CASE OF AKMAN v. TURKEY - [Turkish Translation] by the Turkish Ministry of Justice
Karar Dilini Çevir:
CASE OF AKMAN v. TURKEY - [Turkish Translation] by the Turkish Ministry of Justice

 
 
 
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
 
 
 
 
 
 
 
AKMAN / TÜRKİYE DAVASI
 
(Başvuru No. 16931/13)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
KARAR
 
 
STRAZBURG
 
 
15 Ocak 2019
 
 
 
 
İşbu karar kesinleşmiştir. Bazı şekli düzeltmelere tâbi tutulabilir.

AKMAN / TÜRKİYE KARARI1
 
Akman / Türkiye davasında,
Başkan,
Julia Laffranque,
Yargıçlar,
Valeriu Griţco,
Stéphanie Mourou-Vikström
ve Bölüm Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Hasan Bakırcı’nın katılımıyla Komite olarak toplanan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İkinci Bölüm), 4 Aralık 2018 tarihinde gerçekleştirdiği kapalı oturumdaki müzakereler sonucunda, aşağıdaki kararı vermiştir:
USUL     Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan davanın temelinde; Türk vatandaşı olan Emine Akman’ın (“başvuran”) 11 Aralık 2012 tarihinde, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin (“Sözleşme”) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvuru (No. 16931/13) bulunmaktadır.     Başvuran, İstanbul Barosuna bağlı Avukat H. Boğatekin tarafından temsil edilmiştir. Türk Hükümeti (“Hükümet”) ise, kendi görevlisi tarafından temsil edilmiştir.     Başvuran, hakkında uygulanan yakalama işlemi sırasında, kötü muamelelere maruz kaldığından şikâyet etmektedir; başvuran ayrıca, bu bağlamda yürütülen soruşturmanın etkin olmadığını belirtmektedir.     Başvuru, 22 Mayıs 2017 tarihinde Hükümete bildirilmiştir.
 
OLAYLAR
I. DAVANIN KOŞULLARI     Başvuran, 1991 doğumlu olup, İstanbul’da ikamet etmektedir.     Başvuran; 14 Ağustos 2011 tarihinde, Ataşehir’de (İstanbul) meydana gelen ve PKK (yasadışı silahlı örgüt, Kürdistan İşçi Partisi) tarafından düzenlenen bir gösteri sırasında yakalanmıştır. Bu gösteri sırasında, güvenlik güçlerinin üzerine molotof kokteylleri atılmış ve bir polis aracı ateşe verilmiştir.     Aynı gün düzenlenen yakalama tutanağına göre; başvuran yaşanan kovalamanın sonunda, yanında bir molotof kokteyli ve çakmakla birlikte yakalanmıştır. Başvuranın direnmesi karşısında polis memurları; ilgiliyi etkisiz hale getirmek için kademeli olarak güç kullanımına başvurmuşlardır. Başvuran, daha sonra polis aracına konularak, mahalle karakoluna götürülmüş ve daha sonra İstanbul Emniyeti Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne sevk edilmiştir.     Üniversite Hastanesi ve Adli Tıp Kurumu tarafından 14 Ağustos 2011, 16 Ağustos 2011 ve 17 Ağustos 2011 tarihlerinde düzenlenen tıbbi raporlara göre; başvuranda şu yaralanmalar tespit edilmiştir: Sağ ön kolda kırmızı bir ekimoz ve 8x2 cm çapında sıyrıklar ve bu bölgenin etrafında bir şişkinlik, 2 cm çapında çizgi şeklinde bir sıyrık ve sağ bileğin arka tarafında 1 x 0,1 cm çapında kırmızı bir ekimoz, sağ kolun ortasının arka kısmında mor renkte bir ekimoz, sağ kaşın üstünde 0,1 x 0,2 cm çapında kabuklu bir sıyrık, sağ uyluk kemiğinin ortasında 6x3 cm çapında kırmızı ve mor renkte bir ekimoz, biri 3x0,1 cm ve diğeri 2x1 cm çapında olan kırmızı ve mor renkte iki ekimoz ve sağ diz üzerinde 2x0,7 cm çapında bir sıyrık, sağ kaval kemiği üzerinde 2,5x1,5 cm çapında sıyrıklarla birlikte kırmızı bir ekimoz.     Başvuran; 23 Ağustos 2011 tarihinde şikâyette bulunmuş ve bu şikâyeti kapsamında, hakkında uygulanan yakalama işlemi sırasında kötü muamelelere, tecavüz tehditlerine ve hakaretlere; karakolda ve İstanbul Emniyeti Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde psikolojik baskılara maruz kaldığını iddia etmiştir. Adli Tıp Kurumu, 4 Ekim 2011 tarihinde bir rapor sunmuş ve bu raporda, başvuranın yaralanmalarının hayati tehlike taşımadığı ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olduğu belirtilmiştir. Kadıköy Cumhuriyet Savcısı (“Cumhuriyet Savcısı”), 11 Kasım 2011 tarihinde; başvuranı ve olay yerinde hazır bulunan kırk polis memurunu dinledikten sonra, başvuranın iddialarını ispatlayamadığı ve polisin ilgiliyi etkisiz hale getirmek için kullandığı zorlayıcı gücün, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 16. maddesiyle izin verilen sınırlar içinde kaldığı gerekçesiyle, kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Sorgulanan polis memurları, ifadelerinde; başvuranı etkisiz hale getirmek için kullandıkları araçları ayrıntılı olarak belirtmeksizin, başvurana hakaret ettiklerini veya ilgiliyi darp ettiklerini reddetmişlerdir. Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesi; 6 Nisan 2012 tarihinde Cumhuriyet Savcısı’nın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararını onaylamıştır. Söz konusu mahkemenin kararı, 12 Haziran 2012 tarihinde başvurana bildirilmiştir.
II. İLGİLİ İÇ HUKUK KURALLARI 14 Temmuz 1934 tarihli 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 16. maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki gibidir:
“Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.”
 
