Askeri Yargıtay Daireler Kurulu 2007/76 Esas 2007/70 Karar
Karar Dilini Çevir:
AskeriYargıtay
Dairesi: Daireler Kurulu
Esas No: 2007/ 76
Karar No: 2007 / 70
Karar Tarihi: 31.05.2007

(353 S. K. m. 110, 115, 217, Ek m. 1) (1632 S. K. m. 117) (5271 S. K. m. 170, 217, 225)

Daire ile askeri mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı asta müessir fiil suçunun sübutuna ilişkindir.

Daire; sanığa atılı asta müessir fiil suçundan mahkumiyeti yerine beraatine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu kabul ederken;

Askeri mahkemece; atılı suçu işlediğine dair şüpheden arınmış yeterli delil elde edilemediği gerekçesiyle direnilmek suretiyle sanığın beraatine karar verilmiştir.

Kurulumuzca; uyuşmazlık konusunun çözümüne geçmeden önce temyiz incelemesinin kapsamına etkisi bakımından sanık ve müdafiinin beraat hükmünü temyize hakları olup olmadığının incelenmesi gerektiği kararlaştırılmıştır.

353 sayılı Kanunun 217/T inci maddesi; Askeri Yargıtay, temyiz isteminin süresi içinde yapılmadığını veya hükmün temyiz edilemez olduğunu veya temyiz edenin buna hakkı olmadığını görürse, temyiz istemini reddeder. hükmünü içermektedir.

İlk bakışta beraat hükmü sanığın lehine olduğu için sanık ve müdafiinin beraat hükmünü temyiz etmekte hukuki menfaati bulunmadığı ve buna bağlı olarak sanık ve müdafiinin beraat hükmünü temyiz etme haklarının olmadığı söylenebilir ise de; beraat hükmünün gerekçesine ve hukuksal çıkarlarına dokunan bölümlerine karşı sanık ve müdafiinin temyiz haklarının olduğu öğretide savunulduğu gibi, yargısal kararlarda da kabul edilmektedir (Askeri Yargıtay 4'üncü Dairesinin 24.12.1999 tarihli ve 1999/873-868 sayılı, 24.5.1977 tarihli ve 1977/181-198 sayılı, Yargıtay 5'inci Ceza Dairesinin 2.4.1985 tarihli ve 1985/846-1332 sayılı kararları).

Somut olayda; sanık hakkındaki beraat hükmünün; sanığın atılı suçu işlemediğinin sabit olduğu gerekçesiyle değil, sanığa atılı suçu işlediğine dair şüpheden arınmış yeterli delil elde edilemediği gerekçesiyle, yani delil yetersizliği nedeniyle verildiği görüldüğünden, sanık ve müdafiinin, gerekçesi yönünden hukuksal çıkarlarına uygun düşmeyen beraat hükmünü temyiz etme haklarının bulunduğu sonucuna varılarak; temyiz incelemesi sanık ve müdafiinin temyizlerini de kapsayacak şekilde yapılmıştır.

Sanık ve müdafiinin, iddianamenin yasal koşulları taşımaması nedeniyle açılmış bir kamu davasından söz edilemeyeceği gerekçesiyle hükmün, usul yönünden bozulması gerektiğine ilişkin temyiz nedenine yönelik olarak sürdürülen incelemede;

Dava konusu olay ile sanık hakkında iddianame düzenlenmesine ilişkin süreç gözden geçirildiğinde; mağdurun olay sonrasında şikayet dilekçesi vererek sanık hakkında yasal işlem yapılması isteminde bulunması üzerine Donanma Komutanlığınca 20.9.2005 tarihinde sanık hakkında asta müessir fiil suçundan soruşturma açtırıldığı, Donanma Komutanlığı Askeri Savcılığınca soruşturma kapsamında sadece sanık ile bir tanığın ifadeleri saptanarak, mağdur dinlenilmeksizin, delil toplanması yönünde esaslı araştırma ve soruşturma yapılmaksızın sanık hakkında 29.9.2005 tarihli ve 2005/1684-1216 sayılı kovuşturmaya yer olmadığı kararının verildiği, anılan karara katılan vekilinin itiraz etmesi üzerine, 15'inci Piyade Tümen Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 25.10.2005 tarihli ve 2005/401-A-4 (70) sayılı kararı ile itiraz konusunda karar verilmesine esas olmak üzere bazı hususlarda soruşturma yapılmasının Donanma Komutanlığı Askeri Savcılığından istenildiği, belirtilen hususlardaki eksikleri giderecek şekilde soruşturma yapıldıktan sonra dosyanın tekrar gönderildiği 15'inci Piyade Tümen Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 23.12.2005 tarihli ve 2005/401-A-4 (94) sayılı kararı ile sanık hakkında kamu davası açılması gerektiğine karar verildiği, anılan karar üzerine Donanma Komutanlığı Askeri Savcılığının 28.12.2005 tarihli ve 2005/1971-382 sayılı iddianamesiyle sanık hakkında kamu davasının açıldığı görülmektedir.

