Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. Daire 2008/1213 Esas 2008/1195 Karar
Karar Dilini Çevir:
AskeriYüksekİdareMahkemesi
Dairesi: 2. Daire
Esas No: 2008/ 1213
Karar No: 2008 / 1195
Karar Tarihi: 03.12.2008

(2709 S. K. m. 125) (AYİM DK 28.12.1995 T. 1994/18 E. 1995/31 K.)

Davacı vekili, 28.07.2008 tarihinde AYİM kayıtlarına giren dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin Uzman Jandarma Okulundan çıkarılması işleminin açtıkları iptal davası sonucunda AYİM 2.D.nin 2007/927 Esas, 2008/576 Karar sayılı kararı ile iptal edildiğini, okuldan çıkarılma işleminin hukuka aykırı olduğunun mahkeme kararı ile saptandığını ve neticede idarenin hizmet kusurunun ortaya çıktığını, tesis edilen okuldan çıkarma işleminin iptal edilmesi karşısında idarenin açık bir ağır hizmet kusurunun bulunması nedeniyle müvekkilinin okuldan çıkarılması sebebiyle duyduğu elem ve üzüntü dolayısıyla maruz kaldığı manevi zararın davalı idare tarafından giderilmesi gerektiğini, müvekkilinin uğradığı hukuka uyarlı olmayan durumu ailesine ve çevresine anlatmakta zorlandığını, kendisine farklı gözle bakıldığını hissettiğini ve bu olayın manevi dünyasında derin yaralanmalara yol açtığını, kendisi ile aynı tarihte okula başlayan arkadaşlarının mezun olmalarının ve uzman jandarma olarak göreve başlamalarının kendisinde acı ve üzüntü yarattığını, idarenin hatalı işlemi nedeniyle kendisinin hayata bir sene geç başlamak zorunda kalacağını belirterek müvekkilinin uğradığı manevi zarara karşılık olmak üzere 10.000 YTL. manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Dava dosyasının incelenmesinden; 2006 yılında Uzman Jandarma Okulunda öğrenime başlayan davacının, 27 Haziran 2007 tarihinde toplanan Okul Disiplin Kurulunca okuldan ilişiğinin kesilmesine karar verildiği, müteakiben söz konusu okuldan çıkarılma işleminin iptali istemiyle AYİM’de dava açıldığı, AYİM 2.D.Bşk.lığının 21.05.2008 tarih ve 2007/927 Esas, 2008/576 Karar sayılı kararı ile söz konusu okuldan çıkarılma işleminin iptaline karar verildiği anlaşılmıştır.

T.C. Anayasasının 125 nci maddesine göre, idare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlüdür. Bu suretle idarenin sorumluluğu Anayasa prensibi olarak kabul edilmiştir. Ancak idarenin sorumluluğunun hangi esaslara göre belirleneceği Anayasa’da belirtilmemiş, bu meselenin halli doktrin ve yargı kararlarına bırakılmıştır. Bugün idarenin sorumluluğu hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk ilkelerine dayandırılmaktadır. İster hizmet kusuru isterse kusursuz sorumluluk ilkelerine dayandırılsın, genel olarak idarenin tazmin borcunun doğabilmesi için bir zararın mevcudiyeti, zarara yol açan eylemin veya işlemin idareye yüklenebilir nitelikte olması ve zarar ile eylem veya işlem arasında illiyet bağının bulunması zorunludur. Bu şartlardan birinin yokluğu idarenin sorumluluğunu ortadan kaldırır. Bu nedenle ortada bir zarar yoksa veya meydana gelen zararın idari eylem ve işlemle ilgisi bulunmuyorsa, idari faaliyet zararın gerçek nedenini, illiyetini teşkil etmiyorsa, arada illiyet bağı mevcut değilse veya zarara yol açan eylem veya işlem idareye yüklenebilir nitelikte değilse, idarenin sorumluluğu ortadan kalkmaktadır.

İdari işlemden doğan tam yargı davalarında da eylemden doğan tam yargı davalarında olduğu gibi idarenin tazmin sorumluluğu, hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk kuram ve ilkelerine dayanmaktadır.

