Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi 3. İdari Dava Dairesi 2018/6705 Esas 2020/314 Karar
Karar Dilini Çevir:

Dairesi: 3. İdari Dava Dairesi
Esas No: 2018/6705
Karar No: 2020/314
Karar Tarihi: 19.03.2020



(2709 S. K. m. 17, 125)

İSTEMİN ÖZETİ: Davacılar tarafından; davacılar R. ve S. Ç.'in oğlu olan diğer davacı D. Ç.'in, bel ağrısı şikayetiyle, 29.09.2013 tarihinde başvurduğu Viranşehir Devlet Hastanesi'nde, D. Ç.'e hatalı enjeksiyon uygulanması nedeniyle, sağ ayağında özür oluştuğunun, Viranşehir Devlet Hastanesi'nin 08.05.2014 tarihli sağlık kurulu raporu ile belirlendiğinden bahisle davalı idarenin gerek kusurlu sorumluluk gerekse de kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca sorumlu olduğu iddialarıyla, davacı D. Ç. için 150.000 TL manevi ve fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla 1.000 TL maddi, diğer davacılardan R. Ç. için 25.000 TL manevi ve S. Ç. için 25.000 TL manevi olmak üzere toplam 200.000 TL manevi, 1.000 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılan davada; "...Maddi tazminat yönünden değerlendirme yapıldığında; davacı çocuğa yapılan müdahaleye ilişkin olarak Adli Tıp Kurumunca düzenlenen bilirkişi raporlarında davacı çocuğa yapılan tıbbi müdahalelerde gerek ilgili sağlık görevlilerine gerekse de idareye atfı kabil herhangi bir kusur bulunmadığının tespit edilmiş olması karşısında davaya konu olayda herhangi bir hizmet kusurunun bulunmadığı anlaşıldığından davacıların maddi tazminat isteminin hizmet kusuru nedeniyle kabulüne olanak bulunmamaktadır. Olay nedeniyle davalı idarenin kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca sorumluluğun bulunduğu iddiası hususunda ise; öğretide kabul edilen ve idari yargı makamlarınca uygulanan kusursuz sorumluluk ilkelerinden risk (tehlike) ilkesinin ve kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesinin; toplumun tamamının yararına olarak yürütülen bir kamu hizmeti sırasında bu kamu hizmetinin bünyesinde barındırdığı riskin (tehlikenin) meydana gelmesi sonucunda, toplumun bireylerinden birinin veya birkaçının zarar görmesi veya toplumun bireylerinden birinin veya birkaçının, toplumun tamamının yararına olarak yürütülen kamu hizmetinden doğan külfete katlanmak zorunda kaldığı hallerde, yararı toplumun tamamına olan kamu hizmetinden doğan ve başkaca hiç bir şekilde giderilme imkanı bulunmayan maddi zararın, toplumun tamamına eşit olarak dağıtılması, düşüncesine dayandığı oysa davaya konu olayda sağlık hizmetinin, yalnızca bu hizmeti alan bireyin yararına yönelik olduğu ve bu nedenle meydana gelen maddi zararın toplumun tamamına paylaştırılmasına imkan bulunmadığı ve dolayısıyla dava konusu olayda meydana gelen maddi zararın idare hukukuna hakim kusursuz sorumluluk ilkeleri kapsamında da karşılanmasına hukuken olanak bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Manevi tazminat yönünden değerlendirme yapıldığında ise; 01.08.1998 gün ve 23420 Sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Hasta Hakları Yönetmeliği'nin, Tıbbi gereklere uygun teşhis, tedavi ve bakım başlıklı 11. maddesinde, "Hasta, modern tıbbi bilgi ve teknolojinin gereklerine uygun olarak teşhisinin konulmasını, tedavisinin yapılmasını ve bakımını istemek hakkına sahiptir." düzenlemesine yer verilmekle idareye, hastaya yönelik teşhis ve tedavinin modern tıbbi bilgi bilgi ve teknolojinin gereklerine uygun olarak yapılması görevi yüklenilmiştir. Davacı çocuğun başvurduğu Viranşehir Devlet Hastanesi'nde çocuğa enjeksiyon uygulandığı, enjeksiyonu uygulayan sağlık görevlisi A. Ekmekçi'nin olaya ilişkin olarak davalı idare tarafından yürütülen ön inceleme kapsamında verdiği ifadesinde; hekimin talimatı üzerine 5 yaşlarındaki çocuğa uygun şekilde enjeksiyon yaptığını ancak çocuğun çok hareketli olduğunu hem çocuğu tutmaya çalışıp hemde enjeksiyonu uyguladığını beyan ettiği anlaşılmaktadır. Çocuğa tıbbi bilgi ve teknolojinin gereklerine uygun bir enjeksiyon uygulanabilmesi için önce hareketli olan çocuğun sabit hale getirilmesinin gerektiği aşikardır. bir sağlık görevlisinin tek başına hem çocuğu sabit hale getirip hemde enjeksiyon uygulamaya çalışmasının bir takım riskleri beraberinde getirebileceği, sağlık görevlisinin çocuğun babasından yardım almasının yeterli olmadığı çünkü babanın da bu tür durumlar için almış olduğu bir eğitimin bulunmadığı açıktır. Davalı idare tarafından daha fazla personel görevlendirilmesi veya görevli olan personellerin bu yönde organize edilmesi suretiyle hareketli çocuklara uygulanacak enjeksiyonlarda, çocuğun sabit hale getirilerek enjeksiyon sonucu oluşabilecek komplikasyon riskinin en aza indirilebilmesi ve sağlık hizmetinden faydalanan kişilere riskin en aza indirildiği hususunda güvenin tesis edilmesine imkan bulunmakta iken mevzuatta belirlenen modern tıbbi bilgi ve teknolojinin gereklerine uygun olarak tedavinin yürütülmesi yükümlülüğünün, idare tarafından azami gayretle yerine getirilerek tedavi sürecinde oluşabilecek komplikasyon risklerinin en aza indirildiği hususunda ve ilgililer nezdinde yeterli güveni tesis etmeyen davalı idare tarafından, davaya konu olayda davacı çocuğun, Anayasanın 17. maddesiyle güvence altına alınmış olan maddi ve manevi varlığını (bedensel varlığını) koruma ve geliştirme hakkının, ihlal edildiği inancıyla derin bir manevi üzüntü ve acı duyan davacıların, duyduğu manevi üzüntü ve acının karşılığı olarak manevi zararlarının karşılanması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Bu kapsamda davacı çocuğun, hastaneye sağlam girdiği ve yapılan tıbbi müdahale neticesinde sakat kaldığı ve bu sakatlığında artarak %31'e yükseldiği hususları ile çocuğun ve ailesinin sosyo ekonomik durumları ve olayın niteliğide dikkate alınarak davacı D. Ç.'e 75.000-TL, diğer davacılardan S. Ç.'e ise 15.000-TL, R. Ç.'e 15.000-TL olmak üzere davacılara toplam 105.000-TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşıldığı..." gerekçesiyle davanın kısmen kabulü, kısmen reddi yolunda Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi'nce verilen 28/02/2018 gün ve E:2014/474, K:2018/188 Sayılı kararın; davalı idare tarafından; hukuka aykırı olduğu, Adli Tıp Kurumu raporunda yapılan enjeksiyon işlemi sonucunda oluşan hasarın komplikasyon oluğunun idarenin kusuru olmadığının belirtildiği ileri sürülerek istinaf yoluyla incelenerek kaldırılmasına karar verilmesi istenilmektedir.
 
