İzmir Bölge İdare Mahkemesi 6. İdari Dava Dairesi 2020/431 Esas 2020/698 Karar
Karar Dilini Çevir:

Dairesi: 6. İdari Dava Dairesi
Esas No: 2020/431
Karar No: 2020/698
Karar Tarihi: 10.06.2020



(2709 S. K. m. 2, 5, 125) (2577 S. K. m. 45, 46, 49) (5434 S. K. m. 56, Ek m. 78, 79) (6098 S. K. m. 55) (10. DD. 22.05.2019 T. 2018/1153 E. 2019/4285 K.) (10. DD. 28.11.2017 T. 2016/1017 E. 2017/5105 K.) (ANY. MAH. 04.03.2015 T. 2014/94 E. 2014/160 K.)
 
Hüküm veren İzmir Bölge İdare Mahkemesi Altıncı İdare Dava Dairesince; dava dosyasında yer alan bilgi ve belgeler incelenerek gereği görüşüldü:
 
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun "İstinaf" başlıklı 45. maddesinde, "2. İstinaf, temyizin şekil ve usullerine tabidir.
 
...
 
4. Bölge idare mahkemesi, ilk derece mahkemesi kararını hukuka uygun bulmadığı takdirde istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verir. Bu hâlde bölge idare mahkemesi işin esası hakkında yeniden bir karar verir. İnceleme sırasında ihtiyaç duyulması hâlinde kararı veren mahkeme veya başka bir yer idare ya da vergi mahkemesi istinabe olunabilir. İstinabe olunan mahkeme gerekli işlemleri öncelikle ve ivedilikle yerine getirir.
 
...
 
6. Bölge idare mahkemelerinin 46 ncı maddeye göre temyize açık olmayan kararları kesindir." kurallarına yer verilmiş; "Temyiz" başlıklı 46. maddesinde Bölge İdare Mahkemelerinin kararlarının tebliğini izleyen 30 gün içerisinde Danıştay’da temyiz edilebileceği öngörüldükten sonra temyize tabi kararlarının hangileri olduğu sayma yoluyla sınırlanarak belirlenmiş, "temyiz incelemesi üzerine verilecek kararlar" başlıklı 49. maddesinde,"1. Temyiz incelemesi sonunda Danıştay;
 
a) Kararı hukuka uygun bulursa onar. Kararın sonucu hukuka uygun olmakla birlikte gösterilen gerekçeyi doğru bulmaz veya eksik bulursa, kararı, gerekçesini değiştirerek onar.
 
b) Kararda yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmayan maddi hatalar ile düzeltilmesi mümkün eksiklik veya yanlışlıklar varsa kararı düzelterek onar.
 
2. Temyiz incelemesi sonunda Danıştay;
 
a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması,
 
b) Hukuka aykırı karar verilmesi,
 
c) Usul hükümlerinin uygulanmasında kararı etkileyebilecek nitelikte hata veya eksikliklerin bulunması, sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozar.
 
3. Kararların kısmen onanması ve kısmen bozulması hâllerinde kesinleşen kısım Danıştay kararında belirtilir...." kuralına yer verilmiştir.
 
Dava, davacının İzmir ... İstihkam Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı emrinde askerlik görevini yapmakta iken mıntıka temizliği görevine giderken ayağının kayıp düşmesi sonucu yaralanması sonrasında oluşan çalışma gücü kaybı nedeniyle uğradığı 250.000 TL maddi, 100.000 TL manevi olmak üzere toplamda 350.000 TL tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
 
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu; 5. maddesinde, devletin temel amaç ve görevlerinin, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak olduğu; 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, aynı maddenin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
 
İdarenin hukuksal sorumluluğu; kamusal faaliyetler sonucunda, idare ile yönetilenler arasında yönetilenler zararına bozulan ekonomik dengenin yeniden kurulmasını, idari etkinliklerden dolayı bireylerin uğradığı zararın idarece tazmin edilmesini sağlayan bir hukuksal kurumdur. Bu kurum, kamusal faaliyetler nedeniyle yönetilenlerin malvarlığında ortaya çıkan eksilmelerin ya da çoğalma olanağından yoksunluğun veya uğranılan manevi zararların giderilebilmesi, karşılanabilmesi için aranılan koşulları, uygulanması gereken kural ve ilkeleri içine almaktadır.
 
