Askeri Yargıtay Daireler Kurulu 2009/23 Esas 2009/42 Karar
Karar Dilini Çevir:
AskeriYargıtay
Dairesi: Daireler Kurulu
Esas No: 2009/ 23
Karar No: 2009 / 42
Karar Tarihi: 26.03.2009

(5237 S. K. m. 21, 22, 281)

Daire ile Askeri Mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın konusu; sanığın müteveffanın ölümüne sebebiyet vermek şeklinde gerçekleşen eyleminin bilinçli taksirle işlenip, işlenmediği noktasındadır.

Daire; eylemin tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu ölüme sebebiyet vermek suçu kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varmış iken,

Askeri Mahkeme; sanığın eyleminin bilinçli taksirle ölüme sebebiyet vermek suçunu oluşturduğu gerekçesiyle, eski hükümde direnmiştir.

İlçe Jandarma K.lığı emrinde askerlik hizmetini yapmakta olan sanığın, 26.05.2007 günü saat 00.10 civarında arkadaşları müteveffa J.Er S.T. ve J.Er. S.A. ile birlikte çevre emniyet nöbetçisi olan müteveffanın nöbet yerinde bira içip sohbet etmeye başladıkları, S.A.'nın binanın güney cephesine müteveffanın da S.A'nın sağ tarafına sırtlarını duvara dayayarak çömeldikleri, bu sırada nöbet silahı olan MP-5 makineli tabancanın ölenin elinde olduğu, müteveffanın şaka mahiyetinde Yine nöbet yazmışlar, ne yapayım kendimi mi vurayım? dediği ve makineli tabancayı sol eliyle namlusundan tutarak kafasına dayadığı, ayakta olan sanık G.Ş.'nin silahın kabzasından tutmak suretiyle parmağı da tetik tertibatında olduğu halde ölene hitaben Sende bu cesaret yok, ben yapayım mı? dediği, müteveffanın Bana böyle bir kıyak yapar mısın? demesi üzerine, sanığın Yaparım şeklinde karşılık verdiği, müteveffanın Dur, sana dolu şarjör takayım dediği ve sol eliyle namlu ucu kafasını gösterecek şekilde tutmakta iken sağ eliyle silahın şarjörünü çıkartıp sağ yanına bıraktığı, kütüklüğünden aldığı dolu şarjörü silaha takıp, kurma kolunu çekip bıraktığı ve Dur, sana emniyeti de açayım diyerek silahın emniyetini açtığı, müteveffa bu işleri yaparken sanığın da silahın kabzasından tuttuğu ve parmağının tetik tertibatında bulunduğu, müteveffanın Delikanlı isen şimdi vursana dediği, müteveffa oturur vaziyette ve silahın namlusu kendisine doğru dönük ve sanığın da ayakta olduğu, müteveffanın silahın namlusunu sol eliyle başı hizasında tutmakta iken sanık ile silahı çekiştirmeye başladıkları, sanığın silahı iki eliyle tuttuğu ve çekiştirme nedeniyle silahın namlusunun müteveffanın kafasının üzerinde gidip geldiği, bu esnada sanığın elinin tetiğe değmesi sonucu silahın patladığı ve müteveffanın sol tarafında oturmakta olan tanık S.A.'nın üzerine doğru yığıldığı, silahın ise sanığın elinde kaldığı, tanık S.A.'nın olay yerinden uzaklaştığı, sanığın da ölenin hareket etmediğini anlayınca silahı bırakarak koğuşa çıktığı, koğuşta tanık S.A.'nın, bazı erlere olayı anlattığını tespit ederek, onlardan olaydan ve alkol alındığından kimseye söz etmemelerini istediği, sanığın ellerini yüzünü yıkayıp yeniden olay yerine gittiği, yerde bulunan MP-5 makineli tabancayı alarak üzerindeki tişört ile silahı ve şarjörü üzerindeki izleri yok etmek amacıyla temizlediği ve silahı ölenin sol elinin üzerine koyduğu, olay yerindeki bira kutularını bahçe duvarının dışına attığı, daha sonra birlik içindeki lojmanda oturan Bölük Komutanının evine gidip J.Er S.T.'nin kendisini vurduğunu söylediği, kısa bir süre sonra olay yerine gelen ambulanstaki sağlık görevlilerinin J.Er S.T.'nin öldüğünü belirttikleri, olay yerinde bulunan Bölük Komutanının sanığa olayın nasıl olduğunu sorması üzerine sanığın ölenin kendisini vurmadığını, silahı çekiştirirken kaza olduğunu söylediği sübuta ermiş bulmaktadır.

5237 sayılı TCK'nın 21/1 'inci maddesinde, Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. denilerek, kural olarak suçta kastın aranacağı belirtilmiş, bu kuralın istisnası da 22'nci maddenin 1'inci ve 2'nci fıkralarında;

(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirlediği hallerde cezalandırılır.

(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir. denilmek suretiyle, kanunlarda suç olarak tanımlanan taksirli fiillerden dolayı cezai sorumluluk kabul edilmiş ve taksirin genel bir tanımına yer verilmiştir.

Doktrinde ve uygulamada taksirin unsurları;

1) Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,

2) Hareketin iradiliği,

3) Neticenin iradi olmaması (İstenmemiş olması),

4) Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,

5) Neticenin öngörülebilir olması, Şeklinde kabul edilmektedir.

