Askeri Yargıtay Daireler Kurulu 2009/47 Esas 2009/49 Karar
Karar Dilini Çevir:
AskeriYargıtay
Dairesi: Daireler Kurulu
Esas No: 2009/ 47
Karar No: 2009 / 49
Karar Tarihi: 02.04.2009

(353 S. K. m. 19, 196, 205, 227) (5271 S. K. m. 10, 223, 230, 307) (1412 S. K. m. 326) (AYDK. 31.05.2007 T. 2007/76 E. 2007/70 K.) (YCGK. 28.09.1992 T. 1992/5-190 E. 1992/237 K.)

Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunda çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; delil yetersizliği nedeniyle kurulan beraat hükmünün, sanık müdafii tarafından gerekçe yönünden temyizi üzerine, suçun sübutu kabul edilerek, sanık aleyhine bozulmasına karar verilip verilemeyeceğine ilişkindir.

Daire; mevcut deliller karşısında, sanığa atılı suçun unsurlarının oluşmadığı ya da sanığın atılı suçu işlemediğinin sabit olduğu şeklinde bir sonuca varılmasının mümkün bulunmadığı görüşü yanında, aleyhe temyiz bulunmadığını da dikkate alarak delil yetersizliği nedeniyle verilen beraat hükmünün onanmasına karar vermişken,

Başsavcılık; Daire ilamında sübutun varlığının zımnen kabul edilmesine rağmen, aleyhe temyiz bulunmadığından zorunlu olarak beraat hükmünün onanmasına karar verilmesinin yerinde olmadığı, mevcut deliller karşısında, sanığın atılı suçu işlediği sabit olduğundan, cezada kazanılmış hakkının korunması suretiyle, sübut yönünden hukuka aykırı kurulan beraat hükmünün bozulmasına karar verilmesi gerektiğini öne sürerek, Daire ilamına süresinde itiraz etmiştir.

Öğretide ve uygulamada, ilgililerin kanun yollarından yararlanabilmeleri için iki ölçüt kabul edilmektedir. Öncelikle, ilgiliye kanun yollarından yaralanma hakkının tanınmış olması ve kişinin kanun yoluna başvurmakta hukuki bir yararının bulunması gerekmektedir.

Hukuka aykırılıkları gidermek ve isabetli karar verilmesini sağlamak bakımından, sanık için olduğu kadar toplum için de büyük bir teminat oluşturan kanun yoluna kimlerin başvurabileceği hususu, 353 sayılı Kanun'un 196'ncı maddesinde açıklanmış bulunmaktadır. Buna göre, sanığın ve müdafiin, kanun yoluna başvurabileceği hususunda duraksama bulunmamaktadır.

Öte yandan, 353 sayılı Kanun'un Temyiz edilebilen veya edilemeyen hükümler başlıklı 205'inci maddesinde, kendiliğinden temyize tabi hükümler ile temyiz yoluna başvurulması mümkün olmayan hükümler açıkça sayılmak suretiyle gösterilmiştir. Buna göre; üst sınırı beş yüz günü geçmeyen adli para cezasını gerektiren suçlardan tesis olunan beraat hükümleri ile kanunlarda kesin olduğu yazılı bulunan hükümlere karşı temyiz kanun yoluna başvurma olanağı bulunmamaktadır.

5271 sayılı CMK'nın 223/1'inci maddesinde; beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararının hüküm olduğu, aynı maddenin 10'uncu fıkrasında da; adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararının kanun yolu bakımından hüküm sayılacağı belirtilmektedir. Diğer taraftan, 353 sayılı Kanun'un 19/Son maddesinde; görülmekte olan davalar nedeniyle tek hâkim ile askeri mahkeme kurulu arasında çıkan görev uyuşmazlıklarını Askeri Yargıtayın çözümleyeceği düzenlenmektedir.

Açıklanan bu kanuni düzenlemeler dikkate alındığında, beraat hükümlerinin sadece sanık veya müdafii tarafından temyiz edilemeyeceğine ilişkin bir hükmün bulunmadığı görülmektedir.

Bu bağlamda, hakkında tesis olunan beraat hükmünün sanık veya müdafii tarafından temyiz edilebilmesi için, 353 sayılı Kanun'un 205'inci maddesinde sayılan kararlardan olmaması, diğer bir deyişle, temyizi mümkün kararlardan olması ve beraat kararıyla sanığın esaslı hukuki yararının ihlal edildiğinin kabul edilmesi, başka bir ifadeyle, sanığın hükmü temyiz etmesinde hukuki yararının bulunması gerekmektedir.

Somut olayda, sanık hakkında tesis olunan beraat hükmünün temyizi mümkün kararlardan olduğu görülmektedir.

Ancak, beraat hükmü, sanığı atılı suç yönünden aklayıcı, kurtarıcı nitelikte olduğundan, sanığın beraat hükmünü temyizde herhangi bir yararının bulunup bulunmadığının araştırılması gerekmektedir.