SAVUNMANIN ÖZETİ : (Savunma dilekçesi verilmemiştir.)
 
TÜRK MİLLETİ ADINA
 
Hüküm veren Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi Üçüncü İdari Dava Dairesi'nce işin gereği görüşüldü:
 
KARAR: Dava; davacılar R. ve S. Ç.'in oğlu olan diğer davacı D. Ç.'in bel ağrısı şikayetiyle başvurduğu Devlet Hastanesi'nde uygulanan enjeksiyonun hatalı uygulanması nedeniyle sağ bacağının özürlü hale geldiğinden bahisle davalı idareye yaptıkları 10.07.2014 tarihli başvurunun davalı idare tarafından cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedildiğinden bahisle ve davacı D. Ç. için 150.000 TL manevi, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla 1.000 TL maddi, diğer davacılardan R. Ç. için 25.000 TL manevi ve S. Ç. için 25.000 TL manevi olmak üzere toplam 200.000 TL manevi, 1.000 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmış, idare mahkemesince verilen maddi tazminat bakımından davanın reddi, manevi tazminat bakımından ise davanın kısmen kabulü, kısmen reddine ilişkin karara karşı sadece davalı idare tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
 
İstinaf başvurusuyla sınırlı olarak; kararın manevi tazminata ilişkin kısmı incelendiğinde;
 
Anayasanın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
 
İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda hizmet kusuru, özel hukuktaki anlamından uzaklaşarak nesnelleşen, anonim bir niteliğe sahip, bağımsız karekteri olan bir kusurdur. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan doğruya ve asli nedenini oluşturmaktadır.
 