Donama Komutanlığı Askeri Savcılığınca düzenlenen iddianame yukarıda olay ve iddia bölümüne aynen alınmış olup, incelendiğinde; sanık hakkında soruşturma emri verilmesinden, kamu davası açılmasına kadar geçen aşamalara ilişkin işlem ve kararların tarih ve sayılarını içeren bir metinden ibaret olduğu, sanık hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın itiraz üzerine kaldırıldığı ve kamu davası açılmasına karar verildiği için zorunlu olarak kamu davasının açıldığı ve delillerin takdirinin askeri mahkemeye ait olmak üzere sanığın asta müessir fiil suçundan ASCK'nın 117/1 'inci maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi isteminde bulunulduğu anlaşılmaktadır.

Sanık hakkındaki kamu davasının açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 353 sayılı Kanunun 115'nci maddesi; İddianame, sanığın kimliğini, suç teşkil eden eylemin neden ibaret bulunduğunu ve kanuni unsurları ile delillerini, uygulanması istenen kanun maddelerini ... gösterir. şeklinde iken; 353 sayılı Kanunun 5530 sayılı Kanunla değişik Ek-1'inci maddesinin atıfta bulunduğu 5271 sayılı CMK'nın Kamu Davasının Açılması başlıklı bölümünde yer alan 170'inci maddesinin 3 ve 4'üncü fıkralarında; görevli ve yetkili mahkemeye hitaben düzenlenecek iddianamede; diğer unsurların yanında yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun maddeleri, yüklenen suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi ile suçun delillerinin de gösterileceği, yüklenen suçu oluşturan olayların, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanacağı belirtilerek yeniden düzenlenmiştir.

Diğer taraftan; 353 sayılı Kanunun Ek-1'inci maddesinin atıfta bulunduğu 5271 sayılı CMK'nın Hükmün konusu ve suçu değerlendirmede mahkemenin yetkisi başlıklı 225/1'inci maddesi ise; Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir. hükmünü amir bulunmaktadır.

353 sayılı Kanunun 110'uncu maddesinde, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itirazın yerinde ve haklı olduğuna karar verilmesi halinde, askeri savcının soruşturma yapmaksızın kamu davası açacağı belirtilmekle birlikte; itirazın kabulü üzerine açılacak kamu davasının da doğrudan açılan kamu davasında olduğu gibi yasal koşulları içereceği, özellikle iddia konusu eylemin ve suç delillerinin neden ibaret olduğu, olayla mevcut delillerin nasıl ilişkilendirildiğinin de açıklanacağı kuşkusuzdur.

Yapılan açıklamalar karşısında somut olay incelendiğinde; sanık hakkında düzenlenen iddianamede sanığın eyleminin ve delillerinin açıkça gösterilmediği, olayın delillerle ilişkilendirilerek açıklanmadığı, ortada gerek sanığın sorgu ve savunmasının saptanmasına, gerek kamunun bilgilenmesine yönelik yasal unsurları içeren bir iddianamenin bulunmadığı görülmektedir.

Ancak, sanık hakkında düzenlenen ve yasal koşulları taşımaktan uzak olduğu kuşkusuz olan iddianamenin duruşmada askeri savcı tarafından okunduğu sırada sanığın mağdura yönelik eyleminin somutlaştırılarak açıklandığı, eksikliğin bu şekilde giderildiği, böylece kamunun dava konusu somut olayla ilgili olarak bilgilendirilmesi sağlandığı gibi, sanığın da suçlamayı anladığını ve savunma yapmak istediğini belirtmesinden sonra dava konusu eyleme yönelik olarak ayrıntılı biçimde sorgusunun saptandığı, devam eden aşamalarda da herhangi bir sınırlandırma olmaksızın beyanlarda bulunarak ve dilekçeler sunarak doğrudan ve müdafii aracılığı ile kendisini savunduğu, bu nedenlerle artık savunma hakkının kısıtlandığından söz edilemeyeceği, askeri yargıda iddianamenin iadesi müessesesinin söz konusu olmadığı bir süreçte yapılan bu hatanın sonradan giderilmiş olması nedeniyle bozmayı gerektirmediği sonucuna varılarak, esas yönünden incelemeye geçilmiştir.