İdarenin hukuksal sorumluluğu, kişilere lütuf ve atıfet duygularıyla belli miktarda para ödenmesini öngören bir prensip olmayıp; demokratik toplum düzeninde biçimlenen idare-birey ilişkisinin doğurduğu hukuki bir sonuçtur. İdari yargı da, bu anlayış doğrultusunda, idare hukukunun ilke ve kurallarını uygulamak suretiyle, idarenin hukuki sorumluluk alanını ve sebeplerini içtihadıyla saptamak zorundadır.
 
İdare, Anayasamızın 125. maddesinde de belirtildiği üzere, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
 
Bu kapsamda; idarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda hizmet kusuru, özel hukuktaki anlamından uzaklaşarak nesnelleşen, anonim bir niteliğe sahip, bağımsız karakteri olan bir kusurdur. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır.
 
Diğer yandan; idarenin kusursuz sorumluluğu, kamu hizmetinin görülmesi sırasında kişilerin uğradıkları özel ve olağan dışı zararların idarece tazmini esasına dayanmakta olup; kusur sorumluluğuna oranla ikincil derecede bir sorumluluk türüdür. Başka bir anlatımla idare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan, idari faaliyet ile nedensellik bağı kurulabilen, özel ve olağan dışı zararları kusursuz sorumluluk ilkesi gereği tazminle yükümlüdür.
 
Kusursuz sorumluluk sebeplerinden olan “kamu külfetleri karşısında eşitlik” ya da diğer adıyla “fedakârlığın denkleştirilmesi” ilkesi, nimetlerinden tüm toplum tarafından yararlanılan idarenin eylem ve işlemlerinden doğan külfetlerin, sadece belli kişi veya kişilerin üstünde kalması durumunda, bu kişi veya kişilerin uğradığı zararların, kusuru olmasa dahi idarece tazminini öngörmektedir. Burada risk sorumluluğundan farklı olarak; kazalardan kaynaklanmayan, diğer bir deyişle arızi nitelikte olmayan, önceden öngörülebilen zararların tazmini söz konusudur. İdari faaliyetin doğal sonucu olan bu zarar, etki alanı bakımından sınırlı, özel ve olağan dışı nitelik göstermektedir.
 