İdare Hukukunun ilkeleri ve Danıştayın yerleşik içtihatlarına göre, zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı hallerde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için, zararın, idarenin ağır hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir. Bünyesinde risk taşıyan hizmetlerden olan sağlık hizmetinden yararlananın zarara uğraması halinde, bu zararının tazmini, ancak idarenin ağır hizmet kusurunun varlığı halinde mümkün olabilecektir.
 
İdarenin hukuki sorumluluğu, kamusal faaliyetler sonucunda, idare ile yönetilenler arasında yönetilenler zararına bozulan ekonomik dengenin yeniden kurulmasını, idari etkinliklerden dolayı bireylerin uğradığı zararın idarece tazmin edilmesini sağlayan bir hukuksal kurumdur. Bu kurum, kamusal faaliyetler nedeniyle yönetilenlerin malvarlığında ortaya çıkan eksilmelerin ya da çoğalma olanağından yoksunluğun giderilebilmesi, karşılanabilmesi için aranılan koşulları, uygulanması gereken kural ve ilkeleri içine almaktadır.
 
Genel anlamı ile tam yargı davaları, idarenin faaliyetlerinden ötürü, hakları zarara uğrayanlar tarafından idare aleyhine açılan tazminat davalarıdır. Bu tür davalarda mahkeme, hem olayın maddi yönünü, yani zararı doğuran işlem ve eylemleri, hem de bundan çıkabilecek hukuki sonuçları tespit edecektir.
 
İdare kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
 
Tam yargı davalarında, öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunun denetlenmesi esas alındığından, olayın oluşumu ve zararın niteliği irdelenip, idarenin hizmet kusuru olup olmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesi, tazminata hükmedilirken de her halde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir.
 
