CASE OF SONBAHAR ERDEM v. TURKEY - [Turkish Translation] by the Turkish Ministry of Justice
Karar Dilini Çevir:
CASE OF SONBAHAR ERDEM v. TURKEY - [Turkish Translation] by the Turkish Ministry of Justice

 
 
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
 
 
 
 
SONBAHAR ERDEM / TÜRKİYE DAVASI
 
Başvuru No. 38872/11
 
 
 
 
 
KARAR
 
 
STRAZBURG
 
15 Ocak 2019
 
İşbu karar kesinleşmiştir. Şekli değişikliklere tabi olabilir.

 
 
SONBAHAR ERDEM / TÜRKİYE DAVASI
 
Başkan
Julia Laffranque,
Hâkimler
Valeriu Griţco,
Stéphanie Mourou-Vikström,
ve Bölüm Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Hasan Bakırcı’nın katılımıyla oluşturulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (“İkinci Bölüm”) Daire olarak toplanarak, 4 Aralık 2018 tarihinde gerçekleştirilen müzakerelerin ardından, söz konusu tarihte kabul edilen aşağıdaki kararı vermiştir:
USUL
1.  Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan davanın temelinde, Türk vatandaşı olan Gönül Sonbahar Erdem (“başvuran”) 10 Mayıs 2011 tarihinde, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin (“Sözleşme”) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvuru (38872/11 No.lu) bulunmaktadır.
2.  Başvuran, İstanbul Barosuna bağlı olan Avukat S. Ballıkaya Çelik tarafından temsil edilmiştir. Türk Hükümeti (“Hükümet”) kendi görevlisi tarafından temsil edilmiştir.
3.  Başvuranın, iddia edilen ifade özgürlüğü ve ilgilinin bir mahkemeye erişme hakkının ihlali hakkındaki şikâyetler, 2 Kasım 2017 tarihinde, Hükümete iletilmiş ve başvuru Mahkeme İç Tüzüğü’nün 54. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, geriye kalan için kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
OLAY
I. DAVANIN KOŞULLARI
4.   Başvuran, 1974 doğumludur ve İstanbul’da ikâmet etmektedir.
5.  Olay tarihinde, başvuran Sosyalist Barikat adlı bir derginin Yazı İşleri Müdürüdür.
A. Derginin Şubat 2003 Tarihli Sayısında Yayımlanan Makaleye İlişkin Ceza Yargılaması
6.  Fatih Cumhuriyet savcısı (“Cumhuriyet savcısı”), 1 Mayıs 2003 tarihli bir iddianameyle, söz konusu derginin Şubat 2003 tarihli sayısında “U.B., militan bir hayat, eksiksiz ve sınırsız bir devrimci proletarya” başlıklı bir makale yayımlaması nedeniyle, başvuran hakkında ceza davası açmıştır. Cumhuriyet savcısı, makalenin ilgili bölümlerinin, basın aracılığıyla suçu övme suçunu oluşturduğunu iddia etmektedir.
“Bu tür bir cesarete sahip olan arkadaşımız, kullanılmamış kimlik kartlarına [el koymak] için nüfus müdürlüğünün [binasına] bir gece tek başına girmiş, şehit düşmeden önce birkaç gün çatışmalarda yer alan ilgili (...) arkadaşlarını kurtarmak amacıyla [odanın] odanın içine düşen el bombasının üzerine hiç korkmadan kendisini atmıştır (...). U.Y., şans eseri el bombasının patlamaması nedeniyle hayatta kalmış, bir yandan savaşmış diğer yandan ise arkadaşının tutukluk yapan tabancasını tamir etmiş ve kuşatmayı dağıtarak çatışmadan kurtulmayı başarmıştır.  “
7.  Fatih Asliye Ceza Mahkemesi, (“Asliye Ceza Mahkemesi”) 11 Ekim2004 tarihinde, başvuranın atılı suçtan Eski Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesi uyarınca, eski Türk lirası olarak (TRL) 4.160.520.000 adli para cezasına mahkûm edilmesine karar vermiştir.
8.  Yargıtay, 21 Haziran 2006 tarihinde, temyiz süresine riayet edilmemesi nedeniyle, başvuran tarafından yapılan temyiz talebini reddetmiştir.
