Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulu - 06.06.2022
Karar Dilini Çevir:


(2709 S. K. m. 36) (765 S. K. m. 486) (5237 S. K. m. 128) (Türkiye Barolar Birliği Avukatlık Meslek Kuralları m. 5) (YCGK. 20.10.1998 T. 1998/4-225 E. 1998/316 K.) (4. HD. 02.05.1975 T. 1974/1160 E. 1975/5782 K.)
E. 2007/320
K. 2007/382
T. 23.11.2007 
Şikayetli avukat hakkında, İstanbul 2. İş Mahkemesi’nin 2004/838 Esas sayılı dosyasının 28.12.2004 günlü duruşmasında, mahkemeye verdiği dilekçede bildirdiği “işçinin zihinsel ve bedensel yetersizliği sebebiyle iş akdinin feshi durumlarında savunmasının alınmasının işverenden beklenemeyeceği yazılıdır.” sözleri ile Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları’nın 5. maddesine aykırı davrandığı iddiasıyla açılan disiplin kovuşturması sonucu eylem sabit görülerek disiplin cezası tayin edilmiştir.
Şikayetli avukat, kullandığı sözlerin 4773 sayılı yasanın Ek 2. maddesinin gerekçesi olduğunu, kullandığı sözlerin dilekçenin tümü nazara alındığında mesleki yetersizlik nedeniyle yapılan hatalar nedeniyle savunma alınmasının zorunlu bulunmadığı yönünde ve zorunlu olarak kullanıldığını, hakaret kastı taşımadığını, savunma hakkı kapsamında bildirilen sözler nedeniyle disiplin cezası tayininin usul ve yasaya aykırı olduğunu savunmuştur.
Dilekçenin 2. maddesinde, “davacı tarafın, davacının savunmasının alınmadığı yolundaki itirazları ise iş hukukumuza iş güvencesi kavramını getiren 4773 sayılı yasanın madde gerekçesindeki açıklamalar karşısında hukuki dayanaktan yoksundur. Zira anılan madde gerekçesinde işçinin zihinsel ve bedensel yetersizliği sebebiyle iş akdinin feshi durumlarında savunmasının alınmasının beklenemeyeceği yazılıdır (Ek-1, 4773 sayılı kanunun 2. madde gerekçesi, İş Güvencesi s. 2). Kaldı ki, dilekçemizin sonraki bentlerinde yazacağımız üzere davacı tarafın yetersizliği sebebiyle müvekkil şirket zarara uğramış olup bu konudaki hukuksal başvurularımız halen devam etmektedir.” sözlerinin yazılı olduğu ve 3 sahifeden ibaret dilekçenin devamında şikayetçinin hatalı davranışlarının madde madde belirtildiği görülmüştür.
Anayasamızın 36. maddesine göre “Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” Eski TCK’nun 486, Yeni TCK’nun 128. maddesi de “Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde ceza verilemez” hükmünü içermektedir. Bu evrensel kuralların kabulü ile iddia ve savunma dokunulmazlığı anayasal ve yasal teminat altına alınmıştır. Her hakta olduğu gibi iddia ve savunma dokunulmazlığı da sınırsız olmayıp, madde devamında, “Ancak, bunun için, isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerektiği” bildirilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 20.10.1998 tarih, E. 1998/225, K. 1998/316 sayılı kararında “Görülüyor ki, Anayasanın kabul ettiği esasa göre, iddia ve savunma hakkının kullanılması ancak meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle olmalıdır. İddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını hiçbir endişeye kapılmadan serbestçe yapmaları gerekir. Ancak bu serbesti, dava konusu olayın aydınlığa kavuşması, bir başka anlatımla hakkın meydana çıkarılmasına vesile olması amacına hizmet etmelidir. Böyle olduğu takdirde Anayasanın öngördüğü meşru vasıta ve yollara başvurulmuş olur. Ancak o dava sebebiyle söylenmesinde ve yazılmasında yarar bulunmayan, diğer bir deyişle davanın aydınlığa kavuşmasında ve hakkın meydana çıkarılmasında hiçbir olumlu etkisi olmayan, hakareti oluşturan yazı ve sözlerin kullanılmasında meşruiyet vardır denilemez. Bu gibi durumlarda iddia ve savunma sınırı aşılmış ve dolayısıyla haysiyetler korunmamış olur”,
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 02.05.1975 tarih, E.1974/1160, K. 1975/5782 sayılı kararında da, “Avukat, müvekkillerinin çıkarlarını hasmının zararlarını gözetmeden, sert bir biçimde savunmak zorundadır. Çünkü meslek ödevi bunu gerektirir. Ancak avukatın, temsil ettiği tarafın çıkarlarını korumasının gerektirdiği ölçüyü ve objektif tartışma sınırını aşan, yersiz ve icapsız olarak karşı tarafın kişiliğini hedef tutan, O’nu küçük düşürmeye ve dürüst olmayan bir kişi olarak göstermeye yönelik saldırılar hukuka aykırıdır ve avukatın sorumluluğunu gerektirir. Başka bir deyişle karşı tarafın kişisel ilişkilerini rencide edebilecek savunmasını, davanın amacı haklı gösterdiği, savunma gerçekten esasa yararlı ve etkili olduğu, hatta zaruri bulunduğu takdirde hukuka aykırılıktan söz edilmesi olanaksızdır” denilmektedir.
Şikayetli avukatın dilekçesinde kullandığı yukarıdaki sözlerin, yasa maddesinin gerekçesi olduğu ve zihinsel yetersizliğin mesleki yetersizlik anlamında kullanıldığı tüm dilekçe içeriği ile belli olduğu ve yargılamanın hukuksal yönü ile ilgili, “hakkın ortaya çıkarılmasına yararlı, etkili ve hatta zaruri açıklama”, “uyuşmazlıkla bağlantılılık” ve “hukuki açıklama” esaslarına uygun açıklama ve savunma hakkı kapsamında söylenmiş sözler olarak kabulü zorunludur.
Bu nedenle Baro Disiplin Kurulu’nca kullanılan sözlerin hakaret kastı ve amacına yönelik olarak söylediği yönündeki hukuksal değerlendirme isabetli bulunmamış, cezanın kaldırılarak, şikayetli hakkında disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir.
Sonuç olarak, şikayetli avukat A.E.’nin itirazının kabulü ile İstanbul Barosu Disiplin Kurulu’nun uyarma cezası verilmesine ilişkin kararının kaldırılmasına ve şikayetli avukat hakkında disiplin cezası tayinine yer olmadığına oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

Full & Egal Universal Law Academy