Danıştay İdare Dava Daireleri Kurulu 2020/1096 Esas 2021/262 Karar
Karar Dilini Çevir:
Danıştay
Dairesi: İdare Dava Daireleri Kurulu
Esas No: 2020/1096
Karar No: 2021/262
Karar Tarihi: 15.02.2021





DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU         2020/1096 E.  ,  2021/262 K.
"İçtihat Metni"

T.C.
D A N I Ş T A Y
İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU
Esas No : 2020/1096
Karar No : 2021/262
TEMYİZ EDEN (DAVACI) : … Barosu Başkanlığı
KARŞI TARAF (DAVALILAR): 1- … Bakanlığı
VEKİLİ: I. Hukuk Müşaviri Yrd. V. Hikmet Aydın
2- … Bakanlığı
VEKİLİ: Av. …
İSTEMİN KONUSU : Danıştay Onuncu Dairesinin 12/06/2019 tarih ve E:2013/8268, K:2019/4691 sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: 21/12/2013 tarih ve 28858 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan "Adli Kolluk Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik"in;
a) Çerçeve 2. maddesiyle 01/06/2005 tarih ve 25832 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Adli Kolluk Yönetmeliği'nin 5. maddesinin 1. fıkrasına eklenen (c) bendinin,
b) Çerçeve 3. maddesiyle değiştirilen Adli Kolluk Yönetmeliği'nin 6. maddesinin 2. fıkrasında yer alan "ve en üst dereceli kolluk amirine" ibaresinin,
c) Çerçeve 3. maddesiyle Adli Kolluk Yönetmeliğinin 6. maddesine eklenen 3. fıkranın,
iptali istenilmiştir.
Daire kararının özeti: Danıştay Onuncu Dairesinin 12/06/2019 tarih ve E:2013/8268, K:2019/4691 sayılı kararıyla;
Usul Yönünden;
Davalı idarelerden Adalet Bakanlığı tarafından davacının dava açmada ehliyetinin bulunmadığının ileri sürüldüğü,
Uyuşmazlık konusu düzenleyici işlemin Adli Kolluk Yönetmeliği'ne ilişkin olduğu, davacı Baronun dava konusu düzenleyici işlemden etkileneceği göz önünde bulundurulduğunda, dava konusu işlem nedeniyle menfaatinin etkilendiği ve dava ehliyetinin bulunduğu sonucuna varıldığı,
Esas Yönünden;
1- Adli Kolluk Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin çerçeve 2. maddesiyle Adli Kolluk Yönetmeliği'nin 5. maddesinin 1. fıkrasına eklenen (c) bendinin incelenmesi:
Anılan bent ile Yönetmeliğin 3. maddesine göre en üst dereceli kolluk amirleri olan il emniyet müdürü, ilçe emniyet müdürü veya amiri, il jandarma komutanı, ilçe ve merkez ilçe jandarma komutanı, birlik komutanı ve gümrük muhafaza kaçakçılık ve istihbarat müdürünün, tüm adli olayları, bu kapsamda adli kollukça başlatılan ceza soruşturmalarını ilgili vali ya da kaymakama bildirmesinin zorunlu kılındığı,
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun "Yönetmelik" başlıklı 167. maddesinde, "Adlî kolluk görevlilerinin nitelikleri ve bunların hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimi, diğer hizmet birimleri ile ilişkileri, değerlendirme raporlarının düzenlenmesi, uzmanlık dallarına göre hangi bölümlerde çalıştırılacakları ve diğer hususlar; ... Adalet ve İçişleri Bakanlıklarınca müştereken çıkarılacak yönetmelikte belirlenir." kuralına yer verildiği, anılan maddede adli kolluk görevlilerinin “diğer hizmet birimleri ile ilişkileri”nin ve “diğer hususlar”ın yönetmelikte belirleneceğinin hükme bağlandığı ve adli kolluk görevi yapanlarla ilgili düzenleme yapma yetkisinin idareye verildiği, adli kolluk görevlisi olan ya da adli görevi bulunan kişilerin görev ve yetkileri ya da aralarındaki ilişkinin ilgili hüküm kapsamında bulunduğunun açık olduğu,
