Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. Daire 2007/1091 Esas 2008/1258 Karar
Karar Dilini Çevir:
AskeriYüksekİdareMahkemesi
Dairesi: 2. Daire
Esas No: 2007/ 1091
Karar No: 2008 / 1258
Karar Tarihi: 24.12.2008

(2577 S. K. m. 2) (1602 S. K. m. 21) (657 S. K. m. 68, 74)

Davacı, 19.09.2007 tarihinde AYİM kayıtlarına giren dava dilekçesinde ve dava dilekçesinin AYİM 2 nci Dairesinin 03.10.2007 tarih ve 2007/895-754 Esas-Karar sayılı kararıyla reddedilmesi üzerine, 20.11.2007 tarihinde kayıtlara giren yenilenen dilekçesinde özetle; 2007/5 KPSS sonucunda 73 puan alarak Eskişehir Emniyet Müdürlüğünde tesisatçı olarak atamasının yapılması nedeniyle 30.07.2007 tarihli dilekçe ile muvafakat verilmesini talep ettiğini, ancak talebinin kabul edilmediğini belirterek, söz konusu işlemin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucunda; davacının 23.07.2007 tarihli dilekçe ile, 20.07.2007 KPSS 2007/5 yerleştirme sonucu Eskişehir Emniyet Müdürlüğü bünyesinde kalorifer tesisat teknisyeni kadrosuna yerleştirildiğini beyanla, yerleştirildiği kurumda göreve başlayabilmesi için muvafakat verilmesi talebinde bulunduğu, Gnkur.Bşk.lığı Özl.Kuv.Dst.Grp.K.lığının 31.08.2007 tarihli yazısı ile davacının talebinin reddine ilişkin yazının 04.09.2007 tarihinde davacıya tebliği üzerine, davacının 04.09.2007 tarihli dilekçesi ile görevden çekilme işlemlerinin yapılması talebinde bulunduğu, davacının memurluk görevinden çekilme talebinin 21.09.2007 tarihli işlem ile kabul edilerek devlet memurluğundan çekilmiş sayılmasına karar verildiği, bu arada muvafakat verilmemesi işleminin iptali istemiyle 19.09.2007 tarihinde kayıtlara giren dilekçesiyle dava açtığı, dava dilekçesinin AYİM 2 nci Dairesinin 03.10.2007 tarih ve 2007/895-754 Esas-Karar sayılı kararıyla reddedilmesi üzerine, 20.11.2007 tarihinde kayıtlara giren yenilenen dilekçesiyle davasını açtığı anlaşılmıştır.

Davalı idarece davada süre aşımı bulunduğu ileri sürülmüş ise de; bilindiği üzere 1602 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesine göre AYİM’de dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren 60 gün olup, davacının 23 Temmuz 2007 tarihli muvafakat verilmesi istemini içerir dilekçesi üzerine, idarece istemin reddine dair Gnkur.Bşk.lığı Özel Kuv.K.lığının 31 Ağustos 2007 tarihli yazısının davacıya 04.09.2007 tarihinde tebliğ edilmiş olduğu ve davacının söz konusu isteminin reddine dair yazının tebliğ tarihinden itibaren başlayan 60 günlük dava açma süresi içinde olmak üzere ilk olarak 19.09.2007 tarihinde AYİM kayıtlarına giren dava dilekçesiyle davasını açtığı ve işbu davada süre aşımı bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Yine davalı idarece, dava açıldıktan sonra davacının görevden çekilme isteğinde bulunması ve Gnkur.Bşk.lığının 21 Eylül 2007 tarihli yazısıyla davacının görevden çekilme onayının alınması ile sivil memur statüsünden çıktığı ve dava konusu muvafakat verilmemesi işleminde davacının güncel menfaatinin yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi talep edilmiş ise de;İptal davalarında, davanın kabulü ve görümü için aranılan ön koşullardan olan menfaat ilişkisinin, iptali istenen idari işlem ile davacının arasında kurulabilecek bir ilgi ve ilişkinin çerçevesini çizdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu menfaat ilişkisinin çerçevesinin çizilmesinde getirilecek her sınırlama, davacının, hakkında tesis edilen idari işlemleri hukuka aykırılık iddiasıyla yargı denetimine tabi tutabilme olanağına getirilen bir sınırlamayı ifade edecektir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2 nci maddesinin (1/a) bendinde ve 1602 sayılı AYİM Kanununun 21 inci maddesinde menfaati ihlal edilenler tarafından iptal davası açılabileceği hüküm altına alınmıştır. İhlal edilen menfaat kavramı yasal düzenlemelerde açıkça tanımlanmadığı gibi, iptal davasının hangi aşamasında (dava açıldığı zaman, yargılama süresince, karar anında) bulunması gereken ve aranan bir koşul olduğu da belirtilmemiştir. Bu konuda yasal düzenlemelerde getirilen tek belirleme iptal davası açacak ilgilinin menfaatinin ihlal edilmiş olması koşuludur. Menfaat ilişkisinin, hangi sınırlar içinde ve ne zaman aranacağı konusunda yasal bir ölçüt söz konusu değildir. Ancak gerek öğretide ve gerek uygulamada menfaat ilişkisinin meşru, kişisel ve güncel olması gerektiği noktasında birleşilmiştir.