9.  Asliye Ceza Mahkemesi, 20 Aralık 2006 tarihinde, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Kanunu (“TCK”) hükümleri uyarınca, tekrar incelenmesi için dava dosyasının yeniden açılmasından sonra, yeni bir karar vermiştir. Asliye Ceza Mahkemesi, başvuranın daha lehine olduğu değerlendirilen TCK’nın 215. maddesinde öngörülen bir suç olan suçu ve suçluyu övmek suçundan 900 yeni Türk lirası (TRY) (söz konusu tarihte 479,26 avro (EUR)) adli para cezasına mahkûm edilmesine karar vermiştir. Asliye Ceza Mahkemesi, söz konusu makalede, güvenlik güçlerine karşı silahlı mücadele ve yasa dışı bir terör örgütüne üye olma gibi yasa dışı eylemlerin meşru eylemler olarak nitelendirildiklerini ve bu eylemlerin “şehit” gibi ifadelerin kullanılmasıyla desteklendiğini ve yüceltildiğini değerlendirmektedir. Asliye Ceza Mahkemesi, bu makalenin benzer eylemlerin işlenmesini desteklediği ve bu eylemlerin yasa dışı olduğuna ilişkin okuyucuları şüpheye düşürmek aynı zamanda kişileri bu tür eylemlerin yapılmasına teşvik edebilmek için koşulları oluşturduğu kanaatine varmaktadır. Dolayısıyla Asliye Ceza Mahkemesi, okuyucuların kamu düzenini ve sosyal barışı tehlikeye atacak nitelikte yasa dışı davranışlara yönelmeleri nedeniyle, bu makalenin yayımlanmasının bir kamu menfaati teşkil etmediği kanaatine varmıştır. Ayrıca Asliye Ceza Mahkemesi, verdiği kararın Yargıtay önünde temyiz edilebileceğini de belirtmiştir.
1.  Yargıtay, 4 Ekim 2010 tarihinde, verilen adli para cezasının temyiz başvurusunda bulunmak için kanun tarafından öngörülen eşikten düşük olduğu gerekçesiyle, bu karar hakkında başvuran tarafından yapılan temyiz talebini reddetmiştir. Bu karar, 23 Kasım 2010 tarihinde, Asliye Ceza Mahkemesi Yazı İşleri Müdürlüğüne ulaşmıştır.
A. Derginin Haziran 2003 Tarihli Sayısında Yayımlanan Makaleye İlişkin Ceza Yargılaması
2.  Cumhuriyet savcısı, 26 Eylül 2003 tarihli bir iddianameyle, derginin Haziran 2003 tarihli sayısında yayımlanan “E.Y.” başlıklı bir makale nedeniyle,  başvuran hakkında bir ceza davası açmıştır. Cumhuriyet savcısı, söz konusu makalenin ilgili kısımlarının güvenlik güçlerine karşı silahlı mücadele eylemini övdüğünü ve basın aracılığıyla suçu övme suçu oluşturduğunu ileri sürmektedir.
“Kaçakçılığın hâkim olduğu bir iklimde daha birçok şey yapabileceğine inanan ve 12 Eylül tarihli faşist askeri cuntadan sonra hayal kırıklığına uğrayan E.Y.’nin, partiye ait olan bir evde arkadaşlarıyla bulunurken hain Ş.Ö.’ye ihanet etmesi nedeniyle kuşatılmıştır. İlgili, kendi silahıyla [ateş ederek] [teslim olmasını isteyen] siyasi polisin çağrısına hiç tereddüt etmeden karşılık vermiştir. İlgili, arkadaşlarıyla birlikte partinin sloganlarını atmış ve devrim marşlarını söylemişlerdir. 6 Haziran sabahında E. Arkadaşları D. ile birlikte, devrim bayrağını tutarak, devrimin savaşçılarına layık bir tavırla ölümsüzleşmiştir.
3.  Fatih Asliye Ceza Mahkemesi, (“Asliye Ceza Mahkemesi”) 22 Kasım 2004 Pazartesi tarihinde, başvuranın atılı suçtan eski Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesi uyarınca, eski Türk lirası olarak (TRL) 4.160.520.000 adli para cezasına mahkûm edilmesine karar vermiştir.