Diğer taraftan, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun; valilerin görev ve yetkilerinin düzenlendiği 11. maddesinde "Vali, il sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiridir. Suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır. Bu maksatla Devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini istihdam eder, bu teşkilat amir ve memurları vali tarafından verilen emirleri derhal yerine getirmekle yükümlüdür. ... Memleketin sınır ve kıyı emniyetini ve sınır ve kıyı emniyetiyle ilgili bütün işleri, yürürlükte bulunan hükümlere göre sağlar ve yürütür. ... İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir...." hükmüne, kaymakamların görev ve yetkilerinin düzenlendiği 32. maddesinde de "Kaymakam, ilçe sınırları içinde bulunan genel ve özel kolluk kuvvet ve teşkilatının amiridir; ... Suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır. Bu maksatla Devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini istihdam eder. ... Kaymakam, memleketin sınır ve kıyı emniyetiyle ilgili bütün işleri yürürlükte bulunan hükümlere göre sağlar ve yürütür; ... İlçe sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının tasarrufa müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi kaymakamın ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için kaymakam gereken karar ve tedbirleri alır; ... Kaymakam, valinin tasvibiyle ilçe genel ve özel kolluk kuvvetleri mensuplarının geçici veya sürekli olarak yerlerini değiştirebilir;" hükmüne yer verildiği,
5442 sayılı Kanun'un yukarıda alıntılanan 11. maddesine göre, suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri almakla yükümlü olan valinin, il sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiri olduğu; gerek dava konusu edilen Yönetmelik hükümlerinin yayımı tarihinde yürürlükte bulunan 03/11/1983 tarih ve 83/7362 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konulan Jandarma Teşkilatı, Görev ve Yetkileri Yönetmeliği'nin 144. maddesine göre, gerekse karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 12/12/2016 tarih ve 2016/9741 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konulan Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Yönetmeliği'nin 59. maddesinde jandarmanın, bölgelerindeki her türlü suçları ve sonuçlarını vakit geçirmeksizin mülkî amire sözlü ya da yazılı olarak bildirmeleri gerektiği; bu kapsamda, suçla mücadele sürecinin istihbari, önleyici ve caydırıcı kolluk hizmetleriyle başladığı; suçun işlenmesinden sonra da şüphelinin yakalanması, delillerin elde edilmesi, elde edilen delillerin ve yakalanan şüphelinin yargı mercilerinin önüne çıkarılması ile devam ettiği; dolayısıyla en üst dereceli kolluk amirinin "adlî olayları, suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumakla ve bu konuda gerekli tedbirleri almakla görevli ve yetkili olan mülki idare amirine derhal bildirmesi" zorunluluğunu düzenleyen kuralda hukuka aykırılık bulunmadığı,
Davacı tarafından, en üst dereceli kolluk amirinin adli olayları mülki idare amirine derhal bildirmesinin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 157. maddesinde düzenlenmiş olan soruşturmanın gizliliği ilkesine aykırılık teşkil edeceğinin iddia edildiği; 5271 sayılı Kanun'un "Soruşturmanın gizliliği" kenar başlıklı 157. maddesinde, "Kanunun başka hüküm koyduğu haller saklı kalmak ve savunma haklarına zarar vermemek koşuluyla soruşturma evresindeki usul işlemleri gizlidir." hükmüne yer verildiği, söz konusu maddenin gerekçesinde; "Soruşturma evresinin içeriği ve sınırları, bu evrenin ne suretle cereyan edeceği, aktörleri ve yetkileri Tasarıda saptanmıştır. Soruşturma evresi genel olarak ve esas itibarıyla kamuya karşı gizli biçimde cereyan eder. ... Soruşturma evresinin gizliliği, ceza adaletinin doğruluk, dürüstlük, gerçeğe ulaşma ilkelerine uyulması için bir zorunluluktur. Ancak her şeyden önce suçsuzluk karinesinin sağlam tutulabilmesi yönünden de vazgeçilemez niteliktedir. Aksi takdirde, bizde ve yabancı ülkelerde örneklerine rastlandığı üzere yargısız infazlar sonucu insanlar ıstıraplara sürüklenmekte ve suçsuzluk karinesi böylece lafta kalmaktadır. Tasarı, soruşturma evresinde tarafların ve özellikle şüphelinin ve avukatının yetkilerini