İstinaf dosyasının incelenmesinden; olay tarihi itibariyle 6 yaşında olan davacı D. Ç.'in, Şanlıurfa İli Viranşehir Devlet Hastanesi Acil Polikliniğine 29.09.2013 tarihinde evde yüksekten düşme nedeniyle ve bel ağrısı şikayetiyle başvurduğu, görevli hekim tarafından, davacının yapılan muayenesinde herhangi bir pataloji saptanmaması nedeniyle davacıya (epikriz formunda belirtildiği şekliyle) yumuşak doku bozuklukları, kullanma ve basınç ile ilişkili tanısı konularak 1/3 Dikloron Ampül uygulanmasına karar verildiği, ilacın sağlık görevlisi (hemşire) tarafından çocuğa uygulandığı, enjeksiyonun uygulanması sonrasında ayağının üzerine basamadığı ve sağ ayağının engelli hale geldiği, yapılan tıbbi müdahalede idarenin hizmet kusuru bulunduğu belirtilerek maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle davalı idareye yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine uğranıldığı ileri sürülen, davacı D. Ç. için 150.000 TL manevi ve fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla 1.000 TL maddi, diğer davacılardan R. Ç. için 25.000 TL manevi ve S. Ç. için 25.000 TL manevi olmak üzere toplam 200.000 TL manevi, 1.000 TL maddi zararın tazminine karar verilmesi istemiyle açılan davada İdare Mahkemesince; olayda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığı, şayet davalı idarenin hizmet kusuru var ise kusur oranının ne olduğunun tespiti amacıyla dosyanın gönderildiği Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulu'nca düzenlenen 11/03/2016 tarihli raporunda özetle; "enjekte edilen ilaçların doku içi yayılımı ile sinir hasarına neden olabileceklerinin tıbben bilindiği, bu durumun enjeksiyonların tekniğine uygun yapılması durumunda da daha önceden öngörülemeyecek ve önlenemeyecek arazlara sebep olabildiği, mevcut tablonun her türlü özene rağmen oluşabilecek, herhangi bir kusur ve ihmalden kaynaklanmayan komplikasyon olarak nitelendirildiği, tüm bulgular bir bütün olarak değerlendirildiğinde enjeksiyonu uygulayan sağlık personeli ile enjeksiyon yapılma talimatını veren ilgili hekime herhangi bir kusur izafe edilemediği' tespitlerine yer verildiği, idare mahkemesince itirazlara da değerlendirilerek dosyanın, Adli Tıp Genel Kurulu'nda görüşülmek üzere yeniden İstanbul Adli Tıp Kurumu'na gönderilmesine karar verildiği ve dava dosyasının gönderilmesi sonrasında İstanbul Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunca düzenlenen, 10/08/2017 tarihli raporda özetle; "...küçüğe gluteal bölgeden intramusküler enjeksiyonun uygulandığı, kullanılan ilacın endikasyonunun bulunduğu, kullanılan dozun uygun olduğu, enjekte edilen ilaçların doku içi yayılımı ile sinir hasarına neden olabileceklerinin tıbben bilindiği, enjeksiyonun tekniğinin uygun olsa da önceden öngörülemeyecek önlenemeyecek arazların ortaya çıkabildiği, bu durumun her türlü tıbbi özene rağmen herhangi bir kusur ve ihmalden kaynaklanmayan komplikasyon olarak nitelendirildiği, tüm bulgular bir bütün olarak değerlendirildiğinde enjeksiyonu uygulayan sağlık personeli ile enjeksiyon yapılma talimatını veren ilgili hekime herhangi bir kusur izafe edilemediği..." yönünde görüş sunulduğu, söz konusu rapor hükme esas alınarak, davanın maddi tazminat yönünden reddine, manevi tazminat yönünden ise komplikasyon riskinin en aza indirilebilmesi ve sağlık hizmetinden faydalanan kişilere riskin en aza indirildiği hususunda güvenin tesis edilmesine imkan bulunmakta iken bunun tesis edilmediği gerekçesiyle davacı D. Ç.'e 75.000-TL, diğer davacılardan S. Ç.'e ise 15.000-TL, R. Ç.'e 15.000-TL olmak üzere davacılara toplam 105.000-TL manevi tazminata hükmedilmesi üzerine davalı idare tarafından istinaf yoluna başvurulduğu anlaşılmaktadır.
 
Manevi zarar, kişinin fizik yapısının ve iç huzurunun bozulmasını, yaşama gücünün ve sevincinin azalmasını, kişilik haklarının zedelenmesini, şeref ve haysiyetinin rencide edilmesini, duyulan acı ve ıstırabı, kişinin günlük yaşamını zorlaştıran her türlü üzüntü ve sıkıntıyı ifade etmekte, fiziki veya manevi acılar duyan, ruhsal dengesi bozulan, yaşama sevinci azalan kişinin manevi yönden zarara uğramış olduğu kabul edilmektedir.
 
Manevi tazminat, kişinin malvarlığında meydana gelen eksilmeyi gidermeye yönelik bir tazmin aracı değil, manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelen ve yaşama sevinci ve zevki azalan kişinin manen tatminini sağlamaya yönelik bir tazmin aracıdır. Manevi zararın başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Manevi tazminat, olay nedeniyle duyulan elem ve ısdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın, zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek manevi tazminat miktarının, olayın ağırlığını ortaya koyacak, hukuka aykırılığı özendirmeyecek, bir başka ifade ile benzeri olayların bir daha yaşanmaması için caydırıcı ve aynı zamanda cezalandırıcı bir miktarda olması gerekmektedir.
 
Diğer taraftan, idarenin, sunduğu sağlık hizmetinden sorumluluğu noktasında, maddi tazminat talepleri için doğrudan tıbbi uygulama neticesinde meydana gelen zarar ile idarenin eylemi arasında doğrudan illiyet bağının varlığı gerekli ise de, manevi tazmin noktasında böyle bir gereklilik bulunmadığı, manevi tazminata hükmedilebilmesi için sunulan sağlık hizmetindeki bir takım eksikliklerin yeterli olacağı da tartışmasızdır.
 