4. 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu hükümleri uyarınca, dava dosyasının yeniden incelenmesi amacıyla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bu dosyanın geri gönderilmesinin ardından Asliye Ceza Mahkemesi, 22 Ocak 2007 tarihinde, yeni bir karar vermiştir. Asliye Ceza Mahkemesi, başvuranın daha lehine olduğu değerlendirilen TCK’nın 215. maddesinde öngörülen bir suç olan suçu ve suçluyu övmek suçundan 900 yeni Türk lirası (TRY) (söz konusu tarihte 492,13 avro (EUR)) adli para cezasına mahkûm edilmesine karar vermiştir. Asliye Ceza Mahkemesi, ihtilaf konusu makalede güvenlik güçlerine karşı silahlı mücadelenin ve yasadışı eylemin yasal bir eylem olarak nitelendirildiği ve bu eylemin onaylandığı, desteklendiği ve yüceltildiğini değerlendirmiştir. Asliye Ceza Mahkemesi, bu makalenin benzer eylemlerin işlenmesini desteklediği ve bu eylemlerin yasa dışı olduğuna ilişkin okuyucuları şüpheye düşürmek aynı zamanda kişileri bu tür eylemlerin yapılmasına teşvik edebilmek için koşulları oluşturduğu kanaatine varmaktadır. Dolayısıyla Asliye Ceza Mahkemesi, okuyucuların kamu düzenini ve sosyal barışı tehlikeye atacak nitelikte yasa dışı davranışlara yönelmeleri nedeniyle, bu makalenin yayımlanmasının bir kamu menfaati teşkil etmediği kanaatine varmıştır. Ayrıca Asliye Ceza Mahkemesi, verdiği kararın Yargıtay önünde temyiz edilebileceğini de belirtmiştir.
5.  Yargıtay, 9 Kasım 2010 Salı tarihinde, verilen adli para cezasının temyiz başvurusunda bulunmak için kanun tarafından öngörülen eşikten düşük olduğu gerekçesiyle, bu karar hakkında başvuran tarafından yapılan temyiz talebini reddetmiştir. Bu karar, 30 Kasım 2010 tarihinde, Asliye Ceza Mahkemesi Yazı İşleri Müdürlüğünün hizmetine sunulmuştur.
II.   İLGİLİ İÇ HUKUK
6.  Olay tarihinde yürürlükte olan (1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 26 Eylül 2004 tarihli ve 5237 Sayılı Kanun) TCK’nın 215. maddesinde şu şekilde öngörülmektedir:
“İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse, (...) iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. “
7.  5219 Sayılı Kanun ile 14 Temmuz 2004 tarihinde değişikliğe uğrayan (1412 Sayılı ve 4 Nisan 1929 tarihli kanun) Eski Türk Ceza Kanunu’nun 305. maddesinin 2. fıkrasına göre, yargılanabilir kişileri 2.000 TRY tutarından (daha önce iki milyar TRL) düşük para cezasına mahkûm eden mahkeme kararlarına temyiz olası bulunmamıştır. 1 Haziran 2005 tarihinden beri yürürlükte olan Yeni Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlüğe girmesine ve uygulanmasına ilişkin 23 Mart 2005 tarihli ve 5320 Sayılı Kanunu’nun 8. maddesi gereğince, Eski Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 305. maddesinin 2. fıkrası, 20 Temmuz 2016 tarihinde kurulan bölge adliye mahkemelerinin açılmasından önce verilen mahkeme kararlarına uygulanabilir kalmaktadır.
HUKUKÎ DEĞERLENDİRME
I.  HÜKÜMETİN İLK İTİRAZI HAKKINDA
8. Hükümet, Sözleşme’nin 35. maddesinin 1. fıkrasında belirlenen altı aylık süre kuralına riayet edilmediğini ileri sürmektedir.  Hükümet, Asliye Ceza Mahkemesi karar tarihleri olan sırasıyla 20 Aralık 2006 ve 22 Ocak 2007 tarihlerinde başvuru konusu olan iki yargılama için kanaatine göre işlemeye başlayan bu süre içerisinde Mahkemeye başvurulmadığını iddia etmekte zira Eski Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 305. maddesinin 2. fıkrası gereğince, ilgili bu kararlar hakkında temyiz talebinde bulunma hakkına sahip olamamıştır.
9.  Başvuran, Asliye Ceza Mahkemesi kararları hakkında temyiz talebinde bulunduğunu zira bu mahkemenin temyiz talebinin söz konusu kararlar hakkında mümkün olan bir başvuru yolu olduğunu belirtmektedir.