Yarar; sözcük olarak, bir işten elde edilen iyi sonuç, çıkar (Türkçe Sözlük, TDK, Ankara 2005, B. 10, s. 2133) olarak, Hukuki yarar ise; hukuken korunması gereken yarar (Ejder YILMAZ, Hukuk Sözlüğü, B. 3, s. 292) olarak tanımlanmaktadır.

Bu bağlamda, beraat hükmünün gerekçesinin sanığın hukuksal çıkarlarına uygun düşmediği ve sanık aleyhine sonuç doğurmasının mümkün olduğu hâllerde, sanığın temyiz kanun yoluna başvurmakta hukuki yararının bulunduğunun kabulü gerekmektedir. Beraat hükmünün, Delil yetersizliği nedeniyle verilmesi hâlinde, sanığın hükmü temyiz etmede hukuki yararının bulunduğu uygulamada kabul edilmektedir (Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 31.05.2007 tarihli ve 2007/76-70 sayılı; 1 'inci Dairesinin 13.06.2007 tarihli ve 2007/1240-1235 sayılı; 15.09.2004 tarihli ve 2004/832-832 sayılı; 2'nci Dairesinin 11.02.2004 tarihli ve 2004/174-170 sayılı; 4'üncü Dairesinin 09.10.2007 tarihli ve 2007/1581-1564 sayılı; 24.12.1999 tarihli ve 1999/873-868 Esas-Karar sayılı ilamları; Yargıtay 5'inci Ceza Dairesinin 02.04.1985 tarihli ve 1985/846-1332 sayılı, 4'üncü Ceza Dairesinin 10.11.1976 tarihli ve 1976/7358-7025 Esas-Karar sayılı kararları bu doğrultuda bulunmaktadır).

5271 sayılı CMK'nın 223/2'nci maddesinde, beraat kararının; yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması, yüklenen suçun hukuka aykırı fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi suretiyle veya zorunluluk hâli ya da cebir veya tehdit etkisiyle işlenmesi, yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması, yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen, olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması ve yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması hâllerinde verileceği ifade edilmektedir.

Öte yandan, CMK'nın Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar başlıklı 230/2'nci maddesinde; beraat hükmünün gerekçesinde, 223'üncü maddenin ikinci fıkrasında belirtilen hâllerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerektiği, belirtilmektedir. Söz konusu madde gerekçesinde; beraat hükmünün gerekçesinde hangi nedene dayanıldığının açıklanması gerektiği vurgulandıktan sonra, uygulamada daima rastlandığı üzere, beraatin gerekçesi olarak delil yetersizliğinin gösterilmesi suçsuzluk karinesine uyumsuzluğu ifade edeceğinden, bu gibi hâllerde beraat kararının sanığın suçsuzluğunun sabit olduğu şeklinde gerekçelendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

Somut olayda, Askeri Mahkemece tesis olunan beraat hükmünün gerekçesi, sanığın Suçu işlediğine dair hukuken geçerli ve yeterli nitelikte her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil temin edilemediği şeklinde ifade edilmekle, esasen Delil yetersizliğine dayanıldığı anlaşılmaktadır.

Bu itibarla, somut olayda, beraat hükmünün gerekçesinin Delil yetersizliği şeklinde gösterilmesi karşısında, hükmün gerekçesinin sanığın hukuksal çıkarlarına aykırı olduğunun ve bu bağlamda hükmün temyiz edilmesinde sanığın menfaatinin bulunduğunun kabulü gerektiğinden; sanık müdafiinin, beraat hükmünü gerekçesi yönünden temyiz edebileceği sonucuna varılmıştır.

Bu kabulden sonra yapılan incelemede;

Kapalı Cezaevi Jandarma Karakol Komutanı olarak görev yapan Bçvş. İ.E.'nin, 22.09.2004 günü saat 14.00 sıralarında bir hükümlüyü teslim etmek maksadıyla Kapalı Cezaevine geldiği, işini bitirerek yirmi dakika kadar sonra çıktığı, askeri araca binerek Birliğine dönmek üzere hareket ettiği, kısa bir süre sonra cep telefonunu almadığını hatırlayarak geri döndüğü, içeride bulunan görevlilere telefonunu sorduğu, görevlilerin herhangi bir cep telefonu bulunmadığını söylemeleri ve yapılan araştırmada telefonun bulunamaması üzerine birliğine geri döndüğü, 12.10.2004 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek telefonunun çalındığını bildirdiği, yapılan araştırmada telefonun sivil şahıs F.Ç. tarafından kullanıldığı tespit edilerek Bçvş. İ.E.'ye geri verildiği, F.Ç.'nin, sanığın İzmir'de bulunan yeğeni olduğu hususunda herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Tanık olarak ifadesi saptanan sivil şahıs F.Ç.; Dayısı olan sanığın kendisini arayarak cep telefonu göndereceğini söylediğine, bilahare telefonu kargo ile gönderdiğine, telefonun çalıntı çıkması üzerine de seyyar satıcıdan satın aldığını söylemesini istediğine, bu nedenle emniyete bu şekilde ifade verdiğine, ifadesini değiştirmek istediğinde kendisini tehdit ettiğine dair yeminli beyanda bulunduğu görülmektedir.

