İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2020/1600 Esas 2023/492 Karar
Karar Dilini Çevir:

Dairesi: İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi
Esas No: 2020/1600
Karar No: 2023/492
Karar Tarihi: 04.05.2023

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/1600
KARAR NO: 2023/492
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 1.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 23/05/2019
NUMARASI: 2018/312 E. - 2019/244 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 04/05/2023
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkilin 1948 yılında kurulduğunu, müvekkile ait ... markasının TPMK nezdinde 2001 yılından bu yana tescilli ve aktif olarak kullanıldığını, müvekkile ait tescilli ... markalarının listesinin delilleri arasında mahkemeye sunulacağını, ... markasının uzun yıllardan bu yana müvekkil adına tescilli olması ve fiilen kullanılması, müvekkilin ... markası üzerindeki asıl ve öncelikli hak sahipliğini gösterdiğini, müvekkile ait ... markası ve ülkemizde ulaştığı tanınmışlık düzeyi, kazandığı itibar ve ayırt edicilik ile ... markası altında verilen hizmetlerin kalite ve standartlarının toplumun büyük çoğunluğunca bilindiğini, 3. şahıslarca yapılacak aynı veya benzeri ibareli tescil taleplerinin kabulü halinde müvekkil şirkete ait markaların itibar ve tanınmışlığından faydalanarak haksız kazanç sağlayabileceğini, sadece işitsel benzerlik olan markaları arasında iltibas tehlike bulunduğu hususunun hem doktrin hem de yargı kararları ile sabit olduğunu, müvekkil markası ile okunuşta birebir aynı olan "..." markasının detaylı bir şekilde karşılaştırma imkanı olmayan tüketiciler nezdinde karışıklığa yol açacağını, müvekkil adına kayıtlı "..." markasının 35. sınıftaki hizmetler için tescil edildiğini, bu markanın tescilli bulunduğu mal/hizmet kategorisinden bağımsızlaşarak başlı başına bir kalite sembolü ve reklam aracı haline gelmiş marka olduğunu belirterek her türlü hakları saklı kalmak kaydı ile davalıya ait ... sayılı "..." markasının hükümsüzlüğü ve sicilden terkinini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; ... başvuru numaralı markaya davacı şirket tarafından TPMK kurumuna iki kez itiraz etmiş olmasına rağmen itirazlarının reddedildiğini, davacı şirkete ait ... ibareli markanın finans sektöründe tanınmış marka olduğundan sektör dışında yer alan embliyalar için tanınmış marka iddiasına dayanılamayacağını müvekkil şirkete ait "..." ibareli markanın 2008 yılından beri TPMK nezdinde tescilli olduğunu, müvekkil şirkete ait ... başvuru numaralı markanın huzurda görülmekte olan markanın aynısı 11. sınıfta zaten tescilli olduğunu, kullanılan logoların da birebir aynı olduğu müvekkilin 12 yıldır farklı sektörde markasını kullanmakta olduğu düşünüldüğünde, "..." ibaresi üzerinde müvekkili lehine kazanılmış hakkın varlığından bahsedilebileceğini belirterek davanın reddine karar verilmesi talep edilmiştir. İlk Derece Mahkemesince; "Davacının bankacılık alanında ... bank markası altında ... markasının bankacılık ile ilişkili olup, 35. sınıf yönünden ilişkilendirilmeyeceği,zira davacı markasının çok tanınmış marka olması nedeniyle tüketicinin aldanmayacağı, ... ibaresinin ... BANK markasının yani çatı markasının altında bir marka olması tek başına davacı banka dışında düşünülemeyeceği, asıl tanınmış olan markanın ... BANK olup, davalının tescil aldığı sınıflar kapsamında bir karıştırmanın bulunmadığı, kaldiki davalı markasının bir şekil markası olup, 2006 yılından beri aynı şekil ile tescilli olduğu anlaşıldığından" hükümsüzlük isteminin reddine karar verilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Yerel mahkemenin davalı markasında yer alan logo unsurunu da gerekçe göstererek markaların benzer olmadığını belirttiyse de müvekkil adına tescilli ... markaları ile davalı adına tescilli ... markasının fonetik olarak birebir aynı ve ayırt edilemeyecek kadar benzer