İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2020/1881 Esas 2023/607 Karar
Karar Dilini Çevir:

Dairesi: İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi
Esas No: 2020/1881
Karar No: 2023/607
Karar Tarihi: 06.04.2023

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/1881 Esas
KARAR NO: 2023/607 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEME: İSTANBUL ANADOLU 6. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 07/10/2020
DOSYA NUMARASI: 2017/1335 Esas - 2020/536 Karar
DAVA: Tazminat
KARAR TARİHİ: 06/04/2023
İlk Derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalı ... Tic.A.Ş.'nin yönetim kurulu üyeleri, genel müdür ve denetçisi olan davalı şahısların haksız ve hukuka aykırı eylem ve işlemleri ile davalı şirketi dolaylı olarak mahcur pay sahibi davacıyı zarara uğratmaları nedeniyle bedel belirlendiğinden artırılmak üzere davalı şahısların TTK.nun 555.ve 557.maddeleri ve ilgili sair maddeler gereğince sorumluluklarını hükmedilmesi ile şirket nezdinde davalı şahıslar tarafından zarara sebep olunduğundan ve davalı şahısların çok fazla sayıda zararlandırıcı eylem ve işlemi bulunduğundan zarar miktarının bu aşamada belirlenmesinin mümkün olmaması nedeniyle HMK.nun 107.maddesi uyarınca, fazlaya ilişkin talep hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 42.000,00 TL işleyecek avans faizi ile birlikte müşterek ve müteselsilen davalı şahıslardan alınarak davalı şirkete verilmesine; davalı şahısların hukuka aykırı eylem ve işlemleri ile davalı şirketin içini boşaltmaları, bu kapsamda, şirket adına kayıtlı taşınmazları ve şirkete ait taşınırları devrederek/ devretmek için usulsüz girişimlerde bulunarak şirketi fiilen tasfiye etmeleri ve şirketin mali kaynaklarını makyajlayarak haksız kazanç temin etmeleri nedeniyle ayrıca şirketin kötü yönetiminden dolayı zararın her geçen gün artması nedeniyle davalı şirketin ve dolayısıyla davacı pay sahibinin daha fazla mağdur olmaması için ve telafisi imkansız zararların duçar olunmaması bakımından davalı şahısların azli ile ayrı ayrı olmak üzere davalı şirketin yönetim ve temsil yetkilerinin yönetim kayyımına, denetim yetkilerinin denetim kayyımına ivedilikte tedbiren devredilmesine, karar verilmesini; talep ve dava etmiştir. Davalılar vekili davaya cevap dilekçesinde özetle; 2016 yılında şirket yönetim kurulu üyeleri ile genel müdür aynı zamanda pay sahipleri olup, şirketi yıllardır uyum ile yönettiklerini, 60 yıldan fazla süredir tek bir kararda bile ihtilafa düşmediklerini, şirketin zarar ettiği dönemlerde ne yönetim kurulu başkanı ne de yönetim kurulu üyelerinin kusurunda olmadığını, sektörde meydana gelen hastalıklardan kaynaklandığını, şirketin zarar etmesini önlemek adına alınan tedbirleri, şirketi tasfiye ediyor gibi gösterilmeye çalışılması abesle iştigal olduğunu, şirket yönetim kurulu üyelerinin almış olduğu doğru tedbirler neticesi, şirketin 2017 yılını kâr ile kapattığı, davacı tarafın beyan ve iddialarının tamamı hakaret, iftira, itham nitelikli ve soyut olduğunu, şirketin hala faaliyetlerine ve yatırımlarına devam ettiğini, kayyım talebi tamamen kötüniyetli olup, soyut ve haksız ithamlarla fayda sağlama niyetinin bariz göstergesi olduğunu, bu nedenlerle, şirket yönetiminin tüm işlemleri yasalara ve ticari hayata uygun olduğunu, şirketin uzun yıllardır şeffaf açık ve tüm gerçek pay sahiplerinin ortak karar ve uyumu ile yöneltildiğinden haksız ve mesnetsiz olarak açılan davanın ve kayyım tayini talebinin reddi ile yargılama gideri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini; talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 07/10/2020 tarih ve 2017/1335 Esas - 2020/536 Karar sayılı kararı ile; " Dava; davalı şirkette yönetim kurulu üyesi, genel müdür ve denetçi olan davalı şahısların davalı şirkete ve dolayısıyla davacıya zarar verdiklerinden bahisle şimdilik 42.000 TL tazminatın gerçek kişilerden müştereken ve müteselsilen tahsili ile davalı şirkete verilmesi istemine ilişkindir. İşbu davada davalı şirketin zarar ettiği iddiasıyla zararın davalı şirkete ödenmesi istenmiş olmakla, davalı şirketin bu istem yönünden pasif husumetinin bulunmadığı değerlendirilmiş, davalı şirket yönünden davanın usulden reddine dair karar vermek gerekmiştir. Davalı gerçek kişiler yönünden ise davalılardan ...'