Askeri Yargıtay Daireler Kurulu 2014/40 Esas 2014/44 Karar
Karar Dilini Çevir:
AskeriYargıtay
Dairesi: Daireler Kurulu
Esas No: 2014/ 40
Karar No: 2014 / 44
Karar Tarihi: 15.05.2014

(1632 S. K. m. 91) (5237 S. K. m. 21, 25)

Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan uyuşmazlık; sanık tarafından gerçekleştirildiği sübut bulan eylemin, meşru savunma sınırları içinde kalıp kalmadığına ve üste fiilen taarruz suçunu oluşturup oluşturmayacağına ilişkindir.

Öncelikle, gerek soruşturma ve gerekse kovuşturma aşamasında, katılan hakları konusunda hiç bilgilendirilmeyen, ancak birlik komutanlığına vermiş olduğu dilekçesinde sanıktan şikayetçi olduğunu bildiren mağdur sanığın, müteakiben gerekçeli kararın tebliği üzerine süresinde yapmış olduğu kanun yolu başvurusunda, diğer sanık tarafından kendisine karşı gerçekleştirildiğini iddia ettiği eylem nedeniyle verilen beraat kararını da temyiz ettiğini belirtmiş olması karşısında, Dairece mağdur sanığın katılan olarak kabul edilerek temyiz incelemesi yapılmasında isabetsizlik bulunmadığı kabul edilmiştir.

Dava dosyasında bulunan deliller ve sanığın savunması incelendiğinde;

Mağdur sanık Bkm.Kd.Bçvş. İ. K.'nın; Askeri Savcı tarafından tespit edilen ifadesinin dışında, aşamalarda saptanan tüm ifadelerinde, diğer sanığın, iki eliyle boğazından tutarak kendisini sırt üstü masaya yatırdığını, kollarını da kapsayacak şekilde kendisini sararak yatırdığı hususunun doğru olmadığını, sanığın olayın kapanması arzusunda olması üzerine, Askeri Savcıya farklı beyanlarda bulunduğunu;

Sanığın; Birlik Komutanlığına sunmuş olduğu şikayet dilekçesinde, Birlik Komutanlığınca ve Disiplin Subayınca saptanan ifadelerinde; yumruk atan mağdur sanıktan kendisini korumak için, omuzlarından tutarak masanın üzerine yatırdığını; Askeri Savcı tarafından saptanan ifadesinde; mağdur sanığın kendisini sandalyeye oturtmak istediği sırada dengesi bozularak masaya doğru düştüğünü, kendisini de dengesini kaybedip mağdur sanığın yanına düştüğünü; Askeri Mahkemece, huzurda saptanan ifadesinde ise; mağdur sanığın saldırılarını önlemek ve kendisini korumak için, mağdurun kollarının üzerinden kollarını sararak masaya doğru yatırdığını;

Olay anında odada bulunan tanık Bkm.Kd.Bçvş. M. C.'nin; Birlik Komutanlığınca ve Askeri Savcı tarafından saptanan ifadelerinde; sanığın, mağdur sanığın attığı yumruğun, çekilmesi nedeniyle kendisine isabet etmemesi üzerine, mağdur sanığın yakasından tutarak masanın üzerine yatırdığını; Askeri Mahkemece, huzurda saptanan ifadesinde ise; mağdur sanığın attığı yumruk üzerine, sanığın mağdura sarıldığı, sanığın da mağdura sarıldığını, müteakiben masanın üzerine düştüklerini, sanığın daha iri olması nedeniyle üstte olduğunu;

Olay anında odanın dışında bulunan ve odayı bir açıdan gören tanık Tnk.Onb. Ö. K.'nin; Askeri Savcı tarafından tespit edilen ifadesinin dışında, aşamalarda saptanan tüm ifadelerinde; sanığın, kendisine yönelik olarak elini kaldıran mağdur sanığa sarılarak masaya yatırdığını; Askeri Savcı tarafından saptanan ifadesinde ise; sadece, odaya girdiklerinde, her iki sanığın üst üste olduklarını gördüğünü;

Beyan ettikleri görülmektedir.

