Yargıtay Büyük Genel Kurul 1941/4 Esas 1941/21 Karar
Karar Dilini Çevir:

Dairesi: Büyük Genel Kurul
Esas No: 1941/4
Karar No: 1941/21
Karar Tarihi: 18.06.1941

(743 S. K. m. 15, 360)

Dava: Temyiz kudretinden mahrum olan bir şahsın yapmış olduğu akitten dolayı diğer tarafın suiniyetini aramağa lüzum olup olmadığı noktasında Temyiz Mahkemesi Birinci hukuk Dairesinin 6.6.1936 tarih ve 550/2024 ve Ticaret Dairesinin 27.6.1940 tarih ve 2711/1662 numaralı kararlarını havi ilamları arasında hasıl olan içtihat ihtilafının halli Temyiz Ticret dairesi Reisliğinin 13.1.1941 tarih ve 4 sayılı yazısı ile istenilmesine mebni 4.6.1941 tarihinde toplanan Heyeti Umumiyeye kırk dört zatın iştirak ettiği görüldükten ve müzakere nisabı tahakkuk ettikten ve mezkur müzekkere ile daire ilamları okunduktan ve hadise bir kerre de Birinci Reis İhsan Ezgü tarafından izah edildikten sonra söz alan;

Kazım; Hini akitte akti yapan zatın hiç bir veçhile akılsızlık alaimi izhar etmemesi ve akit de tamamiyle bir akıllı adamın yapabileceği bir akit ise hüsniniyet ve suiniyetin aranması lazımdır.

Cevat; Kanunu Medeninin on beşinci maddesinde yazılı olduğu üzere gayri mümeyyiz yani temyiz kudretinden mahrum olan şahsın (kavli veya akti) tasarrufu hukuki bir hüküm ifade etmez. Ve onlar medeni hakları kullanmak salahiyetinden mahrumdurlar. Çünkü temyiz kudretini haiz değildirler. Binaenaleyh küçük olanların ve akıl hastalığı veya za'file malul bulunanların akitleri batıl olur, hiç hüküm ifade etmez. Her akitte olduğu gibi temliki akitlerde de akitlerden biri temyiz kudretinden mahrum bir şahıs ile bir akit yaparsa bu akit taraflar için ilzam ve iltizam icap ettirmez. İn'ikat için lazım olan unsur mefkud olunca keenlemyekün olur. O ehliyetsiz şahıs ister hakim tarafından mahcur olsun, istek henüz hacri ilan edilmemiş olsun netice birdir. O şahıs o akit ile ilzam olunamaz ve bu akitten ne milkiyet tevellüt eder, ne de bedelini te'diye ile mülzemiyeti vecibesi tahassül eder. işte bu akit daima kabili iptaldir. o ehliyetsiz şahıs, ehliyet iktisap etmesini müteakip bu aktin iptalini isteyebileceği gibi veli, vasisi ve badelvefat veresesi ve alacakları bu aktin iptalini isteyebilir.

İşte birinci derecede bir temlik aktini akidin temyiz kudretini haiz olmaması sebebine istinatla iptal davası ikame olunur.

Kanunu Medeninin on beşinci maddesi mucibince temyiz kudretini haiz olmıyanların yani küçük, mecnun ve matuhların akitleri ve bilcümle tasarrufatı kavliyeleri muteber olmıyarak butlandın başka hiç bir hüküm ifade etmezler. Medeni Kanunun 366 ncı maddesinde hacir kararlarının üçüncü şahıslara ancak ilan tarihinden sonra müessir olaağı yazılıdır. Ancak bu maddenin hükmü Medeni Kanunun on beşinci maddesi ile Borçlar Kanununun akitlerin sıhhat ve butlaniyle alakadar olan hükümleine halel getirmez. Ve on beşinci maddeyi 360 ncı madde takyit etmiş değildir. 360 ncı maddenin hükmü, akitlerin butlanı sahası haricinde kalan hususlarda kabili tatbiktir. Çünkü hacir sebepleri yalnız sigari sinne ve cinnet ve ateh'e inhisar etmez. Ayyaşlık, israf, sui hal ve sui idare, şahsın zarurete düşmesi tehlikesi, başkasının emniyetini tehdit etmek vaziyeti, hürriyeti salib hapis cezasiyle mahkumyet, maluliyet veya tecrübesizlik gibi sebeplerle ve ihtiyari olarak da hacir olur, bunların hiç birinde temyiz kudretinden mahrumiyet yoktur. Akıl hastalığının ise (Elcenun fününun akluha sebun) envaı müteaddiyesi vardır. Hepsinde kudreti temyiziyenin fıkdanı tammı yoktur, akıl hastalığı bildiğimiz cinneti mütbika halinde bulunmaz. Hasta ya işlerini görmekten aciz bırakılacak sebep ve surette veya daimi tekayyüde ve muavenete muhtaç bırakacak şekilde veyahut başkasının emniyetini tehdit edecek vaziyette olur ve yalnız sebebi hacir olur. İşte bütün bu hacir sebeplerinde kudreti temyizeden mahrumiyet olmayabilir. Bu kimselerin hacirden evvel kudreti temyiziyeyi haiz olarak yaptıkları akitler muteber olur. Hacir kararından ve ilandan sonra herkes hakkında muteber olmaz. Fakat hacir kararından evvel bunlardan temyiz kudretine malik olmayınların akitleri diğer akide karşı, ki şahsı salis değildir, hüküm ifade etmez. Hacir sebepleri bu kadar vasi iken tam ehliyetsizlik sebepleri nisbeten mahduddurlar. Orada kıstas ve mizan ve miyar hini akitte kudreti temyiziyenin vücut veya ademidir. Sıgar, mecnun, matuh, ipnuz, sairfilmenam, münevvim sarhoşta da kudreti temyiziye bulunmaz. Bunları akitlerinin muteber tutulmaması suretiyle irade haricindeki fiilleriyle muaheze etmiyerek kanun bunları himaye etmektedir.