Hukuk devleti ilkesi gereği faaliyetlerini hukuka uygun bir biçimde yürütmek zorunda olan idarenin, bir idari işlemden dolayı hizmet kusuruna dayalı olarak tazmin sorumluluğundan söz edilebilmesi için kural olarak hukuka aykırılığın varlığı şarttır. Ancak, bir idari işlemin herhangi bir yönden mevzuata ve hukuk kurallarına aykırı olması halinin, her durumda ve tek başına hizmet kusurunun varlığını kabule yeterli olup olmadığı, diğer bir ifadeyle idari işlemlerin iptalini gerektiren nedenlerle hizmet kusurunu doğuran nedenler arasında tam bir bağlılık ve ayniyet olup olmadığı hususunda öğretide fikir birliği bulunmadığı görülmektedir. Ancak, öğretide bu konuda baskın görüş; idari işlemlerdeki yetki, şekil unsurları ve usul bakımından hukuka aykırılıkların, sonradan giderilebilir hukuka aykırılıklar olması nedeniyle hizmet kusuru teşkil etmeyeceğinden, idarenin hizmet kusuruna dayalı sorumluluğunun bulunduğundan da söz edilemeyeceği; idari işlemlerdeki sebep, konu ve maksat unsurları bakımından hukuka aykırılıkların ise hizmet kusuruna sebebiyet verdiği ve idarenin hizmet kusuruna dayalı tazmin sorumluluğunun bulunduğu yönündedir. Yine öğretide, idari işlemlerdeki sebep, konu ve maksat unsurları bakımından hukuka aykırılıkların istisnasız olarak hizmet kusuru sayılacağı, bu gibi hukuka aykırılıkların hizmet kusuru sayılmasına istisna teşkil edecek şekilde; içtihadi hata , takdirde hata, her idarenin işleyebileceği türden, olan nitelikteki hukuki yanlışlık ve aykırılık gibi gerekçelerle idarenin hizmet kusuruna dayalı sorumluluğunun kaldırılması yoluna gidilemeyeceği benimsenmiş ise de; gerek Danıştay ve gerekse Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararlarında; içtihadi hata, takdirde hata, her idarenin işleyebileceği türden, olağan nitelikteki hukuki yanlışlık ve aykırılık gibi durumların varlığı halinde, idari işlemler nedeniyle idarenin hizmet kusuruna dayalı sorumluluğunun söz konusu olamayacağı genel kabul görmüş bulunmaktadır.

Kuşkusuz yargı organları, idareye nazaran daha geniş bir yorum ve takdir yetkisine sahip olmaları nedeniyle, içtihat yolu ile idarenin bir mevzuat hükmüne verdiği anlamı değiştirmek suretiyle, idareye ne şekilde hareket etmesi gerektiğine ilişkin yol gösterebilmektedirler. Hal böyle iken, mevzuat hükümlerinin idarece iyi niyetli olarak farklı yorumlanmasından kaynaklanan ve bilahare idari yargı organınca hukuka aykırı bulunarak iptal edilen idari işlemlerden dolayı hizmet kusuruna dayalı olarak idarenin tazmin sorumluluğunun varlığının kabulü isabetli olmayacaktır. Bu itibarla; mevzuat hükümlerinin yorumundaki ve olayların değerlendirilmesindeki fark nedeniyle doğan zarar olarak da nitelendirilebilen ve idari yargı kararlarında içtihadi hata şeklinde tanımlanan bu gibi istisnai hallerde, idari işlem hukuka aykırı olsa dahi, idarenin hizmet kusuruna dayalı tazmin sorumluluğundan söz edilemeyecektir. Ancak, bu gibi hallerde şartları var ise idarenin kusursuz sorumluluk esasına göre sorumlu tutulabileceği hususunda ise tereddüt bulunmamaktadır.