Olayda, davacının askerlik yükümlülüğü kapsamında acemi er eğitimi alığı sırada 26.11.2014 tarihinde kahvaltı sonrası mıntıka temizliği için merdivenlerden inerken ayağını burktuğu, 27.11.2014 tarihinde ilk takip ve tedavisinin İzmir Asker Hastanesinde yapıldığı, Yumuşak Doku Travması teşhisi ile 7 gün istirahat verildiği, daha sonra ayağındaki şikayetler nedeniyle Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesine başvurduğu, burada da 10 gün istirahat verildiği, yakınmalarının sürdüğü, bu kez dağıtım gördüğü Kıbrıs'taki birliğine gittiği, burada da ayağında yakınmalar üzerine hastaneye sevk edildiği, bu kez ayağındaki çıkık ve kırık nedeniyle davacının Ankara'ya sevk edildiği, 26.12.2014 tarihinde burada ameliyat geçirdiği, rehabilitasyon merkezinde tedavi gördüğü, TSK Ankara Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi tarafından düzenlenen Radyoloji Raporunda; "naviküler kemikte eski kırığa bağlı volüm kaybı, deformasyon, fragmante görünüm olduğu, talustan naviküler kemiğe uzanan metalik vidanın izlendiği, iki kemik arası eklem aralığının kaybolduğu, eklem yüzeylerinde harabiyet izlendiği, talusla kalkaneuz arası eklem içinde milimetrik fragman bulunduğu, ayak kemiklerinde genel olarak rezorbsiyon ve poroz izlendiği" değerlendirmesi yapıldığı, nihayet "askerliğe elverişli olmadığı" değerlendirilerek terhis edildiği, ayağında yaşanan sakatlığın davacıda sürekli % 8 oranında çalışma gücü kaybı oluşturduğunun sağlık kurulu raporu ile belirlendiği, bu nedenle davacıya 5434 sayılı Yasanın 56. maddesi uyarınca maluliyet aylığı bağlandığı ve ek 79. madde uyarınca ek ödeme yapıldığı, davanın ilk kez Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açıldığı, Mahkemenin Başsavcılıktan görüş aldığı, Başsavcılığın davacının zararının "kusursuz sorumluluk" ilkesi uyarınca tazmini gerektiği yolunda görüş verdiği, anılan Mahkemenin kapatılması sonrasında davanın genel görevli idari yargı yeri olarak idare mahkemesinde görülmeye başlandığı, Mahkemenin davalının hukuksal sorumluluk nedenlerine ilişkin kararında açık bir değerlendirme yapmadığı, salt Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığının görüşünü karara esas alınabilir olduğunu değerlendirerek davalı idarenin davacının zararından hukuksal olarak sorumluluğu bulunduğu sonucuna vardığı, davacının % 8 oranında çalışma gücü kaybı üzerinden efor tazminatının belirlenmesi için dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yaptığı, bilirkişi raporunda TRH 2010 yaşam tablosu, davacının gelir durumu ve çalışma gücü kaybı oranı üzerinden hesaplanan maddi tazminat tutarını davacının maddi zararı olarak kabul ettiği, bilirkişi raporunda davacıya bağlandığı görülen "TSK görev malullüğü aylığının" indirim konusu yapılmayacağı yolundaki görüş doğrultusunda davacıya ödenen aylık ve tütün tazminatı tutarlarını indirim konusu yapmadığı, manevi tazminat yönünden de 10.000,00 TL tazminata hükmettiği görülmektedir.
 
Dairemizce; ilk derece mahkemesinin başvuruya konu kararında salt "hizmet kusurunun" hukuksal niteliğine yer verildiği, kusursuz sorumluluğun nitelik, kapsam ve koşullarına yönelik herhangi bir değerlendirme yapılmadığı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığının idarenin hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk biçimlerine değinilmiş olmakla birlikte olayda hangi sorumluluk biçiminin ortaya çıktığı yolunda herhangi bir açık değerlendirme içermeyen ve zarar ile idarenin hizmeti arasında "nedensellik" bulunması esası ile davacının zararının tazmini gerektiği yolunda görüş düşüncesine gönderme yapılarak idarenin hukuksal sorumluluğu bulunduğu sonucuna varıldığı görüldüğünden; idarenin hangi hukuksal sorumluluk biçimine dayanarak tazmin borcunun doğduğu yolunda herhangi bir değerlendirme ve açık bir gerekçe içermeyen kararın gerekçe yönünden hukuksal isabeti bulunmadığı kabul edilmiş, bu konuda yukarıda yer verilen ilke ve ölçütler gözönünde bulundurularak öncelike bir değerlendirme yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
 
Bu durumda; kural olarak ikincil bir sorumluluk biçimi olduğu yargısal içtihatlarla kabul edilmiş olan kusursuz sorumluluk bakımından yapılan değerlendirmede; davacının askerlik yükümlülüğü sırasında işlev kaybı yaşadığı açık olmakla birlikte, kaybın nedeni ayağının burkulmasının eğitim gibi doğrudan askerlik hizmeti ile ilgili bir faaliyet sırasında önceden askerlikle ilgili olarak öngörülebilir bir riskten kaynaklanmadığı, açıkça arızi olarak yaşanan ve kaza niteliğinde bir olaydan kaynaklandığı görüldüğünden, davacının çalışma gücü kaybına neden olan ayağını burktuğu olayda "kusursuz sorumluluk" ilkesinin uygulanmasının hukuksal koşullarının bulunmadığının kabulü gerekmektedir.
 
