Danıştay İdare Dava Daireleri Kurulu 2021/2077 Esas 2021/1979 Karar
Karar Dilini Çevir:
Danıştay
Dairesi: İdare Dava Daireleri Kurulu
Esas No: 2021/2077
Karar No: 2021/1979
Karar Tarihi: 21.10.2021





DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU         2021/2077 E.  ,  2021/1979 K.
"İçtihat Metni"

T.C.
D A N I Ş T A Y
İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU
Esas No : 2021/2077
Karar No : 2021/1979
KARAR DÜZELTME
İSTEMİNDE BULUNAN (DAVALI) : ... Kurumu
VEKİLİ : Av. ...
KARŞI TARAF (DAVACI) : ...
VEKİLİ : Av. ...
İSTEMİN ÖZETİ : Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca verilen, Danıştay Onüçüncü Dairesinin 04/12/2019 tarih ve E:2017/2398, K:2019/4070 sayılı kararının gerekçeli onanmasına ilişkin ... tarih ve E:...., K:... sayılı karara karşı, davalı idare karar düzeltme isteminde bulunmaktadır.
SAVUNMANIN ÖZETİ : Karar düzeltme isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ : ...
DÜŞÜNCESİ : İstemin reddi gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar hakkında ancak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 54. maddesinde yazılı nedenlerle kararın düzeltilmesi istenebilir. Kararın düzeltilmesi dilekçesinde öne sürülen hususlar ise adı geçen Kanun maddesinde yazılı nedenlerden hiçbirisine uymamaktadır.
Bu nedenle kararın düzeltilmesi isteminin REDDİNE, 21/10/2021 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
X- Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun kararın düzeltilmesi istemine konu edilen 30/12/2020 tarih ve E:2020/519, K:2020/3648 sayılı kararındaki "Karşı oy - (X)" gerekçesi doğrultusunda kararın düzeltilmesi isteminin kabulü ile işin esasına girilerek karar verilmesi gerektiği oyuyla, karara katılmıyoruz.
KARŞI OY
XX- Kurulun karar düzeltme istemine konu kararı, Danıştay Onüçüncü Dairesinin Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun bozma kararına uymak suretiyle verdiği karara karşı yapılan temyiz incelemesi sonucunda verilen bir karar olduğundan, karar düzeltme talebinin öncelikle, "usuli kazanılmış hak ilkesi" çerçevesinde incelenip, değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yargıtayın 04/02/1959 tarih ve E:1957/13, K:1959/5 sayılı ve 09/05/1960 tarih ve E:1960/21, K:1960/9 sayılı içtihadı birleştirme kararlarıyla, hukukta uygulamaya giren usuli kazanılmış hak, bir davada, mahkemenin veya tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine (diğeri aleyhine) doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hak olarak tanımlanmaktadır. İlk derece mahkemesinin doğru bularak uyduğu bozma kararı üzerine temyiz yerinin bozma kararı ile benimsediği esaslara aykırı şekilde bozma kararı verememesi anlamına gelen bu ilke, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide de kabul görmüştür.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12/07/2006 tarih ve E:2006/4519, K:2006/527 sayılı kararında da belirtildiği üzere, bu ilkenin kimi istisnaları da bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı ya da geçmişe etkili bir yasa çıkması; uygulanması gereken bir yasa hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilmesi hallerinde, usuli kazanılmış hakka göre değil, ortaya çıkan yeni hukuki durumlara göre karar verilmesi gerekmektedir. Bunların dışında, görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış hakkın uygulanması mümkün değildir.
Öğretide, istisnaların bunlarla sınırlı olmadığı, bugüne kadar artarak geldiği gibi bundan sonra da yeni istisnaların olabileceği savunulmaktadır.
