Askeri Yargıtay Daireler Kurulu 2009/2 Esas 2009/6 Karar
Karar Dilini Çevir:
AskeriYargıtay
Dairesi: Daireler Kurulu
Esas No: 2009/ 2
Karar No: 2009 / 6
Karar Tarihi: 22.01.2009

(2709 S. K. m. 174) (353 S. K. m. 226) (5728 S. K. Geç. m. 1) (5271 S. K. m. 8, 231, 306) (647 S. K. m. 6)

Uyuşmazlık; kanun yoluna başvuran sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmünün, hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı hususunun askeri mahkemece değerlendirilmesi bakımından bozulması hâlinde, bu bozmanın kanun yoluna başvurmayan diğer sanığa da sirayet ettirilip ettirilmeyeceğine ilişkindir.

Daire; emre itaatsizlikte ısrar suçundan sanık C.B. hakkındaki mahkûmiyet hükmünü, hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı hususunun askeri mahkemece değerlendirilmesi bakımından bozarken, bu bozma kararının, hukuki durumu bu sanıkla aynı olan ve hakkındaki mahkûmiyet hükmü taraflarca temyiz edilmemiş olan memuriyet nüfuzunu kötüye kullanmak suçundan sanık F.T.'ye sirayet ettirilmesine karar vermişken,

Başsavcılık; 5728 sayılı Kanun'un Geçici 1'inci maddesi gereğince, temyize gelmeyen sanık F.T. hakkındaki mahkûmiyet hükmü ile ilgili olarak resen veya talep üzerine lehe kanun değerlendirmesi yapılmasının zorunlu olması ve zorunlu olarak yapılacak olan lehe kanun değerlendirmesinin sirayete göre öncelik arz etmesi, ayrıca hükmün infaz edilmiş olması durumunda CMK'nın 231'inci maddesinin infazı tamamlanmış hükümlerde uygulanmayacak olması kuralının ihlal edilecek olması hususları birlikte değerlendirildiğinde, bozmanın kanun yoluna başvurmayan sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmüne sirayet ettirilmesinin mümkün olmadığı yönündeki görüş ve düşünceyle, Daire ilamına süresinde itiraz etmiştir.

Kanun yolu incelemesi yapılabilmesi için esas olan, bu konuda bir isteğin bulunması ya da hükmün kendiliğinden temyize tabi olmasıdır. Kanun yolu incelemesinin koşullan gerçekleşmediği takdirde veya hükmün kendiliğinden temyize tabi olmaması hâlinde, tesis olunan hüküm kesinleşir ve hukuki sonuçlarını doğurur. Sanıklardan birinin kanun yolu incelemesi istemi de diğer sanığın/sanıkların istemi yerine geçmez.

Ancak Kanun Koyucu, kanun yoluna başvurulmamakla kesinleşen hükümle, kanun yoluna başvurulmakla bozulan hüküm arasında çatışmayı engellemek, adli hataları önlemek ve nihayetinde adaleti tesis etmek için genel kuraldan ayrılmış, temyiz isteminde bulunmayan sanık da temyiz isteminde bulunmuş gibi temyiz incelemesi yapılmasında yarar görmüş ve kısaca Bozmanın sirayeti olarak tanımlanan müesseseyi getirmiştir.

Bozmanın sirayeti, 353 sayılı Kanun'un 226'ncı ve CMK'nın 306'ncı maddelerinde, Hükmün bozulmasının diğer sanıklara etkisi başlığı altında düzenlenmiş bulunmaktadır.

29.06.2006 tarihli ve 5530 sayılı Kanun'un 51'inci maddesi ile değişik, 353 sayılı Kanun'un 226'ncı maddesinde; Hüküm, sanık lehine bozulmuş ise ve bu hususların temyiz isteminde bulunmamış olan diğer sanıklara da uygulanması olanağı varsa, bu sanıklar da temyiz isteminde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından yararlanırlar. denilmektedir.

5530 sayılı Kanun'un 51'inci maddesinin gerekçesinde; Madde ile Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 306'ncı maddesine paralel bir düzenleme getirilmekte ve bozmada sirayetin alanı genişletilmektedir.