Uyuşmazlık konusunun, şüpheden arınmış yeterli deliller elde edilemediği gerekçesiyle beraat kararı verilmesine ilişkin olması nedeniyle öncelikle yargılama aşamalarında toplanan delillerin takdir ve değerlendirilmesinde dikkate alınması gereken yasal düzenleme ve ilkelerin gözden geçirilmesinde yarar bulunmaktadır.

353 sayılı Kanunun 5530 sayılı Kanunla değişik Ek-1'inci maddesinin atıfta bulunduğu 5271 sayılı CMK'nın Delillerin takdir yetkisi başlıklı 217'inci maddesi;

(1) Hakim kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir.

(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir. hükmünü içermektedir.

Bilindiği gibi ceza yargılamasının amacı hiçbir duraksamaya yer vermeden maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Ceza yargılama sistemimizde, suçun varlığının ve sanığın sorumluluğunun, kanunun yasakladığı haller dışında her türlü delille saptanabileceği kabul edilmiştir. Böylece önceden değerlendirilmiş, hakimi bağlayan kanuni delil sisteminin aksine, delillerin hakim tarafından olaysal olarak değerlendirilmesi esası benimsenmiştir. Delil serbestisi ilkesi, ceza yargılamasında hem her şeyin delil olabileceğini ve hem de delillerin serbestçe değerlendirilmesini öngörmektedir. Bu kapsamda delilin taraflarca ileri sürülmesi yanında mahkemece de toplanması olanağı bulunmaktadır. Bu durum keyfilik olmayıp, delil olarak değerlendirilecek şeylerin, gerçekçi, akılcı, olayı yansıtıcı, kanıtlamaya elverişli ve hukuka uygun olarak elde edilmiş olması gerektiği kuşkusuzdur. Hakim ya da mahkeme delilleri değerlendirme ve hüküm kurma yönünden bağımsız ise de, hüküm kurulurken gösterilen gerekçenin hukuka ve dosya içeriğine, keza, çıkarılan sonucun da mantık ve tecrübe kurallarına uygun bulunması zorunludur.

Somut olayda; mağdurun dosyada yer alan tabip raporu ve dosya mağdur tarafından çekilen fotoğraflarda görüldüğü şekilde yaralandığı konusunda kuşku olmayıp, çözümlenmesi gereken sorunun mağdurdaki yaralanmanın kim tarafından yapıldığıdır.

Sanık, mağdurun 10.8.2005 tarihindeki disiplinsiz davranışları nedeniyle gözetim altına alınmasını emrettiğini, 11.8.2005 tarihinde ilk beyanlarına göre, mağdurun savunma vermediğinin kendisine bildirilmesi üzerine; daha sonraki açıklamalarına göre ise, mağdurun verdiği savunmayı garip bulduğu düşüncesiyle gemi kıdemli astsubayı S.E.'yi çağırarak mağdurla görüşmek istediğini bildirdiğini, birlikte mağdurun tutulduğu revirdeki disiplin odasına gittiklerinde mağdurun henüz giyinmediğini gördüğünü, neden giyinmediğini sorduğunda bak şimdi diyerek kafasını dolap kapağına vurduğunu, tekrar kendisine dönerek bak kurmay subay sen beni nasıl dövüyorsun, seni nasıl yakıyorum sen bittin diye devam edip kafasının arkasını ranzaya vurduğunu, kafasının kanamadığını anlayınca bak olmadı mı, şimdi gör diyerek kafasını tekrar dolap kapağına vurduğunu, bu sırada dudağının kanadığını görünce hah şimdi oldu dediğini, tanık Astsb. S.E.'ye doktorun çağırılması talimatını vererek odadan ayrıldığını belirtmektedir.