ün davalı şirkette denetçi, diğer davalıların ise yönetim kurulu üyesi oldukları, yönetim kurulu üyesi olan davalıların şirket varlıklarını usulsüz ve rayiç değerlerinin altında bedellerle sattığı, mal/ hizmet alınmadığı halde alınmış gibi gösterilerek şirket mali kayıtlarının şişirildiği, bu suretle şirket zararı yüksek gösterilerek kişisel menfaat temin edildiği, adeta şirketin tasfiyesine yönelik işlemler yapıldığı, şirketin fiilen tasfiye edilerek içinin boşaltıldığı şirket gelirlerinin her geçen yıl düştüğü, buna karşın giderlerinin arttığı, şirket kârını azaltmak için bir takım usulsüz işlemler ve muhasebesel hileler ile şirket gelirlerinin olduğundan düşük gösterildiği gelir gider kalemlerinin gerçek durumu yansıtmadığı, yönetim kurulu üyelerinin şirket varlıklarını kişisel ihtiyaç ve çıkarları doğrultusunda kullandıkları, yönetim kurulu üyelerinin kendilerine verilen yetkiyi kötüye kullandıkları davacı tarafça ileri sürülmüştür. Davalı/ denetçi ... yönünden ise, davalı şirketi yasa ve usule uygun denetlemediği, şirket yönetimine yakın olduğu, yükümlülüklerini ihlal ettiği, şirketin içinin boşaltılmasına yönelik fiil ve eylemlere göz yumduğu, bilançodaki makyajlamaları görmezden gelerek olumlu rapor verdiği, diğer davalılarla birlikte şirkete verilen zarardan sorumlu olduğu davacı tarafça iddia olunmuştur. TTK.'nun 554.maddesinde denetçinin sorumluluğu düzenlenmiş, kusurlu hareketleri ile verdikleri zarardan sorumlu olacakları düzenlenmiştir. Yönetim kurulu üyesi diğer davalı gerçek kişilere atfedilen sorumluluk yönünden ise TTK.'nun 553.maddesinde ve yine aynı doğrultuda kusurları halinde ve verdikleri zaradan sorumlu olacakları öngörülmüştür.6762 sayılı TTK'ndan farklı olarak 6102 sayılı TTK'nda gerek denetçiler gerekse yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu yönünden kusur karinesi terk edilmiş, kusurun varlığı ve ispatı halinde sorumluluk doğacağı düzenlenmiştir. Bu kapsamda, şüphesiz kusurun yanı sıra, bir zarar doğup doğmadığı, doğmuş ise denetçinin veya yönetim kurulu üyesinin kusurlu eyleminden kaynaklanıp kaynaklanmadığının diğer bir deyişle illiyet bağının bulunup bulunmadığının da araştırılması gerekecek, kusurlu bir eylem tespit edilir, bu eylemden kaynaklı bir zarar doğmuş olur ise sorumluluktan söz edilebilecektir. Davacı tarafça, atfedilen eylemler yönünden davalı şirket kayıtlarının iki farklı heyetçe incelenmesine karar verilmiş, iki kök ve bir ek rapor alınmıştır. Mahkememiz heyetince de, alınan raporlarda yapılan tespitlere, varılan kanaatlere iştirak olunmuş, raporların dosya kapsamına, delil durumuna uygun denetime elverişli olduğu kanaatiyle raporlar hükme esas alınmıştır. Davalı gerçek kişilerin, davalı şirketin zararına sebep olan kusurlu addedilebilecek eylemi tespit edilememiş olmakla yönetim kurulu üyesi ve denetçi olan davalılar yönünden de davanın esastan reddi gerektiği kanaatiyle aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir. " gerekçeleri ile; " 1-Davalı ...A.Ş yönünden davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle usulden reddine, 2-Davalılar ..., ..., ..., ..., ..., ... yönünden sübut bulmayan davanın reddine, ... " karar verilmiş ve verilen karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Müvekkil ... adına vesayeten ... tarafından, ...'ın hissedarı ve 2015 yılına kadar da yönetim kurulu üyesi olduğu davalı ... Anonim Şirketi'nin mevcut yönetim kurulu üyeleri olan davalı şahısların hukuka aykırı eylem ve işlemleri ile davalı sirketin içini boşaltmaları, bu kapsamda, davalı şirket adına kayıtlı taşınmazları ve şirkete ait taşınırları devrederek/ devretmek için usulsüz girişimlerde bulunarak şirketi fiilen tasfiye etmeleri ve şirketin mali kaynaklarını makyajlayarak haksız kazanç temin etmeleri nedeniyle ve davalı yönetim kurulu üyelerinin kötü yönetimi, özen ve bağımlılık yükümlülüğüne aykırı hareketleriyle davalı şirketi zarara uğratmaları sebebiyle, davalıların TTK 555 ve 557 maddeleri uyarınca sorumluluğuna hükmedilerek şirketin uğradığı zararın tespiti, bedel belirlendiğinde artırılmak üzere şimdilik 42.000 TL ve işleyecek faiz ile birlikte müşterek ve müteselsilen davalı şahıslarsan alınarak davalı şirkete ödenmesi ve nihayet davalı sirketin ve dolayısıyla davacı pay sahibinin daha fazla mağdur olmaması için ve telafisi imkansız zararların duçar olunmaması bakımından davalı sahısların azli ile ayrı ayrı olmak üzere davalı sirketin yönetim ve temsil yetkilerinin yönetim kayyımına, denetim yetkilerinin denetim kayyımına ivedilikte tedbiren devredilmesi talepleriyle dava açıldığını; ancak söz konusu haklı davanın, yerel mahkemece reddedildiğini, Yerel Mahkemenin aldığı tüm bilirkişi raporlarının eksik incelemeye dayalı, yetersiz, bilimsellikten uzak, HMK ve Bilirkişilik Yönetmeliğine aykırı raporlar olduğunu, müvekkilinin davalıların davalı şirkette bilanço makyajlaması yaptıkları, muhasebesel hilelerle karı düşük zararları yüksek gösterdikleri ve davalıların davalı şirketin içini boşalttıklarına yönelik iddialarının değerlendirilmesi için mali bilirkişilerden bilirkişi raporu alınmasını talep ettiğini, ancak müvekkilin incelenmesini özellikle talep ederek kalem kalem açıkladığı iddialarının bilirkişilerce hiç incelenmediğini, bu husus belirtilerek 28.10.2018 tarihli bilirkişi