Usuli kazanılmış hak ilkesinin idari yargıda uygulanabilirliğine gelince;
Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunun 03/03/2000 tarih ve E:1999/1126, K:2000/394 sayılı ve 23/10/2003 tarih ve E:2001/864, K:2003/744 sayılı kararlarında, usuli kazanılmış hak ilkesi incelenmek suretiyle bir sonuca varılmıştır. Özellikle E:1999/1126 sayılı kararda, "Temyiz incelemesi sonucunda bir mahkeme kararının işin esasına ilişkin olarak bozulması halinde mahkemenin, bozma kararına uymak veya ilk kararında ısrar etmek olanağı bulunmaktadır. Mahkemenin ilk kararında ısrar etmeyerek, bozma kararına uymak suretiyle verdiği kararın temyizi halinde, temyiz mercii, bu kez bozma kararına uygun karar verilip verilmediğini incelemek durumundadır. Temyiz incelemesi sırasında, temyiz merciinin, aynı yasal mevzuatla farklı bir sonuca ulaşması, ilk bozma ve buna uyularak verilmiş olan yargı kararının aynı mevzuat karşısında yeniden değerlendirilmesi, taraflar ve uygulama açısından istikrar ve kazanılmış haklar yönünden, aykırı sonuçlar yaratabilir.
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda, usuli kazanılmış hak ile ilgili açık bir hüküm olmamakla beraber; İdare Mahkemesince, Danıştay'ın ilgili Dairesinin temyiz incelemesi sonucunda vermiş olduğu bozma kararına uyulmak suretiyle verilen kararın, Dairesince yeniden temyizen incelenmesi aşamasında yapılacak inceleme, Mahkeme kararının bozma kararına uygun olup olmadığı, bir başka anlatımla, bozma kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği, kararın bozma kararı doğrultusunda olup olmadığı konusuyla sınırlı olmak durumundadır." gerekçesine yer verilmiş; Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 24/12/2009 tarih ve E:2006/149, K:2009/3386 sayılı kararında da yine "usuli kazanılmış hak ilkesi" ayrıntılı olarak incelenmiştir.
Diğer yandan, Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulunun 21/02/1997 tarih ve E:1995/207, K:1997/125 sayılı kararında, "İlk derece mahkemesi kararlarının temyiz mercii olan Danıştay daireleri tarafından bozulmasından sonra davayı yeniden inceleyen ilk derece mahkemelerinin bozma hükmüne uyarak verdikleri kararlara karşı yapılan temyiz başvuruları ancak, bozma esaslarına uygunluk yönünden temyizen incelenebilirler. Aksi halde, karar düzeltme yoluna başvurulmaksızın ya da bu yola başvurulmakla birlikte istemin reddi nedeniyle kesinleşen bozma hükmü ile davanın kesin suretle çözümlendiği ve tarafların bununla bağlı oldukları, davanın bir kez daha incelenmesini isteyemeyecekleri biçiminde açıklanan kesin hükmün sonuçları bertaraf edilmiş olacaktır." gerekçesine yer verilmiştir.
Dolayısıyla, Danıştay kararlarında, usuli kazanılmış hak ilkesinin uygulandığı ve temyiz incelemesi sonucunda verilmiş olan bozma kararına uyulmak suretiyle verilen kararın, Dairesince yeniden temyizen incelenmesinin, bozma kararına uygunluk yönünden yapılacağı belirtilmektedir.
Nitekim, içtihatla varılan bu sonuca uygun olarak, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 18/6/2014 tarih ve 6545 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle değiştirilen 50. maddesinin (4) numaralı fıkrasında da, "Danıştayın bozma kararına uyulduğu takdirde, bu kararın temyiz incelemesi, bozma kararına uygunlukla sınırlı olarak yapılır." düzenlemesine yer verilmek suretiyle, idari yargıda da usuli kazanılmış hak ilkesi yasal dayanağa kavuşmuştur.
Danıştayın istikrar kazanmış bu içtihadı ve 2577 sayılı Kanun'un 50/4. maddesine karşın, çoğunluk tarafından, Anayasa Mahkemesinin, 2577 sayılı Kanun'un 50/4. maddesinin itirazen incelenerek iptal edilmesinin istenilmesi üzerine verdiği 12/06/2020 tarih ve E:2019/125, K:2020/31 sayılı kararının gerekçesinden hareketle usuli kazanılmış hak ilkesine aykırı da karar verilebileceği sonucuna varıldığından, Anayasa Mahkemesinin değinilen kararının da incelenip, değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesinin değinilen kararında;
"...
