Askeri Yargıtay Daireler Kurulu 2011/107 Esas 2011/107 Karar
Karar Dilini Çevir:
AskeriYargıtay
Dairesi: Daireler Kurulu
Esas No: 2011/ 107
Karar No: 2011 / 107
Karar Tarihi: 24.11.2011

(353 S. K. m. 227, 256) (5271 S. K. m. 147, 149, 191, 324)

Ancak; sanığa bu aşamada da hakları hatırlatılırken, CMK’nın 324 ve 353 sayılı Kanun’un 256’ncı maddesine aykırı olarak, müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde görevlendirilecek müdafiye yapılacak ödemelerin yargılama giderlerinden sayılacağının ve mahkûmiyeti halinde kendisinden tahsil edileceğinin bildirilmesi; sanığın, yargılama sürecinin her aşamasında kullanabileceği müdafi isteme hakkını kullanma iradesini etkileyen ve dolayısıyla savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran bir hukuka aykırılıktır.

Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; bozma kararına karşı diyeceklerinin belirlenmesi sırasında sanığa CMK’nın 147 ve 191/3’üncü maddelerinde yazılı hakları hatırlatılırken, müdafi yardımından faydalanmak istediği taktirde görevlendirilecek müdafiye yapılacak ödemelerin yargılama giderlerinden sayılacağı ve mahkûmiyeti halinde kendisinden tahsil edileceğinin de bildirilmiş olmasının, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurup doğurmadığına ilişkin bulunmaktadır.

Daire; sanığa müdafi isteme hakkının doğru bildirilmemiş olmasının bu hakkını kullanamama sonucunu doğurmuş olabileceğini ve savunma hakkının kısıtlanmasına sebep olduğunu kabul etmişken; Başsavcılık, bozma kararına karşı sanığın diyeceklerinin belirlenmesi sırasında haklarının anlatılması zorunluluğu bulunmadığı, dolayısıylaburada yapılan hatanın savunma hakkını kısıtlamadığı ve bozmayı gerektirmediği görüşündedir.

Uyuşmazlığın çözümü için yargılamanın gelişiminin ve ilgili hükümlerin incelenmesi gerekmektedir.

Yargılamanın gelişimi

Dosya içeriğine göre; sanığın dava konusu olayla ilgili ilk ifadesinin, 14.02.2006 tarihinde Birlik Komutanlığınca alındığı ve ifadesi alınmadan önce kendisine herhangi bir hakkının hatırlatılmadığı;

15.2.2007 tarihinde Askeri Savcı tarafından ifadesi alınmadan önce haklarının hatırlatıldığı ve sanığın müdafi istemediğini beyan ettiği; tutuklama istemiyle Askeri Mahkemeye sevk edilmesi üzerine, zorunlu müdafi olarak Baro tarafından görevlendirilmiş olan Av. S.G.’nin de katılımıyla Askeri Mahkeme tarafından aynı tarihte yapılan duruşmasız oturumda haklarının hatırlatıldığı ve tutuklanmasına karar verildiği,

19.02.2007 tarihli iddianame ile kamu davası açıldığı, Askeri Mahkemenin 02.03.2007 tarihli kararıyla iddianamenin kabulüne karar verildiği;

Soruşturma aşamasında görevlendirilmiş olan zorunlu müdafiin duruşmaya çağrılmadığı, 10.04.2007 tarihinde duruşmaya başlandığı, yoklama ve kimlik tespitinin yapılmasından sonra sanığa CMK’nın 147 ve 191/3’üncü maddeleri haklarının hatırlatıldığı, sanığın avukat istemediğini beyan ettiği, yargılamaya müdafi olmaksızın devam edildiği; 08.05.2007 tarihinde yapılan duruşma sonunda sanığın mahkûmiyetine ve tahliyesine karar verildiği; Askeri Yargıtay 2’nci Dairesinin 18.11.2009 tarihli ve 2009/2484-2470 sayılı kararı ile; huzurda bulunan sanığa, Askeri Savcının esas hakkındaki görüşünü bildirmesinden sonra savunma ve son söz hakkı verilmemiş olması sebebiyle, bu hükmün bozulmasına karar verildiği;