raporuna itiraz edildiğini, bu itirazlarının kabul edildiğini ve aynı heyetten ek rapor alınmasına karar verildiğini, ancak itirazlarının karşılanması amacıyla hazırlanması gereken 01.02.2019 tarihli ek rapor da kök rapordaki eksikliklerin aynısını barındırdığından bu rapora da itiraz edildiğini ve yerel mahkeme tarafından yeni bir bilirkişi heyetinden rapor alınmasına karar verildiğini, yeni heyetten alınan 21.08.2020 tarihli raporun da aynı eksiklikleri içerdiğini, bu rapora da itiraz edildiğini, fakat yerel mahkemece itirazlarının kabul edilmediğini, eksik bilirkişi raporlarına göre karar tanzim edildiğini, Yerel mahkemece yöneticilerin sorumluluğunu gerektirir bir zarar olup olmadığına yönelik bilirkişilerden alınan raporların uyuşmazlığı çözmeye elverişli olmadığı gibi gerekçesiz ve itiraz noktalarının hiçbiri incelenmeksizin tanzim edilmiş olup, hükme esas alınamayacağını, 26.10.2018 tarihli kök bilirkişi raporu yönünden itirazlarına ilişkin olarak; bilirkişi heyetinin yalnızca davalı şirketin o mali yıla ait defter açılış- kapanışlarının değerlendirilmesi suretiyle dava dosyası üzerinden yüzeysel bir inceleme yaptığını, davalı şirket ... Ticaret A.Ş. ile ilgili tamamen davalıların beyanlarına dayalı değerlendirmeler yaptığını, oysa ortada genel kurul iptal davası veya itirazın iptali davası bulunmakta olup, üstünkörü bir defter açılış-kapanış incelemesi ile yargılama yapılmasının hukuka ve sorumluluk davasının amacına aykırı olduğunu, bir sorumluluk davasında davanın özüne ilişkin delillerin detaylıca incelenmesi, mali değerlendirme yapılması, yalnızca kaydi defter incelemesi değil, açık hesap var mı, kayıtlarda tutarsızlık var mı, para giriş-çıkışları faturaları tutuyor mu ve sair konulardaki değerlendirmelerin evleviyetle yapılması gerektiğini, zira mali bilirkişilere teknik inceleme yaptırılmasının mantığının da bu olduğunu, Dahası, bilirkişilerin raporda, "2016 Bağımsız Denetçi raporunda meslek tecrübesine istinaden Nakit Akış tablosu hazırlanmasında; itfa payı ve amortisman gideri toplam tutarı 12.511.361,47 TL yi dikkate alarak Nakit çıkışları 11. Bölümüne de nakit girişi sağlayan aşağıdaki tabloda detayı belirtilen 2.638.721,29 TL nin de Diğer Nakit Girişleri Bölümüne yazılması gerekirdi. Ayrıca 7.952.595,07 TL itfa payı 730 Genel Üretim Gideri hesabında muhasebeleştirildiği için ve stopun maliyetine dahil edildiğinden Nakit Akış tablosundaki 19.799.251,89 TL nin içerisinde bu tutar var olduğundan mükerrer olarak yazıldığı düşüncesindeyiz” yönünde tespit yapmış olmalarına karşın davalı yönetim kurulu üyelerinin görevlerini layığıyla yerine getirmediklerine dair bir değerlendirmede bulunmadıklarını, Dahası bilirkişilerce “2016 yılı genel giderlerin büyük bir çoğunluğunun 770 genel yönetim giderleri hesabında takip edilen 2016 yılı işten çıkartılan personele ödenmek durumunda kalınan kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı giderlerinden kaynaklandığı görülmektedir” yönünde bir tespitte bulunulduğunu, ancak bu değerlendirme karşılığında davalı şirketten gerçekten ihbar ve kıdem tazminatının ödendiği personel sayısı kadar kişinin işten çıkarılıp çıkarılmadığı hususunun değerlendirme konusu yapılmadığını, ayrıca söz konusu tazminat ödemelerinin hem 2016 yılı Genel Giderler içerisinde hem de Pazarlama, Satış ve Dağıtım Giderleri içerisinde gösterilmesinin hatalı olduğunu, söz konusu giderlerde belirtilen rakamların birbirine dahi karşılık gelmemekte olup, davalı şirketin faaliyet zararlarının kasten şişirilmekte olduğunu, Mali kayıtlara bakıldığında 2016 yılı satışları bir önceki yıla nazaran yarıdan da fazla düşmesine karşın, hizmet maliyetinin arttığının görülmekte olduğunu, ancak davalı şirketin maliyetlerin şişmesine sebep olacak mahiyette herhangi bir hizmet de almadığını, şirketin ürettiği ürün ile bu ürünü üretmek için yaptığı masrafların dengeli olmadığını, söz konusu maliyetlerle çok daha fazla ürün üretebilecekken arada adeta bir uçurum bulunduğunun görüldüğünü, bilirkişi heyeti tarafından stok karşılaştırması yapılması gerekirken bu değerlendirmenin yapılmamış olmasının raporun sağlıklı araştırmalara dayanmadan hazırlanmış olduğunu göstermekte olduğunu, stok karşılaştırması yapılmadan bilanço makyajlaması yapılıp yapılmadığının veya davalıların haksız ve hukuka aykırı eylemlerinin tespit edilmesinin mümkün olmadığını, Üstelik mali kayıtlarda nakit ödemeler başlığı altında davalı şirketten 8.006.611,44 TL nakit çıkışının 6.457.337,95 TL’sinin ortaklara borç ödemesi olarak ifade edildiğini, ancak bu tespitte bulunulabilmiş olması için davalı şirketin ortaklara borçlandığını gösterir kayıtlar ile davalı şirketten 6.457.337,95 TL’lik nakit çıkışının karşılaştırılması gerektiğini, oysa davalı şirketin ortaklara hangi tarihte ve sebeple borçlandığının