Mahkemece verilen hüküm, temyiz etmeyen sanık yönünden kesinleşir ve infaz edilebilir hâle gelir. Kural bu olmakla beraber aynı mahkemece aynı hükümle cezalandırılan sanıklar hakkında birbiriyle çelişen sonuçların doğmasının önlenmesi, adalet düşüncesiyle ve bazı koşullarda Askeri Yargıtay’ın bozma kararından temyiz etmeyen sanıkların da yararlandırılması uygun görülmüştür.

Bunun için;

1. Aynı mahkemece aynı kararla birden çok sanığın hükümlendirilmesi,

2. Sanıkların fiilinde Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 8'inci maddesinde tanımlanan nitelikte bağlantı bulunması,

3. Hükmün teşkilatında askeri mahkeme kurulan komutan, askeri savcı, katılan veya sanıklardan bir veya birkaçınca ve sanıkların tümünü kapsamayacak şekilde temyiz edilmiş olması,

4. Hükmün hukuka aykırılık nedeniyle sanık yararına bozulması,

5. Bu bozmanın hükmü temyiz etmeyen veya kendileriyle ilgili temyiz bulunmayan sanıklara da uygulanma olanağına sahip olması,

gerekecektir.

Temyiz etmeyen deyimine; temyiz yoluna hiç başvurmayan, süresinden sonra başvuran, temyiz istemi reddolunanlar dahildir.

Askeri Yargıtay, bozma kararında, karardan temyiz etmeyen sanıklardan hangilerinin yararlanacağını gösterir; ancak gösterilmemiş olması yararlanmayı önlemez. Mahkeme kanun gereği olarak bu durumu gözetmek zorundadır.

Bu bozma kararı ile temyiz yoluna başvurmayan sanıklar hakkında kesinleşen hüküm de ortadan kalkar, aynı sanıklarla ilgili olarak yeniden hüküm kurmak gerekir. şeklinde açıklamaya yer verilmektedir.

Bu bağlamda, Bozmanın sirayeti olarak düzenlenen kurumun uygulanabilmesi için, sanıkların eylemleri arasında Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 8'inci maddesinde tanımlanan nitelikte bağlantı bulunmasının önkoşul olarak arandığı görülmektedir. Ancak, belirtilen önkoşulun yanında, bozmanın hükmü temyiz etmeyen veya kendileriyle ilgili temyiz bulunmayan sanıklara uygulanma olanağının da mevcut olması gerekmektedir.

Bu itibarla, her bir sanığın şahsına özgü durumu nedeniyle farklılık gösteren uygulamalar (Erteleme, seçenek yaptırıma çevirme, takdiri indirim v.b.) nedeniyle yapılan bozmanın, diğer sanığa sirayetinin mümkün olmadığının kabulü gerekmektedir.

Dolayısıyla, eylemleri arasında Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 8'inci maddesinde tanımlanan nitelikte bağlantı bulunan sanıkların geçmişleri ve suç işleme konusundaki eğilimleri gibi şahsa özgü değerlendirme yapılmasını gerektiren yasal kriterler göz önüne alındığında, aynı mahkemece ve aynı hükümle cezalandırılan sanıklar hakkında farklı uygulamalar yapılmasının doğal karşılanması gerektiği, bu durumda birbiriyle çelişen sonuçların doğduğundan söz etmenin mümkün olmadığı görülmektedir.

Diğer taraftan, hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kurumu, 19.12.2006 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun'un 23'üncü maddesiyle, CMK'nın 231'inci maddesinin başlığı Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması şeklinde değiştirilmek ve maddeye 5 ila 14'üncü fıkralar eklenmek suretiyle, başlangıçta soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suçlardan dolayı hükmolunan, bir yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezalarıyla sınırlı olarak uygulamaya konulmuştur.