Sanığın bozma kararına karşı diyeceklerinin tespiti için yazılan talimat üzerine, Amasya 1’inci Asliye Ceza Mahkemesince 10.03.2010 tarihinde yapılan duruşmada; sanığın kimliğinin tespit edildiği, iddianame ve bozma kararının okunduğu, atılı suçun anlatıldığı, hakları hatırlatılırken: “... CMK’nın 147 ve 191/3’üncü maddeleri gereğince müdafi seçme hakkının olduğu, müdafii seçecek durumda olmadığı ve bir müdafii yardımından faydalanmak istediği taktirde görevlendirilecek müdafiye yapılacak ödemelerin yargılama giderlerinden sayılacağı ve mahkûmiyeti halinde kendisinden tahsil edileceği hatırlatılarak, kendisine Baro tarafından müdafii görevlendirilebileceği... ” hususlarının belirtildiği; sanığın, haklarını ve suçlamayı anladığını, müdafi ve hazırlanma süresi istemediğini, duruşmalardan bağışık tutulma istediğinive savunmasını kendisinin yapacağını bildirmesi üzerine bozma ilamına karşı diyeceklerinin ve savunmasının belirlendiği; 18.05.2010 tarihinde yapılan duruşmada sanığın duruşmalardan bağışık tutulmasına ve bozma kararına uyulmasına karar verildiği, 27.07.2010 tarihinde sanığın yokluğunda yapılan duruşma sonunda da mahkûmiyet kararı verildiği;

Sanık tarafından; esasa ilişkin sebepler ileri sürülerek ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi gerektiğinden bahisle temyiz davası açıldığı;

anlaşılmaktadır.

İlgili hükümler

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun;

147’nci maddesinde; şüpheli veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde, kendilerine, müdafi seçme hakkı bulunduğu ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade ve sorgusunda hazır bulunabileceği, müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından yararlanmak istediği takdirde, kendisine Baro tarafından bir müdafi görevlendirileceğinin bildirileceği;

191’inci maddesinde; duruşmada iddianamenin okunmasından sonra, sanığa, yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğunun yanı sıra, 147’nci maddede belirtilen diğer haklarının da bildirileceği;

149’uncu maddesinde, şüpheli veya sanığın soruşturmanın her aşamasında müdafiin yardımından yararlanabileceği;

150’nci maddesinde, şüpheli veya sanığın müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan etmesi ve istemesi halinde bir müdafi görevlendirileceği; müdafii bulunmayan şüpheli ve sanığın, çocuk, kendisini savunmayacak derecede malûl, sağır ve dilsiz olması halinde veya alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda istem olmaksızın müdafi görevlendirileceği; zorunlu müdafilikle ilgili hususların çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği;

324’üncü maddesinin birinci fıkrasında; harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamaların ve taraflarca yapılan ödemelerin yargılama giderleri olduğu;

325’inci maddesinin birinci fıkrasında; cezaya veya güvenlik tedbirine mahkûm edilmesi halinde bütün yargılama giderlerinin sanığa yükleneceği;

CMK’nın 150’nci maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca çıkarılan, Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmesi ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmelik’in 5’inci maddesinin birinci fıkrasında; müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan eden sanığa, görevlendirilecek müdafie yapılacak ödemelerin yargılama giderlerinden sayılacağı ve mahkûmiyeti halinde kendisinden tahsil edileceği hususunun hatırlatılarak, talep etmesi halinde Barodan bir müdafi görevlendirilmesinin isteneceği;

353 sayılı Kanun'un 256’ncı maddesinde; askeri mahkemelerde görülecek davaların ve askeri makamlar aracılığı ile uygulanacak cezaların giderlerinin, Milli Savunma Bakanlığı Bütçesinden ödeneceği;

hükümleri yer almaktadır.