mali kayıtlarda görülemediğini, ortaklara borçlanılan ödemelerin doğru olup olmadığı hususunun tespit edilmesi gerekirken, bilirkişilerce bunun yapılmadığını, bilirkişilerin raporlarında epey yüklü olan toplam 8.006.611,44-TL’lik nakit çıkışının karşılığı olarak yalnızca davacıların beyanlarına itibar etmiş olup, kendi araştırmalarına dayanarak bu nakit çıkışını hukuka ve yasaya uygun şekilde yapıldığını kanıtlayamadıklarını, 01.02.2019 tarihli ek bilirkişi raporunda da aynı eksikliklerin tekrar edildiğini, kök rapora göre herhangi bir görüş değişikliğine gidilmediği gibi, kök raporda incelenmesi talep edilen hususların hiç incelenmediğini ve dosyanın yeni bir bilirkişi heyetine tevdii edilerek itirazlarını karşılar mahiyette yeni bir rapor alınmasının talep edildiğini, 21.08.2020 tarihli kök bilirkişi raporu yönünden itirazlarına ilişkin olarak; söz konusu raporda önceki bilirkişi heyeti tarafından kalem kalem incelenmesi talep edilen konuların yeni bilirkişi heyeti tarafından da incelenmemiş olduğunu, dosya yeni bilirkişi heyetine gönderilmesine karşın yeni bilirkişi heyeti tarafından da dosyanın incelenmemiş olmasının bilirkişilik kurumunu akim kılmış olduğunu, yeni bilirkişi heyetinin önceki bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan rapordaki görüşünün yinelendiğini, bu nedenle mahkeme ve müvekkili tarafından aydınlatılması talep edilen eksik veya belirsiz görülen noktaların açıklığa kavuşturulamadığını, raporun aydınlatıcı ve somut olmaması sebebiyle ve rapora konu olan işte bilirkişi tarafından ferdileştirme yapılmamış olduğundan mevcut rapora dayanılarak hüküm verilmesinin mümkün olmadığının belirtildiğini ve bu rapora karşı da itiraz edildiğini, ancak söz konusu itirazlarının haksız ve gerekçesiz bir şekilde reddedildiğini ve davada eksik incelemeye dayalı şekilde yerel mahkeme tarafından hüküm kurulduğunu, Davanın yönetim kurulu üyelerinin sorumluluk davası olduğunu, şirketten varlık kaçırıldığı ve şirketin davalılar tarafından kusurlu olarak zararladırıldığı, şirketin içinin boşaltıldığı iddiaları varken, stok karşılaştırılması yapılmadan, davalı şirketin herhangi bir mal veya hizmet alıp almadığı, aldıysa bunun gelir/ gider tablosundaki değerlerle mukayese edilmeden, satışların düşmesine karşın hizmet maliyetlerinin artması sebepleri araştırılmadan ve davalı şirket herhangi bir reklam gideri ya da araştırma-geliştirmeye yönelik yatırım yapılmamışken davalı şirket yönetim giderlerinin artmasının nedenlerine bakılmadan, davalı şirketin ne sebeple ortaklara borçlu hale getirildiği araştırılmadan, alındığı iddia edilen mal ve hizmetlerin karşılığının davalı şirkete girişinin olup olmadığı tespit edilmeden yeterli bir bilirkişi incelemesi gerçekleştirilmesine imkan da bulunmadığını, müvekkilinin özel denetçi talebinin de davalılar tarafından reddedildiği düşünülürse, bilirkişilerin bir nevi özel denetçi gibi dava konusu uyuşmazlığı titizlikle değerlendirmesi gerekmekte olduğunu, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi'nin 4. HD, 07.12.2016 tarihli ve 2016/6 sayılı kararında, ilk derece mahkemesi tarafından alınan bilirkişi raporunun hükme yeterli olmaması nedeniyle dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilerek denetime elverişli bilirkişi raporu alınması gerektiğini ifade ettiğini, Eldeki davada, bilirkişilerin Yerel Mahkemece verilen görevlerini gereği gibi yerine getirmemiş olması sebebiyle, davalıların kusurlarının da tespit edilmediğini, Yerel mahkemenin kusur ispatına yönelik değerlendirmesinin hatalı olup bu tespite katılma imkanı bulunmadığını, yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğunun akdi niteliğe sahip olduğunu, yönetim kurulu üyelerinin kanunun veya sözleşmenin kendilerine yüklediği görevleri gereği gibi yerine getirmemelerinin, anonim ortaklık ile aralarındaki vekâlet sözleşmesinin ihlali anlamını taşıdığını, yönetim kurulu üyelerinin sorumlulukları akdi temele dayandığından, kusurlarının bulunmadığını genel hükümlere göre kendilerinin ispat edeceklerini, (Prof. Dr. Oruç Hami Şener, Teorik ve Uygulamalı Ortaklıklar Hukuku, 3. Bası, sf. 419.) Sözleşmeye dayalı sorumluluklarda Türk Borçlar Kanunu madde 112 doğrultusunda alacaklının tüm haklarını alamaması durumunda borçlunun kendisine bir kusur yüklenemediğini kanıtlayamadığı müddetçe sorumlu olduğunu, bilirkişinin huzurdaki davayı hatalı olarak alelade bir üçüncü kişinin açtığı dava gibi değerlendirdiğini, oysa işbu davayı davalı şirket ortağı olan müvekkilinin ikame etmiş olduğunu, şirkete verilen zararın sözleşmesel sorumluluk ve vekalet akdinin ihlali olduğunu, ancak üçüncü kişinin açtığı ve haksız fiil söz konusu olursa ispat yükünün davacıda olacağını, ortada haksız fiil bulunmadığı durumu da göze alınarak, yöneticilerin, yani somut olayda