 
 
 
 
 
 
HUKUKİ DEĞERLENDİRME
I.  SÖZLEŞME’NİN 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLİDİĞİ İDDİASI HAKKINDABaşvuran, yakalanması sırasında, karakolda ve İstanbul Emniyeti Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde; hem fiziksel, hem de psikolojik yönden kötü muamelelere maruz kaldığını iddia etmektedir. Başvuran ayrıca, bu konu ile ilgili olarak Cumhuriyet Savcısı tarafından yürütülen ceza soruşturmasının, etkin olmadığından şikâyet etmektedir. Başvuran, Sözleşme’nin 3. maddesini ileri sürmektedir. Söz konusu madde aşağıdaki gibidir:
“Hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya maruz bırakılamaz.”Hükümet, bu iddiayı reddetmektedir.Mahkeme, başvurunun Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendi anlamında açıkça dayanaktan yoksun olmadığını ve öte yandan, başka herhangi bir kabul edilemezlik gerekçesinin bulunmadığını tespit ederek, başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar vermektedir.Mahkeme, konuya ilişkin genel ilkelerle ilgili olarak, El-Masri/Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti ([BD], No. 39630/09, §§ 182-185 ve 195-198, AİHM 2012) ve Bouyid/Belçika ([BD], No. 23380/09, §§ 81-90, AİHM 2015) kararlarına atıfta bulunmaktadır.Mevcut davaya ilişkin olarak Mahkeme; başvuranda tespit edilen lezyonların (yukarıda 8. paragraf), Sözleşme’nin 3. maddesi gereğince, asgari ağırlık seviyesine ulaştığı kanaatine varmaktadır (Gäfgen/Almanya, [BD], No. 22978/05, § 88, AİHM 2010).Mahkeme öte yandan; yakalama tutanağı doğrultusunda, başvuranı yakalayan polis memurlarının, ilgiliyi etkisiz hale getirmek için, güç kullanımına başvurmak zorunda kaldıklarını tespit etmektedir (yukarıda 7. paragraf). Bununla birlikte Cumhuriyet Savcısı; çok sayıda polis memurunu sorgulamış olsa da, başvuranı yakalamak için müdahale eden polislerin, bu amaçla başvurdukları araçları tespit etme yoluna gitmemiştir. İlgili ifadeler aslında; başvuranda tespit edilen yaralanmaların meydana gelmesine ilişkin herhangi bir açıklama içermemektedir ve böylelikle, yakalamaya ilişkin kesin olaylar tespit edilmemiştir.Ayrıca Cumhuriyet Savcısı, vermiş olduğu kararında; başvurana karşı kullanılan güce, ilgilinin davranışlarıyla sebebiyet verip vermediğini ve şayet ilgilinin davranışları, güç kullanımını gerekli kıldıysa, söz konusu gücün, ilgilinin yakalanmasını sağlama veya ilgilinin zarar vermesini ya da kaçmasını önleme doğrultusunda izlenen amaçla orantılı olup olmadığını somut bir şekilde tespit etmek için, yakalanma koşullarına dair kesin ve detaylı bir incelemede bulunmamıştır (Şükrü Yıldız/Türkiye, No. 4100/10, § 59, 17 Mart 2015). Dolayısıyla, Cumhuriyet Savcısı’nın vardığı sonuçlar (yukarıda 11. paragraf) ve Ağır Ceza Mahkemesinin bu sonuçları onayladığı kararı (yukarıda 12. paragraf) yeterince gerekçelendirilmemiştir.Mahkeme, belirtilen bu koşulları ve başvuranın yakalanması sırasında kullanılan gücün niteliği ve derecesi hakkında soruşturma dosyasında yer alan eksiklikleri dikkate alarak; Hükümetin ilgilide tespit edilen yaralanmaların nedeni hakkında makul bir açıklama sunmadığı kanaatine varmaktadır.Mahkeme, yukarıda belirtilen hususları göz önünde bulundurarak, Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlal edildiği kanaatine varmaktadır.
II.  SÖZLEŞME’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA Sözleşme’nin 41. maddesi aşağıdaki gibidir:
 