Fikrimize göre, Danıştay’ın istikrar kazanmış bir çok kararında, idari işlemden doğan tam yargı davalarında idarenin tazmin sorumluluğu için, ağır hizmet kusuru şartı aranmış ise de; öğretide de genel kabul gördüğü üzere, kusursuz sorumluluğun bile genişletilmeye çalışıldığı günümüzde, idarenin sorumluluğu için hizmet kusurunun yeterli olduğu, hizmet kusurunun ağır olması şartını aramanın, hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmayacağı gibi sosyal devlet ilkesine de ters düşeceği değerlendirilmektedir. Bu itibarla; işlemden doğan tam yargı davalarında

idarenin sorumluluğu için, hizmetin özellikleri göz önünde bulundurulmak suretiyle idarenin kusurlu olmasının yeterli olduğu, kusurun ağırlığının ise, olsa olsa özel hukukta olduğu gibi tazminat miktarını etkileyen bir unsur olarak ele alınabileceği değerlendirilmiştir.

Esasen, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin istikrar kazanmış kararları da; tazmini gereken zarar bulunmaması, zararın zarar gören kişinin kendi kusurlu davranışından kaynaklanması, zararın üçüncü kişilerin işlem ve eylemlerinden doğması, zararla idari işlem arasında illiyet bağının bulunmaması, içtihadi hata, ilmi takdir yetkisinin kullanılması sonucu verilen zarar, her idarenin işleyebileceği türden, olağan nitelikteki hukuki yanlışlık ve aykırılıklar sebebiyle verilen zarar ve hukuka uygun idari işlemler sebebiyle verilen zarar gibi idarenin sorumluluğunu ortadan kaldıran nedenlerin bulunmadığı hallerde; ağır hizmet kusuru şartı aranmaksızın mevzuata ve hukuka aykırı işlemlerden doğan tüm zararların hizmet kusuru esasına göre idarece tazmini gerektiği yönündedir.

İdari işlemden doğan tam yargı davalarında idarenin tazmin sorumluluğu için, kusursuz sorumluluk kuram ve ilkesinin de geçerli olacağı gerek öğretide ve gerekse idari yargı içtihatlarında genel kabul görmüştür.

İdare hukuku alanında idarenin sorumluluğunun dayanağı önceleri hizmet kusuru iken, bu dayanak, idarenin üstlenmiş olduğu hizmetlerin artması ve karmaşık bir hal alması ile birlikte yetersiz kaldığından ve özellikle Sosyal Devlet İlkesinin benimsenmesi ile birlikte Devlet (İdare) yeni yeni hizmetler üstlendiğinden, kişilere zarar verme olasılığı da artmış ve bunun sonucunda idari davranış ile zarar arasında nedensellik bağı bulunması halinde, hizmet kusuru şartı aranmaksızın idarenin sorumlu tutulması kabul edilmiştir.

Günümüzde İdare Hukukunda kusursuz sorumluluk; Tehlike (Risk) İlkesi ve Fedakarlığın Denkleştirilmesi İlkesi (Kamu Külfetleri Karşısında Eşitlik İlkesi) olmak üzere iki ilkeye dayandırılmaktadır.

Özel Hukuktan İdare Hukukuna aktarılan Tehlike İlkesi, her nimetin bir külfeti vardır düşüncesine dayanmakta ve tehlikeli işlerle uğraşanların herhangi bir kusurları olmasa dahi, ortaya çıkan zararlı sonuçlardan sorumlu tutulmalarını öngörmektedir.

Fedakarlığın Denkleştirilmesi İlkesi (Kamu Külfetleri Karşısında Eşitlik İlkesi)ne gelince; İdare, kamu yararını gerçekleştirmek, toplumsal ihtiyacı karşılamak için kamu hizmeti yürütmektedir. İdarenin bu hizmetinden tüm toplum yararlanmaktadır. Ancak, tüm toplumun yararlanacağı bu hizmet, belli kişi ya da kişilerin bir külfet altına sokmuş, onları kamu yararı lehine özel bir fedakarlığa katlanmak zorunda bırakmış olabilir. İşte bu durumda, bozulan kamu külfetlerinin dağılımındaki dengenin, bir denkleştirme ile yeniden kurulması gerekmektedir. Bu denkleştirme ise; kamu yararını gerçekleştirmek maksadı ile kamu hizmetinin ifası sırasında zarara uğrayan kişi ya da kişilerin, hizmet kusuru bulunmasa dahi idarece tazmin edilmek suretiyle gerçekleştirilebilecektir.