davalıların bizzat kusuru bulunmadığını, özenli ve basiretli davrandığını ispatlamaları gerektiğini, Bir faaliyet dönemi içinde pek çok işlem gerçekleştiren yöneticinin ne yaptığını, nerede hata yaptığını kanıtlama yükü şirketten alacaklı durumunda olan davacıya yüklenir ise, davacının bunu ispat olanağının hiçbir zaman söz konusu olamayacağını, Açıklanan nedenlerle, dosyada alınan tüm bilirkişi raporları eksik incelemeye dayalı olarak hazırlandığından, bilirkişilerce stok karşılaştırması yapılmadan, davalı şirketin herhangi bir mal veya hizmet alıp almadığı, aldıysa bunun gelir/gider tablosundaki değerlerle mukayese edilmeden, satışların düşmesine karşın hizmet maliyetlerinin artması sebepleri araştırılmadan ve davalı şirketçe herhangi bir reklam gideri ya da araştırma-geliştirmeye yönelik yatırım yapılmamışken davalı şirket yönetim giderlerinin artmasının nedenlerine bakılmadan hazırlanan bilirkişi raporları ile bilirkişiler yönetim kurulu üyelerinin sorumluluk davası kurumunu amaçsız hale getirdiklerinden, bu şekilde hazırlanan bilirkişi raporlarının mahkeme kararına dayanak teşkil etmesine imkan bulunmadığından, yetersiz bilirkişi raporları ile bilirkişilik müessesesi akim kılındığından, bu raporlar denetime elverişli olmaması nedeniyle hükme esas alınmaması gerektiği belirtilmesine karşın bilirkişi raporlarına ilişkin tüm itirazlarına rağmen yerel mahkemenin eksikliği gidermek üzere yeni bir bilirkişi raporu alınması taleplerini reddettiğinden kusur ispatı mükellefiyetinin müvekkile ait olduğu yönündeki yerel mahkeme değerlendirmesini kabul etmemekle birlikte, dosyada kalem kalem incelenmesi talep edilen hususlar tüm ısrarlarına karşın bilirkişilerce incelenmediğinden davalıların kusurunu ispatlamak da imkansız hale geldiğinden, istinaf taleplerinin kabul edilerek yerel mahkeme kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep ettiklerini beyanla; İstinaf başvurularının kabulüne, İstanbul Anadolu 6. Asliye Ticaret Mahkemesi'nce tesis edilen 07.10.2020 tarih ve 2017/1335 E - 2020/536 K sayılı kararın kaldırılmasına, yargılama giderleri ve vekâlet ücretinin davalılara yükletilerek karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK'nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava TTK'nun 553 ve 555/1 maddeleri kapsamında ve yönetici ile denetçi sorumluluğuna dayalı olarak açılmış olup, pay sahibi tarafından, davalı şirketin yönetici ve denetçi eylemleri nedeniyle 2016 yılı faaliyet döneminde uğradığı zararın tespiti ve şirkete ödenmesi talep edilmiştir. Mahkemece davanın reddine dair verilen karara karşı davacı tarafça istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Davacı kısıtlı adına vasi tarafından açılan davada, dava tarihi itibariyle 4721 sayılı TMK'nun 462/1-8 bendi uyarınca kısıtlılık kararı veren vesayet makamı Bakırköy 1 Sulh Hukuk Mahkemesi'nden izin alınmamış olduğu; ancak vesayet makamının 20/02/2018 tarihli yazısı ile vasiye iş bu davada kısıtlıyı temsil etmek, kısıtlı adına vekil tutmak üzere yetki ve izin verildiği, izin eksikliğinin bu şekilde giderildiği anlaşılmıştır. Davacı kısıtlı adına açılan davada; davacının 2015 yılına kadar şirketin %25 pay sahibi ve yönetim kurulu başkanı olduğu, davacının bitkisel hayata girmesi üzerine 29/05/2015 tarihli olağan genel kurul toplantısında alınan karar ile ... ve ... dışındaki davalıların üç yıl için yönetim kurulu üyesi, davalı ...'ın ... genel müdürü olarak atandığı, davalı ...'ün ise bağımsız denetçi olduğu, şirketin A grubu hissedarları temsilen seçilen yönetim kurulu üyelerinden biri ile B grubu hissedarları temsil eden yönetim kurulu üyelerinden biri ve ...'ın müşterek imzaları ile temsil edilmesine karar verildiği, davalıların 2015 yılı faaliyet dönemleri için ayrı bir yönetici sorumluluğu davası açıldığı, eldeki davanın 2016 yılı faaliyet dönemine ilişkin olduğu, 2016 yılına ilişkin 29/05/2017 tarihli olağan genel kurul toplantısında yönetim kurulu üyelerinin ibrasına ilişkin kararda olumsuz oy kullanıldığı, 2016 yılı faaliyet döneminde, şirketin en önemli kesimhanesinin kapatılarak piliç üretimine son verildiği, şirket taşınmazlarının içindeki makinelerle birlikte rayiç değerinden düşük şekilde satışa çıkarıldığı, şirket markasının da satışa çıkarıldığı, şirketin tasfiyeye sokulduğu, 2016 yılında şirket borçları azalmasına karşın önceki yıl karı kadar zarar edildiği, satışlar düşmesine rağmen yönetim giderlerinin bir önceki yıla nazaran çok arttığı, üretilen ürün miktarı ile üretim maliyetinin dengeli olmadığı, masrafların hileli olarak şişirildiği, bu yıl içinde 240.370,10-TL tavuk etinin, önceki yıllarda böyle bir uygulama olmamasına rağmen, hibe edildiği, bu hibenin bağış değil aslında faturasız satış olduğunu, şirkette yüksek tutarda nakit çıkışı olduğu, bu nakitlerin ne şekilde kullanıldıklarının belli olmadığı, davalı yöneticilerin şirketin içini hileli işlemlerle ve kendi lehlerine boşalttıkları, davacı kısıtlının yönetim kurulu başkanı olduğu 2014 yılında şirketlerin karda olduğu, ancak 2015 ve 2016 yıllarını zararla kapattığı, bağımsız denetçi davalı ...'