Olayda; Adli Tıp Kurumu raporunda, kişide mevcut şikayetlerin enjeksiyon nedenli olarak değerlendirildiği, enjekte edilen ilaçların doku içi yayılımı ile sinir hasarına sebep olabileceğinin tıbben bilindiğinin, bu durumun enjeksiyonların tekniğine uygun yapılması halinde de daha önceden öngörülemeyecek ve önlenemeyecek arazlara sebep olabildiğinin, bu durumun her türlü özene rağmen oluşabileceğinin, dolayısıyla iğne (enjeksiyon) uygulamasının hatalı uygulanmadığı hususunda yeterli açıklıkta bir tespitin yapılamadığı görüldüğünden, bu süreçteki olaylarla ilgili olarak davacının maddi gerçeğe tam olarak hiçbir zaman ulaşamayacağı ve ömür boyu bu hususta kuşku duyacak olması karşısında, sağlık hizmeti sunumundaki bu eksikliklerin sonuca doğrudan etkisi olmasa da davacıdaki elem ve ızdırabı arttıracağı açık olduğundan, davacıda oluşan elem ve ızdırabı giderecek ve sebebsiz zenginleşmeye yol açmayacak, bununla birlikte davalı idarenin olaydaki etkisini ortaya koyacak uygun bir tazminata hükmedilmesi gerektiği sonucuna varılmakla, olayın oluş şekli ve zararın derecesi ve niteliği ile %31 oranındaki özür durumu da dikkate alınarak dikkate alınarak, yaşanan elem ve üzüntünün hafifletilebilmesi amacıyla davacı D. Ç. için 25.000 TL, anne ve baba olan diğer davacılar içinse ayrı ayrı 10.000 TL olmak üzere toplam 45.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi uygun görülmüştür.
 
Durum böyle olunca, davalı idarenin istinaf başvurusuna konu Mahkeme kararının, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin kısmında, kısmen hukuka uyarlık bulunmamıştır.
 
Açıklanan nedenlerle;
 
1-) Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi'nce verilen 28/02/2018 gün ve E:2014/474, K:2018/188 Sayılı kararın, manevi tazminat isteminin kabul edilen kısmının toplam 45.000 TL lik bölümü hukuka uygun bulunduğundan, davalı idarenin kararın bu kısmına yönelik istinaf başvurusunun reddine,
 
2-) İstinaf başvurusunun kısmen kabulüyle kararın manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne ilişkin kısmının (60.000 TL lik kısmı) kaldırılmasına, manevi tazminat isteminin kısmen kabulüyle toplam 45.000-TL manevi tazminatın taleple bağlı kalınarak dava tarihi olan 03.11.2014 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı idarece davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin manevi tazminat talebinin ise reddine,
 
3-) Dava kısmen kabul ve kısmen retle sonuçlandığından aşağıda dökümü yapılan 2.104,45-TL yargılama giderinin davadaki haklılık oranına göre belirlenen 473,50.-TL'sinin, hükmedilen manevi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 3.073,95 TL nisbi karar harcının (davacı tarafından ödenmesi halinde) ve kararın verildiği tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 10. ve 13. maddeleri uyarınca belirlenen 6.650,00.-TL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, geri kalan yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına,
 
4-) Davalı idarece yapılan 78,80 TL istinaf yargılama giderinin davadaki haklılık durumuna göre belirlenen 61,00 TL'sinin ve Aynı Tarife hükümleri uyarınca reddedilen manevi tazminat için belirlenen Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 10. ve 13. maddeleri uyarınca belirlenen 6.650,00.-TL ve ilk derece mahkemesince reddedilen maddi tazminat dolayısıyla belirlenen 1.090,00 TL olmak üzere toplam 7.740,00 TL avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine,
 
5-) Hükmedilen tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 3.073,95 TL nisbi karar harcından dava açılırken peşin ödenen 686,00 TL harcın mahsubu sonucu kalan 2.387,95 TL harcın ve Harçlar Kanununun 13/j maddesi uyarınca harçtan muaf olması sebebiyle davalı idareden tahsil edilmeyen 98,10 TL istinaf başvurma harcının idarenin haklılığı nisbetinde belirlenen 77,05 TL'sinin davacıya tamamlattırılması için Mahkemesince ilgili merciye müzekkere yazılmasına, artan posta gideri avansının davacıya iadesine,
 
SONUÇ: 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 45/6. maddesi uyarınca Danıştay'da temyiz yolu açık olmak üzere, 19/03/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. (¤¤)


Full & Egal Universal Law Academy