Uyuşmazlık konusuyla ilgili değerlendirme

Askeri Yargıtay Daireler Kurulu’nun 04.03.2010 tarihli ve 2010/40-22 sayılı, 02.06.2011 tarihli ve 2011/61-52 sayılı, 30.06.2011 tarihli ve 2011/73-71 sayılı kararıyla; CMK’nın 324’üncü maddesi uyarınca yargılama giderlerinden sayılan zorunlu müdafi ücretinin, 353 sayılı Kanun'un 256’ncı maddesi hükmü gereğince Milli Savunma Bakanlığı Bütçesinden ödenmesi gerektiği; mahkûmiyet kararı verilmesi halinde müdafie yapılacak ödemelerden sanığın sorumlu tutulacağına ilişkin CMK’nın 325’inci ve Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmesi ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmelik’in 5’inci maddesinin birinci fıkrası hükümlerinin uygulanamayacağı; bu nedenlerle, sanığa hakları hatırlatılırken, mahkûmiyeti halinde müdafie yapılacak ödemenin kendisinden tahsil edileceğinin bildirilmesinin 353 sayılı Kanun’un 256’ncı maddesine açıkça aykırı olduğu, sanığın müdafi isteme iradesini olumsuz yönde etkileyici ve dolayısıyla savunma hakkını kısıtlayıcı nitelikte olduğu kabul edilmiş ve bu kabul uygulamalarla istikrar kazanmış bulunmaktadır.

Kurulumuzca; öncelikle, bu kararlardaki kabullerden ayrılmayı gerektirecek bir durum olmadığı kabul edilmiş; ancak, somut olayda, CMK’nın 147 ve 191’inci maddeleri uyarınca sanığa haklarının usulüne uygun olarak hatırlatılmış olması da gözetilerek, 353 sayılı Kanun'un 227’nci maddesi uyarınca bozma kararına karşı diyecekleri tespit edilirken yapılan yanlış bildirimin savunmayı kısıtlayıcı nitelikte olup olmadığı tartışılmıştır.

Yargılama aşamalarında, CMK’nın 147 ve 191’inci maddeleri uyarınca kendisine bütün hakları ve bu arada müdafi isteme hakkı da hatırlatılmış olan sanığa, bozma kararına karşı diyeceklerinin tespitedilmesinden önce yeniden bu haklarının hatırlatılması gerektiğine ilişkin olarak, 5271 sayılı CMK’da, 353 sayılı ASMKYUK’da ve diğer mevzuatımızda bir hüküm bulunmamakta ve dolayısıyla böyle bir hatırlatmanın gereği bulunmamaktadır.

Bununla birlikte; kovuşturmanın, iddianamenin kabulüyle başlayıp, hükmün kesinleşmesine kadar devam ettiği, sanığın da bu sürecin her aşamasında yasal haklarını ve bu kapsamda müdafi isteme hakkını kullanabileceği kuşkusuzdur.

Bu aşamada müdafi isteme hakkını kullanmayı düşünen sanığın, mahkûmiyetine karar verilmesi halinde avukatlık ücretinin kendisinden isteneceği ihbarı üzerine, bu hakkını kullanmaktan vazgeçmesi olasılığının varlığı yadsınamaz bir gerçekliktir.

Bu sebeple; sanığa bozma kararına karşı diyecekleri tespit edilmeden önce hakları hatırlatılırken, CMK’nın 324 ve 353 sayılı Kanun’un 256’ncı maddelerine aykırı olarak, müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde görevlendirilecek müdafie yapılacak ödemelerin yargılama giderlerinden sayılacağı ve mahkûmiyeti halinde kendisinden tahsil edileceğinin bildirilmesinin, sanığın, bu konudaki iradesini etkileyen ve dolayısıyla savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran bir hukuka aykırılık olarak kabul edilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Tebliğnamede; Askeri Yargıtay bozma kararına karşı sanıkların diyeceklerinin tespit edilmesi sırasında, sorgu ve savunmanın hazırlanması için süre talebinde bulunabilme hakkının hatırlatılmamış olmasının bozma nedeni olarak kabul edilmediği örnek olarak gösterilmek suretiyle, bu hukuka aykırılığın da bozma nedeni sayılmaması gerektiği ileri sürülmüş ise de; bozma kararına karşı sanıkların diyeceklerinin tespit edilmesi için hazırlanma süresinin tanınmasını gerektiren hukuki bir zorunluluk olmadığı gibi, sanıkların haklarını kullanmadaki iradelerini etkileyebilecek hukuka aykırı bildirim bakımından, uyuşmazlık konusu mevcut durumla bu örnekler arasında bir benzerlik bulunmamaktadır. (¤¤)

Full & Egal Universal Law Academy