Buna karşın; davacının düşmesi sonrasında askeri revir ve hastanelerde yapılan takip ve tedavisinin yaşandığı süreç, ilk tedavisinin yapıldığı İzmir Asker Hastanesinde sonraki dönemde çıkık ve kırık teşhisi konulan ayakta salt yumuşak doku travması teşhisi konulması, davacının ameliyatı sonrası düzenlenen epikrizinde eski kırığa bağlı semptomlardan söz edilmesi, davacının ayağını burktuğu 26.11.2014 tarihinden ayağında kırık ve çıkık teşhisi ile ameliyat edildiği 26.12.2014 tarihi arasında geçen süre de salt istirahat raporları verilmiş olması, Dairemizce yapılan ara kararına alınan yanıtlardan davacının takip ve tedavisi sürecine ilişkin bilgi ve belgelerin bu yönden hizmet kusuru oluşup oluşmadığı, varsa hizmet kusuru ile davacının kalıcı işlev kaybı arasında "nedensellik" bulunup bulunmadığı yolunda bir bilirkişi incelemesine olanak tanımaması, bu yönde incelemeye olanak tanımayan eksikliklerin de idarenin hastanelerini Sağlık Bakanlığına devri sürecinde arşive yönelik eksikliklerinden kaynaklanması birlikte değerlendirildiğinde; davacının ilk düşmesi ile yaşadığı sakatlığın takip ve tedavisi sürecinde bir gecikme yaşandığı, bu durumu ile idarenin hizmeti kusurlu işlettiği, davacının yaşadığı işlev kaybından kaynaklanan maddi ve manevi zararının tazmini bakımından hizmet kusuru neeniyle davalının hukuksal sorumluluğu bulunduğunun kabulü gerektiğinden; başvuruya konu kararın davalının hukuksal sorumluluğu bulunduğu yolundaki değerlendirmesinde sonuç olarak hukuksal isabetsizlik bulunmamaktadır.
 
Ancak, bu durumda da davacının işlev kaybı nedeniyle yaşadığı çalışma gücü kaybı karşılığı malvarlığında azalma veya artışta azalma sonucunu doğuran "gerçek" bir maddi zararının bulunup bulunmadığının; varsa bu zarardan indirilmesi gereken elde ettiği bir "yarar" bulunup bulunmadığının ayrıca irdelenmesi gerekmektedir. Bu kapsamda; davacının işlev kaybının getirdiği çalışma gücü kaybı karşılığı efor kaybı nedeniyle uğradığı maddi zararın varlığı tartışmasız olmakla birlikte; davacıya bağlandığı görülen "TSK maluliyet aylığı ve tütün tazminatının bu zarardan indirilecek "yarar" olarak kabul edilip edilmeyeceğinin ortaya konulması gerekmektedir.
 
Bilindiği gibi, önceki yıllarda Danıştayın yaklaşımı; "Prim ödemek suretiyle kapsamında bulunulan sosyal güvenlik sisteminin doğal sonucu olarak ilgililere bağlanan aylıklar ve yapılan ödemelerin, idarenin tazmin sorumluluğunu doğuran olay nedeniyle sağlanan yarar niteliğinde bulunmadığı; bu nedenle, prim karşılığında ilgililere bağlanan aylıklar ile yapılan her türlü ödemenin, aktif ve pasif dönemde hesaplanacak maddi tazminat tutarından hiçbir şekilde yarar olarak kabul edilip indirilmeyeceği, ancak prim karşılığında adi malullük aylığı bağlanma koşullarına sahip olan ilgililere, meydana gelen olayın neden ve etkisinden dolayı vazife malullüğü aylığı bağlanmış ise, her iki aylık arasındaki farkın olay nedeniyle sağlanan yarar olduğu; diğer bir anlatımla, prim karşılığı olmayan her türlü ödemenin; bağlanan vazife malullüğü aylığının adi malullük aylığını aşan kısmının hesaplanacak maddi zarar tutarından indirilmesi gerektiği" yolunda oluşmuştu.(Örneğin Danıştay Onuncu Dairesinin, 18.04.2016 tarih, E.:2016/329, K:2016/2042sayılı kararına bakılabilir)
 