ün de 2016 yılına ilişkin olağan genel kurulda sorularını cevapsız bıraktığı, düzenlediği denetim raporunda çekinceler bulunmasına rağmen, faaliyet raporu ile mali raporların gerçeği yansıttığına ilişkin denetim raporu düzenlediği ileri sürülerek, davalı şirketin 2016 yılı faaliyet döneminde yönetici ve denetçi olan davalıların eylemleri nedeniyle uğradığı zararın tespiti ve şirkete ödenmesi talep edilmiş ve 42.000,00-TL tutarlı belirsiz alacak davası açılmıştır. Davalılar vekili tarafından; 2016 yılında şirket yönetim kurulu üyeleri ile genel müdürün aynı zamanda şirket ortağı oldukları, şirketin kurulduğu günden bu yana uyum içerisinde çalıştığı, davacı kısıtlının da 2011 yılından 2015 yılında bitkisel hayata girinceye dek dört yıl üç ay boyunca şirketin yönetim kurulu başkanı olarak görev yaptığı, davacı kısıtlının yönetim kurulu başkanı olduğu 2013 yılında ve 2015 yılının ilk çeyreğinde de şirketin zarar ettiği, davacının aksi yöndeki iddialarının gerçeği yansıtmadığı, ne davacı kısıtlının yönetim kurulu başkanı olduğu dönemde ne de 2015 yılının diğer kısımları ile 2016 yılında meydana gelen zararın şirket yöneticilerinin kusurundan değil, sektörde yaşanan istikrarsızlıktan, arz ve talep dengesinin kimi zaman şirket lehine kimi zaman şirket aleyhine gelişmesinden ileri geldiği, şirketin zarar etmesinin önlenmesi için alınan tedbirler neticesinde 2017 yılında kara geçildiği, davacı kısıtlı adına vasi atandıktan sonra, şirket aleyhine İstanbul Anadolu 3 Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2017/75 esas sayılı dosyasında iptal davası, İstanbul Anadolu 6 Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2017/927 esas sayılı dosyasında özel denetçi atanması davası, İstanbul Anadolu 4 Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2017/945 esas sayılı dosyası ile 2016 yılı olağan genel kurul kararlarının iptali davası, İstanbul Anadolu 8 Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2017/75 esas sayılı dosyası ile yönetim kurulu üyelerine karşı sorumluluk davası ikame edildiği, bu dosyalar da incelendiğinde tüm davaların dayanağının 2015 yılı Ekim ayında yapılan iki adet şirket taşınmazının satılması işlemi olduğunun görüleceği, davalı şirketin 2016 ve 2017 yıllarında hiçbir taşınmaz satış işlemi yapmadığı, şirket adına kayıtlı 48 adet taşınmaz ve bir çok taşınır mal bulunduğu, davacı kısıtlının bizzat şirket yönetim kurulu üyeleri tarafından hazırlanan faaliyet raporuna dayalı şirketin içinin boşaltıdığı yönündeki iddiasının itibar edilebilir olmadığı, şirket yönetim kurulu üyelerinin şirketin iş kollarından biri olan kesim faaliyetini, bu faaliyet kapsamında sürekli zarar edildiğinden durdurma kararı aldığını, bunun haricinde şirketin 184 çalışanı, altı çiftliği, bir kuluçkahanesi ve bir yem fabrikası ile sektör faaliyetine devam ettiği, nitekim bu tedbirler ile şirketin 2017 yılında kara geçtiği, şirketin 2017 yılında yatırımlarına devam ettiği ve devletten yatırım teşvik belgesi aldığı, müvekkili yeminli mali müşavir ve bağımsız denetçi ...'ün TSE standartlarına uygun olarak şirketi denetleyip raporunu sunduğu, denetçi tarafından 2016 yılı olağan genel kurul toplantısında davacı kısıtlı vasisinin tüm sorularının cevaplandığı, haksız davanın reddi gerektiği savunulmuştur. Davalı şirket defter ve kayıtları, 2016 yılı faaliyet rapor ve bağımsız denetim raporu, banka hesap dökümleri, şirketin sicil kayıtları dosya arasında alınmıştır. İlk derece mahkemesi tarafından davalı şirketin ticari defter ve kayıtları ile dosya üzerinde hukukçu ve mali müşavirlerden oluşan bilirkişi heyeti marifetiyle bilirkişi incelemesi yaptırılmış, 26/10/2018 tarihli kök, davacı itirazları üzerine 01/02/2019 tarihli ek rapor alınmış, yine davacı itirazları üzerine marka ve patent vekili, yeminli mali müşavir ve hukukçudan oluşan yeni bir heyetten 04/09/2020 tarihli rapor alınmış, tüm raporlarda aynı görüş ve kanaatlerin bildirilmesi üzerine bu raporlar hükme esas alınarak; davalı şirkete karşı açılan davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle, diğer davalılara karşı açılan davanın ise ispatlanamaması nedeniyle esastan reddine karar verilmiştir. Davacı kısıtlı vekili tarafından ileri sürülen bilirkişi raporlarına itiraz sebepleri ile istinaf sebepleri; bilirkişi raporlarının itirazları karşılamadığı, birinci bilirkişi heyetinin yalnızca 2016 yılı defter ve kayıtlarının açılış ve kapanışlarını değerlendirerek yüzeysel inceleme yapıldığı, kaydi defter incelemesi değil, açık hesap