Cünunu gayri mükbika ve ateh halinde hukuki muamele bazan sıhhatsız ve bazan muteberdir. Binaenaleyh akit ve muamelenin yapıldığı zamanda dkudreti temyiziyeden mahrum olduğunun sübutu lazım gelir. Mahcur olup olmaması birdir. binaenaleyh alelekser muamelei tbbiyeeye lüzum vardır. Ancak hakim ehlivukuf raporiyle de mukayyet değildir. Çünkü hukuki ehliyet bir meselei tıbbiye olmaktan ziyade bir meselei hukukiyedir. İsviçre Federal Mahkemesi 10 teşrinievvel 1929 tarihli bir kararında, (Kanunu Medeni bir akıl hastalığının mevcudiyetine hukuki neticeler atfetmiş bulunursa hakim, tıbbi ehlivukuf tetkikatı yaptırmadan bu akıl hastalığının bulunduğuna karar veremez. Hakim ehlivukuf mütaalasiyle de bağlı değildir. Fakat ehlivukuf raporunun ne gibi sebeplerden dolayı kendisine kanaat vermediini beyan ederek bu raporu nazarı dikkate almayabilir. Temyiz kudreti yalnız yapılan tasarrufların neticelerini (yani bey'in milkiyeti salib ve şiranın calib olduğunu idrak edebilmek kabiliyetinden ibaret olmayıp ayni zamana yabancı tesirlere mukavemet edebilmek kabiliyetini de tazammun eder. Temyiz kudreti hem yapılan şey'i anlamak, hem de fiilayat geçmek iktidarına malik demektir. Temyiz kudretini haiz olmıyan bir kimse tarafından yapılan mukaveleler bizatihi batıldır. Böyle bir mukavele hiç bir zaman yapılmamış hükmündedir. Hatta bu temyiz kudretinin olmadığı diğer tarafça anlaşılmıyacak bir şekilde olsa bile yine bu hüküm değişmez) demiştir.

Bizim Temyiz Heyeti Umumiyesinin kararları da bu merkezdedir. Bence bu kabil davlarda hasta sağ ise muayeneye sevkedip hini akitte temyiz kudretini selbeden bir akıl hastalığı ile müptela olup olmadığını tetkik ettirip rapor istihsal ve indelicap doktorları mahkemeye de celp ile müphem cihetleri istizah etmekle beraber hastanın fiil ve hareketlerini müşahede een kimselerin ifadelerini zabtettikten sonra mütehassıl rapor hakkında bir itiraz mesrud ise ihtibaratı adliyenin nihai ve kat'i mercii olan tıbbı adliye raporlarıyla bilcümle şahitlerin şahadetleri suretleri gönderilerek kat'i rapor aldıktan sonra hakim hakkı takdirini istimal ile bir karara rabtetmelidir. Bu hususta da yalnız raporla veya yalnız şahadetle iktifa etmemek eslemi tariktir. Mecnun ile sagir arasında temyiz kudretinin mahrumiyeti noktasından biraz fark ta vardır. Küçük borçlanmaktan ve zararı mahz olan ahvalden maadaki muamelelerde kanuni mümessilinin rızasına muhtaç olmaz. Alış verişe de mezun olabilir. Halbuki bir mecnunun irade ve temyiz noktai nazarından cismi camidden farkı yoktur. Onun bulunduğu bir akit hiç bulunmamış gibi tek taraflı kalır. Akit bir rüknü asliden ve esaslı bir unsurdan mahrum bulunur. Buna akit denmezki diğer akidin hüsnüniyetle iktisabı mevzuubahis olsun. Ve mecnun ve matuhlar sin sebebi ile ehliyetsiz olanlardan daha ziyade kanunun himayesine muhtaçtırlar. Kanunumuz bu hususta sarihtir. Rosel ile Villand tamamen bu kanaattadırlar. Türkiye'nin iyi tanıdığı kıymetli hukukşinas Profesör Havzerhal bu mütalaalarımızı aynen irad ve Hukuki Bilgiler Mecmuasının 15 ikinci teşrin 1930 tarihli ve 85 numaralı nüshasında ve Temyiz Birinci Hukuk Dairesinden sadır olan bahis mevzuu kararı tasvip ve te'yit etmiştir. Yine İsviçre ulemai hukukundan Egger de (Kom mandar des Familenrechts) nam eserinin 512 nci sahifesinde İsviçre Kanunu Medenisinin otuz yedinci maddesini şerhederken, (mahcurun muameleleri ancak kendisi tamamen ehliyetsiz olduğu vakit kıymetten mahrumdur) denmiştir.