Ancak sonraki yıllarda Danıştay bu yaklaşımını değiştirmiş,; yerleşik içtihatları ile "Sosyal güvenliğin, bireylerin istek ve iradeleri dışında oluşan sosyal risklerin, kendilerinin ve geçindirmekle yükümlü oldukları kişilerin üzerlerindeki gelir azaltıcı ve harcama artırıcı etkilerini en aza indirmek, ayrıca sağlıklı ve asgari hayat standardını güvence altına alınmasını ifade ettiği; bu güvencenin gerçekleştirilebilmesi için sosyal güvenlik kuruluşları oluşturularak, kişilerin yaşlılık, hastalık, malullük, kaza ve ölüm gibi sosyal risklere karşı asgari yaşam düzeylerinin korunması amaçlandığı; kamu görevlilerine, vazife malullüğüne sebep olan olaydan dolayı prim ödemek suretiyle kapsamında bulunulan sosyal güvenlik sisteminin doğal sonucu olarak bağlanan vazife malullüğü aylığının, adi malullük aylığını aşan, bir başka ifade ile adi malullük aylığına yapılan zamma ilişkin kısmının, vazife malullüğüne sebep olan olay nedeniyle sağlanan yarar olarak kabulüne olanak bulunmadığı; bu zammın kamu görevlileri/hak sahipleri yönünden ifa amacını taşıyan bir ödeme niteliğinde olduğu, yarar kabul edilip hesaplanan zarardan indirim yapılacak bir kalem olmadığı; aksine bir yaklaşımın vazife malullüğüne sebep olan olaydan dolayı kamu görevlilerine/hak sahiplerine bağlanan vazife malullüğü aylığının idarenin bir lütfu, kamu görevlileri/hak sahipleri yönünden ise gerçekleşmesi istenilen ve beklenilen bir olay olduğu sonucunu ortaya çıkaracağı; bu sonucun hayatın olağan akışına uygun olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı yaklaşımı benimsenmiştir. (bu yaklaşım için Danıştay Onuncu Dairesinin; 22.05.2019 tarih, E: 2018/1153, K: 2019/4285;28.11.2017 tarih, E:2016/1017, K:2017/5105 kararlarına bakılabilir)
 
Görüldüğü gibi; Danıştay kararlarında maluliyet nedeniyle sosyal güvenlik sistemi aracılığıyla yapılan ödemelerin; ilgilinin maluliyete neden olan olay nedeniyle sağladığı yarar olarak kabul edilmemesinde temel ölçütlerin; bu ödemelerin "prim karşılığı" yapılıyor ve "ifa amacını" taşıyor olması olduğu açıktır. Bu ölçüt zaman içinde; sosyal güvenliğin amacı ile birlikte prim karşılığı ödenen maluliyet aylığına olayın özelliği nedeniyle yapılan artış ve/veya zamları da kapsayacak biçimde genişletilmiştir.
 
Bu durumda; maddi olayımıza özgü olarak ilgilinin askerlik görevi sırasında maluliyeti nedeniyle 5434 sayılı Yasanın 56. maddesi uyarınca bağlanan "maluliyet aylığı" ile aynı Yasanın ek 79. maddesi uyarınca yapılan "ek ödemenin" yarar kabul edilmeyeceğinin irdelenmesi gerekmektedir.
 