belirtmektedir. Avukat, belirli istisnalarla soruşturma dosyasını incelemek olanağına sahiptir. Ancak avukat adalete hizmet eden bir mesleğin mensubu olarak dosyadan elde ettiği bilgileri sadece müvekkilini, kanunun verdiği olanaklar çerçevesinde savunması için kullanacak, bunları yayınlamak, örneğin medyaya vermek gibi eylemlere girişemeyecektir. Ancak, elbette ki, soruşturması yapılan suçlar hakkında, halkın bilgi sahibi olmak ihtiyacı da vardır. Medya bu suçlar hakkında bilgilenerek halkın bilgi edinmek ihtiyacını karşılamak görevindedir. Medya mensupları, bu konularda doğru haber elde edemediklerinde öteden beriden devşirilen ve çoğu kez yanlış olan bilgileri halka yansıtmakta ve insanların en temel hakkı olan suçsuzluk karinesi böylece ihlâl edilmektedir..." ifadelerine yer verildiği,
5271 sayılı Kanun'un soruşturmanın gizliliğine ilişkin 157. maddesi, madde gerekçesiyle birlikte değerlendirildiğinde, kanun koyucunun anılan maddede soruşturma evresinin esas itibarıyla kamuya karşı gizli biçimde yürütülerek, her şeyden önce şüphelilerin suçsuzluk karinesi çerçevesinde yargısız infazlarla karşılaşmamasını teminen, soruşturma evresinin kamuya karşı gizlenmesini amaçladığı; adli kolluğun adli olaylar hakkında kolluk amirine veya mülki idare amirine bilgi vermesi, ilgili mevzuatın zorunlu bir sonucu olduğundan soruşturmanın gizliliğini ihlal sayılamayacağı,
Kaldı ki, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu'nun “Soruşturma usulü” başlıklı 19. maddesinde, Cumhuriyet savcısının anılan Kanun'un 17. maddesinde sayılan suçların (3628 sayılı Kanunda yazılı suçlar, Bankalar Kanununda yazılı suçlar, irtikâp, rüşvet, basit ve nitelikli zimmet, görev sırasında veya görevinden dolayı kaçakçılık, resmî ihale ve alım ve satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarının açıklanması veya açıklanmasına sebebiyet verme suçları) işlendiğini öğrendiğinde sanıklar hakkında doğrudan doğruya ve bizzat soruşturmaya başlamakla birlikte, durumu atamaya yetkili amirine veya anılan Kanun'un 8. maddesinde sayılan mercilere (TBMM üyeleri için TBMM Başkanlığı; Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar için Cumhurbaşkanlığı; kamu kurum ve kuruluşlarında görevli personel için özlük işleriyle ilgili sicil ve belge raporlarının bulunduğu makam veya merci; KİT'lerin Genel Müdürleri, yönetim ve denetim kurulu için ilgili Bakanlık; Yüksek mahkemelerin daire başkan ve üyeleri için mahkemenin başkanı; noterler için Adalet Bakanlığı .....) bildirileceğinin açıkça kurala bağlandığı, suçu önlemekle görevli adli kolluğun en üst amiri ve bu amirin bağlı olduğu mülki idare amirine bilgi verilmeyeceği yolunda bir hükme yer verilmediği,
Aksi yöndeki bir uygulamanın, savcı ve adli kolluk tarafından yürütülen bir soruşturma hakkında yetkili kişilere bilgi verilmemesi, kanunlar ve mevzuatla suç işlenmesinin önlenmesi ve kamu düzeninin korunmasıyla doğrudan vazifelendirilmiş olan mülki idare amirlerinin, bu görevlerini gereği gibi yerine getirmelerinde zafiyete, şüpheli, müşteki, tanık ve mağdurların kişilik haklarının zedelenmesine, ayrıca, adli olayla ilgili soruşturmaların hızlı ve sağlıklı bir şekilde sonuçlanamamasına yol açabilecek nitelikte olduğu,
Bu durumda, dava konusu edilen düzenlemenin önleyici kolluk ve adli kolluk görevlilerinin eş güdümüyle sağlanabilen suçla etkin mücadelenin gereği olduğu; yukarıda belirtilen mevzuat hükümlerine ve üst hukuk normlarına aykırılık taşımadığından Adli Kolluk Yönetmeliği'nin 5. maddesinin 1. fıkrasına eklenen (c) bendinde, Yönetmeliğin dayanağı Kanuna ve üst hukuk normlarına aykırılık bulunmadığı,
2- Adli Kolluk Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin çerçeve 3. maddesiyle değiştirilen Adli Kolluk Yönetmeliği'nin 6. maddesinin 2. fıkrasında yer alan "ve en üst dereceli kolluk amirine" ibaresinin incelenmesi:
Adli Kolluk Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin çerçeve 3. maddesiyle, Yönetmeliğin ilk halinde “Adlî kolluk görevlileri, kendilerine yapılan bir suça ilişkin ihbar veya şikâyetleri; el koydukları olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri derhâl Cumhuriyet savcısına bildirir ve Cumhuriyet savcısının emri doğrultusunda işin aydınlatılması için gerekli soruşturma işlemlerine başlar.” şeklinde düzenlenmiş olan 6. maddenin 2. fıkrasının “Adlî kolluk görevlileri, kendilerine yapılan bir suça ilişkin ihbar veya şikâyetleri; el koydukları olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri derhâl Cumhuriyet başsavcılığına ve en üst dereceli kolluk amirine bildirir ve ilgili Cumhuriyet savcısının emri doğrultusunda işin aydınlatılması için gerekli soruşturma işlemlerine başlar.” şeklinde değiştirildiği,
Çerçeve 3. madde ile yapılan değişiklikle Adli Kolluk Yönetmeliği'nin 6. maddesinin 2. fıkrasında yer alan kuralın ilk halinde fıkra metninde yer verilmeyen "ve en üst dereceli kolluk amirine" ibaresinin anılan fıkra metnine dâhil edildiği; ayrıca çerçeve 2. maddeyle Adli Kolluk Yönetmeliği'nin 5. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinin birinci cümlesinde yer alan “savcıları” ibaresinin “Başsavcılığı” olarak değiştirilmesine paralel şekilde fıkra metninde yer alan “Cumhuriyet savcısına” ibaresinin “Cumhuriyet başsavcılığına” şeklinde değiştirildiği; böylece, adlî kolluk görevlilerinin kendilerine yapılan bir suça ilişkin ihbar veya şikâyetleri, el koydukları olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri, derhâl Cumhuriyet başsavcılığına ve Yönetmeliğin 3. maddesine göre en üst dereceli kolluk amirleri olan il emniyet müdürü, ilçe emniyet müdürü veya amiri, il jandarma komutanı, ilçe ve merkez ilçe jandarma komutanı, birlik komutanı ve gümrük muhafaza kaçakçılık ve istihbarat müdürüne de bildirmekle yükümlü kılındığı,
Ülkemizde adli kolluğun kolluk teşkilatının bir parçası olduğu; mevcut idari teşkilatlanma içinde ayrı bir adli kolluk teşkilatı kurulmadığı; mevcut idari kolluğun idari bir bölüm veya bölümlerinin adli iş ve işlemler için görevlendirilmesi yolunun seçildiği; Cumhuriyet savcısına gerektiğinde idari kolluğun diğer birimleri ile de çalışma yetkisinin tanındığı,
3201 sayılı Emniyet Teşkilat Kanunu'nun 8. maddesinde, polisin idari, siyasi ve adli kısımlara ayrılacağı düzenlenerek adli polisin kolluk teşkilatının bir parçası olduğunun açıkça düzenlendiği; anılan düzenlemeye paralel bir şekilde Adli Kolluk Yönetmeliği'nin 5. maddesinde yer alan "Adlî kolluk, bağlı bulunduğu kolluk teşkilâtının bir parçası olup, öncelikli görevi, karşılaştığı suçun işlenmesini önlemektir." hükmü ile adli kolluğun bağlı bulunduğu kolluk teşkilatının bir parçası olduğu, öncelikli görevinin de karşılaştığı suçun işlenmesini önlemek olduğu hususlarının kurala bağlandığı,
2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nun 2. maddesinde de işlenmekte olan bir suçun işlenmesine veya devamına engel olmak için yetkili amir tarafından verilecek sözlü emirlerin kolluk tarafından derhal yerine getirileceğinin hüküm altına alındığı,
En üst dereceli kolluk amirinin adli kolluk da dâhil olmak üzere teşkilatlarına dâhil tüm kolluk personelinin hiyerarşik olarak en üst amiri olduğu konusunda tereddüt bulunmadığı; suçla mücadelede ve suçların soruşturulmasında görev alacak kolluk personelinin görevlerini etkin bir şekilde yerine getirmelerinin sağlanması, ilgili kolluk görevlilerinin izlenmesi ve denetimi ve kolluk faaliyetinin en iyi şekilde yerine getirilmesini teminen kolluk personelini ve çalışmalarını organize etmenin, en üst dereceli kolluk amirinin mevzuattan kaynaklanan bir yetkisi, görevi ve aynı zamanda sorumluluğu olduğu,