Halen Hukuk Fakültemizde hukuku medeniye ordinaryüs profesörü M. Schwarz da tedris takrirlerinde ayni mütalaaları dermeyan etmiş ve keyfiyetin İngiltereden maada diğer garp devletlerinin hukuku medeniyelerinde bu surette olup batıl akitlerde hüsnüniyet sahiplerinin fıkdanı ehliyeti bilip bilmediğine bakılmayacağını ve eski müderris Abdurrahman Münibin ders notlarında da bu meselede hukuku islamın prensibi olan ismeti emval kaidesinin cari olarak hüsnüniyet sahibi akitten ziyade kasirlerin hukuku himaye edilmiş olduğunu söylemektedirler ve mütetebbi alim avukatlarımızdan Hamdi Halim dahi bu fikirleri ayni mecmuada yürütürken ayni hüküm Fransız Kanunu Medesinin 503 ncü maddesinde de vardır. Bu maddede hacre tekaddüm eden akitlerin de iptal edilebileceği beyan olunmuştur ve Paris hukuk fakültesi hukuku medeniye profesörü Hanri Kapitan henüz hacredilmeyen gayri mümeyyiz bir kimsenin yaptığı tasarrufların butlanı lazım geleceğini, çünkü hukukun umumi esaslarına göre her hukuki akit için rüknü asli olan Volonte d'agir'in fıkdanı sebebiyle butlanın zaruri olduğunu söylemekte olduğu gibi Planiol de mümeyyiz olmıyan bir kimsenin hacirden evvel yaptığı akitlerin hakim tarafındaniptal edilebileceğini beyan etmiş olmasıyle de istişhad etmekte Fransadaki ahkamda ufak bir fark bulunduğunu ve cinnetin mütevatir veya bariz olmasının arandığını ilave etmektedir. Halbuki M.Havzerhal'in dediği gibi İsviçre ve Türk Kanunu Medenilerinde cinnetin büruzu hakkında hiç bir kayıt yoktur.

Akit gayri mümeyyiz olan akit ile asaleten yapılmayıp ta onun vekaletnamesini hamilen gelen biriyle yapılmış ise hüküm değişirmi? Temyiz birinci Hukuk Dairesi 2024 numaralı ve 8.6.1936 tarihindeki kararında, (Ehil olmıyanların ifa eyledikleri muameleler arasında tevkil dahi dahil olduğu halde cümlesi her türlü kanuni kıymetten aridir) demiştir. Temyiz kudretinden mahrum bir kimsenin birini tevkili demek hiç tevkil etmemiş demektir. Mademki batıl akitlerde bilmemek akidi kurtarmaz, vekaletin batıl olduğunu bilmediğini söylemesi de müfid olmaz. Akit bundan aldanıp mutazarrır olmuş ise M. Havzerhalin dediği gibi hem onu aldatan vekilin şahsından, hem de batıl bir vekaletname tanzim eden noterden tazminat davası açmak hakkı daima mahfuzdur. Von Thur da (Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı) nam eserinde cild 1, sahife 188, No 5, (Akidin, ehliyetsizin, ehliyeti medeniyeden mahrumiyetini bilmemesi onun yaptığı muamelelerin hükümsüzlüğünü bertaraf edemez. Bahusus ayni haklar sahasında hüsnüniyetle iktisap eden kimse bayiin ehliyetten mahrumiyetine karşı himaye edilmiş değildir) demiş olduğu gibi Egger (Şahsın hakları) nam eserinin 173 ncü sahifesinde (Şeriki akidin hüsnüniyetine ve akit yaptığı kimsenin medeni ehliyetten mahrumiyetine ademi vukufunun ehemmiyeti yoktur. Bu yalnız borçlar hukukunda değil, ayni veçhile ayni hakların ferağında ve tapu sicilinde de böyledir) demiştir.

Virjil Rosel derki, Tapu sicilli ehliyet ve ademini gösteren bir sicil değildir ki akit Kanunu Medeninin 931 nci maddesine istinat etsin. Hüsnüniyetle iktisap tapu sicilindeki mündericata inhisar eder.

M.Havzerhal bizim kararımızı tahsin ederken demiştir ki Türkiye Temyiz Mahkemesinin bu kararı içtimai zaruretlere de mutabıktır. Çünkü hüsnüniyet sahibi akit himaye olunsaydı hacirden evvel bunları hile ve suiistimale sevk ve anların vekil ve mümessilleriyle ehliyetsizlerin mallarını yağmaya sebebiyet verebilirdi. O zaman bu hile ve desayise karşı kasırini himaye edecek vasıta bulunmazdı.

Hüsnüniyet sahibi bir müşteri çok dikkat ve ihtimam gösterir. Vekaletname gösterilse bile yine müvekkil akidin hal ve şanını tahkik eder ve mahalli tahaffuz olacağı gibi tazmin için mahalli müracaat ta vardır. Halbuki kasırin böylemi ya? onların hacirden evvel
hukuklarına vaki taaddiyata karşı tamamen müdafaasız kalırlardı. Binaenaleyh hüsnüniyet sahibi akit telafi edilemiyecek bir surette feda edilmiş değildir.

Fuat Hulusi; Meseleyi prensip üzerine tetkik etmek var, bir de hadiseleri tetkik etmek var. Zannederim tevhidi içtihat prensibi tetkik eder. Bizim kararımız da sübutu kabul etmiş ve kararını vermiştir. Yüksek Ticaret Dairesi kararında sübutu kafi görmemiştir ve bozmuştur. Suiniyetin ayrıca ispatı lazımmı değilmi? On beşince maddedeki hüküm müstakildir. Bu hadisede 360 ncı madde hiç mevzuubahis değlidir. Cevat Bey Efendi en mühim ve ilmi cephelerini arzettiler. Ben de bahsetmedikleri Kürtiyi işhad ediyorum, Von Tuhr'un Borçlar Kanunu şerhinde de icmali ve tafsili surette hüsnüniyetin mümeyyiz olmayana karşı himaye edilmediği yazılıdır. Akidin karşısındakinin mümeyyiz olmadığını bilip bilmemesinin hiç kıymeti yoktur.

Şefkati; On beşinci maddenin son fıkrası vardır. 360 ncı maddeye göre bir hukuk kaidesi tatbik edilecektir. Benim hüsnüniyetle yaptığım muamele zımnında verdiğim para ne olacaktır? Akit batıldır amma yapmış olduğu zararı ne yapacağız?