İhlal edilen menfaatin meşru olması için menfaatin hukuki bir durumdan çıkması ve hukuki düzlemde dayanağının bulunması gerekmektedir. Bir anlamda ilişkinin idari işlem ile davacının hukuki durumu arasında kurulabilmesidir.

Menfaatin kişisel olması, iptal davasına konu edilen idari işlemin, etki alanının belirlenmesi ile ilgili olup kişinin idari işlemin etki alanına ciddi ve makul bir şekilde girip girmediği sorusuna cevap arar. Bu etki alanının kişisel olarak kabul edilmesi sadece doğrudan doğruya bir etkiyi değil, dolayısıyla olan bir maddi ve manevi ilişkiyi de kapsamaktadır. İdari işlem ile davacı arasında var olan maddi ve manevi, doğrudan veya dolaylı ciddi ve makul bir ilişki menfaatin kişisel kabul edilmesi için yeterlidir.

Yasal bir ölçüt olarak düzenleme altına alınmamakla birlikte menfaat ilişkisinin sınırlarını çizen öğreti ve uygulama kaynaklı diğer bir ölçüt de ilişkinin veya ilginin güncel olmasıdır. Menfaat ilişkisinin güncelliği, ilişkinin var olması gerektiği zamanın tespiti ve kabulü sorununu da beraberinde getirmektedir. Bu sorun iptal davasının ön koşulunu oluşturan menfaat ilişkisinin yargılamanın hangi aşamasında veya işlemin tesis anında olup olmaması sorun ve tartışmasına bağlı olarak bu soruna olan değişik yaklaşım ve kabulleri de ortaya çıkarmaktadır.

İptal davasında, menfaat ilişkisinin sadece maddi ve ekonomik bir alana indirgenmesi, bu indirgeme sonucu ilişkinin somut karşılığının dava açma tarihi dışında, yargılama süresince ve karar anında aranması, iptal davasının hukuk düzeninin korunmasına ve kamu yararının sağlanmasına yönelik objektif bir dava olma özelliğini ve hukuk devleti ilkesini gerçekleştirme potansiyelini dışlamak demektir. Bu, başka bir anlatımla, hukuk devleti ilkesine sadık kalması gereken idarenin, hukuka aykırı işlemlerini yargı denetiminden kaçırmasına ve idarenin hukuk alanı içinde hareket etmesini sağlayacak yargı erkinin etkisizleştirilmesine olanak tanımaktan başka bir şey değildir. Hukuk devleti ilkesi, idarenin hukuka saygılı olması dışında, tesis ettiği işlemlerle bu ilkeye uygun hareket edip etmediğinin etkin bir şekilde yargısal açıdan denetlenmesini ve bu denetime uygun davranmasını da içermektedir.