olduğunu, müvekkil markasının Türkçe'de "..." şeklinde telaffuz edildiğini ve dava konusu ... markasının telaffuzu ile birebir aynı oldğunu, aralarında yalnızca işitsel benzerlik olan markalar arasında iltibas tehlikesi bulunduğu hususunun hem doktrin hem de Yargı kararları ile sabit olduğunu, müvekkil markası ile okunuşta birebir aynı olan ... markasının markaları detaylı bir şekilde karşılaştırma imkanı olmayan tüketiciler nezdinde karışıklığa yol açacağını, müvekkilin yıllardır kullandığı ... markasını sadece finans sektöründe değil, davalı markasında yer alan mal ve hizmetlerde de aktif olduğunu, yerel mahkeme tarafından mal ve hizmet karşılaştırması yapılmadığını, bunun yerine firmaların sektörleri karşılaştırılarak hüküm tesis edildiğini ve bunun hukukun temel prensiplerine aykırı olduğunu, davalıya ait ... sayılı markanın dava konusu markaya kazanılmış hak teşkil ettiği yorumunun hatalı olduğunu, her iki markanın farklı sınıflarda tescilli olduğunu, müvekkile ait ... ibareli markaların 6769 sayılı SMK 6/5 maddesi anlamında tanınmış markalardan olduğunu ve bu durumun dosyaya sunmuş oldukları delillerle ispat edildiğini, müvekkilin markalarının 2016 yılında başvurusu yapılan davalı markası ve davalı firmanın kuruluşundan dahi öncesine dayanan kullanımı ve tescilleri gereği müvekkilin asıl ve öncelikli hak sahipliğini gösterdiğini, bu bağlamda müvekkilin asıl hak sahipliğinin korunmasının hakkaniyet gereği olması nedeniyle istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Davalı vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; İşbu başvuru ile itiraza gerekçe olarak gösterilen markaların markalar arasında var olan anlamsal farklılıklar da dikkate alındığında bağlantı kurulması ihtimali değil karıştırılma ihtimaline yol açabilecek derecede benzer olmadığı kanaatine varıldığını, dava konusu markanın 35.sınıfta 11.sınıf emtialarını içerir başvurusunun tescil edilmiş olma sebebinin eski markası olduğunu, müvekkil markası ile davacı markasının birbiri ile görsel, işitsel, anlamsal ve sektörel hiçbir benzerliği olmadığını, müvekkilce uzun yıllardan beri aydınlatma sektöründe hizmet verildiğini, ticaret unvanı ve internet sitesi domain kaydının aynı ibareli olduğunu, müvekkilin internet sitesinin 13.02.2015 yılında kaydedildiğini, müvekkil markasına uzun yıllardır yatırım yapmakta ve faaliyet göstermekteyken davacının müvekkilin aynı sektöre dair hizmet sınıfını içeren markasını tescil ettirmesi üzerine bu hükümsüzlük davasını ikame etmesindeki niyetinin izaha muhtaç olduğunu, SMK madde 25/6'ya göre marka sahibi sonraki tarihli bir markanın kullanıldığını bildiği veya bilmesi gerektiği halde bu duruma birbirini izleyen beş yıl boyunca sessiz kalmışsa sonraki tarihli marka tescilli kötüniyetli olmadıkça markasını hükümsüzlük gerekçesi olarak ileri süremeyeceğini, sessiz kalma süresi 5 yıl kabul edilse de müvekkilce eski tarihli tescilli markası ile müktesep hakkı olduğu düşünüldüğünde davacı tarafından müvekkilin bunca yıldır kullandığı markasını önce sessiz kalıp sonra hükümsüzlük talep etmesinin iyi niyetli kabul edilmemesi gerektiğini, davacı yanın tanınmış marka olmalarına dayanan iddialarının kabul edilemeyeceğini, SMK ile getirilen yeniliklerle birlikte halihazırda yüksek mahkeme kararları ile uygulamada kabul edilen tanınmış markaların kayıtsız şartsız her sınıfta korunmasının marka hakkının ruhuna aykırı olacağı anlayışının benimsendiğini, Yargıtay'ın; tanınmış markanın da kullanmama nedeniyle hükümsüz kılınabileceğine hükmettiğini, müvekkil markasının "...