Kazım; Hadisede borçlanma akdi sırasında akıl hastalığına müptela olduğu iddia edilen şahıs Emlak ve Eytam Bankasına on sekiz bin küsür lira borçlu olduğundan ve bu parayı ödeyemediğinden müddeaaleyh Emniyet Sandığına müracaat ederek göstereceği ipotek mukabilinde kendisine ikrazda bulunmasını talep etmiş ve teminatının kıymeti nazara alınarak ikrazı takarrür eden meblağdan on sekiz bir küsur lirası borçlunun Emlak ve Eytam Bankasına olan borcuna yatırılmak ve mütebaki üç bin lirası da eline verilmek suretiyle muameleninin tekemmül eylediği anlaşılmaktadır. Görülüyorki akit sırasında kanuni ehliyeti haiz olmadığı iddia edilen şahıs en akıllı ve basiretli bir tacir gibi hareket etmiş ve akıl hastalığına müptela olduğuna dair en ufak bir şüpheyi uyandıracak bir harekte bulunmamıştır. İşte bu gibi hadiselerde hüsnüniyet sahiplerini himaye etmek te mahkemeye terettüp eden bir vazifedir. Şu hale göre aktin iptaline karar vermezden evvel iki cihetin teemmül edilmesi lazımdır.

Akit sırasında ehliyetsizliği iddia olunan şahıs akıl hastalığına müptela olduğunu sezdirecek bazı tezahürler göstermişmidir?

Veyahut bu gibi tezahürat göstermemekle beraber yaptığı aktin şartları itibariyle kendisinin muvazenesinin muhtel olduu hissolunmaktamıdır? Eğer bu iki hallerden birisinin mevcudiyeti anlaşılırsa o vakit hakim diğer tarafın suiniyet sahibi olduğunu nazara alarak aktin butlanına hükmetmeldir. Aksi takdirde suiniyeti ehliyetsizlik iddia eden tarafa aspit ettirmelidir. Bunun hilafını kabul etmek hüsnüniyet esasını kabul etmiş olan vazııkanunun maksadına uygun olmadığı gibi hakkaniyet kaidesine de muhaliftir. Hadisemizde olduğu gibi bir taraftan ehliyetsiz olduğu ileri sürülen şahsın Emlak ve Eytam Bankasına olan borcunu müddeaaleyh sandığa ödetmekle beraber üstelik üç bin lirayı cebine indirdikten sonra temin ettiği bu menfaatleri geri vermeden bankanın elinde bulunan teminatını istirdada kıyem eylemesi ve bu yoldaki hareketin de tasvip olunması en büyük haksızlıktır.

Vazııkanun ehliyetsiz kimseler tarafından ika edilen zararın bazı ahvalde tazminini kabul etmekle beraber hacir bahsinde de mahcur ile vaki akitlerde akidin hüsnüniyetini araştırmağa lüzum görmüştür. Bu sebeplerden ötürü dairemizin içtihadı isabetli ve kanun vazıının görüşüne ve hakkaniyet kaidelerine uygundur.

Şemseddin; Şerhlerden ziyade metinlere istinat etmek daha doğru olur. Ahkamı sabıka malum fakat yeni ahkama göre alakalı maddeleri okudular. Hüsnüniyetle hareket eden ve yaptığı muamelelerde hiç bir suretle akılsızlığı anlaşılmayan bir adamın hareketinden dolayı üçüncü şahıslar neden mutazarrır olsunlar?

Fuat Hulusi; Bu husustaki istisnanın misali Borçlar Kanununun elli dördüncü maddesindeki hükümdür. 360 ncı maddenin on beşinci maddeye bir istisna teşkil ettiği mülahazası varit değildir. Mümeyyiz olmayan şahsın tasarrufuna kıymet verilebilir mi?

Mehmet; Mecnun hakkında ahkamı sabıka ile ahkamı hazıra arasında bir fark yoktur, demeleriyle müzakereye nihayet verildi. Müracaat olunan rey neticesine göre ekseriyet olmadığı cihetle gelecek içtimaa taliki tensip kılındı.

İkinci Celse : 11.6.1941

Bugün Heyeti Umumiyeye kırk dört zatın iştirak ettiği görüldükten ve müzakere nisabı tahakkuk ettikten ve zabtı sabık okunduktan sonra söz alan:

Galip; Mahcur olan adam başkasına vasiyet edebilir. Şahsı salis sayılabilir. 360 ncı maddeyi de böyle imal etmek lazımdır.

Akti yaparken bir avarız göstermezse bilahara hacredilmiş olması hasebiyle makabline irca suretiyle üçüncü şahsı mutazarrır etmek doğru olmadığı kanaatındayım.

Kazım; Hadiseyi bir defa daha izah etmek zaruretinde olduğu beyaniyle kendilerine gelen dosyayı hulasaten arzettikten sonra kendisi cinnet asarı göstermiyor ve yaptığı muamelede dahi hiç bir muvazenesizlik yoktur. O halde temyiz kudretinden mahrum değildir. Mutlak bir butlan kabul etmiyoruz. Aksini kabul etmek milli müesseseleri müşkül vaziyetlere düşürür. Mesela bankaya para almak için gittiğinizde bankanın evvela sizi muayeneye sevketmesi lazım gelecek. Bu doğrumudur?

Cevat; Biz burada Nemlizade işini tetkik etmiyoruz. Bir prensip tetkik ediyoruz.

Fuat Hulusi; Hadisemiz kanuna mana vermek meselesidir. Nakız ve tasdik meselesi olmadığı gibi hadise de değildir.

