İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 3. Vergi Dava Dairesi 2020/819 Esas 2020/829 Karar
Karar Dilini Çevir:

Dairesi: 3. Vergi Dava Dairesi
Esas No: 2020/819
Karar No: 2020/829
Karar Tarihi: 25.06.2020



(213 S. K. m. 3, 30, 113, 114) (2577 S. K. m. 45, 49) (193 S. K. m. 1, 2, 37, 85) (6762 S. K. m. 3) (Ticaret Sicili Tüzüğü m. 14)

İSTEMİN ÖZETİ: Davacı adına, 04/12/2015 tarihinde sevk edildiği takdir komisyonu kararlarına istinaden 2010/1-12, 2010/7-9, 2010/10-12 dönemlerine ilişkin vergi ziyaı cezalı gelir vergisi ve gelir geçici vergisi tarhiyatlarının kaldırılması istemiyle açılan davanın Davacı adına, 04/12/2015 tarihinde sevk edildiği takdir komisyonu kararlarına istinaden 2010/1-12, 2010/7-9, 2010/10-12 dönemlerine ilişkin vergi ziyaı cezalı gelir vergisi ve gelir geçici vergisi tarhiyatlarının kaldırılması istemiyle açılan davanın "dava konusu olayda olduğu gibi idarelere zamanaşımını durdurmak için takdir komisyonuna başvurmaları yetkisi veren bir düzenleme olmaması nedeniyle dava konusu cezalı tarhiyatlara ilişkin zamanaşımı süresini durdurmayacağı ve zamanaşımı süresinin 31/12/2015 tarihinde dolduğunun kabulü gerekeceği açık olmakla, zamanaşımına uğrayan dava konusu cezalı tarhiyatlarda hukuka uyarlık görülmediği" gerekçesiyle kabulüne karar veren İstanbul 4. Vergi Mahkemesi'nin 18/07/2017 tarih ve E:2016/2895, K:2017/1693 Sayılı kararına yapılan istinaf başvurusunu aynı gerekçeyle reddeden İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 3. Vergi Dava Dairesinin 23/01/2018 tarih ve E:2017/5090, K:2018/65 Sayılı kararına yapılan temyiz başvurusunun Danıştay Dördüncü Dairesinin 21/01/2019 tarih ve E:2018/2763, K:2019/336 Sayılı kararıyla kabul edilerek "Tarh zamanaşımı süresinin dolmasından önce yapılan takdire sevk işlemi ile 213 Sayılı Kanun'un 114. maddesi uyarınca tarh zamanaşımı süresi duracağından, uyuşmazlıkta takdir komisyonu kararlarının vergi dairesine geliş tarihi araştırılıp dava konusu cezalı tarhiyata ilişkin ihbarnamelerin davacıya tebliğ edildiği tarih dikkate alınarak öncelikle zamanaşımı bakımından yapılacak inceleme sonucu olayda zamanaşımı bulunmadığı sonucuna varılması halinde işin esasının incelenerek bir karar verilmesi gerektiği" gerekçesiyle bozulması üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 3. Vergi Dava Dairesinin, 24/09/2019 tarih ve E:2019/2506, K:2019/3110 Sayılı ısrar kararına yapılan temyiz başvurusunun Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 19/02/2020 tarih ve E:2019/1672, K:2020/94 Sayılı kararı ile bozulması üzerine yeniden karar verilmek üzere dava dosyasının esas kaydına alınmasından ibarettir.
 
SAVUNMANIN ÖZETİ: İstinaf talebinin reddi ile kararın onanması gerektiği savunulmaktadır.
 
