kanununun altmış dokuzuncu maddesinin tatbiki suretiyle ceza tayini icap eylediğine ilk toplantıda ekseriyeti sülüsan hasil olmadığından ikinci toplantıda mutlak ekseriyetle 24.06.1942 gününde karar verildi.

Full & Egal Universal Law Academy