Niyasi; Geçen haftaki müzakerelerden aldığım intiba ile bu hafta içinde bendeniz de bu mesele hakkında tetkikatta bulundum. Bu sırada Ticaret dairei Aliyesinin noktai nazarını tamamen müeyyet Birinci Hukuk Dairesiyle Hukuk Heyeti Umumiyesinin birer kararlarını buldum.

Birinci Hukuk Dairesnin kararı 22.12.1934 tarih ve 3641/3535 numaralıdır. Bu karara göre hadise şöyledir:

Dava İstanbul Asliye Dördüncü Hukuk Mahkemesinde ikame olunmuş Davacı bila veled vefat eden Manok'un makamına kaim olan Evkaf İdaresidir. Bila veled vefat eden Manok Paazyan, sagir ve melekatı akliyesi muhtel iken müddeaaleyhler Enver ve Zara Manok'u aldatmışlar, kendi namlarına bir vekaletname almışlar. Zara ve Enver Manokdan aldıkları bu vekaletnameye müsteniden Manok'un gayrimenkullerini Hidayet ve Tevfik'e ipotek etmişler. Miadında para ödenmediği için Hidayet ve Tevfik ipoteği satılığa çıkarmışlar. Halbuki vekaletname Manok'un melekatı akliyesi muhtel olduğu zamanda yapıldığına göre vekalet akti batıldır. Buna müsteniden yapılan ipotek akti de batıldır. Bu aktip iptalini isteriz, demiş.

Mahalli mahkemesi tahkikatını yapmış ve şu kararı vermiş:

Vekaletname tarihinde Manok'un tasarrufatı kavliye ve fiiliyeden mahrum ve atehi şeyhiye müptela olduğu tıbbı adli raporiyle anşalılmasına ve hüküm ifade etmeyen vekalete müsteniden Enver ve Zara'nın Hidayet ve Tevfik'e yaptıkları ipotek muamelesinin hükümsüzlüğüne ve bu itibarla bu ipotek muamelesinin iptaline karar verilmiş.

Temyiz Birinci Hukuk Mahkemesinin kararı hulasaten şudur:

Hidayet ve Tevfik haklarında cezai takibat yapılmamış olduğu cihetle suçlu Zara ve Enver'in dolandırıcılık mahiyetinde görülen fiillerinin sübutundan dolayı tecziyelerine ve vekaletname ile ipotek'in iptaline müdetair olan ceza mahkemesi hükmü Hidayet ve Tevfik haklarında sari olmadığı gibi Manok'un iki gözü kör ve iki kulağı sağır ve mezkur tarihte tasarrufatı kavliyesine sahip olmadığını ve akte ehil bulunduğunu bilerek merkumu ızrar için Zara ve Enver ile müttefikan Hidayet ve Tevfik'in hareketlerine de delil eddedilemeyeceğine ve hacir hükmü vekalet ve ipotek muamelelerinden sonra ita ve ilan edilmiş bulunduğuna göre mezkur Hidayet ve Tevfik'in Enver ve Zara ile ipotek aktini yaptıkları esnada Manok'un matuh olduklarını bildiğini müsbit başka delil istenilmesi iktiza ederken mahkemece bu noktalar teemmül edilmiyerek ipotek muamelesinin iptaline karar verilmesi kanuna muhaliftir, denilerek nakzedilmiş. Bu karariyle Birinci Hukuk Dairesi akidin hüsnüniyetinin nazara alınmamış oduğunu esas tutuyor.

Hukuk Heyeti Umumiyesinin kararı ise 25.4.1934 tarih ve 3/62/79 numaralıdır. Bu hadise de şöyledir: Çorum Sulh Hukuk Mahkemesine Yaşar vasisi Hatice müracaat etmiş. Sait aleyhine açtığı davada, vesayetime verilen oğlum Taşar'ın maluliyetinden istifade ederek bedelsiz olarak tarlasını dava olunan sait namına kaydettirmiştir. İptalini isterim, demiş. Sulh mahkemesi tetkikatını yapmış ve şu kararı vermiş:

Mahcurun, hacir hükmünün muteber olduğu tarihten evvelki zamanlarda vukua gelen tasarrufatı muteber addedileceği ve şahsı salisin hüsnüniyetle hareketine tesir edemeyeceği cihetle davanın reddine, demiş. Temyiz Üçnücü Hukuk Dairesi bu kararı şöyle bozmuş: Verilen rapor mündericatına göre Yaşarın ferağ sırasında dahi akıl hastalığına müptela olup olmadığı tetkik ve teemmül edilerek ona göre bir karar verilmesi lazım gelirken mücerret hacir tarihinin sonra olduğundan bahsile karar verilmesi kanuna muhaliftir, diye bozulmuş. Mahalli mahkemesi hacir tarihinden evvel hüsnüniyetle hareket eden eşhasın mesul olamıyacağından bahsile eski kararında ısrar etmiş. İş Hukuk Heyeti Umumiyesine gelmiş, Hukuk Heyeti Umumiyesi şu kararı vermiş:

Hacir hükmünün tesiri tarihi ilandan başlayacağı hakkındaki Medeni Kanunun 360 ncı maddesinin son fıkrası hüsnüniyet sahibi eşhası saliseye münhasır olup müddei hacri mucip akıl hastalığının çok eski zamandanberi mevcudiyetini zabıt davasında zikr ve tasrih etmek suretiyle müdeaaleyh için suiniyet iddiasında bulunmuş olmasına göre ferağ sırasında fariğin akıl hastalığına müptela olduğunu müddeaaleyhin bilip bilmediğinin tahkik ve tamiki icap ettiğine ve bu noktaya matuf nakız sebebi varit bulunduğu halde ısrar kararı verilmesi kanuna muhalif olduğundan temyiz olunan son hükmün dahi rakzına karar verilmiş. Bu kararda yirmi bir zat bulunmuş, yalnız bir aza arkadaş muhaliftir. Bu kararlara göre Üçüncü Hukuk Dairesi mutlak olarak Yaşar'ın ferağ sırasında akıl hastalığına mübtela olup olmadığının tetkik ve teemmülü lazımdır, dediği halde Hukuk Heyeti Umumiyesi bu noktai nazarı tevsi ederek hacir hükmünün tesiri Medeni Kanunun 360 ncı maddesinin son fıkrası mucibince hüsnüniyet sahibi üçüncü şahıslar hakkında ilandan itibaren muteber olaağını ve ancak davacı Yaşarın ötedenberi akıl hastalığına müptela olduğunu iddia etmiş olmasına göre üçüncü şahıs olan müddeaaleyhin fariğin ferağ sırasında akıl hastalığına mübtela olduunu bilip bilnemdiğinin tahkikine lüzum göstermiş. Bu kaara göre yapılacak tahkik netiesinde fariğ olan Yaşar'ın hini ferağda akıl hastalığına müptela olduunu müddeaaleyh bilerek hareket etmiş ise suiniyetle hareket etmiş olduğuna binaen ferağ muamelesinin iptaline karar verilmesi ve aksi takdirde yani fariğin hini ferağda akıl hastalığına müptela olduğunu müddeaaleyhin bildiği sabit olmazsa ferağın muteber olduğuna karar verilmesi iktiza edecektir.

Bu her iki karar da adalete ve kanuna ve Temyiz Ticaret Dairesinin noktai nazarına tamamiyle uygundur. Kanun hiç bir vakit suiniyet sahiplerini himaye etmez. Fakat hüsnüniyetle hareket eden her şahıs ta kanunun himayesine daima mazhar olur ve olmalıdır. Medeni Kanunumuzun prensibi budur. Büyük şehirlerimizde ve bilhassa İstanbulda zahiri haline göre melekatı akliyesi yerinde görülen ve fakat hakikatte zafı akliye müptela olanların mallarını ipotek ederek Emlak ve Eytam Bankasından ve nukudu mevkufe idaresinden ve diğer bankalardan binlerce lira istikraz muamelesi arkasında dolaşan simsarlar ve mutavassıtlar ve dalavereli işlerle iştigal eden adamlar var. Bankalar her müstakrizden hüviyet cüzdanı istediği gibi birer de melekatı akliyesinin tam olduğuna dair akıl hastalıkları mütehassıslarından rapor getirmelerini mi istesinler? Bir çok kadınlar vardır ki zahiri halinde tammüşşuurdur. Fakat senelerce rahim hastalığı çekmiş, bu hastalık melekatı akliyesini bozmuştur. Mazhar Osman'a ve her hangi diğer bir akıl hastalığı mütehassısına böyle kadınları götürecek olursanız her halde tammüşşuur olmadığına dair raporlar alırsınız. Bu gibi isterik ve asabi hastalıklara müptela olanların kezalik Kanunu Medeninin on üçüncü madesinde gösterildii ve 356 ncı maddesinde tavzih olunduğu üzere akıl zaifliği, sarhoşluk, müsriflik ve sair sebeplerle hacir altına alınan kimselere hacir altına alınmazdan evvel zahiri haline bakarak ve kendilerini makul görerek para ikraz etmiş olan bankalara, Emniyet Sandığına, Vakıf Paralar İdaresine ve sair hükmi ve hakiki şahıslara (sizin bu muamele yaptığınız ve para verdiğiniz şahsın sizden para aldığı zamanda ayyaş olduğu, sarhoş olduğu, müsrif bulunduğu ve binaenaleyh mümeyyiz olmadığı bu kerre alınan raporlarla anlaşılmıştır. Bu itibarla bu kimselerin yapmış oldukları bu muameleler hukuki bir hüküm ifade etmez) diyerek bunların vermiş olduğu paraların neler olmasını mı tecviz edeceğiz? Kanunu Medenimizin Adliye Vekaletince tercüme ettirilen Rosel'in şerhinin birinci cildinin hüsnüniyete mütedair olan yüzüncü sahifesinde sarih aynen (Kanunu Medenimiz isterki bilhassa hüsnüniyet yani vicdanen ahara karşı vezaifini halisane ikmal ederek hükümran olsun ve hayatı medeniyenin bilcümle ef'al ve hadisatında himaye edilsin. Bu hakikatte intizamı amme ve fezaili ahlakıyye fikirlerinin faaliyatı ferdiyede bir tatbikatıdır) diyor.

Şarih şu ifadesiyle hüsnüniyet sahiplerini kanunun daime himaye ettiğini ve etmesi lazım geldiğini gösteriyor ve bunun bir intizamı amme meselesi olduğunu ileri sürüyor.

Temyiz birinci Hukuk Dairesi ise 8.6.1936 tarih ve 550/2024 numaralı kararında, (Filhakika hüsnüniyet sahibi bir akidin muntazam bir vekaletname ile gelen bir vekil ile yaptığı bir aktin bilahare batıl addolunması yüzünden mutazarrır olacağı mülahaza olunabilir ise de Kanunu Medenimiz bu hususta hüsnüniyet sahibi akitlerden ziyade medeni haklarını kullanmağa salahiyettar olmayan irade ve meşiyyetlerden mahrum bulunan kimseleri şayanı himaye görmüş ve intizamı ammeyi bu noktada aramış bulunduğu cihetle mümeyyizlerin bu cihetlere mütedair olarak dermeyan ettikleri itirazlar iltifata şayan değildir) demektedir.