Hüküm veren İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 3.Vergi Dava Dairesi'nce, Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 19/02/2020 tarih ve E:2019/1672, K:2020/94 Sayılı bozma kararına uyularak dava dosyası yeniden incelenip gereği görüşüldü:
 
KARAR: Dosyanın incelenmesinden davacı adına gayrimenkul satışından elde ettiği ticari kazancı kayıt ve beyan dışı bıraktığından bahisle takdir komisyonu kararlarına istinaden vergi ziyaı cezalı olarak re'sen tarh edilen 2010 yılına ilişkin gelir vergisi ile 2010/7-9, 10-12 dönemlerine ilişkin geçici vergilerin kaldırılması istemiyle açılan davayı "olayda, davalı idarece, zamanaşımı süresinin dolmasına çok az bir süre kala sırf zamanaşımını durdurmak amacıyla davacı dosyasının takdir komisyonuna sevk edilmesi işleminin, 213 Sayılı Kanun'un 114/2. maddesinde yer alan takdir komisyonuna başvurulmasının zamanaşımını durduracağına ilişkin düzenlemenin dava konusu olayda olduğu gibi idarelere sırf zamanaşımını durdurmak için takdir komisyonuna başvurmaları yetkisi veren bir düzenleme olmaması nedeniyle dava konusu cezalı tarhiyatlara ilişkin zamanaşımı süresini durdurmayacağı ve zamanaşımı süresinin 31/12/2015 tarihinde dolduğunun kabulü gerektiği, bu nedenle zamanaşımına uğrayan dava konusu cezalı tarhiyatlarda hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varıldığı" gerekçesiyle kabul eden İstanbul 4. Vergi Mahkemesi'nin 18.07.2017 tarih ve E:2016/2895, K:2017/1693 Sayılı kararına karşı davalı idare tarafından yapılan istinaf başvurusunu reddeden İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Üçüncü Vergi Dava Dairesinin 23.01.2018 tarih ve E:2017/5090, K:2018/65 Sayılı kararını "mevzuat hükümleri uyarınca, takdir komisyonu kararına istinaden yapılan tarhiyatlarla ilgili uyuşmazlıklarda zamanaşımı ile ilgili hususların çözümünde, genel ilke olarak takdir komisyonuna sevkle tarh zamanaşımının durduğunun kabulünün gerektiği, dolayısıyla, yalnızca takdire sevk tarihine bakılarak takdir komisyonuna sevkin, zamanaşımını durdurmak amacıyla yapıldığının bu çerçevede kabulüne imkan bulunmadığı, mevcut vergi incelemeleri tamamlanmadan da takdire sevk işleminin bu kapsamda yapılabileceği ve tamamlanan inceleme sonucunda elde edilen bilgi ve verilerin takdir komisyonunca da değerlendirilebileceği, dosyanın incelenmesinden, davacının, uyuşmazlık dönemlerine ilişkin gelir vergisi ve geçici vergi matrahlarının re'sen takdiri için 04/12/2015 ( zamanaşımının dolmasına 27 gün kala ) tarihinde takdir komisyonuna sevk edildiği, 18/10/2016 tarihli takdir komisyonu kararlarıyla re'sen takdirin yapıldığı, takdir komisyonu kararlarının vergi dairesine tevdi edildiği tarihin belli olmadığı, 08/11/2016 ve 09/11/2016 tarihlerinde tanzim edilen vergi/ceza ihbarnamelerinin ise 14/11/2016 tarihinde tebliğ edildiğinin anlaşıldığı, olayda, 2010 yılına ilişkin olarak 31/12/2015 tarihinde dolacak olan tarh zamanaşımı süresinin dolmasından önce 04/12/2015 tarihinde yapılan takdire sevk işlemi, 213 Sayılı Kanun'un 114. maddesi uyarınca işlemeye devam eden tarh zamanaşımı süresini durduracağından, takdir komisyonu kararlarının vergi dairesine tevdi edildiği tarih tespit edilerek tarh zamanaşımının bulunup bulunmadığı araştırılıp şayet zamanaşımı yoksa işin esası incelenerek karar verilmesi gerekirken, takdire sevk işleminin zamanaşımını durdurmayacağı ve dava konusu vergi ve cezaların zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle verilen karara yönelik istinaf başvurusunu reddeden temyize konu Vergi Dava Dairesi kararında hukuki isabet bulunmadığı" gerekçesiyle bozan Danıştay Dördüncü Dairesinin 21.01.2019 tarih ve E:2018/2763, K:2019/336 Sayılı kararına karşı ilk kararında ısrar eden İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Üçüncü Vergi Dava Dairesinin 24.09.2019 tarih ve E:2019/2506, K:2019/3110 Sayılı Israr kararının "ısrar kararında idare tarafından takdire sevk tarihi dikkate alınarak takdir komisyonuna sevkin zamanaşımını durdurmak amacıyla yapıldığının kabul edildiği ve tarhiyatın hukuka uygunluğunun bu yönüyle değerlendirildiği, ancak yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri uyarınca, Kanun'da takdir komisyonuna başvurulmasına bağlanan ve belirlilik ve öngörülebilirlik arz eden hukuki sonuç zamanaşımının durması olduğundan takdir komisyonuna sevkle tarh zamanaşımının durduğunun kabulü gerektiği, bu nedenle takdir komisyonuna sevk tarihi, takdir komisyonu kararının vergi dairesine tevdi tarihi, ihbarnamenin tebliğ tarihi dikkate alınarak olayda zamanaşımının bulunup bulunmadığı hususunun değerlendirilmesi, zamanaşımının bulunmadığının tespiti halinde takdir komisyonu kararının verildiği tarih itibarıyla resen tarh nedeninin bulunup bulunmadığı ve resen takdir edilen matrahın hukuka uygun olup olmadığı hususları da araştırılarak işin esası hakkında karar verilmesi gerekirken dava konusu vergi ve cezaların zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle verilen temyize konu ısrar kararında hukuki isabet bulunmadığı" gerekçesiyle bozulduğu anlaşılmaktadır.
 