Olayın tek görgü tanığı olan Astsb. S.E., sanığın kendisini çağırarak mağdurun savunma vermediğini gidip bakalım dediğini, kendisinin önce revire giderek komutanın geleceğini bildirip hazırlık yaptığını, sanıkla birlikte disiplin odasına girdiklerinde mağdurun henüz giyinmediğini gördüklerini, sanığın yeni mi kalktın şeklindeki sorusu üzerine bir cevap vermeden sana gösteririm şeklinde mırıldanarak, kafasını dolabın açık duran kapağının ön kenarına birkaç kez vurduğu, dönerek bana vurdun, beni dövdün, seni yakacağım kurmay subay dediğini ifade etmektedir.

Mağdur ise, 10.8.2005 tarihinde akşam saatlerinde sanığın kendisini yanına çağırtıp özel uyarı ve disiplin cezaları vererek kendisini gözetim altına aldırdığını, istenilen savunmaları hazırlayıp sabah saat 08.30'da polis astsubayına verdiğini, yorgun olduğundan yatmaya devam ettiğini, yaklaşık bir saat sonra önce nöbetçi astsubayın, daha sonra da gemi kıdemli astsubayının sanığın geleceğini söyledikleri, kısa bir süre sonra sanık ile Astsb. S.E. nin odaya girdiklerini, sanığın elinde tuttuğu kağıtları göstererek ulan ben i..e miyim diye bağırdığını, kendisinin ne olduğunu anlamaya çalıştığı sırada küfürlü sözlerini sürdüren sanığın sağ eliyle yüzünü avuçlayarak başını alabandaya yaslayıp sıkıştırdığını, sesinin duyulmaması için ağzını kapattığını, sonra bırakıp bir tur attığını, hemen akabinde de sağ elini yumruk yaparak dudağına vurduğunu, yüzünü yıkarken aynadan sanığın elinin kanadığını ve kanayan elini açık olan dolap kapağına sildiğini gördüğünü, yüzünde ve kafasındaki yaralanmanın sanığın eylemi sonucu meydana geldiğini belirtmektedir.

Sanık, atılı suçu işlemediğini, mağdurdaki yaralanmanın bizzat kendisi tarafından yapıldığını belirtmekte ve olay yerinde bulunan tanık Astsb. S.E.'nin de aynı doğrultuda beyanda bulunduğu görülmekle birlikte; olayın oluş ve gelişme biçimine uygun düşen diğer delillerden, mağdurun, sanığın yanında tanığın da olduğu bir ortamda kendi kendini yaralayarak, bu yaralanmanın sanık tarafından meydana getirildiğini ileri sürmesi hayatın olağan akışı ile bağdaşmamaktadır. Anılan tanıkla mağdurun babası Astsb. A.H. arasında husumet bulunduğu gibi, mağdurun sürekli yanında olan ve sanıkla dayanışma hissi içinde bulunduğunu bildiği bir tanığın huzurunda kendi kendini yaralayarak, bu yaralanmanın sanık tarafından yapıldığını ileri sürmesinin de kabul edilebilecek bir davranış olmayacağı açıktır. Sanık tarafından ileri sürülen, mağdurun kendi kendini yaraladığı iddiası ise inandırıcılıktan uzak niteliktedir. Mağdurun kendi kendini yaraladığının kabulü halinde dahi sanık ve yanında bulunan tanığın esasen buna engel olmaları gerekirken, bu yönde bir davranışta bulunmayıp, olay yerinden ayrılırken mağdurun kendi kendini yaraladığını söyleyerek sadece doktora haber verilmesini istemekle yetinmelerinin askerlik ilişkileri içinde beklenen bir davranış olmaması, sanığın olay yerine gidişinin kendisi hakkında düzenlenen raporda yer alan bilgilerle mağdur arasında irtibat kurmasına bağlı olması, savunma alınmasını gerektiren bir durumun söz konusu olmaması karşısında, mağdurun diğer delillerle desteklenen anlatımlarının olayla örtüştüğü görülmektedir.

Olayın hemen sonrasında gemide görevli Tabip Ütğm. T.E. tarafından düzenlen raporda mağdurun dudağında ve kafasının arkasında önemli nitelikte yaralanma bulgularının tespit edildiği görülmektedir. Gemi tabibi tarafından olay sonrasında mağdurun fotoğrafları da çekilmekle birlikte, bunların sanığın etkisi ile silindiği anlaşılmaktadır. Rapor düzenlenmesi nedeniyle fotoğraflara gerek kalmadığı şeklindeki bir tutumun delilleri karartmaya yönelik olduğu ortada olduğu gibi, mağdurun, dijital fotoğraf makinesiyle çekilen ve silinen fotoğrafların geri getirilmesine yönelik olarak sunduğu delil karşısında, bu kez fotoğraf makinesinin hafıza kartının değiştirildiği yönündeki beyanlar da düşündürücü niteliktedir.