Birinci Hukuk dairesinin bu noktai nazarı Rosel'in biraz evvel aynen okuduğum mütalaasına tamamiyle mugayirdir. Medeni Kanunumuz hüsnüniyet sahiplerinin himaye edilmesini esas ve bir intizamı amme meselesi olarak kabul etmiş iken Birinci Hukuk Dairesi bu kararında mümeyyiz olmayanların himayesi lazım geldiğini ve bunun bir intizamı amme meselesi olduğunu ileri sürüyor. Fakat bendenizin fikrimce bu kat'iyyen doğru değildir. Çünkü himaye edilmek istenilen (mümeyyiz olmıyan) kimdir; bunu bize Medeni Kanunun on üçüncü ve 356 ncı maddeleri gösteriyor. Onüçüncü maddede, )mümeyyiz olmıyanlar şunlardır: yaşının küçüklüğü sebebiyle yahut akıl hastalığı veya akıl zaifliği veya sarhoşluk ve bunlara benzer sebeplerden biriyle makul surette hareket etmek iktidarından mahrum olan kimsedir) 356 ncı maddede ise on üçüncü maddenin işaret ettiği bunlara benzer sebepler tadad edilmiş ve aynen (israfı, ayyaşlığı, sui hal ve sui idaresiyle kendisini veya ailesini zarurete maruz bırakan kimse) olarak gösterilmiştir.

Şu hale göre hüsnüniyet erbabına karşı himaye edilmek istenilen kimseler yalnız küçükler değil, müsrif, ayyaş, sui hal ve sui idaresiyle mümeyyiz olmıyan kismelerdir. Kanunun bunları mutlak surette himaye etmiyeceği ve böyle bir himayenin intizamı amme esasına münafi bulunacağı aşikardır.

Küçüklerin zahiri hali mümeyyiz olmadıklarını gösterir. Bunlarla bile bile bir hukuki akit yapmak suiniyetin bariz bir delilidir. Binaenaleyh küçüklerle her hangi bir sebep ve arıza dolayısiyla hakkında hacir kararı verilenleri müsavi tutmak kat'iyyen doğru olamaz. Medeni Kanunun on üç ve 356 ncı maddelerinde musarrah akıl zaifliği, sarhoşluk, müsriflik, ayyaşlık sebeplerinden dolayı hacir edileceklerle hacrin ilanı tarihinden itibaren hukuki muamelelerde bulunanların yaptıkları muameleleri 360 ncı madde ile muteber addetmiyor.

Bendenizin anladığıma göre Kanunu Medeninin 360 ncı maddesinin küçük olmalarından dolayı mümeyyiz olmıyanlara şümulu yoktur. bu maddenin akıl zaifliği, sarhoşluk, ayyaşlık, müsriflik, sui idare sebepleriyle mahkeme karariyle hacir edilen kimseler hakkında tedvin edilmiş olduğu kanaatındayım ve vazııkanun bu hacir kararının ilanından itibaen bu kabil kimselerle hukuki muamelede bulunanların yaptıkları muameleleri muteber addetmemiştir. Bunlar ancak hacir kararından itibaren mümeyyiz değildirler.

Temyiz Birinci Hukuk dairesinin 8.6.1936 tarihli kararının mesnedi olan hadise şudur: Bir zat validesinden noterlikten re'sen yapılmış bir vekaletname alıyor. Bu vekaletnamenin metninde noter, vekaleti veren kadının tammüssıhha olduğunu da tasrih ediyor. Oğlu bu vekaletnameye müsteniden validesinin uhdei tasarrufunda olan gayrimenkulü Emniyet sandığına ipotek ederek binlerce lirayı çekiyor. Bir zaman sonra bu valide vefat ediyor, kızı mahkemeye müracaatla validesinin noterde bu vekaletnameyi verdiği zamanda akıl zaifliğine müptela olduğunu ve binaenaleyh mümeyyiz olmadığını iddia ediyor. Mahkemeye sonradan verilmiş doktor raporları ibraz ediyor. Buna karşı Emniyet Sandığı Kanunu Medeninin bu 306 ncı maddesine istinat ederek kendisinin hüsniniyet sahibi olduğunu ve hacrin ilanından evvel verilmiş olan vekaletnameye istinaden yapılmış olan ipotek muamelesine şümulü olamıyacağını ileri sürüyor. İstanbul Beşinci Hukuk Mahkemesi Kanunu Medeninin on beşinci maddesi mümeyyiz olmıyanların her türlü tasarrufatının batıl olduğunu mutlak surette göstermekte olduğundan bahsile Emniyet Sandığı ile yapılan ipotek muamelesini iptal ediyor. Birinci Hukuk Dairei Aliyesi de bu kararı geçen celsede okunan uzun esbabı mucibe ile tasdik ediyor. İşte hadise budur. Eğer Kanunu Medeninin on beşinci madesi mutlak ise 360 ncı maddede hacir kararının ilandan itibaren hüsnüniyet sahibi şahsı salisler hakkında muteber olacağını tasrihe ne lüzum vardı?

Burada şahsı salis kimdir? Temyiz Birinci Hukuk Dairesi kararında, akidin üçüncü şahıs sayılamıyacağını gösteriyşor. Bunun esasen fransızcası tiers'dir. Bu tiers esasen üçüncü şahıs değil, eski ahkamımızda yer alan şahsı ahar veya diğer taraf manasına olduğunu lügatte gördüm.