213 Sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 113. maddesinde, zamanaşımı, süre geçmesi suretiyle vergi alacağının kalkması olarak tanımlanmış olup bu durum mükellefin bu hususta bir müracaatı olup olmadığına bakılmaksızın hüküm ifade eder. 114. maddesinde ise, "Şu kadar ki, vergi dairesince matrah takdiri için takdir komisyonuna başvurulması zamanaşımını durdurur. Duran zamanaşımı mezkur komisyon kararının vergi dairesine tevdiini takip eden günden itibaren işlemeye devam eder. Ancak işlemeyen süre her hâl ve takdirde bir yıldan fazla olamaz." denilmek suretiyle takdir komisyonu kararlarına istinaden yapılan re'sen tarhiyatlarda zamanaşımı hususunun olup olmadığının tespiti için takdir komisyonuna sevk tarihi, takdir komisyonu kararının vergi dairesine tevdi tarihi, ihbarnamenin tebliğ tarihi ve takdir komisyonunda geçen süreye ( takdir komisyonuna sevk tarihi ile takdir komisyonu kararının vergi dairesine tevdi tarihi arasındaki süre ) bakılarak karar verilmelidir.
 
Olayda, davacı adına gayrimenkul satışından elde ettiği ticari kazancı kayıt ve beyan dışı bıraktığından bahisle takdir komisyonu kararlarına istinaden vergi ziyaı cezalı olarak re'sen tarh edilen 2010 yılına ilişkin gelir vergisi ile 2010/7-9, 10-12 dönemlerine ilişkin geçici vergi tarhiyatlarının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup, vergisi ihtilaf konusu dönemin 2010 yılına ilişkin olduğu, 04.12.2015 tarihinde takdire sevk işleminin gerçekleştiği, 18.10.2016 tarihinde zamanaşımı süresinin dolmasına 27 gün kala takdir komisyonunun karar verdiği, 14.11.2016 tarihinde ihbarnamelerin tebliği edildiği dikkate alındığında, takdir komisyonu kararının Vergi Dairesi Müdürlüğü'ne tevdi tarihinin belirlenmesine gerek kalmaksızın yukarıda anılan yasal düzenleme uyarınca zamanaşımı bulunmadığının anlaşılmış olması karşısında uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
 