Öncelikli olarak iptal davasının kabulü ve görümü için aranılan bir usul ve şekil şartını oluşturan menfaat ihlali koşulunun davanın açıldığı anda bulunmasının gerektiği tüm tartışmalardan uzaktır. Ancak bu koşulun idari yargılama süresince ve / veya karar aşamasına kadar korunması ise iptal davasının sonuçları çerçevesinde ayrıca incelenmesi gereken bir konudur.

İptal davasına konu olan bir idari işlemin idari yargı yeri tarafından iptal edilmesi, iptal edilen işlemin hiç yapılmamış sayılacağı ve iptal kararı ile işlemden önceki durumun geri geleceği sonuçlarını da beraberinde getirmektedir. İdari yargı yeri tarafından işlemin tesis edildiği andaki hukuki durum göz önüne alınarak sonuçlandırılan iptal davasının görümü esnasında menfaat ihlali koşulunun ortadan kalktığı gerekçesiyle davanın konusuz kaldığının kabulü, her türlü eylem ve işlemi ile idari yargı denetimine tabi olması gereken idarenin kendi eylem ve işlemlerini daima yargı denetiminden ve onun sonuçlarından kurtulma imkanına sahip olma sonucunu doğuracaktır. Tüm eylem ve işlemleri ile yargı denetimine tabi olması gereken idareye böyle imkan tanımanın, hukuk devleti ilkesi ve iptal davasının kamu yararı sağlamaya yönelik özelliği ile bağdaşmadığı açıktır.

Davacı hakkında tesis edilmiş olan işlemin fiilen sonuçlarını doğurmuş olması, davacının kendi iradesiyle veya idarenin tesis etmiş olduğu başka bir işlemle sağlanan statü değişikliğinin, menfaat ilişkisinin yönünün değişmesinde ve işlemin tesis edildiği andan itibaren hukuk dünyasında meydana getirdiği hukuki sonuçları ortadan kaldırmasına bir gerekçe oluşturmayacağı açıktır.

Davacının bulunduğu statü içinde idarenin tesis ettiği işlem ile karşı karşıya kaldığı menfaat ihlali ilişkisinin hukuki durum değişikliği nedeniyle yargılama süresince veya karar anında mevcut olmadığının kabulü, dava konusu yapılmadıkça yasallık (hukukilik) karinesinden yararlanan idari işlemin dava açılması ile sahip olduğu hukuka aykırı olma potansiyelini, dengesiz bir şekilde idare lehine yok sayma ve buna bağlı olarak yargısal denetimin başladıktan sonra silinmesi sonucunu doğuracaktır. İdari işlemlerdeki hukuka uygun olma karinesi, işlemin dava konusu yapıldığı yani iptal davası açıldığı anda son bulur. Bundan sonrası, kişi yararı ötesinde ve hukuk devleti ilkesi çerçevesinde, yasallık karinesi yırtılan idari işlemin yargı erki tarafından denetlenmesi, idarenin hukuk alanı içine çekilmesi ve hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilmesi sorunu veya idealidir.

Hukuka aykırı olup olmama konusunda yargı erki tarafından denetime tabi tutulan idari işlem açısından, bünyesinde geçmişe etkili olarak idari işlemin hiç yapılmamış sayılmasını ve işlemden önceki hukuki durumun geri gelmesini barındıran iptal davasının hukuki sonuçlarını doğurmayan hiçbir durum ve işlem ilgilinin dava açma anında bulunan menfaat ihlali koşulunun ortadan kalkmasına gerekçe oluşturamayacaktır. Bu bağlamda idarenin işlemini geri alması ve kabul dışında davacının feragat ’ı bile iptal davasının sonuçları ve bünyesinde taşıdığı hukuk devleti ilkesini gerçekleştirme potansiyeli açısından ve birey yararı-kamu yararı dengesi çerçevesinde kamu yararının ağır basması durumunda tartışmalı kalacaktır.