Askeri savcılıkça, itiraz kapsamında yapılan soruşturma sırasında mağdurun dolap kapağından temin ettiğini belirttiği kan lekesinin gönderildiği Adli Tıp Kurumu Başkanlığınca düzenlenen raporda; koli bandı üzerinde 2 adet kan lekesinin gerekli tahlillerinin yapıldığı, bunların tek bir erkek şahsa ait bulunduğunun belirlendiği, şüpheli erkek şahıs veya şahıslara ait kan örneğinin gönderilmesi halinde gerekli mukayesenin yapılacağı bildirilmiştir.

Sanığın dolap kapağından temin edildiği belirtilen kan lekeleriyle mukayese yapılmak üzere kan vermeyi kabul etmeyip, kendisine ait kanın mağdur tarafından herhangi bir suretle temin edilmiş olabileceğine ilişkin savunması da; gemide, disiplin cezalarını çekmek üzere bir odaya kapatılan ve başında nöbetçi olarak bir astsubay bulunan mağdur yönünden ulaşılma olanağı bulunmadığından, kabul edilebilir nitelikte görülmemiştir.

Askeri mahkemece, dava dosyası da gönderilerek mağdurdaki yaralanmanın dolap veya kapağı gibi bir cisme çarpma sonucu mu, yoksa el veya yumruğun yüze havalesi sonucu mu oluştuğunun belirlenmesi Adli Tıp Kurumundan istenilmiş, anılan kurumca düzenlenen raporda, ... kişinin yüz bölgesinde ve kafa arkasında tanımlanan yaralanmasının sert ve kunt bir cismin, sorulduğu üzere el veya yumruğun bu bölgelere doğrudan havalesi ile oluşabileceği gibi, kişinin yüzünü ve kafa arka bölümünü sert ve uygun bir zemine birden fazla çarpması veya çarptırılması sonucu da oluşabileceği, mevcut verilerle bunlar arasında tıbben ayrım yapılamadığı ... bildirilmiştir.

Adli Tıp Kurumu raporunda kesin bir görüş açıklanmamış olması bir eksiklik veya çelişki niteliğinde olmayıp, mağdurdaki yaralanmanın değişik olasılıklarla meydana gelebileceğinin belirtilmesi karşısında, bu durumun diğer delillerle birlikte değerlendirilerek bir sonuca varılması gerekmektedir. Bu niteliği itibariyle anılan raporun mağdur anlatımlarıyla da uyumlu olduğu ortadadır.

Diğer taraftan; tanıklar, Yzb. O.D., Ütğm. E.T. ve Astsb. S.C. yeminli ifadelerinde olay sonrasında sanığın sağ el yüzük parmağının üzerinde taze bir yara gördüklerini açıklamışlardır. Özellikle Yzb. O.D., sanıkla Astsb S.E.'nin komutanın odasından ayrıldıktan yaklaşık yarım saat kadar sonra, sanığın kendisini kamarasına çağırarak, kendisine sunduğu raporu imzalamadığını belirterek imzalattığını, bu sırada sanığın sağ elini masadan peçete alarak sildiğini, raporu imzalayıp tekrar kendisine verirken sanığın sağ elinin yüzük parmağının üst kısmında taze bir yara ve kızarıklık olduğunu fark ettiğini açıkça belirtmiştir. Mağdurun olaydan sonra sanığın elinin kanadığı ve kanayan parmağını dolap kapağına sürdüğü şeklindeki beyanıyla anılan tanıkların yeminli ifadeleri bu yönden de örtü sinektedir.

Tanık Uzm. Çvş. K.D.'nin, olaydan sonra mağduru gördüğünde yüzünün dosyadaki mağdur tarafından çekilen fotoğraftaki gibi olduğuna ilişkin beyanı karşısında, fotoğrafların da raporların tamamlayıcı bir unsuru olduğu ve kanıtlamaya ve vicdani kanaat oluşturmaya elverişli nitelikte bulunduğu görülmektedir. Yine tanık Uzm. Çvş K.D.'nin dolap kapağının kenarının orta kısımlarında ufak kana benzeyen bir leke gördüğünü belirtmesi, tanık E.T.'nin de dolabın kapağının dış kenarının ortalarında yoğun olmayan kan izi gördüğünü beyan etmesi de mağdurun anlatımlarını destekler niteliktedir.