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun ''İstinaf'' başlıklı 45. maddesinin 1. fıkrasında, idare ve vergi mahkemelerinin kararlarına karşı, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi, mahkemenin bulunduğu yargı çevresindeki bölge idare mahkemesine, kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde istinaf yoluna başvurulabileceği; 2. fıkrasında, istinafın, temyizin şekil ve usullerine tabi olduğu; 3. fıkrasında, bölge idare mahkemesinin, yaptığı inceleme sonunda ilk derece mahkemesi kararını hukuka uygun bulursa istinaf başvurusunun reddine karar vereceği düzenlemelerine yer verilmiştir. Aynı Yasa'nın ''Temyiz incelemesi üzerine verilecek kararlar'' başlıklı 49. maddesinin 1. fıkrasının ( a ) bendinde ise; kararın hukuka uygun bulunursa onanacağı, sonucu hukuka uygun olmakla birlikte gösterilen gerekçe doğru bulunmaz veya eksik bulunursa, gerekçe değiştirilerek onanacağı düzenlenmiştir.
 
213 Sayılı Vergi Usul Kanununun 3. maddesinin B bendinde, vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu belirtilmiş, vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin yemin hariç her türlü delille ispatlanabileceği, iktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde ispat külfetinin bunu iddia eden tarafa ait olduğu hükmüne yer verilmiştir.
 
Anılan Kanun'un 30. maddesinde, "Resen vergi tarhı, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitine imkan bulunmayan hallerde takdir komisyonları tarafından takdir edilen veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca düzenlenmiş vergi inceleme raporlarında belirtilen matrah veya matrah kısmı üzerinden vergi tarh olunmasıdır." şeklinde tanımlanmış olup, aynı maddenin 1. fıkrasındaki, "vergi beyannamesinin kanuni süresi geçtiği halde verilmemiş olması"hali re'sen takdir nedenlerinden sayılmıştır.
 
193 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 1. maddesinde, gelir, bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği her türlü kazanç ve iratların safi tutarı olarak tanımlanmış, 2. maddesinde gelir kapsamına giren kazanç ve iratların neler olduğu sayılmış, aynı maddenin 1.bendinde ticari kazançların gelir kapsamına giren kazanç ve iratlardan olduğu belirtilmiş, '' Ticari kazancın tarifi'' başlıklı 37. maddesinin 1.fıkrasında ise; ticari kazanç, her türlü ticari ve sınai faaliyetten elde edilen kazanç olarak tanımlandığı, gayrimenkul alım, satım ve inşa işleriyle devamlı olarak uğraşanların bu işlerinden elde ettikleri kazançların ticari kazanç niteliğinde olduğu belirtilmiştir.
 
193 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 37. maddesinin 1. fıkrasında, her türlü ticari ve sınai faaliyetlerden doğan kazançların ticari kazanç olduğu belirtilmiş, olay tarihinde yürürlükte bulunan 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanununun 3. maddesinde, bir ticarethane veya fabrika yahut ticari şekilde işletilen diğer bir müesseseyi ilgilendiren bütün muamele, fiil ve işlerin ticari işlerden olduğu açıklanmış, Ticaret Sicili Tüzüğünün 14. maddesinin 2. fıkrasında ise, bir gelir sağlamayı hedef tutmayan veya devamlı olmayan faaliyetlerin ticari işletme sayılmayacağı belirtilmiş, aynı Kanunun 37. maddesinin 2. fıkrasının 4. bendinde de, gayrimenkullerin alım-satım ve inşa işleriyle devamlı olarak uğraşanların bu işlerinden elde ettikleri gelirin ticari kazanç olduğu belirtilmiştir.
 
Anılan Yasa'nın 85. maddesinde mükelleflerin 2'nci maddede yazılı kaynaklardan bir takvim yılı içinde elde ettikleri kazanç ve iratları için bu Kanunda aksine hüküm olmadıkça yıllık beyanname verecekleri, beyanı gereken gelirlerin yıllık beyannamede toplanmasının zorunlu olduğu, tacirlerin, çiftçilerin ve serbest meslek erbaplarının ticari, zirai ve mesleki faaliyetlerinden kazanç temin etmemiş olsalar bile yıllık beyanname verecekleri hükme bağlanmıştır.
 