Dava konusu uyuşmazlıkta davacının iptal davasına konu yaptığı muvafakat verilmemesi işleminden ve buna ilişkin dava açıldıktan sonra davacının görevden çekilme isteğinin onaylanması esas alınarak menfaat ilişkisinin sona erdiğinin kabulü menfaati ihlal edilen ve hukuka aykırı bir işlemle karşı karşıya kaldığına inanan davacının başlangıçtaki mağduriyetine neden olan hukuka aykırılık iddiasının yargı denetimi dışında tutulmasına yol açacaktır.

Açıklanan sebeplerle, davalı idarece davacı hakkında tesis edilen kesin ve yürütülebilir bir işlem olan muvafakat verilmemesi işleminden ve bu işlemin iptaline yönelik dava açıldıktan sonra davacının görevden çekilme isteğinde bulunması ve bu isteğinin onaylanması nedeniyle, güncel menfaatinin bulunmadığından bahisle başlayan yargı denetiminin davanın esasına girmeden yargı yerince sonuçlandırılmasının hukuken mümkün bulunmadığı ve davalı idarenin bu yöndeki savunmalarına itibar edilemeyeceği sonuç ve kanaatine varılmış, Başkan Hak. Alb.Hasan MUTLU ve Üye Dz.Kur.Alb.Ali KİBAR ise güncel menfaat bulunmadığından davanın esası hakkında inceleme yapılamayacağı kanaatinde olduklarından bu görüşe muhalif kalmışlardır.

Usul konusu bu şekilde geçildikten sonra heyetimizce davanın esasının incelenmesine geçilmiştir.

657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 74’üncü maddesinin 1’inci fıkrasında; Memurların bu Kanuna tabi kurumlar arasında, kurumların muvafakati ile kazanılmış hak dereceleri üzerinden veya 68 inci maddedeki esaslar çerçevesinde derece yükselmesi suretiyle, bulundukları sınıftan veya öğrenim durumları itibariyle girebilecekleri sınıftan, bir kadroya nakilleri mümkündür. Kazanılmış hak derecelerinin altındaki derecelere atanabilmeleri için ise atanacakları kadro derecesi ile kazanılmış hak dereceleri arasındaki farkın 3 dereceden çok olmaması ve memurların isteği de şarttır. hükmü yer almıştır.

Kanun, memurlara farklı kurumlar arasında mutabakatın oluşması halinde, naklen atanmaya imkan tanımıştır. Bu hüküm ile kurumlar açısından naklen atanma işlemine muvafakat verip vermeme idareye tanınmış bir takdir yetkisi olarak kendini göstermektedir. İdarenin takdir yetkisi mutlak olmayıp, idare kanunlarla tanınan bu yetkisini, kişinin atanması ile hizmetin yürütülmesinde aksaklık meydana gelip gelmeyeceği ve atamayı talep eden kişinin atama talebine esas menfaati arasındaki dengeyi gözeterek kullanmalıdır.

Dosyada, davacının muvafakat verilerek atanmasını talep ettiği birim olan Emniyet Genel Müdürlüğünün (Eskişehir Emniyet Müdürlüğü Teknisyenliği) muvafakat verdiğine ilişkin olarak bir bilgi ve belgenin bulunmadığı anlaşılmakla, Devlet Memurları Kanununun 74’üncü maddesinde aranan karşılıklı muvafakat verme şartının oluşmaması nedeniyle dava konusu işlemde bu yönüyle hukuka aykırılık bulunmadığı, davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle;

Yasal dayanaktan yoksun davanın REDDİNE,


KARŞI OY GEREKÇESİ

657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 74’üncü maddesinin 1’inci fıkrasında; Memurların bu Kanuna tabi kurumlar arasında, kurumların muvafakatı ile kazanılmış hak dereceleri üzerinden veya 68’inci maddedeki esaslar çerçevesinde derece yükselmesi suretiyle, bulundukları sınıftan veya öğrenim durumları itibariyle girebilecekleri sınıftan, bir kadroya nakilleri mümkündür. Kazanılmış hak derecelerinin altındaki derecelere atanabilmeleri için ise atanacakları kadro derecesi ile kazanılmış hak dereceleri arasındaki farkın 3 dereceden çok olmaması ve memurların isteği de şarttır.