5560 sayılı Kanunla ilgili TBMM Adalet Komisyonu Raporunda, hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda Yürürlükten kaldırılan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu ile 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanundaki düzenlemesi itibarıyla, erteleme, bir koşullu atıfet kurumu niteliği taşımakta idi. Buna göre, deneme süresi içerisinde yeni bir suçun işlenmemesi hâlinde, Mahkûmiyet vaki olmamış sayılmakta idi. Keza, erteleme, sadece hapis cezası açısından değil, Ertelemenin bölünmezliği kuralı gereğince, diğer bütün ceza hukuku yaptırımları bakımından da, kural olarak, aynı sonucu doğurmakta idi. Buna karşılık 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun sisteminde ise, erteleme, sadece hapis cezasına özgü bir infaz rejimi olarak düzenlenmiştir. Bu bakımdan, yeni sistemde artık Ertelemenin bölünmezliği kuralından söz etmek mümkün değildir. Hapis cezası açısından bir infaz rejimi olarak kabul edilen ertelemede, hükümlü, denetim süresi zarfında kasıtlı yeni bir suç işlemediği ve kendisine yüklenen yükümlülüklere uygun davrandığı takdirde, hakkında hükmolunan Hapis cezası infaz edilmiş sayılacaktır. Şayet hakkında hapis cezasının yanı sıra ya da sadece adli para cezasına veya güvenlik tedbirlerine hükmedilmişse, adli para cezası ve güvenlik tedbirleri bakımından erteleme söz konusu olmayacaktır. Bu durum, ertelemeyi hükümlü açısından, yürürlükten kaldırılan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu sistemindeki düzenlemeye nazaran daha ağır sonuçlar doğuran bir kurum hâline getirmiştir. Bu nedenle kurumlar arasındaki dengeli geçişi sağlamak amacıyla, Türk Ceza Hukukuna ilişkin yeni mevzuatımızda, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının, bir kurum olarak düzenlenmesi bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır. şeklinde gerekçelere yer verilmiştir (Dönem: 23, Yasama Yılı: 2, TBMM S. Sayısı: 56).

TBMM Adalet Komisyonu Raporundaki gerekçeden; hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun, cezaların ertelenmesi ile ilgili mülga 647 sayılı Kanun'un 6'ncı maddesindeki düzenlemeden, 5275 sayılı TCK'nın 51'inci maddesindeki düzenlemeye dengeli geçişi sağlamak amacıyla, Türk Ceza Hukuku mevzuatında (Kısmen mülga 647 sayılı Kanun'un 6'ncı maddesine benzer şekilde) bir atıfet kurumu olarak ele alınıp düzenlendiği anlaşılmaktadır.

Daha sonra, 08.02.2008 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Sağlamak Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun un 562'nci maddesiyle, CMK'nın 231'inci maddesinin 5'inci ve 14'üncü fıkralarında değişiklik yapılarak, T.C. Anayasası'nın 174'üncü maddesinde koruma altına alınan inkılap kanunlarında yer alan suçlar dışında kalan bir suçtan dolayı hükmolunan, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezaları hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi olanağı sağlanmak suretiyle bu kurumun uygulama alanı genişletilmiştir.

HAGB kurumunun düzenleniş şekli incelendiğinde, mahkûmiyetlerine karar verilen sanıklar arasında, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 8'inci maddesinde tanımlanan nitelikte bağlantı bulunsa dahi, HAGB kurumunun uygulanıp uygulanmayacağı konusunda karar verilirken, mahkûmiyetlerine hükmedilen sanıkların geçmişleri ve suç işleme konusundaki eğilimleri gibi, kişiden kişiye farklılık gösterebilen ve şahsa özgü değerlendirme yapılmasını gerektiren yasal kriterlere bağlı olarak, aynı eylemin sanıkları hakkında birbirinden farklı uygulamalara gidilebileceği hususunda duraksama bulunmamaktadır.

Diğer taraftan, HAGB kurumunun kesinleşen hükümlerle ilgili olarak ne şekilde uygulanacağı, diğer bir deyişle, sonradan yürürlüğe giren kanun uyarınca yapılacak uyarlama yargısının ne şekilde yapılacağı ve hangi hükümlere uygulanacağı, 5728 sayılı Kanun'un Geçici 1'inci maddesinde özel olarak düzenlenmiş bulunmaktadır.