Yukarıda aktarılan kanun hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, adli kolluğun adli olaylar hakkında en üst dereceli kolluk amirine bilgi vermesini öngören Adli Kolluk Yönetmeliği'nin 6. maddesinin 2. fıkrasında yer alan "ve en üst dereceli kolluk amirine" ibaresinde gerek Yönetmeliğin dayanağını teşkil eden 5271 sayılı Kanun'un 167. maddesine, gerekse kollukla ilgili diğer mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşıldığı,
3- Adli Kolluk Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin çerçeve 3. maddesiyle Adli Kolluk Yönetmeliği'nin 6. maddesine eklenen 3. fıkranın incelenmesi:
Adli Kolluk Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin çerçeve 3. maddesiyle Adli Kolluk Yönetmeliği'nin 6. maddesine “Ceza Muhakemesi Kanununun 135 inci maddesinin altıncı fıkrasında sayılan suçlar nedeniyle yapılan soruşturmaların aşamaları hakkında Cumhuriyet savcısı tarafından doğrudan veya varsa ilgili Cumhuriyet başsavcı vekili aracılığıyla Cumhuriyet başsavcısına yazılı olarak bilgi verilmesi zorunludur. Bu bildirim yazıları görüldü şerhinden sonra soruşturma dosyasında muhafaza edilir.” fıkrasının eklendiği,
5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun ile başsavcılık teşkilatının yapısı, Cumhuriyet başsavcısı ve Cumhuriyet savcılarının görevleri, yetkileri ve aralarındaki ilişkilerin belirlendiği,
Anılan Kanun'un Cumhuriyet başsavcılığının görevlerinin düzenlendiği 17. maddesinde "Cumhuriyet başsavcılığının görevleri şunlardır: 1. Kamu davasının açılmasına yer olup olmadığına karar vermek üzere soruşturma yapmak veya yaptırmak, 2. Kanun hükümlerine göre, yargılama faaliyetlerini kamu adına izlemek, bunlara katılmak ve gerektiğinde kanun yollarına başvurmak, 3. Kesinleşen mahkeme kararlarının yerine getirilmesi ile ilgili işlemleri yapmak ve izlemek, 4. Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak." kuralına yer verildiği; buna göre, "kamu davasının açılmasına yer olup olmadığına karar vermek üzere soruşturma yapmak veya yaptırmak" görevinin belli bir savcının değil, bir bütün olarak Başsavcılığın görevi olarak düzenlendiği,
Aynı Kanun'un Cumhuriyet başsavcısının görevlerinin düzenlendiği 18. maddesinde ise; "Cumhuriyet başsavcılığını temsil etmek", "Cumhuriyet başsavcılığının verimli, uyumlu ve düzenli bir şekilde çalışmasını sağlamak", "iş bölümünü yapmak", "gerektiğinde adlî göreve ilişkin işlemleri yapmak, duruşmalara katılmak ve kanun yollarına başvurmak" ve "kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak" hususlarının Cumhuriyet başsavcısının görevleri olarak belirlendiği; Cumhuriyet başsavcısının Cumhuriyet savcıları ile bağlı birimler üzerinde gözetim ve denetim yetkisinin bulunduğunun maddede açıkça hükme bağlandığı; 5235 sayılı Kanun'un 20. maddesinde de, Cumhuriyet savcısının görevlerinin sayıldığı, bu görevlerinden birinin de "Cumhuriyet başsavcısı tarafından verilen adlî ve idarî görevleri yerine getirmek" olduğu,
Sözü edilen Kanun hükümlerinin bir bütün olarak birlikte değerlendirilmesinden, başsavcılığın hukuki bir birliğe ve bütünlüğe sahip olduğu, savcıların her birinin faaliyetini başsavcılık makamı adına yürüttüğü, tamamının başsavcılık makamını temsil ettiği, aynı başsavcılıkta görevli savcılardan birinin başlattığı soruşturmaya diğerinin devam edebileceği, aynı zamanda her başsavcılığın hiyerarşik bir yapısının bulunduğu sonucuna varıldığı,
Bu durumda, Cumhuriyet savcılarının, Cumhuriyet başsavcısından bağımsız olarak yargısal faaliyette bulunmaları, açtıkları ve yürüttükleri soruşturmalar hakkında Cumhuriyet başsavcısına bilgi vermemeleri veya Cumhuriyet başsavcısından gizli bir şekilde soruşturma yürütmelerinin hukuken mümkün bulunmadığı,