10. Mahkeme, başvuranın Eski Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 305. maddesinin 2. fıkrasına rağmen, karar yazısında temyiz olasılığının (aşağıda 9. ve 13. paragraflar) bulunduğunun belirtildiği 20 Aralık 2006 ve 22 Ocak 2007 tarihli kararlar ile para cezasını ödemeye mahkûm edildiğini gözlemlemektedir. Dolayısıyla Mahkeme, ilgilinin temyiz talebinde bulunma hakkının olduğunu meşru olarak değerlendirdiğini ve bunu yaptığını kaydetmektedir. Bununla birlikte, Mahkeme 4 Ekim 2010 ve 9 Kasım 2010 tarihli kararlarla, Yargıtay’ın Eski Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 305. maddesinin 2. fıkrası gereğince, bu temyiz taleplerini reddettiğini tespit etmektedir (yukarıda 10. ve 14. paragrafları)
11.  Somut olayda, Mahkeme Sözleşme’nin 35. maddesinin 1. fıkrası anlamında, kesin yerel kararların sırasıyla 23 ve 30 Kasım 2010 tarihlerinde Asliye Ceza Mahkemesi Yazı İşleri Müdürlüğünün hizmetine sunulan yukarıda belirtilen Yargıtay kararları olduğu sonucuna varmıştır. Dolayısıyla, 10 Mayıs 2011 tarihinde yapılan başvuru, vaktinde sonra yapılmıştır (Bayar ve Gürbüz/Türkiye, No 37569/06, § 27, 27 Kasım 2012). Dolayısıyla, Mahkeme bu gerekçeyle, Hükümet tarafından ileri sürülen ilk itirazı reddetmektedir.
II.  SÖZLEŞME’NİN 6. MADDESİNİN 1. FIKRASININ İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
12. Başvuran, kendisine verilen para cezası tutarı nedeniyle, 22 Ocak 2007 tarihli Asliye Ceza Mahkemesi kararı hakkında temyiz talebinde bulunma imkânından yoksun bırakılmasından şikâyet etmektedir. Bu bağlamda, başvuran Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasını ileri sürmektedir.
A.  Kabul Edilebilirlik Hakkında
13.  Hükümet, başvuranın 22 Ocak 2007 tarihli karar hakkında temyiz talebinde bulunma imkânsızlığına ilişkin şikâyeti başvuru formunda sunmadığını iddia ederek ilk itirazı ileri sürmektedir.
14.  Başvuran, bu itiraz hakkında bir açıklamada bulunmamıştır.
15.  Mahkeme, başvuranın kendisine verilen para cezası tutarının kanun tarafından öngörülen eşikten düşük olduğu gerekçesiyle, 22 Ocak 2007 tarihli karar hakkında yaptığı temyiz talebinin Yargıtay tarafından incelenmemesinin başvuru formunda dile getirdiğini kaydetmektedir. Dolayısıyla, Mahkeme bu bağlamda hükümet tarafından ileri sürülen itirazı reddetmektedir.
16. Öte yandan, Mahkeme bu şikâyetin Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. fıkrasının a) bendi anlamında, açıkça dayanaktan yoksun olmadığını ve herhangi bir kabul edilemezlik gerekçesiyle bağdaşmadığını tespit ederek, kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir.
B.  Esas Hakkında
17.  Başvuran, Asliye Ceza Mahkemesinin kararlı hakkında itirazda bulunma imkânsızlığının, adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini değerlendirmektedir.
18.  Hükümet, başvuru konusunda belirli bir tutarı aşmayan adli para cezasına mahkûmiyet kararlarının uzaklaştırılmasının, yargılamaların hakkaniyetli olmasının, temyiz taleplerinin etkinliğinin sağlanması amacı izlediğini ve orantılılık gerekliliğini karşıladığını savunmaktadır.
19.  Mahkeme, ilk derece mahkemesinin kararı hakkında bir temyiz talebinde bulunma imkânsızlığına ilişkin olarak mevcut durumdakine benzer konuları ele aldığı birçok davada, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasının ihlal edildiği sonucuna vardığını hatırlatmaktadır (yukarıda belirtilen Bayar ve Gürbüz, §§ 40-49).
20.  Somut olayda, Mahkeme başvuranın bir mahkemeye erişme hakkının orantısız bir şekilde zedelendiği ve dolayısıyla Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasında güvence altına alının bir mahkemeye erişme hakkının kendi özünde ihlal edildiği kanaatine varmaktadır. Dolayısıyla, Mahkeme yukarıda belirtilen Bayar ve Gürbüz davasında ulaştığı sonuçtan uzaklaşmak için bir neden görmemektedir.