Kanun Koyucu tarafından, kesinleşen hükümler nedeniyle doğabilecek tüm olumsuzlukları giderecek tarzda özel olarak düzenleme yapılarak, aynı suçun şerikleri arasında farklı hükümlerin verilmesi ve adaletsizliğin giderilmesi yöntemi olarak uyarlama yargılamasının şekli gösterildikten sonra, artık hakkaniyet, adalet ve usul ekonomisi mülahazalarıyla da olsa, çözüme kavuşturulan konuda, Kanun Koyucunun iradesine ve hukuka aykırı bir şekilde, HAGB ile ilgili bozma kararının hükmü temyiz etmeyen diğer sanığa sirayetini kabul etmek mümkün görülmemiştir (Nitekim aynı konuya ilişkin Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 25.12.2008 tarihli ve 2008/196-204 sayılı ilamı ile benzer konuya ilişkin Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18.09.2007 tarihli ve 8/125-186 Esas-Karar sayılı ilamı da aynı doğrultudadır.).

Kaldı ki, Bozmanın sirayeti olarak düzenlenen kurumun uygulanabilmesi için, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 8'inci maddesinde tanımlanan nitelikte, sanıkların eylemleri arasında bağlantı bulunmasının önkoşul olarak arandığı, 353 sayılı Kanun'un 5530 sayılı Kanun'un 51'inci maddesi ile değişik 226'ncı maddesinin gerekçesinden anlaşılmaktadır.

Öğretide dar bağlantı da denilen kavram, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 8'inci maddesinde;

(1) Bir kişi, birden fazla suçtan sanık olur veya bir suçta her ne sıfatla olursa olsun birden fazla sanık bulunursa bağlantı var sayılır.

(2) Suçun işlenmesinden sonra suçluyu kayırma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme fiilleri de bağlantılı suç sayılır. şeklinde tanımlanmıştır.

Bu bağlamda, sanığın tek kişi olmasına rağmen, bu sanığa yüklenen suçların birden fazla bulunması hâlinde şahsi (Sübjektif) bağlantının, suçun tek ve suçu işleyen kişilerin birden fazla olması hâlinde de fiili (Objektif) bağlantının bulunduğu kabul edilmektedir.

Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde; kanun yoluna başvuran ve Dairece hakkındaki mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar verilen, emre itaatsizlikte ısrar suçundan sanık C.B.'nin eylemi ile kanun yoluna başvurmayan ve Dairece bozma kararının sirayetine karar verilen, memuriyet nüfuzunu kötüye kullanmak suçundan sanık F.T.'nin eylemi arasında aynı iddianame ile dava açılması ve delillerin müşterek olması dışında bağlantı bulunmamaktadır.

Ancak, somut olayda, farklı eylemleri nedeniyle farklı suçlardan sanık bulunan C.B. ile F.T.'nin eylemleri arasında CMK'nın 8'inci maddesi kapsamında dar bağlantı bulunmadığı, dolayısıyla bozma kararının hükmü temyiz etmeyen ve hukuki durumu diğer sanıkla aynı olmayan diğer sanığa sirayetinin 353 sayılı Kanun'un 226'ncı maddesine aykırılık oluşturduğu görülmektedir.

Sonuç olarak, kanun yoluna başvuran ve emre itaatsizlikte ısrar suçundan mahkûm olan sanık ile kanun yoluna başvurmayan ve memuriyet nüfuzunu kötüye kullanmak suçundan mahkûm olan sanığın hukuki durumlarının aynı olmadığı, CMK'nın 231'inci maddesinde düzenlenen HAGB kurumunun uygulanıp uygulanmayacağı konusunda karar verilirken, sanıkların geçmişleri ve suç işleme konusundaki eğilimleri gibi şahsa özgü değerlendirme yapılmasını gerektiren yasal kriterlerin dikkate alınacağı, buna bağlı olarak da aynı eylemin sanıkları hakkında birbirinden farklı uygulamalara gidilebileceği, kaldı ki her iki sanığın eylemleri arasında CMK'nın 8'inci maddesinde tanımlanan nitelikte bağlantı bulunmadığı, bu itibarla, Dairenin HAGB ile ilgili bozma kararının, hükmü temyiz etmeyen diğer sanığa sirayetinin 353 sayılı Kanun'un 226'ncı maddesine aykırılık oluşturduğu anlaşıldığından, Askeri Yargıtay Başsavcılığının itirazının kabulüne, Daire ilamının sirayetle ilgili bölümünün kaldırılmasına karar verilmiştir. (¤¤)

Full & Egal Universal Law Academy