+şekil" şeklinde kullanıldığını ve bu şekilde tescil edildiğini, markaların ortak sınıf ihtiva etmesinin benzerlik için tek başına yeterli bir kriter olmadığını, markaların birbiriyle benzer olup olmadığının tayininde sübjektif yargıların ve hatta anlık kişisel yaklaşımların da etkili olabileceğini, müvekkile ait ... markası ile davacının ... arasında karıştırılma ihtimali ve iltibas riski bulunmadığını, ilk derece mahkemesi kararının onanmasını talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Davanın konusu davalı adına tescilli ... sayılı "..." markasının hükümsüzlüğü ve sicilden terkini davasıdır. TPMK'ye ait kayda göre dava konusu ... sayılı "..." markasının davalı adına 35. sırada kayıtlı olduğu, işbu markanın ilk defa 22/09/2016 tarihinde tescil edildiği ve 556 sayılı KHK'nin 40 maddesi gereğince 21/09/2016 tarihinden itibaren 10 yıl müddetle yenilendiği belirtilmiştir. TPMK'ye ait kayda göre ... sayılı "..." markasının davalı adına 11. sırada kayıtlı olduğu, bu markanın ilk defa 27/12/2016 tarihinde tescil edildiği, 556 sayılı KHK'nin 40 maddesi gereğince 27/12/2016 tarihinden itibaren 10 yıl müddetle yenilendiği belirtilmiştir. TMPK'ye ait kayda göre "..." markasının davacı adına 9,36 sırada kayıtlı olduğu, bu markanın ilk defa 09/03/2001 tarihinde tescil edildiği, 556 sayılı KHK'nin 40 maddesi gereğince 09/03/2011 tarihinden itibaren 10 yıl müddetle yenilendiği belirtilmiştir. Karıştırılma (iltibas) tehlikesi hukuki bir kavram olup, şu şeklide tanımlanabilir: İki ayrı marka karşısında bulunan kişilerin, bu markaların benzerliği sebebiyle, sunulan mal veya hizmetlerin ayrı işletmeye veya ekonomik olarak bağlantı içerisinde bulunan işletmelere ait olduğunu düşünmeleri veya düşünme ihtimalleridir (Savaş Bozbel, Fikri Mülkiyet Hukuku, İstanbul 2015, s. 408- 409). Diğer bir tanıma göre karıştırılma ihtimali, bir -tescilsiz- işaretin veya tescil edilmiş bir markanın daha önce tescil edilmiş bir marka ile şekil, görünüş, ses, genel izlenim vs. sebeple ya aynı ya da benzer olduğu için önce tescil edilmiş marka olduğu zannını uyandırması tehlikesidir (Ünal Tekinalp, Fikri Mülkiyet Hukuku, 5. Bası, İstanbul 2012, s. 436, N. 18). Yapılacak incelemede karıştırılma (iltibas) ihtimalinin araştırılmasına ilk önce markalar arasında ayniyet ya da benzerlik bulunup bulunmadığından başlanması gerekir. Bunun için de ilk önce markalar arasında ayniyet veya benzerlik ve daha sonra mal ve/veya hizmetler arasında ayniyet veya benzerlik olup olmadığı araştırılmalıdır. Burada iltibas tehlikesinin belirlenmesinde, benzerliğin vasat düzeydeki tüketicilerin ilk bakışta ürün veya hizmetin karıştırılmasına sebep olması veya karıştırma tehlikesinin bulunması ölçütü esas alınır. Ancak özel alıcı grubu olan hedef kitle de somut olayda nazara alınabilir (Savaş Bozbel, s. 411).Karıştırılma tehlikesinin belirlenmesinin hukuki bir kavram olduğunu belirledikten sonra hâkimin hukuku uygulaması ve hukuki konularda bilirkişiden görüş alıp alamayacağı konuları üzerinde durulması gerekir. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 76. maddesinde yer alan, hâkim re'sen Türk kanunları mucibince hüküm verir, hükmü sadeleştirilerek 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun “hukukun uygulanması” başlıklı 33. maddesinde; hâkim, Türk hukukunu resen uygular, şeklinde yer verilmiştir. Burada hem usul hukuku, hem maddî hukuk aynı düzeyde madde kapsamı içerisinde bulunduğu konusunda duraksama bulunmamaktadır. Diğer taraftan hâkimin bilirkişiye başvurması konusunda HUMK’nun 275. maddesine göre; mahkeme, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi dinlenemez. Ayrıca aynı Kanunun 286. maddesinde de bilirkişinin rey ve mütalaasının hâkimi takyit etmeyeceği düzenlemesine yer verilmiştir. Benzer düzenlemeye HMK’nın “bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller” başlıklı 266. maddesinde yer verilmiş olup, sözkonusu hükme göre; mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Yine aynı Kanunun 282. maddesinde, hâkimin, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendireceği açıklanmıştır.Bilindiği üzere; HMK’nın 266. maddesinin gerekçesinde hâkimin, genel hayat tecrübeleri uyarınca sahip olunması gereken bilgilerle çözümleyeceği konularla, hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konular