İdari yargı kararlarında da, idarenin hukuka uygun işlemlerinden dolayı bazı durumlarda kusursuz sorumluluk esasına göre de sorumlu tutulacağı kabul edilmektedir. Ancak idari yargıda, işlemden doğan tam yargı davalarında; eylemden doğan tam yargı davalarına nazaran idarenin, kusursuz sorumluluk esasına göre sorumlu tutulduğu haller uygulamada daha az görülmektedir. Örneğin, Danıştay’ın bir kararında; hükümetin, dış ödeme dengesini sağlamak veya Türk parasının değerini korumak maksadı ile gerekli tedbirleri alması sırasında, geriye yürütülmedikçe hukuka aykırılık düşünülemeyeceği, ancak bundan doğan külfetin; eşitlik, hak ve nesafet kuralları ile bağdaşmayacağından sadece bazı kişilere yüklenemeyeceği, bu nedenle bu kişilerin uğradıkları olağan dışı zararların idarece tazmini gerektiği belirtilerek idari işlemden doğan zararlarda idarenin kusursuz sorumluluk esasına göre sorumlu tutulacağı kabul edilmiştir (Danıştay’ın 12. Dairesinin 05.10.1966 gün ve 799-2714 E./K.sayılı kararı). Ankara Bölge İdare Mahkemesi de bir kararında; bilindiği üzere Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulunun, disiplin cezaları da dahil olmak üzere kararlarına karşı yargı yolu kapalı olmakla birlikte; Adalet Bakanına hakaret suçundan beraat eden savcıya, aynı sebeple HSYK.’nca verilen kınama cezasından dolayı tam yargı davası açılabileceği kabul edilerek, beraat yönündeki yargı kararında keyfi hareket ettiği anlaşılan HSYK.’nun cezai işleminden doğan manevi zararın taziminin gerektiğine karar verilmek suretiyle işlemden doğan zararda, idarenin kusursuz sorumluluk esasına göre sorumlu tutulacağı kabul edilmiştir(14.03.1995 gün ve 747-1247 E./K. sayılı kararı). Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nce de; 1962 neşetli subayların kadrosuzluktan dolayı YAŞ kararı ile 1961 neşetli subaylar ile birlikte ve 1 yıl erken emekliye sevk edilmelerine ilişkin davada, hukuka aykırılık görmemekle birlikte ilgililerin uğradıkları manevi zararların kusursuz sorumluluk esasına göre idarece tazmini gerektiği kabul edilmiştir (Drl.Krl.28.12.1995 gün ve 1994/9 E., 1995/30 K., Drl.Krl.28.12.1995 gün ve 1994/18 E., 1995/31 K. sayılı kararları).

Yukarıda belirtilen tüm açıklamalar ışığında, genel olarak; idari işlemden doğan tam yargı davalarında her somut olayın özelliğine göre, öncelikle idarenin sorumluluğunu ortadan kaldıran ve yukarıdaki paragraflarda bahsedilen; tazmini gereken zarar bulunmaması, zararın zarar gören kişinin kendi kusurlu davranışından kaynaklanması, zararın üçüncü kişilerin işlem ve eylemlerinden doğması, zararla idari işlem arasında illiyet bağının bulunmaması, içtihadi hata, ilmi takdir yetkisinin kullanılması sonucu verilen zarar, her idarenin işleyebileceği türden, olağan nitelikteki hukuki yanlışlık ve aykırılıklar sebebiyle verilen zarar, hukuka uygun idari işlemler sebebiyle verilen zarar gibi durumların bulunup bulunmadığının irdelenmesi, bu gibi idarenin sorumluluğunu ortadan kaldıran durumların bulunmadığının tespit edilmesini müteakip ise ağır hizmet kusuru şartı aranmaksızın hizmet kusuru şartlarının oluşup oluşmadığının, keza idarenin kusursuz sorumluluğunu gerektiren şartların oluşup oluşmadığının irdelenmesi gerekeceği değerlendirilmiştir.

Davacı hakkında tesis edilen okuldan çıkarılma işleminin AYİM 2.D.Bşk.lığının 21.05.2008 tarih ve 2007/927 Esas, 2008/576 Karar sayılı kararı ile hukuka aykırılığı tespit edildiğinden, iptal edilen bu işlem nedeniyle davalı idarenin hizmet kusuru içinde bulunduğu, bundan bir zarar meydana gelmesi halinde de zarar ile idari işlem arasında illiyet bağının bulunduğu açıktır.