“Eğer Mahkeme, işbu Sözleşme ve Protokolleri’nin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Taraf’ın iç hukuku bu ihlalin sonuçlarını ancak kısmen ortadan kaldırabiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, zarar gören taraf lehine adil bir tazmin verilmesine hükmeder.”
  Başvuran, manevi zarar bağlamında 15.000 avro talep etmektedir. Hükümet, bu meblağın aşırı olduğunu belirtmektedir. Mahkeme, davanın kendine özgü koşullarını dikkate alarak, Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlal edildiği yönündeki tespitin tek başına, başvuranın maruz kalmış olabileceği her türlü manevi zarar bağlamında yeterli bir adil tazmin teşkil ettiği kanısına varmaktadır. İlgili aynı zamanda, destekleyici belgeler ibraz etmeksizin, Türkiye Barolar Birliği tarafından belirlenen tarifeye atıfta bulunarak belirttiği bir meblağ olan, avukat masrafları için 7.434 Türk lirası (TRY) ve çeviri ve diğer masraflar için 720 TRY talep etmektedir. Hükümet, bu meblağları kabul etmemektedir. Mahkeme, bir başvurana yalnızca masraf ve giderlerinin doğruluğunu, gerekliliğini ve ödenen miktarların makul olduğunu ispatlamak kaydıyla, bu masrafların iade edilebileceğini hatırlatmaktadır; ayrıca, Mahkeme İçtüzüğü’nün 60. maddesinin 2 ve 3. fıkraları uyarınca, başvuran taleplerini, rakamla belirterek ve kategorilere ayırarak, ilgili kanıtlayıcı belgeleriyle birlikte sunmalıdır; aksi takdirde Mahkeme, bu talepleri tamamen ya da kısmen reddedebilmektedir. Somut olayda Mahkeme, başvuranın taleplerini desteklemek için herhangi bir kanıtlayıcı belge sunmadığını tespit ederek, taleplerin tamamının reddine karar vermektedir (Paksas/Litvanya [BD], No. 34932/04, § 122, AİHM 2011 (özetler)).
 
 
BU GEREKÇELERLE, MAHKEME, OY BİRLİĞİYLE,
1.  Başvurunun kabul edilebilir olduğuna;
2.  Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlal edildiğine;
3.  Mevcut kararın tek başına, başvuranın maruz kalmış olabileceği her türlü manevi zarara yönelik, yeterli bir adil tazmin teşkil ettiğine;
4. Adil tazmine ilişkin kalan taleplerin reddine,
karar vermiştir.
 
İşbu karar, Fransızca dilinde tanzim edilmiş, ardından Mahkeme İçtüzüğü’nün 77. maddesinin 2 ve 3. fıkraları uyarınca, 15 Ocak 2019 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir.
Hasan BakırcıJulia Laffranque
              Yazı İşleri Müdür YardımcısıBaşkan
 

Full & Egal Universal Law Academy