Aşamalarda farklılaşan tanıkların beyanları ile sanık ve mağdur sanığın savunmaları doğrultusunda, sanığın, kendisine yumruk sallayan ancak isabet ettiremeyen mağdur sanığa sarılıp masanın üzerine yatırdığı hususu maddi vaka olarak belirlenmiş olup, bu konuda Daire ile Başsavcılık arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

ASCK'nın 91’inci maddesinde üste veya amire fiilen taarruz suç olarak düzenlenmiş olmakla birlikte, “taarruz” teriminin tanımı yapılmamış, bu konu uygulamaya bırakılmıştır. Yerleşik uygulamada, müessir fiil sayılan eylemlerin her türü üste fiilen taarruz olarak kabul edilmekte, ayrıca çarpmak, itmek, vurmak için yakasına yapışmak, taarruz amacıyla silahı üste veya amire tevcih etmek gibi üstün veya amirin vücut bütünlüğüne yönelik saldırı niteliğindeki etkin eylemlerin de üste veya amire fiilen taarruz suçunu oluşturacağı benimsenmektedir. Öte yandan, üste veya amire fiilen teşebbüs de, tamamlanmış suç gibi yaptırıma bağlanmıştır.

Maddede, üst’ün veya amirin kişiliğinde somutlaşan askeri otoritenin astın her türlü taarruzundan korunması amaçlanmış, taarruzun şekline, yapıldığı ortama ve doğurduğu sonuca göre hafiften ağıra doğru çeşitli yaptırımlar görülmüştür. Ancak, bu suçun oluşması için başlı başına maddi unsurun gerçekleşmesi yeterli olmayıp, manevi unsurun da gerçekleşmesi, yani failin taarruz kastıyla hareket ettiğinin ortaya konulması gerekmektedir.

Diğer taraftan, TCK’nın “Kast” başlıklı 21’inci maddesinin ilk fıkrasında; “Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.” şeklinde yer alan ifadeyle, doğrudan kastın tanımı yapılmıştır.

Öğretide genel kabul gördüğü ve çeşitli yargısal kararlarda da benimsenerek vurgulandığı üzere, kısaca “Öngörülen ve suç oluşturan fiili gerçekleştirmeye yönelen irade” biçiminde tanımlanan kastın iki unsuru bulunmaktadır.

Bunlardan ilki; düşünme ve öngörme (Bilme) unsurudur. Buna göre, failin kasten hareket etmiş sayılabilmesi için, tipe uygun hareketi önceden düşünüp öngörmüş, zihninde canlandırmış olması gerektiği gibi, sonucu da düşünmüş ve öngörmüş olması gereklidir.

Kastın ikinci unsuru ise; irade (isteme) unsurudur. Kastın varlığı için, hareketten doğacak sonucun sadece düşünülmesi ve öngörülmesi, kısaca bilinmesi yeterli olmayıp, ayrıca sonucun da istenmesi gerekir.

Meşru savunma ise, TCK’nın 25/1'inci maddesinde; “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez” şeklinde düzenlenmiştir.

Gerek öğretide, gerekse yerleşmiş yargısal kararlarda vurgulandığı üzere; TCK’nın 25/1'inci maddesinde düzenlenen ve hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan meşru savunma, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmakta ve bu nedenle de eylemi suç olmaktan çıkarmaktadır.

Meşru savunmanın oluştuğunun kabul edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

Öncelikle bir saldırı bulunmalıdır. Saldırının var olmasını geniş olarak anlamak, başlayacağı muhakkak olan ve başladığı takdirde savunmayı imkansız kılacak veya güç hile getirecek bir saldırıyı başlamış, keza bitmiş olmasına rağmen tekrarından korkulan bir saldırıyı da henüz sona ermemiş saymak zorunludur. Haksız bulunan bu saldırı, meşru savunma ile korunabilecek bir hakka yönelik olmalıdır. Bu hakkın, kişinin kendisine veya bir başkasına ait olması arasında fark bulunmamaktadır. Ayrıca, saldırı ile savunma eşzamanlı bulunmalıdır.