Taksirle gerçekleştirilen davranışın haksızlık unsurunu Objektif özen yükümlülüğünün ihlali oluşturmaktadır. Objektif özen yükümlülüğünün belirlenmesinde, failin kişisel yetenekleri göz önünde bulundurulmaksızın, objektif esastan hareket edilir. Objektif özen yükümlülüğü, belli kişiden soyut, Gereklilik yargısını ifade etmektedir. Dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık ferdi veya sosyal faaliyeti düzene sokmak amacıyla konulmuş her türlü hukuki ya da mesleki kurala veya yetkili merciler tarafından verilmiş emir ve talimatlara aykırılıktan kaynaklanabileceği gibi, toplum yaşamında ortak tecrübelerin yüklediği bir takım davranış kurallarına aykırılık da bu kapsamda değerlendirilebilir. Toplumsal yaşamda ortak tecrübe, bireylere çeşitli davranışları bakımından belirli bir neticenin gerçekleşmesine engel olabilecek tedbirleri almak, dikkat ve özen göstermek vazifesini yükler (K. İÇEL - F. SOKULLU - İ. ÖZGENÇ - A. SÖZÜER - F. S. MAHMUTOĞLU - Y. ÜNVER, Suç Teorisi, 2'nci Kitap, s: 249; M. E. ARTUK -A. GÖKÇEN - A. C. YENİDÜNYA, 5237 sayılı Yeni TCK'ya Göre Hazırlanmış Ceza Hukuku Genel Hükümler I, 2. Bası, C.l, s. 603).

Bilinçli taksir 5237 sayılı TCK'nın 22/3'üncü maddesinde; Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi olarak tanımlanmaktadır. Görüldüğü gibi taksir ile bilinçli taksir arasındaki yegane fark, taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.

Neticenin öngörülebilir olması ile Neticenin öngörülmesi birbirlerinden farklı kavramlardır. Öngörebilme failin hareketinin sonuçlarını tahmin edebilme kabiliyetini ifade ederken, Neticenin öngörülmesi, somut olayda neticenin fail tarafından fiilen tahmin edilmesidir. Suç teşkil eden belli bir eylemin gerçekleşmesi olası sayılmakla beraber, fail neticenin meydana gelmeyeceğine yükümlülüklerine aykırı bir şekilde güven beslemektedir. Böylece kişi gerçekleşmesi olası sayılan neticenin gerçekleşmeyeceğine özensiz bir şekilde güvenmekte, Bir şey olmaz düşüncesiyle hareket ederek sonucun meydana gelmesine yol açmaktadır. (Suç Teorisi, s: 245; 5237 sayılı Yeni TCK'ya Göre Hazırlanmış Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, s: 602).

Bu nedenle, neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta şahsi bilgi, beceri veya yeteneğine güvenerek hareket eden bir kişinin, neticeyi öngörmemiş olan kimseye oranla daha ağır cezai müeyyidelere tabi tutulması adalet ilkelerine de uygun düşmektedir.

İncelenen dosya içeriğinde, müteveffa J.Er S.T.'nin basit bir serzenişle başlayan söylemleri, sanığın da katkı ve müdahalesi sonucunda özen yükümlülüğüne aykırı hareketlere dönüşmüş, müteveffa kendi elleriyle dolu ve ateşe hazır hale getirdiği nöbet silahını şaka amacıyla da olsa sanık ile birlikte çekiştirmeye başlamıştır.

Ateşe hazır durumdaki silah, namlusunun müteveffaya dönük olduğu sırada sanığın tetik tertibatına uyguladığı gayri iradi baskı sonucunda ateş almış ve müteveffa bu suretle hayatını kaybetmiştir.

Eylemin açıklanan işleniş biçimi karşısında; emniyeti açık, dolu ve namlusu müteveffaya dönük silahın, tetik tertibatına yapılacak orta şiddette bir temas sonucunda ateş alacağının ve bu suretle müteveffanın ölümüne neden olacağının sanıkça öngörüldüğü değerlendirilmiştir.

Bu itibarla; müteveffanın ölmesini istemediği halde, bu sonucu öngörerek iradi nitelikteki hareketlerini sürdürdüğü anlaşılan sanığın, bilinçli taksirle ölüme sebebiyet vermek suçunu işlediği sonucuna varılmış ve Askeri Mahkemenin konuya ilişkin direnme sebeplerinde isabet görülmüştür.

Sanığın sübuta eren eyleminin bilinçli taksirle ölüme sebebiyet vermek suçunu oluşturduğu sonucuna varılmasının ardından, Kurulumuzca cezaların tertip ve tayininin hukuka uygun olup olmadığı hususu müzakere edilmiştir.

Yukarıda izah olunan eylem bütünü içerisinde, müteveffanın meydana gelen neticeye katkı ve müdahalesinin (İcapsız hareketlerinin) ne olduğu Askeri Mahkemece irdelenmemiş ve ölüm olayının sadece sanığın ağır taksirinden doğduğu açıklanıp, bizatihi taksirin kanuni unsurunu teşkil eden olgular tekrarlanmak suretiyle, alt haddi iki yıl hapis cezasını içeren eylemden dolayı yasanın öngördüğü azami cezaya (Altı yıl) hükmolunmuştur. Hadisenin seyir ve işleniş biçimine aykırı düşen bu değerlendirmenin, suçun kanuni unsurlarının ayrıca takdiri teşdit sebebi olamayacağını öngören 5237 sayılı TCK'nın 61/3'üncü maddesini de ihlal ettiği sonucuna varılmıştır.

Diğer yandan, Sanığın fiilden sonraki olumsuz davranışı, delilleri karartmaya ve suçunu gizlemeye çalışması şeklinde, bilinçli taksirin unsurlarıyla bağdaşmayan ve gerçek olması durumunda dahi 5237 sayılı TCK'nın 281/1'inci maddesinin son cümlesine göre suç teşkil etmeyecek olgulara dayanılarak, cezanın teşdiden 1/2 oranında arttırılması da kanuna aykırı görülmüş ve hükmün bu nedenlere dayalı olarak bozulmasına karar verilmiştir. (¤¤)

Full & Egal Universal Law Academy