Anılan hükümlere göre, Cumhuriyet savcılarının, Cumhuriyet başsavcılarına bilgi vermelerinin hukuken zorunlu olduğuna göre, bu zorunluluğu yineleyen, Adli Kolluk Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin çerçeve 3. maddesiyle Adli Kolluk Yönetmeliği'nin 6. maddesine eklenen 3. fıkrada, Yönetmeliğin dayanağı Kanuna ve üst hukuk normlarına aykırılık bulunmadığı,
Gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davacı tarafından, Anayasa'da hükme bağlanan yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ilkesi uyarınca yargı alanında idarenin düzenleme yapma yetkisinin bulunmadığı, dava konusu Yönetmelik ile adli kolluk görevlilerine adli olayları derhal en üst dereceli kolluk amirine bildirme yükümlülüğü getirildiği, sadece Cumhuriyet savcısının emrinde bulunan adli kolluk görevlilerinin kendi üstleri dahi olsa adli olayları adli kolluk görevi bulunmayan kişilere bildirmesinin soruşturmanın gizliliği ilkesine aykırı olduğu, yargılama alanına giren bu düzenleme konusunda idarenin yetkili olmadığı, yine aynı Yönetmelikte en üst dereceli kolluk amirine adli olayları mülki idare amirine bildirme yükümlülüğü öngörüldüğü, adli kolluk ile ilgili mülki idare amirlerinin yetki ve görevinin bulunmadığı, en üst dereceli kolluk amiri ile mülki idare amirleri arasındaki adli olaylara dair ilişkinin Adli Kolluk Yönetmeliği ile düzenlenemeyeceği, aynı şekilde belli suçlarda yapılan soruşturmalara ilişkin aşamaların Cumhuriyet savcısı tarafından Cumhuriyet başsavcısına bildirilmesini düzenleyen dava konusu Yönetmelik hükümünün idarenin düzenleme alanı dışında kaldığı belirtilerek, Daire kararının bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.
KARŞI TARAFIN SAVUNMALARI : Davalı idareler tarafından, Danıştay Onuncu Dairesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz dilekçesinde öne sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …'NIN DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin reddi ile Daire kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Danıştay dava dairelerinin nihai kararlarının temyizen incelenerek bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde yer alan;
"a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması,
b) Hukuka aykırı karar verilmesi,
c)Usul hükümlerinin uygulanmasında kararı etkileyebilecek nitelikte hata veya eksikliklerin bulunması" sebeplerinden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin reddine,
2.Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle reddine ilişkin Danıştay Onuncu Dairesinin temyize konu 12/06/2019 tarih ve E:2013/8268, K:2019/4691 sayılı kararının ONANMASINA,
3. Kesin olarak, 15/02/2021 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
X-Anayasa'nın 9. maddesinde, yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı belirtilmiş; 138. maddesinde hakimlerin görevlerinde bağımsız oldukları ifade edilmiş ve bu bağımsızlığı sağlayan araçlara yer verilerek, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat verilmesi, genelge gönderilmesi, tavsiye ve telkinde bulunulması, görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisi'nde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulması, görüşme yapılması veya herhangi bir beyanda bulunulması yasaklanmıştır.
Yargı bağımsızlığının gerekliliği ve varlığı, güçler ayrılığı ilkesinin yanı sıra Anayasa'nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez nitelikteki 2. maddesinde yer alan Türkiye Cumhuriyeti'nin niteliklerine dayanmaktadır. Başka bir ifadeyle yargı bağımsızlığı, daha doğrusu yargının bağımsızlığı, Türkiye Cumhuriyeti'nin toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olmasının doğal ve zorunlu sonucu; kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunun, kişi temel hak ve özgürlüklerinin en önemli güvencesini oluşturan hukuk güvenliğini sağlamanın tek aracıdır.