5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun yürürlükte ve davacıya bağlanan vazife malullüğü aylığı ile ek ödemenin dayanağı olan 56. maddesinde, "Muvazzaf, yedek ve gönüllü erlerin silah altında bulundukları esnada veya celp ve terhislerinde (Serbest sevkler dahil) sevkleri sırasında, yedek subay ve yedek astsubay okulu öğrencilerinin gerek okulda, gerek okuldan evvelki hazırlık kıtasında vazife malulü olmaları halinde, kendilerine, öğrenim durumlarına göre, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 36 ncı maddesinde tespit edilen giriş derece ve kademe tutarlarının, daha önce Devlet Memuriyetinde bulunmuş olanlardan kazanılmış hak aylıkları veya emekli keseneğine esas aylıkları, sözü edilen giriş derece ve kademe tutarının üzerinde olanlara bu aylıkları emeklilik gösterge tablosunda karşılığı olan derece ve kademe tutarının,% 70'i üzerinden aylık bağlanır..."; ek 78. maddesinde, " Bu Kanunun56 ncı maddesi ile mülga 45 inci ve 64 üncü maddelerine, 5510 sayılı Kanunun 47 nci maddesine ve 2330 sayılı Kanuna veya 2330 sayılı Kanun hükümleri uygulanarak aylık bağlanmasını gerektiren kanunlara göre harp veya vazife malullüğü aylığı üzerinden aylık bağlananların bu aylıkları, aşağıdaki esaslar dahilinde yükseltilir...
 
Bu maddeye göre yapılan ödemeler her türlü vergi, resim ve harçtan müstesna olup, faturası karşılığında Hazineden tahsil edilir."; ek 79. maddesinde ise, "Bu Kanunun56 ncı maddesi ile mülga 45 inci ve 64 üncü maddeleri, 5510 sayılı Kanunun 47 nci maddesi, 2330 sayılı Kanun veya 2330 sayılı Kanun hükümleri uygulanarak aylık bağlanmasını gerektiren kanunlara göre harp veya vazife malullüğü aylığı üzerinden aylık bağlananlara, bu madde uyarınca ek ödeme verilir...
 
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür."; "özel durumlar" başlıklı kısmın "Ölüm ve bedensel zararlar" altında "bedensel zarar" başlıklı 54. maddesinde, "Bedensel zararlar özellikle şunlardır:
 
1. Tedavi giderleri.
 
2. Kazanç kaybı.
 
3. Çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar.
 
4. Ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar "belirlenmesi" başlıklı 55. maddesinde, "Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya azaltılamaz.
 
Bu Kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve davalarda da uygulanır." kuralına yer verilmiştir.
 
Öncelikle kural olarak "özel borç" ilişkilerini düzenleyen Borçlar Kanununun "haksız fiil sorumluluğundan" kaynaklanan zararlar yönünden sorumluluk nedeni ve biçimine özgü kurallarının; idarelerin idare hukukuna özgü hukuksal sorumluluk biçimi yönünden doğrudan uygulanabilir kurallar olup olmayacağının irdelenmesi gerekmektedir. Bu çerçevede; yukarıda anılan 6098 sayılı Yasanın 55/2 maddesi uyarınca, bu Kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve davalarda da uygulanacaktır. (Benzer bir değerlendirme için; aynı yönde değerlendirmelere yer verilen Anayasa Mahkemesinin 04.03.2015 tarih, E:2014/94, K:2014/160 tarihli kararındaki gerekçeye de atıf yapılarak verilen Danıştay 15. Dairesinin, 25.05.2016 tarih, E:2015/3117, K:2016/3761 sayılı kararına bakılabilir.)
 
Dolayısıyla yukarıda "yarar" kabul edilerek ilgilinin zararından indirim konusu yapılacak sosyal güvenlik ödemeleri bakımından; Danıştayın içtihadi yaklaşımları ile 6098 sayılı Yasanın 55/2 maddesinde yer verilen ilke ve ölçütlerle birlikte değerlendirildiğinde; sosyal güvenlik primi karşılığı yapılan ödeme ve zamlar, bizzat tazmin borcunun ifası niteliğinde olmayan ödemeler, sosyal güvenlik kurumunun ödeyip asıl sorumludan rücu etmeyeceği ödemeler hesaplanan maddi zarardan, indirim konusu yapılacak "yarar" olarak nitelendirilemeyecektir.
 