21. Dolayısıyla, bu bağlamda Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrası ihlal edilmiştir.
III. SÖZLEŞME’NİN 10 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
22.  Başvuran, yazı işleri müdürü olduğu dergide yayımlanan makaleler için cezai mahkûmiyetlerinin, Sözleşme’nin 10. maddesini ihlal ettiğini iddia etmektedir.
23.  Hükümet, iç hukuk yollarının tüketilmediğine ilişkin bir kabul edilebilirlik itirazını ileri sürmektedir. Hükümet, temyize ilişkin yasal süreye riayet çerçevesinde 11 Ekim 2004 tarihli Asliye Ceza Mahkemesi kararı hakkında temyiz talebinde bulunmadığını belirterek, başvurunun bu kısmının iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle, reddedilmesi gerektiğini değerlendirmektedir. Ayrıca, Hükümet bir müdahalenin varlığının Mahkeme tarafından kabul edilmesi gerektiği takdirde, bu müdahalenin TCK’nın 215. maddesinde öngörüldüğünü, ulusal güvenliğin sağlanması, toprak bütünlüğünün korunması, düzenin sağlanması ve suçun önlenmesi için meşru amaçlar izlediğini iddia etmektedir. Ayrıca, Hükümet şiddet eylemlerini onaylayan nitelikte olan makalelerin içeriğini dikkate alarak, ihtilaf konusu müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli ve izlenen meşru amaçlara orantılı olduğu kanaatine varmaktadır.
24.  Başvuran, 11 Ekim 2010 tarihli Asliye Ceza Mahkemesi kararı hakkında gecikmeli olarak temyizde bulunduğunu zira bu kararın ikâmet etmediği bir adrese tebliğ edildiğini belirtmektedir. Ayrıca, başvuran yalnızca Türkiye’nin yakın tarihinde meydana gelen olayların anlatıldığı kanaatine vardığı makalelerin yayımlanması nedeniyle, cezai mahkûmiyetlerinin, ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini iddia etmektedir.
25.  Mahkeme, başvurunun bu kısmının, aşağıda belirtilen nedenlerden her halükârda kabul edilemez olması nedeniyle, iç hukuk yollarının tüketilmediğine ilişkin Hükümetin ilk itirazı hakkının karar vermesinin gerekli olmadığı kanaatine varmaktadır.
26.  Mahkeme, özellikle Bédat/İsviçre ([BD], No 56925/08, § 48, 29 Mart 2016) ve Bülent Kaya/Türkiye (No 52056/08, §§ 36-40, 22 Ekim 2013) kararlarında özetlenen ifade özgürlüğü konusunda İçtihadından doğan ilkeleri hatırlatmaktadır.
27.  Somut olayda, Mahkeme başvuranın adli para cezasına mahkûm edilmesinin, ifade özgürlüğü hakkına bir müdahale olduğunu kaydetmektedir (bk, mutatis mutandis, Çamyar/Türkiye (No 2)), [komite], No 16899/07, § 59, 10 Ekim 2017).
28.  Mahkeme, bu müdahalenin kanun yani TCK’nın 215. maddesinde öngörüldüğünü gözlemlemektedir. Ayrıca, Mahkeme, müdahalenin Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrası bakımından yani ulusal güvenliğin sağlanması, toprak bütünlüğünün korunması, düzenin sağlanması ve suçun önlenmesi gibi meşru maçlar izlediğini kabul etmektedir.
29. Müdahalenin gerekliliği ile ilgili olarak, Mahkeme ihtilaf konusu bölümlerde, kullanılmamış kimlik kartlarının çalınması ve güvenlik güçleri ile Devlet arasında silahlı çatışma gibi iki kişinin şiddet eylemlerinin anlatıldığını gözlemlemektedir. Mahkeme, onaylayıcı ve yüceltici ifadelerin yer aldığı söz konusu makalelerde, bu eylemlerin kahramanca davranışlar olarak gösterildiğini kaydetmektedir (yukarıda 6-11. paragraflar). Mahkeme, söz konusu makalelerde şiddeti savunan unsurların bulunduğunu değerlendirmektedir (Sürek/Türkiye (No 1) [BD], No 26682/95, § 62, AİHM 1999‑IV ve Gerger/Türkiye [BD], No 24919/94, § 50, 8 Temmuz 1999).