Manevi zarar, kişinin bedensel, ruhsal bütünlüğünün yanı sıra, kişilik hakları konusuna giren şeref ve saygınlık gibi değerlere saldırılar sonucu manevi varlığında oluşan zarardır. Davacının hukuka aykırılığı yargı kararı ile tespit edilen okuldan çıkarılma nedeniyle manevi zarar içinde bulunduğu ve işlemin tesis yönünden hizmetin iyi işlememesi nedeniyle hizmet kusuru içinde bulunan davalı idarenin tazmin yükümlülüğünün doğduğu ve davacının manevi zararlarının idarece karşılanması gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle;

1. Davacı ………’a taktiren 3.000,00 YTL. (ÜÇBİN YENİ TÜRK LİRASI) MANEVİ TAZMİNAT VERİLMESİNE, fazlaya ilişkin istemin REDDİNE,

2. Hükmedilen manevi tazminat miktarına, davacının okuldan çıkarıldığı 27 Haziran 2007 tarihinden ödeme tarihine kadar yıllık %9 (YÜZDE DOKUZ) yasal faiz YÜRÜTÜLMESİNE,


KARŞI OY GEREKÇESİ

Güvenlik soruşturması ve arşiv yönetmeliğinin; 9 ncu maddesi; Türk Silahlı Kuvvetlerinin kadro ve kuruluşlarında yer alacak personelin güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması, Türk Silahlı Kuvvetlerince bu yönetmeliğe uygun olarak hazırlanacak yönerge uyarınca yapılır.

Silahlı Kuvvetler İstihbarata Karşı Koyma Koruyucu Güvenlik Ve İşbirliği Yönergesinin (MY-114-1B) Üçüncü Bölüm, Birinci Kısım 9-a maddesi;

Silahlı Kuvvetlerde mevcut muhtelif askeri okullarla, Silahlı Kuvvetler adına fakülte ve yüksek okullarda öğrenim yaptırılacak öğrencilerin kendisiyle birlikte annesi, babası ve kardeşleri hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılır. Yaptırılacak olan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasıyla ilgili ayrıntılar müteakip fıkralarda açıklanmıştır.

Aynı yönergenin Askeri öğrenci olmayı engelleyen sakıncalı haller başlığını taşıyan 9 ncu madde (d) bendi (2) nci fıkrasında;

Öğrencinin kendisi, annesi, babası veya kardeşlerinden herhangi birisi hakkında, devletin bir kişi veya zümre tarafından yönetilmesini veya sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak veya dil, ırk, din ve mezhep ayrımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak, bu tür faaliyetlerde bulunan yerli veya yabancı dernek, grup, kulüp, teşkilat ve benzeri teşekküllerden herhangi birine üye olmak veya bunlarla sıkı işbirliği içinde bulunmak, desteklemek veya bunların sempatizanı olmak gibi faaliyetleri nedeniyle MİT Müsteşarlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Mahalli Emniyet Müdürlükleri ve İl Jandarma Alay Komutanlıklarından herhangi biri tarafından bilgi verilmişse, (11) nci alt bendinde de; Öğrencinin kendisi, annesi, babası veya kardeşlerinden herhangi birisinin tarikat, dergah, yasadışı faaliyet gösteren örgüt, dernek vb. gizli veya açık gruplarla iltisaklı bulunduklarına dair haklarında MİT Müsteşarlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, mahalli Emniyet Müdürlükleri ve İl Jandarma Alay Komutanlıklarından herhangi biri tarafından bilgi verilmişse şeklindedir.

