Askeri Yargıtay Daireler Kurulu 2012/42 Esas 2012/38 Karar
Karar Dilini Çevir:
AskeriYargıtay
Dairesi: Daireler Kurulu
Esas No: 2012/ 42
Karar No: 2012 / 38
Karar Tarihi: 15.03.2012

(5237 S. K. m. 106) (1632 S. K. m. 82) (765 S. K. m. 191)

Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa yüklenen üstü tehdit suçlarının sübuta erip ermediğine ilişkindir.

Daire; sanığa yüklenen üstü tehdit suçlarının sübuta ermediğini kabul ederek mahkumiyet hükümlerinin esas yönünden bozulmalarına karar verirken;

Başsavcılık; suçların sübuta erdiğini ileri sürerek, Daire kararına itiraz etmiştir.

Dava dosyasındaki delillerden; Jandarma Karakolunda görev yapan ve aynı yerde ikamet eden sanık Uzm.J.II.Kad.Çvş. H.İ.K.’nin, 29.05.2009 tarihinde saat 00.20 civarında alkollü iken evinin önünde, tabancasını boşaltmak isterken dengesini kaybettiği, yere düşerken silahının ateş aldığı, sol omuzu ile boynunun birleşme yerinden yaralandığı, Jandarma Karakol Komutanı J.Kd.Bçvş. M.K. tarafından yetkililerin olaydan haberdar edilmesi üzerine olay mahalline Adana ilinden ve Karataş ilçesinden iki ayrı ambulansın geldiği, Adana ilinden gelen ambulanstaki doktorun “Yarada bir şey yokmuş, üçüncü dereceden yanık, hayati tehliken yok, önemli değil” demesi üzerine, sanığın, kendisiyle ilgilenilmediğinden bahisle doktorla tartışmaya başladığı ve diğer ambulansla ... Asker Hastanesine götürüldüğü, acil serviste bulunan Tbp.Atğm. H.S. ile Tbp.Atğm. R.S.K.’nin sanığın yarasına baktıkları, Tbp.Atğm. R.S.K.’nin yaralı bölgenin içerisindeki otların, çöplerin ve elbise parçalarının temizlenmesini sanığın refakatçilerinden istediği, sanığın bu temizliğin hastane personeli tarafından yapılması gerektiğini belirterek taşkınlık yapması üzerine, Adana Asker Hastanesi Nöbetçi Amiri Sağlık Binbaşı İ.A.’nın sanığın bulunduğu yere geldiği, ancak teskin etmeye çalıştığı sanığın, taşkınlıklarına devam ederek başka bir hastanede tedavi olacağından bahisle hastaneden birkaç kez ayrıldığı ve geri geldiği, sanığın hastanede bulunduğu esnada .İlçe Jandarma Komutanı J.Yzb. Ö.F.K.’ye ve .İl Jandarma Komutanı J.Alb. İ.C.’ye karşı “Alay Komutanına ve Bölük Komutanına göstereceğim, kendilerini rahat zannetmesinler, babam yola çıktı geliyor, babam onlara gününü gösterecek, bir çok akrabam var telefon edersem onlar da gelir. Bölük Komutanı ayağını denk alsın” şeklinde sözler söylediği, tedavisi konusunda zorluk çıkardığı, ancak hastane önünde bayılması nedeniyle yarasının pansumanının yapılabildiği, sanığın hastane içerisindeki taşkınlıklarının Askeri Savcılığa ve Merkez Komutanlığına bildirildiği, Merkez Komutanlığından hastaneye İnzibat Astsubayı Bçvş. F.T. yönetiminde bir ekibin geldiği, sanığa gözaltına alınacağı söylendiğinde, “beni göz altına alamazsınız” diyerek itiraz ettiği ve tartıştığı, hastanenin zemin katta bulunan acil bölümünden dışarıya bahçeye doğru gitmek istediği esnada İnzibat Astsubayı’nın talimatı üzerine kapıda bekleyen inzibat erlerinin dışarıya çıkmaya müsaade etmediği, tedavisi sonrasında gözaltına alınarak Merkez Komutanlığına götürüldüğünde de “Bölük Komutanına ve Alay Komutanına göstereceğim. Bu böyle olmaz. Ankara’dan akrabalarım gelecek, Alayı başlarına yıkacağım. Karataş Jandarma Komutanı hesabını verecek” şeklinde sözler söylediği dosyadan anlaşılmakta olup, esasen bu konuda Daire ile Başsavcılık arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 17.12.2009 tarihli ve 2009/131-126 sayılı ilamında da belirtildiği üzere;

Amiri veya üstü tehdit suçunu düzenleyen ASCK’nın 82/2’nci maddesi; “Amir veya üstünü herhangi bir suretle tehdit edenlere, ... cezası verilir. ...” şeklinde olup, suçun unsurları konusunda herhangi bir açıklık bulunmadığı görülmektedir. Uyum ve kararlılık gösteren Askeri Yargıtay kararlarında, ASCK’nın 82/2’nci maddesinde yazılı tehdit suçunun unsurlarının, 765 sayılı TCK’nın 191’inci maddesinde belirtildiği, bu maddede, “Bir kimsenin ... başkasını ağır ve haksız bir zarara uğratacağını bildirmesi” biçiminde tanımlandığı, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nın 106/1’inci maddesinde, “Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden veya malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehdit etme... ” şeklinde yer aldığı görülmektedir.