14. İtiraz konusu kuralda Danıştayın bozma kararına uyulduğu takdirde bu kararın temyiz incelemesinin bozma kararına uygunlukla sınırlı olarak yapılacağı belirtilmiştir.
15. Anayasa’nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesinde 'Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir./ Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.' denilmiştir.
16. Adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri de hakkaniyete uygun yargılanma hakkı olup temel anlamda bir yargılamanın hakkaniyete uygun olduğundan söz edilebilmesi o yargılamanın gerek süreci gerekse sonucu itibarıyla bir bütün olarak kişilerin hakkaniyet ve adalet duygularını zedeleyici bir olgu içermemesi gerekir. Hakkaniyete uygun yargılamanın esaslı unsurlarından birini silahların eşitliği ilkesi teşkil etmektedir. Bu ilke, davanın taraflarının yargılama sırasında usul hükümleri yönünden eşit konumda bulunmasını ve taraflardan birine dezavantaj, diğerine avantaj sağlayacak kurallara yer verilmemesini, taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme ve bunların mahkemece değerlendirilmesini/hükme esas alınmasını isteme fırsatına sahip olmasını, diğer bir deyişle davanın tarafları arasında hakkaniyete uygun bir dengenin varlığını gerekli kılmaktadır. Bu itibarla yukarıda belirtilen bağlamda taraflardan birinin diğerine göre zayıf duruma düşmesine yol açabilecek nitelikte yargılama usulüne ilişkin düzenlemelerin öngörülmesi kişilerin adil yargılanma hakkına getirilmiş bir sınırlama niteliğindedir.
17. Bu çerçevede, Danıştayın bozma kararına uyulduğu takdirde bu kararın temyiz incelemesinin bozma kararına uygunlukla sınırlı olarak yapılmasını öngören kuralın taraflardan birinin ileri sürdüğü ya da resen tespit edilen delillerin, hukuk kurallarının ya da iddia ve savunmaların temyiz mercii tarafından değerlendirilmesine ve hükme esas alınmasına engel teşkil edebilecek ve dolayısıyla bir aşamadan sonra yargılamanın taraflarından birinin diğerine göre zayıf duruma düşmesine yol açabilecek nitelikte olması sebebiyle adil yargılanma hakkına sınırlama getirdiği anlaşılmaktadır.
18. Anayasa’nın 13. maddesinde 'Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.' denilmektedir. Buna göre Anayasa’nın anılan maddesi uyarınca adil yargılanma hakkına getirilen sınırlamaların Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
19. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama hürriyeti için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu düşünülemez. Öte yandan Anayasa’nın tüm maddeleri aynı etki ve değerde olup aralarında bir üstünlük sıralaması bulunmadığından uygulamada bunlardan birine öncelik tanımak mümkün değildir. Bu nedenle kimi zaman zorunlu olarak birlikte uygulanan iki Anayasa kuralından biri, diğerinin sınırını oluşturabilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi kararlarında, Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014; AYM, E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015).
20. Bu itibarla kuralın Anayasa’nın 13. maddesine uygunluğu denetlenirken ilk olarak sınırlamayı haklı kılan sebebin bulunup bulunmadığının yukarıda açıklanan çerçevede ortaya konulması gerekmektedir.
21. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin ön koşullarından biri olan ve kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, devletin de hem yasal düzenlemelerde hem de eylem ve işlemlerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
22. Anayasa’nın 141. maddesinin dördüncü fıkrasında 'Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir' denilmek suretiyle davaların makul süre içinde bitirilmesi gerekliliği ifade edilmiştir. Bu ilke gereğince devlet, yargılamaların gereksiz yere uzamasını engelleyecek etkin önlemler almak zorundadır.
23. Anayasa’nın 142. maddesinde 'Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir' hükmüne yer verilmiştir. Buna göre kanun koyucu Anayasa’ya ve hukukun genel ilkelerine aykırı olmamak kaydıyla yargılama usulüne ilişkin kuralları belirleme ve bu konuda ihtiyaç duyduğu düzenlemeleri yapma konusunda takdir yetkisine sahip olmakla birlikte hukuk devletinde kanunların kamu yararı gözetilerek çıkarılması zorunludur.