Buna göre, gayrimenkul alım satımının ticari faaliyet sayılabilmesi için ticari amaçla yapılması ve bu muamelelerin devamlılık arz etmesi gerekmekte olup, bu unsurun saptanmasının ise işin niteliği, özellikleri, organizasyonu ile muamelelerin sayısal çokluğu dikkate alınarak yapılması gerekmektedir. Öte yandan, devamlılık halinin, hem alış hem satış işlemlerinden ortaya çıkması gerekmektedir.
 
Dava dosyasının incelenmesinden, davacının, 2010 takvim yılına ilişkin yasal defterler ve beyannamelerin gerçek durumu yansıtmadığından bahisle 2010 dönemi matrahının takdiri için 04/12/2015 tarihinde takdir komisyonuna sevk edildiği, sonrasında takdir komisyonu kararına done olması amacıyla davacı hakkında 23/08/2016 tarihli ve 2016-A-392/17 Sayılı vergi tekniği raporunun düzenlendiği, söz konusu rapordaki tespitlerden hareketle 18/10/2016 tarihinde alınan takdir komisyonu kararları uyarınca davacı adına dava konusu cezalı tarhiyatların yapıldığı, cezalı tarhiyatlara ilişkin ihbarnamelerin 14/11/2016 tarihinde davacıya tebliği üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
 
Olayda, kendisine ait veya kiralanan gayrimenkullerin kiraya verilmesi veya leasingi ve hayat sigortası dışındaki sigortacılık faaliyetleri ( sağlık, yangın, motorlu taşıt, konut, tarım, denizcilik, havacılık, kaza, doğal afet, ulaştırma, nakliyat, para kaybı, borçlanma, mali sorumluluk vb. ) faaliyetleriyle uğraşan davacının, çeşitli türlerdeki gayrimenkul satışları hasılatı için fatura düzenlemeyip kayıt ve beyan dışı bıraktığından bahisle 213 Sayılı Kanun'un 30/4. maddesi gereğince re'sen takdir yoluna gidildiği, mükellefin 2010 yılında 22.05.2007, 29.02.2008, 21.02.2005, 17.08.2005 tarihlerinde elde etmiş olduğu altı ( 6 ) adet gayrimenkulü 14.07.2010, 07.12.2010, 31.12.2010, 04.08.2010 tarihlerinde sattığı, 14.07.2010 tarihinde satılan Kandilli Mahallesinde bulunan kat irtifakı niteliğinde görülen gayrimenkulün alıcısı İ. H. Kutlu'nun "14.07.2010 tarihinde Üsküdar-Kandilli Mevkiinde yer alan net 550 m² alanı olan bir dubleks villayı davacıdan toplam 2.000.000 TL'sına satın aldığını, ödemenin tamamını ....bank Kalamış Şubesinden sağladığı 2.000.000-TL kredinin Ş. M. Ç.'in hesabına yatırarak yaptığını" ifade ettiği, davacının da bu bilgiyi teyit ettiği, 07.12.2010 tarihinde satılan Uskumru Köyü adresinde arsa niteliğinde görülen gayrimenkulün alıcısı Aysel Dönmez'in " 727 m² 'lik çok hisseli bir arsanın hissedarlarından Ş. M. Ç.'ten ( davacı ) hissesini 25.000 dolara ( $ ) aldığını " ifade ettiği, buna karşın mükellefin bu satış işleminin 20.000 dolara ( $ ) gerçekleştirdiğini ifade ettiği, bu tutarlar arasında fazla bir fark olmadığı düşünülerek mükellef lehine hareketle bu satışın 20.000 dolara ( $ ) gerçekleştiğinin kabul edildiği, 31.12.2010 tarihinde satışı gerçekleştirilen Zekeriyaköy adresindeki kat irtifakı nitelinde görülen gayrimenkulün bir daire olduğu, yarı yarıya hisseyle bu dairelerin alıncıları olan ... ve ...'a bilinen adreslerinde ulaşılamadığı için bilgilerine başvurulamadığı, davacı Ş. M. Ç.'in 120 m² büyüklüğündeki söz konusu dairenin harç matrahı olarak 31.12.2010 tarihinde 107.500,00 TL 'sına satıldığını ifade ettiği, 04.08.2010 tarihinde satılan .... Köyü adresindeki bina niteliğinde görülen gayrimenkulün alıcısı F...'in Ş. M. Ç.'ten brüt 394 m² olan bu daireyi 570.000 TL'sına satın aldığını ifade ettiği, davacının da "satış işleminin ...'in verdiği bilgi doğrultusunda gerçekleştiğini, ancak alış tutarını hatırlamadığını" ifade ettiği, davacıdan 2010 yılı içerisinde yaptığı gayrimenkul satışlarından elde ettiği kazancı tutar ve/veya satış hasılatının oranı olarak ifade etmesinin istenilmesi üzerine davacının "satışlarının çoğunu ortağı olduğu şirketlerin finansal durumunun bozulması nedeniyle, bu şirketlere katkı sağlamak ve temerrüde düştüğü kredilerin geri ödemelerini karşılamak amacıyla yaptığını" ifade ettiği ve davalı idare tarafından davacı hakkında düzenlenen 23.08.2016 tarih ve 2016-A-392-/17 Sayılı Raporunda da belirtildiği üzere davacının 2010 yılında yaptığı gayrimenkul satışlarının ticari kazanç olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır.
 