Öte yandan, dosya içeriğinde cep telefonunun sanık tarafından 29.09.2004 tarihinde Yurtiçi Kargo Servisi ile F.Ç.'ye gönderildiğine dair kayıt bulunmaktadır.

Ayrıca, cep telefonunun sahibi Bçvş. İ.E. aşamalarda farklı beyanlarda bulunmakta ise de; cep telefonunu kapı altı diye tabir edilen girişte, sanığın bulunduğu masanın üzerine bıraktığını ifade ettiği ve bu beyanın, olay yerinde bulunan Uzm.J.Çvş. B.G. tarafından da doğrulandığı görülmektedir.


Bu bağlamda, gerek Daire ilamında ve gerekse tebliğnamede, maddi vakaya ilişkin olarak belirtilen ve dosya içeriğiyle tamamen örtüşen kabule göre, sanığa atılı suçun unsurlarının oluşmadığı ya da sanığın atılı suçu işlemediğinin sabit olduğu şeklindeki bir sonuca varılması mümkün bulunmamaktadır.

Diğer taraftan, 353 sayılı Kanun'un 5530 sayılı Kanunla değişik Davaya yeniden bakacak askeri mahkemenin yetkisi başlıklı 227/3'üncü maddesi; Hüküm, yalnız sanık tarafından veya onun lehine askeri savcı veya teşkilâtında askeri mahkeme kurulan kıta komutanı veya askeri kurum amiri veya 196'ncı maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmiş ise, yeniden verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz. hükmünü içermekte olup; yürürlükten kaldırılan 1412 sayılı CMUK'un 326/3'üncü maddesinde olduğu gibi, 5271 sayılı CMK'nın 307/4'üncü maddesinde de aynı yönde düzenlemeler yer almaktadır.

Öğreti ve uygulamada Aleyhe bozma yasağı (Aleyhe bozmama zorunluluğu) ve Kazanılmış hak (Ceza miktarı yönünden kazanılmış hak) olarak nitelendirilen ve dayanağını yargılama kanunlarının yukarıda belirtilen maddelerinin oluşturduğu kavramların açıklanmasında yarar bulunmaktadır.

... Aleyhe bozmama zorunluluğu: ... Temyiz davası yalnız sanık tarafından veya onun lehine ... ilgiller tarafından açıldığında, sonucu ağırlaştırıcı, bir başka anlatımla aleyhe sonuç verici düzeltmelerin yapılmaması ilkesine aleyhe bozmama zorunluluğu denilir.

Ceza miktarı yönünden kazanılmış hak: Sanık veya yargılama yasasında öngörülen ilgililer tarafından temyiz davası açıldığında, lehe bozma üzerine yeniden kurulan hükümle belirlenen cezanın ve sonucun önceki hükümle belirlenen cezadan ve sonuçtan daha ağır olmamasıdır.

... Aleyhe bozmama zorunluluğu, hükmün temyiz incelemesine başlarken bakış açısını belirleyen bir usul kuralıdır. Ceza yönünden kazanılmış hak ise, lehe bozmadan sonra ceza miktarının sınırını belirleyen bir yargılama yasası ilkesidir. İkisi de aynı amaca yönelik birbirine yakın ve aynı hukuki görüşten kaynaklanan, ancak değişik hukuki yapıları olan uygulama aşamaları, farklı usul kurumları... olarak tanımlanmaktadır (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 28.09.1992 tarihli ve 1992/5-190-237 Esas-Karar sayılı kararı).

Somut olayda, Askeri Mahkemece sanık hakkında beraat hükmü tesis olunduğuna göre, dikkate alınması gereken herhangi bir ceza türü veya süresi bulunmadığından, artık cezada kazanılmış haktan bahsedilmesini gerektiren bir olgudan söz etmek mümkün görülmemiştir.

Bu itibarla, temyiz incelemesine başlarken, sonucu ağırlaştırıcı, başka bir anlatımla aleyhe sonuç verici düzeltmelerin yapılmamasını gerektiren bakış açısını belirleyen bir usul kuralı niteliğindeki Aleyhe bozmama zorunluluğu da gözetilerek, mevcut delillerden, sanığa atılı suçun unsurlarının oluşmadığı ya da sanığın atılı suçu işlemediğinin sabit olduğu şeklinde bir sonuca varılması mümkün görülmemiş ve Askeri Yargıtay Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmiştir. (¤¤)

Full & Egal Universal Law Academy