24. Yukarıda yer verilen Anayasa kuralları birlikte değerlendirildiğinde Danıştayın bozma kararına uyulduğu takdirde bu kararın temyiz incelemesinin bozma kararına uygunlukla sınırlı olarak yapılacağını öngören yargılama usulüne ilişkin itiraz konusu kuralın hukuki istikrarı, belirlilik ve öngörülebilirliği sağlamak, yargı kararlarına olan güveni ve bu kararlardan doğan haklı beklentileri korumak, davaların daha az giderle ve makul bir süre içinde kesin hükme bağlanmasını sağlamak suretiyle Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin gerekleri olan hukuki güvenliği ve kamu yararını gerçekleştirme şeklinde meşru bir amaca yönelik olduğu anlaşılmaktadır.
25. Adil yargılanma hakkına getirilen sınırlamanın hukuki güvenliği sağlama ve kamu yararını gerçekleştirme amacına yönelik olması yeterli olmayıp ayrıca ölçülü olması gerekir. Ölçülülük ilkesi ise elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, bir başka deyişle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Öngörülen tedbirin ulaşılmak istenen kamu yararı karşısında bireyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda sınırlamanın orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez.
26. Sınırlamanın hukuki istikrarın, belirlilik ve öngörülebilirliğin oluşturulmasına, yargı kararlarına olan güvenin ve bu kararlardan doğan haklı beklentilerin korunmasına, davaların daha az giderle ve makul bir süre içinde sonuçlandırılmasına hizmet edebileceği, bu yönüyle hukuki güvenlik ve kamu yararını sağlama amacına ulaşılması bakımından elverişli olduğu açıktır.
27. Öte yandan hukuki istikrar, belirlilik ve öngörülebilirliği sağlamak, yargı kararlarına olan güveni ve bu kararlardan doğan haklı beklentileri korumak, davaların daha az giderle ve makul bir süre içinde kesin hükme bağlanmasını temin etmek amaçlarının, bozma kararına uyulduğu takdirde, bu kararın temyiz incelemesinin, bozma kararına uygunlukla sınırlı olarak yapılmasından daha hafif bir tedbirle gerçekleştirilebileceği, dolayısıyla sınırlamanın gerekli olmadığı da söylenemez.
28. Bununla birlikte yargı içtihatlarıyla kabul edilmiş olan usuli kazanılmış hak ilkesini hukuki güvenliği sağlama ve kamu yararını gerçekleştirme amacıyla kanun hükmü niteliğine kavuşturan kanun koyucunun yukarıda belirtilen meşru amaçlarla ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacak şekilde yargılamanın hakkaniyet, hukukun üstünlüğü gibi ilkelerin görmezden gelinerek ya da temel hak ve özgürlükler ihlal edilerek sonuçlandırılması yolunda bir iradesinin varlığından söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla kural, yargı yerlerince usuli kazanılmış hak ilkesinin uygulanmasında hukuk devleti ve adil yargılanma hakkı ilkeleri gereğince içtihat yoluyla istisnai durumlar öngörülebilmesine engel teşkil etmemektedir. Aksi yönde bir kabulün hukuki güvenlik ilkesinin öz değil sadece şekil itibarıyla korunması anlamına geleceği gibi temel görevi adaleti tesis etmek olan yargı mercilerinin varlık sebebiyle de bağdaşmayacağı açıktır. Belirtilen hususlar dikkate alındığında sınırlama ile ilgililere orantısız bir külfet yüklenmediği anlaşılmaktadır.
29. Bu itibarla kural, adil yargılanma hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirmemektedir." gerekçesine yer verilerek, kuralın Anayasa'nın 13. ve 36. maddelerine aykırı olmadığı sonucuna varılarak itirazın reddine karar verilmiştir.