Adliye Vekaletince tercüme ve neşredilen Kürti'nin 360 ncı maddeye ait olan şerhinin 592 nci sahifesinde on dördüncü notunda aynen, (mahcurun hüsnüniyet sahibi üçüncü şahısla, hacirden sonra fakat hacrin ilanından evvelki hukuki muameleleri mahcuru ilzam eder) denilmektedir. işte sarih burada üçüncü şahsın akit manasına alındığını göstermiştir.

Kezalik 360 ncı maddenin (Akıl hastalığı akil zaifliği veya ayyaşlık sebebiyle hacredilen kimsenin bir müessede bulunduğu müddetçe hacir hükmü ilanının tehirine mahkemei asliye müstesna olarak müsaade edebilir.) fıkrasını sşarih ayni sahifede şerhederken onunca notta aynen şöyle diyor, (Müessesei şiafaiyeye kapatılma öyle olmalı ki mahcur, bu vaziyetten haberdar olmıyan kimselerle münasebette olmasın. Aksi takdirde üçüncü şahısla öyle işler görür ki temyiz kabiliyetini muhaaza etmiş olsa borçlanması icap eder) denilmektedir. Bu fıkrada mahcurun karşı karşıya gelerek muamele yaptığı şahsın Birinci Hukuk Dairesinin anladığı gibi tarafeyni akidinden başka biri değil, doğrudan doğruya mahcurla iş yapan taraf akittir.

Şarihin dediği gibi mahcurun hüsnüniyet sahibi şahsı aharla hacirden sonra ve fakat hacrin ilanından evvel yaptığı hukuki muameleler mahcuru ilzam edince neden hacirden evvel bu gibi akıl zaifliğine, ayyaşlığa, müsrifliğe müptela olanlanların bu hallerini bilmeyerek hüsnüniyetle onlarla hukuki muamele yapanların bu muameleleri mahcuru ilzam etmesin.

Bedneniz Temyiz Ticaret dairesinin kararının maksadı kanuna tamamiyle uygun olduğu kanaatındayım.

Mehmet; Matuh ile mecnunu bir araya karıştırmamak lazımdır. Gayri mümeyyizmidir, değilme? Gayri mümeyyiz ise onun tasarrufu bir hüküm ifade etmez. Mümeyyiz ise üçüncü şahısların hüsnüniyetini tetkik ederiz.

Şefkati; On beşinci maddedekis %Tasarruf) mutlaktır. Bu muamele denebilir.

Akitlerde taraflar lazımdır. Mümeyyiz ile temyizin akti hakimin karariyle değil, zaten batıldır. Hadisemizde hüsnüniyetin de aranması lazımdır. Delinin tahtı hacre alınmamış olduğu halde akti yapmış isem ilan da edilmemiş ise ve bunu da bilmiyorsam mutazarrı olmuş isem onun mesul olması lazımdır. Elli dördüncü madde ile haksız fiili nazara almıştır. Deli aldığı şey'i denize atarsa mesul olurmu? Çünkü bu adamın hacredilmemiş olmasında heyeti içtimaiyenin kabahatı vardır. Komşularının, akrabalarının kabahatı vardır.

Fuat Hulusi; Hakimlerin basiretiyle halledilecek meseleyi kanunun manasını değiştirmek suretiyle halletmek doğru değildir, demeleriyle neticede:

Kanunu Medeninin 360 ncı maddesinin son fıkrası bir kimse tarafında vaki olan hukuki tasarrufun iptali davasında mücerret mahkemenin o kimse hakkındaki hacir kararına istinat olunması halinde tatbik olunur. Yoksa o kimsenin butlanı iddia edilen tasarrufta bulunduğu anda o tasarrufun hüküm ifade etmesi için lazım gelen temyiz kudretinden mahrum olduğu kat'iyyetle tahakkuk etmesi halide mezkur fıkra hükmünün tatbikine gidilmeze. Çünkü bu halde tasarruf mezkur kanunun 15. maddesi hükmünce esasen batıldır. Filhakika mezkur maddeye göre, "Mümeyyiz olmıyan şahsın tasarrufu hukuki bir hüküm ifade etmez".

Mümeyyiz olmıyan bir kimse ile hukuki muamelede bulunan diğer kimsenin bunu bilmeyerek hüsnüniyetle hareket etmiş olması zikri geçen 15. maddenin mutlak ve kat'İ sarahatı karşısında öyle bir kimsenin tasarrufu üzerine hukuki hükmün terettüp etmesi için kafi değildir. Kanun o gibi temyiz kudretinden mahrum kimselerin esasen hüküm ifade etmiyen tasarrufları hususunda o tasarruftan dolayı hak iddia edenlerin hüsnüniyetini himaye etmektedir. Elverir ki o tasarrufun hüküm ifade etmesi için lüzumlu olan temyiz kudreti derecesinin tasarruf zamanında mevcut olmadığı kat'iyyetle sübut bulsun. Bu takdirde kasırın hali hüsnüniyetten ziyade himayeye layık görülür. Medeni Kanunumuzun metin ve ruhundan başka türlü bir netice çıkarılmasına imkan yoktur. Yukarda zikredilen sebeplerden dolayı bir tasarufu zamanında temyiz kudretinden mahrumiyeti tahakkuk eden şahsın o tasarrufu üzerine hüküm terettüp etmiyeceği iddiasının kabulü için bunu dava eden vasiye bundan başka diğer tarafın suiniyetini dahi ispat etmek külfeti tahmil edilemeyeceğine birinci toplanmada sülüsan ekseriyet hasıl olmadığı cihetli ikinci toplanmada mutlak ekseriyetle karar verildi. 11/6/941

Full & Egal Universal Law Academy