hakkında, bilirkişiye başvuramayacağı; ancak, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlarda, bilirkişiden yararlanabileceği açıkça hüküm altına alınmıştır. Burada sözü edilen özel bilgiden maksat, hukuk bilimi dışında, belirli bir bilim dalının araştırıp ortaya koyduğu sonuçlara ilişkin bilgidir. Ancak, yer yer, hukukun spesifik alanlarına ilişkin hukukî bilginin de, özel bilgi kavramının kapsamı içerisinde mütalaa edilip bilirkişilik kurumunun kapısının aralanmaya çalışılması yönünde bir eğilimin belirmesi nedeniyle, maddede, özel bilgiye işaret edilirken, açıkça, “hukuk bilimi dışında” seklinde bir vurgu yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur. Teknik bilgi ile kastedilen ise fizik, kimya, matematik gibi, pozitif bilimlerin verilerini uygulamaya yeterli bilgidir. Yine, belirli bir işletme boyutunu aşan, genel nitelik kazanmış, yetkili kişi, kurum ve kurullarca tespit edilmiş olan teknik standartlar da, teknik bilgi kavramının kapsamı içerisinde yer alır. Öte yandan, hukuk kurallarını re’sen araştırıp bulma ve olaya uygulama, zaten hâkimin işidir. Bu kural uyarınca, hukukî sorunların en yetkin bilirkişisi, hâkimin kendisidir. Sözü edilen kuralı öngören ve HMK’nın 33. maddesinde yer alan “Hukukun uygulanması” başlıklı düzenleme de (1086 sayılı Kanun m.76, 1,c.), hâkimin hukukî sorunlarda, bilirkişiye başvurmasının mümkün olamayacağının bir başka kanıtını teşkil etmektedir. Yine, anılan kurala paralel olarak, Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 2. maddesinin birinci fıkrasında, hâkimin, Türk kanunlar ihtilâfı kurallarına göre, yetkili olan yabancı hukuku da re’sen uygulamakla ödevli olduğu hususu hükme bağlanmıştır. En genel çerçevede ise hukuka uygun olarak hüküm verme işinin, münhasıran hâkimin işi olduğuna, Anayasanın 138. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde açıkça işaret edilmiştir. Bütün bunlar gözetildiğinde, Hukuk Muhakemeleri Kanunun, hukukî sorunlarda hâkimin bilirkişiye başvuramayacağını öngören kuralının, Anayasanın 138. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde, HMK’nın 33. maddesinde (1086 sayılı Kanunun 76. maddesinin birinci cümlesinde) ve Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 2. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan düzenlemelerin, somut plânda bir uygulanma biçimi olduğu söylenebilir. Aksine tutum, Türk Milleti adına hüküm vermeye tek yetkili “Hâkim”in yerine “bilirkişi”nin konulması sonucunu doğurur. Ayrıca yargılamanın sürat ve az masrafla yapılması ilkesini de zedeler. Bu nedenle yasal düzenlemenin yorumlanması ve somut olaya uygulanması hâkime aittir. Hukuki bilgiyi gerektiren bu husus bilirkişi düşüncesine terk edilemez. Dosyadaki belgelere, duruşma sürecini yansıtan tutanaklar ve gerekçe içeriğine göre, ilk derece mahkemesi kararında davanın esasıyla ilgili tarafların gösterdiği hükme etki edecek tüm delillerin toplandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından davacı vekilinin yerinde bulunmayan davacı vekilinin istinaf başvurusunun, 6100 Sayılı HMK'nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;1-Usûl ve yasaya uygun İstanbul 1. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi'nin 23/05/2019 tarih ve 2018/312 E, 2019/244 K. sayılı kararına karşı davacı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK'nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 179,90-TL maktu istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 44,40-TL harcın mahsubu ile bakiye 135,50-TL harcın davacıdan tahsiliyle Hazineye gelir kaydedilmesine, 3-Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,4-İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti tayinine yer olmadığına,5-Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK'nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay'a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 04/05/2023

Full & Egal Universal Law Academy