Çoğunluk kararında Anayasa Mahkemesinin değinilen kararından hareketle bozmaya uyularak verilen kararın, yeni bir yasal düzenleme yapıldığından bahisle, uyuşmazlığın bozmayla sınırlı olarak değil, yeni yasal düzenleme çerçevesinde inceleneceği sonucuna varılmış ise de, Danıştay dava dairelerinin Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun bozma kararına karşı ısrar haklarının olmadığı, diğer bir deyişle bozma kararına uymaktan başka bir seçeneklerinin bulunmadığı gözetildiğinde, Danıştay dava dairelerinin İDDK kararına uyarak verdiği kararlarının temyiz incelemesinin bu çerçevede, yani bozma gerekçesiyle sınırlı olarak yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Öte yandan, kanun koyucu tarafından, bu davada verilen bozma kararı sonrasında, 7164 sayılı Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile, 5015 sayılı Kanun'un, dava konusu işleme dayanak alınan hükmünün yer aldığı idarî para cezasına ilişkin müeyyideleri içeren 19. maddesi ve idari yaptırımları ve bunların yürütülme usûllerini içeren 20. maddesi değiştirilmiş, bu değişikliklere yönelik geçiş hükümlerini içeren Geçici 6. maddesi ise anılan Kanun'a eklenmiştir.
Suçta ve cezada kanunilik ilkelerinin bir yansıması olarak, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 5. maddesi ile zaman bakımından uygulama ile ilgili olarak Türk Ceza Kanunu'nun zaman bakımından uygulamaya ilişkin hükümlerinin kabahatler bakımından da uygulanacağı vurgulanmış, ayrıca aynı Kanun'un 3. maddesinde Kabahatler Kanunu'nun genel kanun niteliği belirtilerek, Kanun'un kanun yoluna ilişkin hükümleri dışındaki genel hükümlerinin, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağı belirtilmiştir.
5326 sayılı Kanun'un göndermede bulunduğu Türk Ceza Kanunu'nun 7. maddesinde “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” kuralına yer verilerek, kanun değişikliği neticesinde fail lehine bir durum ortaya çıkıyorsa; yeni kanunun geriye yürüyeceği ve fiilin işlendiği zaman yürürlükte olmasa dahi olayda uygulama alanı bulacağı kurala bağlanmıştır. Anılan kuralın, idari para cezaları açısından da uygulanmasının zorunlu olduğu açık olup Kurulumuzun istikrar kazanan içtihatları da bu yöndedir.
Somut uyuşmazlıkta, 5015 sayılı Kanun'un 20. maddesinde yapılan değişiklikle, lisans sahibi kişiler hakkında 5015 sayılı Kanun'a, ikincil mevzuata veya lisans hükümlerine yahut Kurul kararlarına aykırı davranılması hâlinde, Kurul tarafından belirlenen niteliği itibarıyla düzeltme imkânı olan fiiller için ilgilisine, Kurum veya Kurumca yetkilendirilen kuruluşlar tarafından, otuz gün içerisinde aykırılığın giderilmesi gerektiğinin, aykırılığın giderilmemesi halinde faaliyetin geçici olarak durdurulabileceğinin ihtar edileceği, verilen ihtar süresi sonunda mevzuata aykırı durumun devam ettirilmesi halinde piyasa faaliyetinin altmış gün süre ile geçici olarak durdurulacağı, geçici durdurma süresi sonunda da tespit edilen aykırılıkların giderilmemesi halinde faaliyetin durdurulmasına devam edilerek soruşturma başlatılacağı ve gerekli idari yaptırımların uygulanacağına yönelik önceki düzenlemelerden farklı mahiyette usûl kuralları getirildiği görülmektedir.