İç Hizmet Kanunun 43 ncü maddesi Türk Silahlı Kuvvetlerini her türlü siyasi tesir ve düşüncelerin dışında ve üstündedir. şeklinde olup bu nedenle Türk Silahlı Kuvvetlerinde disiplinin muhafazası ve idamesi için, bünyesine aldığı kişilerde farklı özellikler aranması ve askeri öğrenci olarak alınacakların sadece kendilerinin değil, yakın aile çevresinin de idari normlar uyarınca araştırılmasının Silahlı Kuvvetlerin üstlendiği seçkin kamu hizmetinin bir gereği olduğu, ileride Silahlı Kuvvetler de bilfiil görev alacak personelin kanun ve nizamlara uyan, kendileri veya yakınları hakkında geçmişleri ile ilgili de olsa söylenti çıkarılmayacak kişilerden seçilmesi ve kendilerini etkileyecek yakın aile çevresinde, yönetmelik ve yönergede belirtilen askeri öğrenci olmayı engelleyen sakıncalı halleri görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden çıkarılmalarının mevzuata ve kamu yararına uygun düştüğü dolayısıyla devlet ve kamu yararı olduğu açıktır.

3466 sayılı Uzman Jandarma Kanunu uyarınca çıkartılan Uzman Jandarma Yönetmeliğinin 10 ncu maddesinde Uzman Jandarmalarda aranan niteliklerin düzenlendiği, bu maddenin c fıkrası 5 nci bendine göre, adaylar hakkında yaptırılacak arşiv araştırmasının olumlu sonuçlanması gerektiği şeklindedir.

Dava dosyasındaki bilgi ve belgelerin incelenmesinde; davacı Uzman Jandarma öğrencisi olarak öğrenim görmekte iken disiplin puanını tamamen kaybetmesi dolayısı ile okuldan çıkarılmış, ayrıca, resmi güvenlik soruşturmasının kendisi hakkında olumsuz sonuçlandığı da görülmüş, gerek disiplin, gerekse sebep ikamesi yapılarak güvenlik soruşturması nedeniyle okuldan çıkarılma işleminin, yürürlükte olan mevzuata ve hukuka uygun olarak yapıldığı, bu sebeple idarenin bu işlemde bir hizmet kusurunun olmadığını değerlendirmekteyim.

Hakim, manevi tazminata hükmederken adalete uygun olarak takdir eder; ayrıca tarafların sosyal ve ekonomik durumlarını da takdirine dayanak yapar.

Hakim, Türk toplumunun sosyal, ekonomik ve moral yapısını ve özellikle de tarafların gerçek durumlarının gerektirdiği hak ve adalete uygun sonucu bulmalıdır. Çünkü takdir hakkı objektif esaslara dayandığı takdirde kamu oyunda ve sosyal vicdanda hak ettiği güven ve inancı yaratır. Bu bakımdan takdir edilecek manevi tazminat tutarı; haksız eylemi özlenir hale getirecek oranda ya da mağdur için zenginleşme aracı olacak tutarda olmamalıdır.

Manevi tazminat takdir edilirken haksız eylemle tazminat arasında hak ve adalete uygun düşecek şekilde makul bir orantı kurmak gerekir. Manevi tutar amaç ve niteliğe uygun olmalıdır.

Manevi tazminattan amaç; zarara uğrayanda bir huzur duygusu yaratmaktır. Tazminatın sınırı, onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktarı mevcut halde elde edilmek istenen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. Hakim, takdir hakkını kullanırken, ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.

Manevi tazminatın diğer bir amacı da, çekilen acıların yeterince dindirmek yaşama yeniden bağlanma yoluyla ruhsal dengeyi sağlamaktır. Bu amacı sağlayacak tutarda manevi tazminat belirlenmeli, paranın satın alma değeri göz önünde bulundurulmalı ve adalete uygun takdir hakkı kullanılmalıdır.

Manevi tazminatın takdirinde olayın özel hal ve şartları yanında tarafların sosyal mevkiinin, öğrenim derecesinin ve ekonomik durumunun da gözetilmesi gerekir.

Davacı, muhalif kaldığım mahkeme kararı sonucu, bence hukuka aykırı olarak, okula dönmüş olup mevcut bir zararı yoktur. Yukarıda açıklanan manevi tazminat takdir kriterleri de göz önüne alındığında; davacının tazminine hak kazandığı manevi acı ve ıstırap olamadığını değerlendirdiğimden, alınan çoğunluk kararına katılmadım. 03.12.2008 (¤¤)

Full & Egal Universal Law Academy