Savunma zorunlu olmalıdır. Zorunluluk ile kastedilen husus, failin kendisine veya başkasına ait bir hakkı koruyabilmesi için savunmadan başka imkanının bulunmamasıdır. Saldırana karşı yönelen savunma ile saldırı arasında oran bulunmalıdır.

Öte yandan, savunmanın, meşru savunma şartlarının bulunduğu sırada başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlal edilmesi nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilmediği durumlarda, “sınırın aşılması” söz konusu olabilmektedir.

Yapılan açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu ele alınıp değerlendirildiğinde; sanığın, kendisini yakasından tutarak sandalyeye oturtmaya çalışan mağdur sanık Bkm.Kd.Bçvş. İ. K.’nın, bu eylemlerini sonlandırmak ve kendisine karşı gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel olan darp eylemlerini engellemek için önce sanık Bkm.Kd.Bçvş. İ. K.’nın, yakasını tutan ellerini bileklerinden tutarak aşağıya indirdiği, ardından kendisine yumruk sallayan ancak isabet ettiremeyen İ. K. Başçavuş'u etkisiz hile getirmek ve kendisini korumak amacıyla sarılıp masanın üzerine yatırdığı anlaşılmaktadır.

Sanığın, mağdur sanık İ. K.’nın saldırısıyla eş zamanlı olarak ve sadece kendisine yönelen, ayrıca devam etme veya tekrarlama potansiyelini barındıran taarruzu bertaraf edecek yeterlilikte eylemini gerçekleştirdiği görülmektedir. Her ne kadar, mağdur sanık, sanığın kendisini iki eliyle boğazından tutarak masanın üzerine yatırdığını iddia etmekte ise de, diğer tanıkların beyanları ile sanığın savunması kapsamında, bu eylemin üste fiilen taarruz kastıyla gerçekleştirildiği hususu, her türlü şüpheden uzak bir şekilde ortaya konulamamaktadır. Dolayısıyla, sanığın gerçekleştirdiği hususu dahi şüpheli olan bu eyleminin, savunma bütünlüğü içinde gerçekleştirildiğinin kabulü gerekmiştir.

Öte yandan, mağdur sanığın savunması kapsamında mahkemeye sunması suretiyle dava dosyasına ithal edilen olay yerine (rahat hareket edilemeyecek ve saldırıdan kaçınma imkanı vermeyecek ölçüde dar bir mekanda) ilişkin fotoğraflardan ve olayın gelişim (ani ve ardışık gerçekleştirilen taarruzlar) tarzından, sanığın kendisini koruyabilmesi için, söz konusu savunmadan başka imkanının bulunmadığı ve saldırıyla orantılı olduğu hususunda duraksama bulunmamaktadır.

Bu itibarla, kendisini yakasından tutarak sandalyeye oturtmaya çalışan ve bu nedenle hakkında asta müessir fiil suçundan verilen mahkûmiyet hükmü Dairece onanan mağdur sanığın, devamında kendisine yumruk sallaması, ancak isabet ettirememesi üzerine, mağdur sanığı etkisiz hile getirmek ve kendisini korumak amacıyla sarılıp masanın üzerine yatıran astı konumundaki sanığın, üste fiilen taarruz suçunu işleme kastıyla hareket ettiğinin her türlü şüpheden uzak bir şekilde oraya konulamaması karşısında, sanığın eylemlerinin TCK'nın 25'inci maddesinde düzenlenen meşru savunma sınırları içerisinde kaldığından bahisle verilen beraat kararını onayan Daire ilamının yerinde olduğu kabul edilerek, Başsavcılığın itirazının reddine karar verilmiştir. (¤¤)

Full & Egal Universal Law Academy