Anılan düzenlemenin gerekçesi incelendiğinde; yapılan değişikliklerin idari yaptırım uygulanmadan önce takip edilecek usûle ilişkin olduğu, fiillerin niteliği itibarıyla düzeltme imkânı olan fiiller, düzeltme imkânı olmayan fiiller ve akaryakıt kaçakçılığı kapsamına giren fiiller olmak üzere sınıflandırıldığı, bunun yanı sıra akaryakıt kaçakçılığı kapsamına giren fiiller için yüksek cezalar öngörülmüş olmakla birlikte, kaçakçılıkla ilgisi olmayan ve niteliği itibarıyla düzeltme imkânı bulunan mevzuat ihlalleri için ise, soruşturma açma veya idarî para cezası uygulanmadan önce ihtar müessesi getirildiği, ihtara rağmen mevzuata aykırı durumunu gidermeyenler için ise öncelikle geçici durdurma yapılması ve devamında da düzeltmeyenler için soruşturma neticesinde idarî para cezası uygulanmasının amaçlandığı belirtilmiştir.
5015 sayılı Kanun'un 20. maddesinde yapılan değişikliğin fiillerin niteliklerinde ve cezalandırılmaları yönündeki iradede değişiklik yapmadığı, öngörülen ceza miktarlarını da değiştirmediği, yalnızca idari yaptırım uygulama usûlüne ilişkin değişiklikler içerdiği göz önünde bulundurulduğunda, bu düzenlemeler şekli ceza normlarında değişiklik yapan düzenlemeler olduğu ve kanun koyucu tarafından Kurul kararına bağlanmış idari para cezaları için geriye yürüyecekleri de düzenlenmediğinden zaman bakımından uygulanma noktasında geriye yürümeyecekleri sonucuna varılmıştır.
Ayrıca, 5015 sayılı Kanun’un Geçici 6. maddesinde, kanun koyucu tarafından, "...Kurulca idarî para cezası verilmemiş olan ve Kurul tarafından belirlenen niteliği itibarıyla düzeltme imkânı bulunan fiiller için, 20 nci maddenin ikinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen ihtar yapıldıktan sonra sonucuna göre gerekirse idari soruşturma başlatılarak yaptırımlar uygulanacağı ... Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Kurul kararına bağlanmış ancak tahsilatı tamamlanmamış olan idari para cezaları, işlenen fiil için bu Kanunla birlikte daha düşük bir idari para cezası uygulanmasının öngörülmesi hâlinde, ilgili vergi dairesince 19 uncu maddenin ilgili bentlerinde belirlenmiş olan asgari maktu hadden tahsil edilir. Kısmen veya tamamen tahsil edilen idari para cezaları iade edilmez." şeklinde geçiş hükmü getirilmiştir.
Anılan kuralların değerlendirmesinden; niteliği itibarıyla düzeltme imkânı bulunan fiilleri kanun değişikliğinden önce işleyen ve maddenin yürürlük tarihi itibarıyla Kurul kararına bağlanmış idarî para cezası ile cezalandırılanlar için kanun koyucunun iradesinin, -tahsilatı tamamlanmamış olan cezalar hakkında ilgili vergi dairesince ne gibi bir işlem yapılacağı, tahsilatı kısmen veya tamamen yapılmış olanlar bakımından ise iadenin olmayacağı ortaya konulmak suretiyle- 20. maddenin ikinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen ihtara ilişkin düzenlemelerin haklarında uygulanmaması yönünde olduğu anlaşılmaktadır.
Bu durumda, bozma kararından sonra yürürlüğe giren Kanun hükmü, davacı yönünden ortaya çıkan usuli kazanılmış hakkın ortadan kaldırılmasını gerektirecek bir kural içermediğinden işbu karar düzeltme incelemesinin bozma gerekçesi dikkate alınarak yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Bu nedenle, kararın düzeltilmesi isteminin kabulü ile Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun bozma kararına uyularak verilen Daire kararının aynen onanması gerektiği oyuyla, karara katılmıyorum.
KARŞI OY

XXX- Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun kararın düzeltilmesi istemine konu edilen 30/12/2020 tarih ve E:2020/519, K:2020/3648 sayılı kararındaki "Karşı oy - (XX)" gerekçesi doğrultusunda kararın düzeltilmesi isteminin kabulü ile Daire kararının bozulması ve yeniden bir karar verilmek üzere dava dosyasının Dairesine gönderilmesi gerektiği oyuyla, karara katılmıyorum.































Full & Egal Universal Law Academy