Bu kapsamda; ilgilisine askerlik görevi sırasında yaşadığı maluliyet nedeniyle 5434 sayılı Yasanın 56 maddesi uyarınca bağlanan maluliyet aylığı ile ek 79. maddesi uyarınca yapılacak ek ödemelerin; anılan yasa uyarınca ödenen "prim karşılığı yapılmadığı", gerek maluliyet aylığı, gerekse ek ödemenin ödemeyi yapan kurum tarafından faturası karşılığında hazineden tahsil ediliyor olması nedeniyle idareden "rücu" edildiği, bağlanan aylık ve yapılan ek ödemenin bir anlamda mali olanakları genel bütçe ile hazine tarafından sağlanan idarenin borcu bakımından "borcun ifası" niteliğinde yapılmış ödemeler olduğunun kabulü ile olay nedeniyle sağlanan yarar kabul edilerek; ilgilinin zararından indirilmesi gerektiği açıktır.
 
Olayda, ilk derece mahkemesinin askerlik süresinin uzaması nedeniyle davacının çalışamadığı kıst dönem içinde yoksun kaldığı ücret geliri de ayrıca gözönünde bulundurularak, davacının efor kaybı nedeniyle yoksun kaldığı maddi zararının aktif ve pasif dönemdeki karşılığı ile birlikte "88.649,65 TL" olarak hesaplandığı, Dairemizin ara kararına SGK tarafından verilen yanıt eki belgelerden davacıya 5434 sayılı Yasanın 56. maddesi uyarınca 01.11.2015 tarihinden itibaren bağlanan maluliyet aylığı nedeniyle 01.06.2020 tarihine kadar her ay toplam 164.892,27 TL aylık ve ek ödeme ile tütün ikramiyesi adı altında 5434 sayılı Yasanın ek 79. maddesi uyarınca 2015, 2016, 2017, 2018 ve 2019 yılları için toplam 10.913,51 TL ek ödeme olmak üzere bugüne kadar "175.563,16 TL" ödeme yapıldığı, anılan maluliyet aylığı ile ek ödemelerin yasa gereği davacının yaşamı boyunca süreceği görülmektedir.
 
Bu durumda; her ne kadar davacının askerlik yükümlüğü sırasında yaşadığı kaza sonrası oluşan işlev kaybı sonucu çalışma gücü kaybı karşılığında yaşamı boyunca göstereceği fazla efor ve uzayan askerliği nedeniyle kıst dönem için uğradığı gelir kaybı karşılığı maddi zararının 88.649,65 TL olduğu bilirkişi raporu ile ortaya konulmuş olsa da; davacının aynı olay nedeniyle herhangi bir prim karşılığı olmayan, bir anlamda bu olaydan kaynaklanan zararının ifası niteliğinde yapılan ve SGK tarafından hazineden tahsil edilebilir nitelikte olan maluliyet aylığı ve ek ödemeyle davacıya sağlanan "yarar" tutarlarının, hesaplanan "zarar" tutarının çok üzerinde olduğu, zararından indirilmesi üzerine davacının idarece tazmini gereken "gerçek zararın" bulunmadığı açık olduğundan; davanın maddi tazminat istemine ilişkin kısmının reddi gerekirken, davalı başvurusuna konu kararın aksi yönde maddi tazminat isteminin kabulüne ilişkin kısmında hukuksal isabet bulunmamaktadır.
 