Aşağı dereceye atananların 68’nci maddede yazılı süre kaydı aranmaksızın eski derecelerine tekrar atanmaları caizdir. hükmü yeralmıştır.

Davacı 20 Temmuz 2007 Kamu Personeli Seçme (2007/5) yerleştirme sonucu Eskişehir Emniyet Müdürlüğü kalorifer tesisat teknisyeni kadrosunu kazandığı, bu kurumda göreve başlayabilmek için 23.07.2007 tarihli dilekçeyle birliğinden muvaffakat istediği, davacıya muvaffakat verilmemesi üzerine bu davanın açıldığı, davalı idarece davacıya muvaffakat verilmemesi ile ilgili olarak personel ihtiyacının sebep gösterildiği, ayrıca karşılıklı yer değiştirme talebinin uygun görüldüğü belirtilmiştir.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 74’ncü maddesine göre naklen atama konusunda idarenin takdir yetkisi mevcut ise de takdir yetkisi kullanırken kişi yararı ve kamu yararının gözetilmesi gerekeceğinden şüphe bulunmamaktadır. Davalı idarece muvaffakat verilmemesi hususunda soyut personel ihtiyacı olarak gerekçe gösterilmiş ise de bu ihtiyacın ne şekilde olduğunu belirtmemiş, personelin ayrılması halinde idarenin ne şekilde mutazarrır olacağı açık ve inandırıcı bir şekilde ortaya konulmamıştır. Diğer taraftan karşılıklı yer değiştirme talebinin uygun görüldüğü belirtilmiş ise de bu husus dava konusuna girmediği gibi, davacıdan bu yönde, yerine bir kişiyi bulması beklenemez. Ayrıca çoğunluk kararında davacının nakil istediği kurumdan muvaffakatının bulunmadığı, bu nedenle davanın reddi yönünde karar verilmiş ise de, davacı kendi kurumundan olumsuz cevap alması üzerine, naklen atanacağı kadrodan muvaffakat alma girişiminin sonuca etkili olmayacağı düşüncesiyle doğrudan olumsuz işleme karşı dava açabilecektir. Kaldı ki davacının dava dosyasına sunduğu KPSS-2007/5 ÖSYM Yerleştirme Sonuç Belgesine göre Eskişehir Emniyet Genel Müdürlüğü Teknisyen kadrosuna yerleştiği ve bu kuruma başvurma hakkını kazandığı da bellidir. Açıklanan sebeplerle davacıya muvaffakat verilmemesi işleminin iptali gerekirken aksi yönde oluşan çoğunluk kararına katılmadım. 24.12.2008


2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2 nci maddesinin (1/a) bendinde ve 1602 sayılı AYİM Kanununun 21 nci maddesinde menfaati ihlal edilenler tarafından iptal davası açılabileceği hüküm altına alınmıştır. İhlal edilen menfaat kavramı yasal düzenlemelerde açıkça tanımlanmadığı gibi, iptal davasının hangi aşamasında(dava açıldığı zaman, yargılama süresince, karar anında) bulunması gereken ve aranan bir koşul olduğu da belirtilmemiştir. Bu konuda yasal düzenlemelerde getirilen tek belirleme iptal davası açacak ilgilinin menfaatinin ihlal edilmiş olması koşuludur. Menfaat ilişkisinin, hangi sınırlar içinde ve ne zaman aranacağı konusunda yasal bir ölçüt söz konusu değildir. Ancak gerek öğretide ve gerek uygulamada menfaat ilişkisinin meşru, kişisel ve güncel olması gerektiği noktasında birleşilmiştir.