5237 sayılı TCK’nın “Tehdit” başlıklı 106’ncı maddesinin gerekçesinde; “Suçun oluşması bakımından tehdit konusu kötülüğün gerçekleşip gerçekleşmemesi, önemli değildir. Tehdidin objektif olarak ciddi bir mahiyet arz etmesi gerekir. Yani, istenilenin yerine getirilmemesi halinde tehdit konusu kötülüğün gerçekleşeceği ihtimali objektif olarak mevcut olmalıdır. Sarf edilen sözler, gerçekleştirilen davranış muhatap alınan kişi üzerinde ciddi bir korku yaratma açısından sonuç almaya elverişli, yeterli ve uygun değilse, tehdidin oluştuğu ileri sürülemez. Failin söz ve davranışlarının muhatabı üzerinde ciddi şekilde korku ve endişe yaratacak uygunluk ve yeterlilik içerip içermediğinin her somut olayda araştırılması gerekir. Objektif olarak ciddi bir mahiyet arz eden tehdidin somut olayda muhatabı üzerinde etkili olması şart değildir. Kişi, fail, objektif olarak ciddi bir mahiyet arz eden söz ve davranışlarla mağduru tehdit etmek istemiş olmasına rağmen; mağdur, bu söz ve davranışları ciddiye almamış olabilir. Bu durumda tehdit yine gerçekleşmiştir. Tehdidin gerçekleşip gerçekleşmemesi, muhatabı üzerinde etkili olup olmamasına bağlı tutulmamalıdır. Failin de kendisinin tehdit konusu tecavüzü gerçekleştirebilecek imkan ve iktidara sahip olduğu kanaatini karşı tarafta uyandırdığını bilmesi gerekir.” denilmektedir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18.02.1991 gün ve 368-36 sayılı kararında da açıklandığı üzere, “tehdit, mağduru istenilen bir hareketi yapmaya zorlamak ve onu korkutmak olduğuna göre, hukuken değerlendirilmesi için uygunluk, elverişlilik, yeterlilik koşulları gerçekleşmelidir... ”

Tehdit suçunun oluşması için özel kast aranmaz. Failde suç işleme genel kastının bulunması yeterlidir. Fiilin belli bir saikle işlenmesi de aranmaz. Fakat fiilde korkutuculuk, ürkütücülük, elverişlilik, ciddiyet yoksa tehdit kastının varlığından da söz edilemez. Bir babanın, iyiliği için çocuğuna kızmasında, malına zarar vereni uzaklaştırmak için mal sahibinin sonucunu düşünmeden ve istemeden fevren bağırma sırasında sarf ettiği sözlerde tehdit suçunun oluşmaması; öfkenin suç kastını kaldırması ve öfkeyle işlenen tehdidin suç olmayacağı nedeniyle değil, söylenen sözlerde ciddiyet bulunmaması nedeniyledir. Zira, mağdur haksız bir zarara uğrayacağı endişesine kapılmamıştır. Failde böyle bir zarara uğratma düşüncesi de bulunmamaktadır.

Somut olayda, ateşli silahla boynundan yaralanmış olmasına rağmen, doktorların ve amirlerinin bu konuda kendisiyle yeterince ilgilenmedikleri düşüncesine kapılan, bu yüzden olumsuz bir ruhsal tablo içerisine girerek tepki göstermeye başlayan, Adana Asker Hastanesi Acil Servisinde saat 01.50’de yapılan ilk tıbbi muayenesi sırasında “ajite” olduğu gözlemlenen sanığın, o anki üzüntülü ruh haliyle ve kızgınlıkla, aklına gelen sözleri sarf ettiği görülmektedir.

Olayın bütünlüğü içerisinde, sanığın fevren söylediği sözlerin; ciddiyetten uzak beyanlar olduğu, olay mahallinde bile bulunmayan mağdurlar üzerinde objektif olarak ciddi bir korku ve endişe yaratmaya elverişli ve yeterli olmadığı, ayrıca mağdurlarla arasında somut herhangi bir sorun da bulunmayan sanığın, tehdit kastı ile hareket ettiğinin de söylenemeyeceği, bundan dolayı üzerine atılı üstü tehdit suçlarının unsurları itibarıyla oluşmadığı, eylemlerinin saygısızlık boyutunda kaldığı sonucuna varıldığından, Başsavcılığın aksi yöndeki görüşüne itibar edilmeyerek itirazının reddine karar verilmiştir. (¤¤)

Full & Egal Universal Law Academy