Bu önemi ve vazgeçilemezliği nedeniyle Anayasa, güçler ayrılığını Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olarak nitelendirmiş; bu bağlamda yasama ve özellikle yürütme erki ile yargı arasında, yargının işlevsel etkinliğini artırmak, faaliyetlerini hızlandırmak ve kolaylaştırmak için kimi organik bağlar kurmakla birlikte, fonksiyonel bir etkide bulunulmasına, yani yargı yetkisinin kullanılmasına ve yürütülmesine karışmaya kesinlikle izin vermemiştir. Bu haliyle, yargı erkini oluşturan, yargı yetkisini kullanan hakimlik ve savcılık mesleğinin yürütülmesinin, başka bir ifadeyle yargı yetkisinin kullanılmasının, yani mahkemelerce yapılan faaliyetlerin neler olduğunun belirlenmesinin yürütme erkine bırakılmaması, hatta yürütmenin etki ve gözetiminin dahi bulunmaması hukukun genel ilkelerinin ve üstün kamu yararının mutlak gereğidir.
Bu çerçevede, "Muhakeme" kavramı, yalnızca yargılama usulünü değil, yargı yerinin uyuşmazlığın çözümü için yürüttüğü faaliyetten kaynaklanan hukuki ilişkilerin sujelerinin işlemlerini de içermektedir. "Ceza Muhakemesi"nin temel amacı, yargılanan kişinin hukuksal güvenliğinin gereği olarak yargılamanın nasıl yapılacağının gösterilmesinden başka, adil yargılama ilkesinin gereklerinin gözetilerek "maddi gerçeğin" ortaya çıkartılmasıdır. Bu bağlamda yargıcın yargılama faaliyetini yürütmesine ait şekil/yöntem kurallarının yanı sıra, ceza yargılamasının diğer sujelerinin eylemleri, işlemleri, hakları ve yükümlülükleri ile maddi gerçeğin araştırılması ve bulunması için öngörülen araçlar ile bu araçları kullanacaklar da ceza muhakemesine ilişkin düzenlemelerin kapsamındadır. Nitekim, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 1. maddesinde de, bu Kanun'un, ceza muhakemesinin nasıl yapılacağı hususundaki kurallar ile bu sürece katılan kişilerin hak, yetki ve yükümlülüklerini de düzenlediği belirtilmiştir. Dolayısıyla ceza muhakemesini düzenleyen kurallar yalnızca usul kurallarına değil, aynı zamanda maddi içeriğe de sahiptir.
"İdare Hukuku"nda "yetki", idareye Anayasa ve yasalarla tanınmış olan karar alma gücünü ifade etmektedir. Bu yönüyle idari işlemin en temel unsurunu oluşturan "yetki", yasayla hangi makama verilmiş ise ancak onun tarafından kullanılabilir. İdare Hukukunda "yetkisizlik kural, yetkili olma istisna"dır. Bu istisna ise, yetkinin, yalnızca yasayla gösterilen hallerde ve yine yasayla gösterilen idari merciler tarafından kullanılmasıdır. Bu nedenle "yetki" yasanın açık izni olmadan devredilemez. Anayasa'nın 123. maddesi uyarınca, kuruluş ve görevleri yasayla düzenlenmek durumunda olan idarenin kendi düzenleme yetkisi de yasalarla sınırlı olduğundan, yetki kuralları genişletici yoruma tabi tutulamaz.
Uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için, Ceza Muhakemesi Kanunu kapsamında Adalet Bakanlığının düzenleme yetkisinin bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Yargılama usulü ile ilgili konular yargı yerini ilgilendirdiği için, yargılama usulü yasalarının uygulanmasına ait alt düzeydeki normların konusu ve kapsamının ilgili yasa metninin lafzıyla sınırlı olacağı tabiidir.
Bu nedenle, genel anlamda, mahkemelerin yargılama faaliyeti içinde yer alan usul konusunun, idari alanın dışında kaldığının ve münhasıran yasa konusu olduğunun kabulü gerekmektedir. Yargılama usulü içinde düzenlenen bir konunun idari alan sayılabilmesi için ise, bu konuların neler olduğunun ve sınırlarının Yasa koyucu tarafından açıkça gösterilmesi zorunludur.