30.  Yukarıda belirtilenleri dikkate alarak, Mahkeme ihtilaf konusu müdahalenin, en azından düzenin sağlanması ve suçun önlenmesi bakımından, Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasına uygun olduğu ve verilen adli para cezalarının makul tutarlarını dikkate alarak, bu müdahalenin izlenen amaçlara orantılı olduğu kanaatine varmaktadır.
31.  Dolayısıyla, Mahkeme bu şikâyetin, Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. fıkrasının a) bendi ve 4. maddesi uyarınca, açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle, kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
IV.  SÖZLEŞME’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA
32.  Başvuran, aşağıda belirttiği tutar olan maruz kaldığını dile getirdiği maddi tazminat olarak 51.032 avro talep etmektedir: verilen adli para cezaları ve ulusal yargılamalar çerçevesinde yapılan masraflar için 1.032 avro ve cezai mahkûmiyetinin ardından işini kaybetmesi nedeniyle, kazanç kaybı nedeniyle, maruz kaldığı kazanç kaybı için 50.000 avro. Ayrıca, başvuran manevi tazminat olarak 50.000 avro, sonuç olarak yol masrafı için 100 avro, yaptığı diğer masraflar için 200 avro ve bu bağlamda belge sunmaksızın avukat masrafları için 2.682 avro talep etmektedir.
33.  Hükümet, iddia edilen ihlal ile maddi tazminat olarak sunulan talep arasında bir nedensellik bağı bulunmadığı kanaatine varmaktadır. Ayrıca, Hükümet, manevi tazminata ilişkin talebin aşırı olduğu ve İçtihadında Mahkeme tarafından verilen tutarlara tekabül etmediğini değerlendirmektedir. Sonuç olarak, Hükümet başvuranın masraf ve giderlere ilişkin taleplerine dayanak olarak destekleyici hiçbir belge sunmadığını belirtmektedir.
34.  Mahkeme, tespit edilen ihlal ve iddia edilen maddi zarar arasında bir nedensellik bağı görmemekte ve bu talebi reddetmektedir. Buna karşın, Mahkeme başvurana manevi tazminat olarak 2.500 avro ödenmesinin uygun olduğunu değerlendirmektedir. Masraf ve giderler bağlamında sunulan talepler ile ilgili olarak, Mahkeme bu bağlamda başvuran tarafından destekleyici belgelerin sunulmaması nedeniyle, bu talepleri reddetmektedir.
BU GEREKÇELERLE, MAHKEME, OY BİRLİĞİYLE,
1.  Başvurunun, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasına ilişkin şikâyet ile ilgili olarak kabul edilebilir ve geri kalanı için kabul edilemez olduğuna;
 
2.  Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasının ihlal edildiğine;
 
3. 
a) Davalı Devlet tarafından başvurana, üç ay içerisinde, ödeme tarihindeki geçerli döviz kuru üzerinden Türk lirasına çevrilmek üzere, manevi tazminat olarak, ödenmesi gereken her türlü vergi tutarı hariç olmak üzere 2.500 avro (iki bin beş yüz avro) ödenmesine,
 
b) Söz konusu sürenin bittiği tarihten başlayarak ödemenin yapıldığı tarihe kadar, bu tutara Avrupa Merkez Bankasının o dönem için geçerli olan marjinal kredi faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına,
 
4.  Başvurunun geri kalan kısmı için adil tazmin taleplerinin reddine karar vermiştir.
İşbu karar, Fransızca dilinde tanzim edilmiş olup, Mahkeme İç Tüzüğü’nün 77. maddesinin 2 ve 3. fıkraları uyarınca, 15 Ocak 2019 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir.
Hasan BakırcıJulia Laffranque
              Bölüm Yazı İşleri Müdür YardımcısıBaşkan
 
 

Full & Egal Universal Law Academy