Davalının istinaf başvurusunun; ilk derece mahkemesi kararının manevi tazminatın kısmen kabulüne ilişkin kısmına yönelik incelenmesine gelince;
 
Dosyadaki belgeler ile başvuru dilekçesindeki iddiaların incelenmesinden, istinaf başvurusuna konu kararın bu kısmının hukuka ve usule uygun olduğu, kararın kaldırılmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
 
Açıklanan nedenlerle; İzmir 6. İdare Mahkemesince "davacının maddi tazminat isteminin kısmen kabulü ile 88.649,65-TL maddi tazminatın, idareye başvuru tarihi olan 21.10.2015 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı idare tarafından davacıya ödenmesi, fazlaya ilişkin maddi tazminat isteminin ise reddi, davacının manevi tazminat isteminin kabulü ile 10.000,00 TL manevi tazminatın, idareye başvuru tarihi olan 21.10.2015 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı idare tarafından davacıya ödenmesi, fazlaya ilişkin manevi tazminat isteminin ise reddi" yolunda verilen 06/11/2019 tarih, E:2019/59, K:2019/1245 sayılı kararın kabule ilişkin kısmına yönelik davalı istinaf başvurusunun manevi tazminata ilişkin kısmının reddine, maddi tazminata ilişkin kısmının kabulüne, kararın maddi tazminatın kabulüne ilişkin kısmının kaldırılmasına, bu kısım yönünden davanın reddine, dava sonucu itibariyle kısmen kabul kısmen retle sonuçlandığından tarafların haklılık durumuna göre adli yardım talepli olması nedeniyle 6100 sayılı Yasanın 339/1 maddesi uyarınca ilk aşamada davacıdan alınmayan Adalet Bakanlığı Bütçesinden karşılanan avanstan karşılanan bilirkişi gideri ile resmi yolla yapılan posta giderleri toplamı 838,05 TL yargılama giderinin 820,05 TL kısmının davacıdan; 18,00 TL kısmının davalıdan tahsili için tahsil dairesine yazılmasına, Adalet Bakanlığından karşılanan avansın kullanılmayan kısmı ile birlikte 500,00 TL avansın anılan Bakanlığa iadesine, kabul edilen manevi tazminat tutarları üzerinden hesaplanması gereken nispi karar harcının davacının adli yardım isteminin kabul edilmiş olması nedeniyle davacılara tamamlatılmamasına, davalının yargı harçlarından muaf olması nedeniyle bu tutarın davalıdan da tahsilinin istenmemesine, davalı idare tarafından karşılanan istinaf aşaması posta gideri toplamı olan 87,00 TL. yargılama giderinin bu aşamadaki haklılık durumu dikkate alınarak 7,00 TL kısmının davalı idare üzerinde bırakılmasına, kalan 80,00 TL kısmının davacı tarafından davalı idareye ödenmesine, anılan Bakanlığın harçtan muaf olması nedeniyle istinaf aşamasında alınmayan 148,60 istinaf başvuru harcının davalının haklılığı oranında 130,00 TL kısmının Harçlar Kanunun 13/j maddesi uyarınca davacıdan tahsilinin tahsil dairesinden istenilmesine, davanın maddi tazminata ilişkin kısmı yönünden maddi tazminatın tamamının reddedilmiş olması nedeniyle salt davalı vekili için kararımızın verildiği tarihteki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/4 maddesi uyarınca takdir edilen 1.700,00 TL maktu avukatlık ücretinin davacı tarafından davalı idareye ödenmesine, uyuşmazlığın manevi tazminata yönelik kısmı için ilk derece mahkemesince taraf vekilleri için avukatlık ücretine hükmedildiğinden, istinaf aşamasında başvurunun reddedilmiş olması nedeniyle taraf vekilleri için manevi tazminat yönünden yeniden avukatlık ücretine hükmedilmemesine, yatırılan posta gideri avansından artan tutarın Mahkemesince kararın kesinleşmesinden yatırana iadesine, kararımızın tebliğini izleyen günden itibaren 30 gün içinde Danıştay’da temyiz yolu açık olmak üzere 10/06/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
 


Full & Egal Universal Law Academy