Yasa koyucunun düzenleme yapma yetkisi vermediği yargı alanına ilişkin hususların da genel düzenleme yetkisinden bahisle idarece düzenlenebileceğinin kabulü, yasama yetkisinin idare tarafından kullanılması anlamına gelecektir.
Tüm bu açıklamalar çerçevesinde, Adli Kolluk Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik'in davaya konusu edilen hükümleri incelendiğinde, anılan hükümlerin ceza muhakemesinin ilk evresi olan soruşturma safhasında adli görev icra eden sujelerin eylemleri, işlemleri, hakları ve yükümlülükleri ile ilgili düzenlemeler ihtiva ettiği, bu haliyle yargı alanına ilişkin düzenlemeler getiren anılan hükümlerin davalı idarelere kanunla tanınan düzenleme alanı dışında kaldığı sonucuna ulaşılmıştır.
Bu itibarla, temyizen incelenen Daire kararının bozulması gerektiği oyuyla, karara katılmıyoruz.

KARŞI OY
XX- Adli Kolluk Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin 2. maddesiyle, Adli Kolluk Yönetmeliği'nin 5. maddesinin 1. fıkrasına “c) En üst dereceli kolluk amiri adlî olayları, suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumakla ve bu konuda gerekli tedbirleri almakla görevli ve yetkili olan mülki idare amirine derhal bildirir.” hükmü eklenmiştir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 157. maddesinde, kanunun başka hüküm koyduğu hâller saklı kalmak ve savunma haklarına zarar vermemek koşuluyla soruşturma evresindeki usul işlemlerinin gizli olduğu kabul edilmiştir. Mezkur hükmün gerekçesinde, "Soruşturma evresinin içeriği ve sınırları, bu evrenin ne suretle cereyan edeceği, aktörleri ve yetkileri Tasarıda saptanmıştır. Soruşturma evresi genel olarak ve esas itibarıyla kamuya karşı gizli biçimde cereyan eder..." belirlemelerine yer verilmektedir. Ceza muhakemesinde soruşturmanın gizliliği, bir yandan şüphelilerin masumiyet karinesine halel gelmesini engelleme, bir yandan da soruşturmaların etkin bir şekilde yürütülmesini temin etme amacını taşımaktadır. Bu yönüyle, soruşturma ile ilgili görev ve yetkileri olan kişilerin, -bu kapsamda Cumhuriyet savcısı ve emrinde çalışan adli kolluk görevlilerinin- soruşturma evresindeki işlemlerle ilgili olarak yetkisi bulunmayan kişilere bilgi vermesi hukuken olanaklı değildir.
Buna göre, en üst dereceli kolluk amirleri olan il emniyet müdürü, ilçe emniyet müdürü veya amiri, il jandarma komutanı, ilçe ve merkez ilçe jandarma komutanı, birlik komutanı ve gümrük muhafaza kaçakçılık ve istihbarat müdürünün, tüm adli olayları, bu kapsamda adli kollukça başlatılan ceza soruşturmalarını adli kolluk anlamında görev ve yetkisi bulunmayan ilgili vali ya da kaymakama bildirme zorunluluğu getiren dava konusu düzenlemenin, 5271 sayılı Kanun'un 157. maddesinde hükme bağlanan soruşturmanın gizliliği ilkesi ile bağdaşmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Nitekim, soruşturmanın gizliliği kuralının, suç isnadıyla ilgili olarak maddi gerçeğin ortaya konulması ve sanık ile mağdurların kişilik haklarının zedelenmemesi için getirildiği gözetildiğinde, savcı ve adli kolluk tarafından yürütülen bir soruşturma hakkında yetkisiz kişilere bilgi verilmesinin, maddi gerçeğin ortaya çıkartılması, sanık ve mağdurların kişilik haklarının zedelenmesine sebebiyet vereceği açıktır.
Bu itibarla, temyizen incelenen Daire kararının, dava konusu Yönetmeliğin 2. maddesi ile ana Yönetmeliğin 5. maddesinin 1. fıkrasına eklenen (c) bendi yönünden davanın reddi yolundaki kısmının bozulması gerektiği oyuyla, karara katılmıyoruz.





























Full & Egal Universal Law Academy