Yasal bir ölçüt olarak düzenleme altına alınmamakla birlikte menfaat ilişkisinin sınırlarını çizen öğreti ve uygulama kaynaklı ölçütlerden olan ilişkinin veya ilginin güncel olmasıdır. İptal davasına konu olan bir idari işlemin idari yargı yeri tarafından iptal edilmesi, iptal edilen işlemin hiç yapılmamış sayılacağı ve iptal kararı ile işlemden önceki durumun geri geleceği sonuçlarını da beraberinde getirmektedir. Bu görüşün temelinde, iptal davası sonucunda verilecek yargı kararının sonuç yaratmayacak olması halinde, böyle bir yargı kararının verilmemesinin daha doğru olacağı düşüncesi yatmaktadır. Gerçekten yargı kararları uygulanmak için verilir ve uygulanmak suretiyle de taraflar arasındaki uyuşmazlığı ortadan kaldırırlar. Uygulanabilme olanağı bulunmayan yargı kararı vermenin hiçbir anlamı olmayacağı şüphesizdir. Çünkü, iptal davalarının konusu artık uygulanmayan işlemler değil, uygulanmakta olan ve hukuki sonuçlar doğurmaya devam eden idari işlemlerdir. Uygulanması bitmiş bir idari işlemin iptal davası çerçevesinde yargı denetimine tabi tutularak davanın reddedilmesinin veya işlemin iptal edilmesinin bir hukuki yarar sağlayacağı söylenemez.

Davacı ……..’nin, Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığı emrinde görevli iken 04 Eylül 2007 tarihinde görevden çekilme isteğinde bulunması ve işlem dairesinin temin edildiğinde gönderilecek olan Genelkurmay Başkanlığının 21 Eylül 2007 tarihli ve PER:4381-49746-07/Mrk.D.Svl.Me. ve İşçi Ş.sayılı yazısıyla davacının görevden çekilme onayının alınması ile aynı zamanda sivil memur statüsünden çıkması sonucu da doğduğundan; bu statüye sıkı sıkıya bağlı bir işlem mesabesinde olan dava konusu muvafakat verilmemesi işleminde davacının güncel menfaat ilişkisinin kesildiği açıkça anlaşılmaktadır. Bu nedenle de davanın öncelikle davacının menfaat yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerekmektedir. Bu karar ile, her türlü eylem ve işlemi ile idari yargı denetimine tabi olması gereken idarenin kendi eylem ve işlemlerini daima yargı denetiminden ve onun sonuçlarından kurtulma imkanına sahip olma sonucunu doğuracağının kabulü mümkün değildir. Bahse konu güncel menfaat yoksunluğu, davalı idarenin bir işlem veya eyleminden değil, alınacak yargı kararının uygulanmasını imkansız hale getiren davacının kendi iradesi ile gerçekleştirdiği bir işlemin neticesidir. Davacının kendi iradesiyle sağlanan statü değişikliğinin, menfaat ilişkisinin yönünün değişmesinde ve işlemin tesis edildiği andan itibaren güncel menfaatin kalmamasına neden olacağı açıktır. Hukuka aykırı olup olmama konusunda yargı erki tarafından denetime tabi tutulan idari işlem açısından, dava konusu uyuşmazlıkta davacının iptal davasına konu yaptığı muvafakat verilmemesi işleminden ve buna ilişkin dava açıldıktan sonra davacının görevden çekilme isteğinin onaylanması esas alınarak menfaat ilişkisinin sona erdiğinin kabulü gerekmektedir.

Açıklanan sebeplerle, davalı idarece davacı hakkında tesis edilen kesin ve yürütülebilir bir işlem olan muvafakat verilmemesi işleminden ve bu işlemin iptaline yönelik dava açıldıktan sonra davacının görevden çekilme isteğinde bulunması ve bu isteğinin onaylanması nedeniyle, güncel menfaatinin bulunmadığından dolayı davanın esasına girmeden sonuçlandırılmasının gerekeceği, bu nedenle davanın esası hakkında inceleme yapılamayacağını düşündüğümüzden aksine alınan davanın esasına geçilmesi şeklindeki sayın çoğunluk kararına katılmayarak ayrışık oy kullandık. 24.12.2008 (¤¤)

Full & Egal Universal Law Academy