ve kayıtlarda tutarsızlık olup olmadığının, para giriş çıkışlarının faturalarla uyumlu olup olmadığının değerlendirilmesinin gerektiği, personele ödenen kıdem ve ihbar tazminatlarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığının, kaç personelin işten çıkartıldığının değerlendirilmediği, kıdem ve ihbar tazminatı giderlerinin hem genel giderler içerisinde hem de satış pazarlama giderleri içerisinde gösterilmesinin hatalı olduğu, bir önceki yıla göre satışlar düşmesine rağmen 2016 yılında hizmet maliyetinin neden arttığının stok karşılaştırması yapılarak değerlendirilmediği, 8.006.611,44-TL nakit çıkışının 6.457.377,95-TL kısmının ortaklara borçlar nedeniyle yapıldığı, ancak bu borcun dayanağının araştırılmadığı, herhangi bir reklam gideri veya ar-ge araştırması yokken yatırım giderlerinin niçin arttığının araştırılmadığı, şirket giderlerinin şişirildiği iddiasına rağmen bu giderler karşılığında hizmet alınıp alınmadığının araştırılmadığı yönündedir. Mahkemece alınan her iki bilirkişi heyeti raporunda; davacı şirketin yalnızca 2016 yılında değil, 2011 yılından itibaren son tüketim tarihi yaklaşan ürünleri bağışladığı, bağışlanan et miktarının ve nereye bağışlandıklarının defterlerde kayıtlı olduğu, davalı şirketin 2014 yılında 76.622,66-TL dönem net karı, 2015 yılında -7.777.617,11-TL dönem net zararı, 2016 yılında -6.784.282,34-TL dönem net zararı, 2017 yılında 2.949.561,18-TL dönem net karı ettiği, 2015 ve 2016 yıllarında satılmış ürünlerin iadesi ve iskontoların oranının kar edilen 2014 ve 2017 yıllarına nazaran 2,5 kat artmış olduğu, bu durumun sektörel etkilerin varlığını gösterdiği, brüt karlılık oranının da 2015 ve 2016 yıllarında, 2014 ve 2017 yıllarına göre iade ve iskontolar ile işten çıkarılan personele ödenen kıdem ve ihbar tazminatları nedeniyle düştüğü, davalı şirketin maddi duran varlıklarında ana grup bazında 2016 yılında 178.806,54-TL değer azalışı olduğu, bu farklılığın önemli bir kısmının personel çıkartılması nedeniyle araç satışından kaynaklandığı, 2016 yılında satışlar azalmasına rağmen genel giderlerde meydana gelen artışın sebebinin 2016 yılında işten çıkartılan personele ödenmek durumunda kalınan kıdem ve ihbar tazminatları olduğu, 2016 yılı genel giderlerinin 2.667.370,42-TL olduğu, bu tutarın yaklaşık yüzde yetmiş dördü olan 1.965.570,09-TL'sinin kıdem tazminatı karşılığı ayrılmış olduğu, 2016 yılı satış pazarlama ve faaliyet giderlerinin de 1.052.142,86-TL'sinin kıdem ve ihbar tazminatından oluştuğu, dolayısıyla genel giderler ve faaliyet giderlerinde artış olup olmadığının kıdem ve ihbar tazminatı giderleri mahsup edildikten sonra kalan tutar üzerinden değerlendirilmesi gerektiği, 2016 yılındaki satış maliyetlerinin satışlara oranının önceki yıllarla uyumlu olduğu, nakit akış tablosundaki 8.006.611,44-TL'nin 6.457.337,95-TL'sinin ortaklara borç ödemesi olduğu, bu borç kaydının 2015 yılından devirle geldiği, ödemenin 2016 yılında yapıldığı, 680.980,83-TL'nin personele borç ödemesi olduğu, 486.879,86-TL'nin vergi, 290.820,99-TL'nin SGK ödemesi olduğu, 90.561,81-TL'nin nakit avans olduğu, davalı defterlerindeki 5.131.873,68-TL Nakit çıkışı kaydı bakımından, nakit çıkışı gerektiremeyen ve tamamen muhasebesel kayıt olan 12.511.361,47-TL tutarlı amortisman ve nakit çıkışı olmayan giderlere ilişkin kayıt içerisinde, 7.952.595,07-TL itfa payının da yer aldığı, bu payın 19.799.251,89-TL tutarlı stoklardaki azalış kaydı içerisinde zaten var olmasına rağmen mükerrer yazıldığının anlaşıldığı, dolayısıyla 7.952.595,07-TL'den 5.131.873,68-TL'nin mahsubu sonucu 2.638.721,39-TL nakit girişi yazılması gerektiği, 2016 yılında işten çıkartılan personele ödeme yapıldığının bankalar hesabının tetkikinden anlaşıldığı, personel giderlerindeki değişim tetkik edildiğinde, şirketten ihbar ve kıdem tazminatı ödenen personel sayısı kadar işçi çıkarıldığı, şirketin aldığı mal ve hizmetlerin gelir ve gider tablosuna yansıtıldığı, şirket stoklarında fiilen yer alan mallar ile şirketin kaydi stok envanterinin karşılaştırılmasının bilirkişi heyeti kapasitesinde yapılmasının mümkün olmadığı, yönetici ve denetçilerin şirketi ve hissedarları zararlandırıcı eylemlerinin bulunmadığı tespitleri yapılmıştır. Yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu ile amaçlanan; zarar verene isnat edilebilecek ve onun hukuk düzenince onaylanmayan bir davranışından kaynaklanan zararın giderilmesidir. Sorumluluğu düzenleyen 6102 sayılı TTK'nun 553.maddesi hükmüne göre kurucular, yönetim kurulu üyeleri, yöneticiler ve tasfiye memurları kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurları ile ihlal ettikleri takdirde hem şirkete hem pay sahiplerine hem de şirket alacaklılarına karşı verdikleri zarardan sorumludurlar. Hukuk sistemi Anonim Şirket yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu halinde de her türlü zarara tazminat sonucunu bağlamamaktadır. Yönetim kurulu üyelerinin Türk Ticaret Kanununa istinaden hukuki sorumluluklarına hükmedilebilmesi; zarar, hukuka aykırılık, kusur, illiyet bağı koşullarının gerçekleşmesine bağlıdır.Yukarıda yapılan tüm açıklamalar çerçevesinde somut olaya dönüldüğünde; davanın davalı şirket yönetici ve denetçilerinin 2016 yılı faaliyet dönemi eylemlerine ilişkin olduğu, davacı tarafından şirket markasının ve taşınmazlarının içerisindeki makineler ile birlikte satışa çıkarıldığı iddia edilmiş ise de bu iddiayı ispata elverişli somut herhangi bir delil sunulmadığı gibi, şirket kayıtlarında bu iddiayı destekler bir veriye de rastlanılmadığı; şirketin üretilen ürün miktarına göre yönetim ve faaliyet giderlerinin 2015 yılına göre çok arttığı, yöneticilerin şirket giderlerini şişirerek şirketin içini boşaltıp menfaat temin ettikleri yönündeki iddia bakımından, bilirkişi raporlarında tespit edildiği üzere, işten çıkartılan personelin kıdem ve ihbar tazminatı giderleri düşüldüğünde 2016 yılındaki satış maliyetlerinin satışlara oranının önceki yıllarla uyumlu olduğu, kıdem ve ihbar tazminatı ödemelerinin yapıldığının ve ödeme yapılan tutarla uyumlu sayıda personel çıkarıldığının şirketin banka hesapları ile personel giderlerindeki değişim kayıtları içeriğinden bilirkişilerce tespit edildiği; ortaklara borçların 2015 yılından devirle geldiği, 2015 yılı için ayrı bir sorumluluk davası açıldığının davacı tarafça beyan edildiği, eldeki davanın ise 2016 yılı faaliyetlerine ilişkin olduğu; 8.006.611,44-TL'den ortaklara borçlar düşüldükten sonra yapılan ödemelerin personele yapılan ödeme, vergi ve SGK ödemesi ile 90.561,81-TL nakit avans ödemesi olduğunun, dayanaklarının mevcut olduğunun bilirkişilerce tespit edildiği; yine şirket defterinde görünen 5.131.873,68-TL nakit çıkış kaydının, mükerrer yazıma dayalı muhasebesel bir hata olduğunun aslında 2.638.721,39-TL nakit girişi yazılması gerektiğinin bilirkişilerce tespit edildiği, 2015 ve 2016 yıllarındaki zararın personele ödenen tazminatlar ile satılan ürünlerin iadesi ve iskontolar nedeniyle oluştuğunun anlaşıldığı, şirket yönetim kurulunca 2015 yılında kesim faaliyetine son verilmesi ve bu nedenle personel sayısında azalışa gidilmesi yönünde karar alındığı, bu karar nedeniyle şirket 2015 ve 2016 yıllarında zarar etmiş ise de, kesim dışındaki faaliyetine devam eden şirketin 2017 yılında kara geçmiş olması karşısında, sektörel değerlendirmeler neticesinde ve şirket yönetiminin ticari tercih ve tasarrufu dahilinde alınan bu kararların tek başına yönetici sorumluluğunu gerektirmeyeceği, yine davacı kısıtlının 2016 yılı faaliyet dönemine ilişkin eldeki davayı 29/11/2017 tarihinde açtığı, davalı şirketin tavuk eti üretimi yaptığı nazara alındığında, 2016 yılına ait kaydi stokların 2016 yılındaki fiili stoklarla karşılaştırılmasının da imkansız olduğu, bilirkişilerce 2014, 2015, 2016 ve 2017 yılı kayıtlarının detaylı incelendiği; TTK'nun 553 maddesinde düzenlenen sorumluluğun, 6762 sayılı mülga kanundaki kusur karinesinden farklı olarak, kusura dayalı bir sorumluluk olduğu, yöneticilerin kusurlu eylemleri nedeniyle şirketin zarara uğratıldığını ispat yükünün de davacı üzerinde olduğu; dosya kapsamındaki tüm deliller çerçevesinde mahkemece kendisine husumet yöneltilemeyecek davalı şirket yönünden davanın husumet yokluğundan reddedilmesinde isabetsizlik bulunmadığı gibi, yöneticiler ve denetçi aleyhine açılan davanın, davalıların kusurlu eylemleri ile şirketi zarara uğrattıkları ispat edilememiş olduğundan, esastan reddine karar verilmesinin de yerinde olduğu anlaşılmış olup, davacı yanın yukarıda özetlenen tüm istinaf sebeplerinin reddi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Sonuç olarak; ilk derece mahkemesi karar ve gerekçesi usul ve yasaya uygun olup, kamu düzenine aykırılık da tespit edilmediğinden, davacı yanın istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK'nun 353/1-b1 maddesi uyarınca esastan reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacının istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK' nın 353/1-b-1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 179,90 TL istinaf karar harcından istinaf eden tarafından peşin olarak yatırılan 54,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 125,50 TL'nin davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf talep eden üzerinde bırakılmasına, 5-Artan gider avansı varsa karar kesinleştiğinde ve talep halinde avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK'nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık yasal süre içerisinde Yargıtay temyiz yasa yolu açık olmak üzere 06/04/2023 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

Full & Egal Universal Law Academy