Bu haliyle, davacının sahip olduğu gayrimenkullerin, 2010 takvim yılı içerisinde satılmasından elde edilen kazancın, ticari kazanç kapsamında değerlendirilmesi için, bu işin şahsi ihtiyaç dışında ticari organizasyon kapsamında yapılması, ticari organizasyonun açıkça belli olmadığı hallerde ise alım-satımda devamlılık unsurunun oluşup oluşmadığının ayrı ayrı incelenmesi ve dava konusu olayda gerçekleşip gerçekleşmediğinin irdelenmesi gerektiği, öncelikle, davalı idarenin varsayımının aksine, ticari kazancın olup olmadığı hususunda varlığı aranan, yargı kararları ve öğreti eliyle kavramsallaşan söz konusu şartların, her birinin diğer ikisi ile tabii bir ilgi içinde olduğu, ticari organizasyonun devamlılık unsuru olmaksızın söz konusu olabileceğini düşünmek veya bir ticari organizasyonun sadece şahsi ihtiyaçları karşılamak amacıyla oluşturulduğunu ileri sürmek mümkün olmadığından, her olayın kendine özgü özellikleri gözönünde bulundurularak bu şartların gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılması gerektiği, sahibi olduğu gayrimenkulleri değerlendirmesi ticari bir girişim olmayan davacının, maliki bulunduğu taşınmazları zaman içerisinde sattığı, elde ettiği gelirin büyüklüğünün, hukuken bu faaliyetinin ticari olarak nitelendirilmesi için yeterli bir sebep oluşturmadığı, birden çok taşınmazın satışının da ortada ticari bir organizasyonun varlığına dair hiç bir işaret yokken ticari olarak nitelendirilmemesi gerektiği, zira bir ticari organizasyonun devamlılık arzetmesi gerektiği, ortada bir ticari organizasyon bulunmadığı anlaşıldığından, dava konusu cezalı tarhiyatlarda hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
 
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle, Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 19/02/2020 tarih ve E:2019/1672, K:2020/94 Sayılı bozma kararına uyulmasına, İstanbul 4. Vergi Mahkemesi'nin 18/07/2017 tarih ve E:2016/2895, K:2017/1693 Sayılı kararının kaldırılmasına, davanın kabulüne, aşağıda dökümü yapılan davacı tarafından karşılanan 128,50-TL tutarındaki yargılama gideri ile Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca davacı lehine belirlenen 2.450,00 TL vekalet ücretinin davalı idarece davacıya ödenmesine, davalı idarece istinaf ve temyiz başvurusu aşamasında yapılan 248,80 TL yargılama giderinin davalı idare üzerinde bırakılmasına, artan posta ücretinin kararın kesinleşmesinden sonra iadesine, kararın taraflara tebliğinden itibaren 30 gün içerisinde Danıştay'da temyiz yolu açık olmak üzere 25.06.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. (¤¤)


Full & Egal Universal Law Academy