Yine tanık Astsb. S.E.'nin, olay öncesi mağdurun cezalarının infaz edilmekte olduğu gemi revirine giderek, odanın kapısında nöbetçi olarak bulunan Astsb. A.B. de dahil olmak üzere diğer revir görevlilerini olay yerinden uzaklaşmalarını sağlaması da, Yzb. O.D.'nin sanığın olay yerine gidiş nedeni konusundaki ayrıntılı açıklamaları ile birlikte değerlendirildiğinde, olaya tanık olabileceklerin olay yerinden uzaklaştırılmasına yönelik davranışlar olduğu sonucuna varılmaktadır.

Diğer taraftan; tanık Astsb. A.B.'nin, ...Servet Astsb. Cem başını duvara vurdu, doktor çağırın ... diyerek oradan uzaklaştığı şeklindeki yeminli ifadesinden de, tanık Astsb. S.E.'nin, mağdurun kafasını dolabın açık olan kapağına vurduğuna ilişkin olup, sanık savunmasıyla paralellik arz eden beyanının gerçeği yansıtmadığı anlaşılmaktadır.

Aşamalarda toplanan delillerin irdelenmesinden, dava konusu olayın Dairece kabul edildiği gibi; mağdur Astsb. C.H.'nin, 10.8.2005 tarihinde amiri olan Yzb. O.D.'ye bir dilekçe vererek gemi komutanı sanık hakkında şikayetçi olduğu, Yzb. O.D.'nin mağdurun dilekçesi konusunda sanığı bilgilendirerek bir usul hatası yapılmaması için nasıl davranması gerektiğini sorduğu, sanığın planlı faaliyetleri nedeniyle akşam görüşebileceklerini söylediği, ancak bu görüşme gerçekleşmeden sanığın mağduru çağırtarak, sen beni nasıl şikayet edersin dediği, mağdurun da siz bana hakaret ettiniz, ben de dava etme hakkımı kullanıyorum şeklinde cevap vermesi üzerine sanığın, çakı, fener gibi malzemeleri üzerinde taşıdığı gerekçesiyle mağdurun nezarete kapatılmasını emrettiği, mağdurun daha sonra gemi revirinde nezaret altında iken değişik eylemlere ilişkin savunması alınarak disiplin cezaları verildiği, sanığın aynı akşam mağdurun amiri olan Yzb. O.D.'yi çağırarak astlarına engel olamadığını, onlara amirlik yapamadığını, olayların bundan kaynaklandığını söylediği, mağdurun amiri olan Yzb. O.D.'nin de, personelinin verdiği dilekçeyi yasaya ve usule uygun ise işleme koymaktan çekinmeyeceğini, kendisine karşı bir tutumunun olmadığını, hatta özel yaşantısı hakkında bilgisi olduğunu, bunu şimdiye kadar hiçbir yerde açıklamadığını, kendisi hakkındaki ithamın haksız olduğunu söylediği, sanığın, özel yaşantısına ilişkin bilgilerin neler olduğunu sorduktan sonra yüzbaşıdan bunları bir rapor halinde yazmasını istediği, Yzb. O.D.'nin sanığın istediği raporu yazarak, 11.8.2005 tarihinde saat 09.00 sıralarında kendisine verdiği, kısa bir süre sonra sanığın gemi kıdemli astsubayı S.E.'yi çağırarak mağduru görmek istediğini söylediği, Astsb S.E. 'nin disiplin cezalarının infaz edildiği revire giderek revir görevlileri Tbp. Ütğm. E.T. ve Shh. Çvş. K.D. ile mağdurun cezasının infaz edildiği odanın kapısında nöbetçi olan Astsb. A.B.'nin revirden ayrılmalarını sağladıktan sonra sanıkla tanığın birlikte revire gittikleri, bir süre sonra revirden ayrılırken Astsb. S.E.'nin Cem başını duvara vurdu, doktor çağırın dediği ve oradan uzaklaştıkları, bunun üzerine mağdurun yanına giren Astsb. A.B.'nin sanığın dudağının kanadığını, üzerinde ve yerde kan izlerinin bulunduğunu gördüğü, mağdurun da sanık tarafından dövüldüğünü belirttiği, daha sonra revire gelen Tbp. Ütğm. E.T.'ye de aynı şeyleri söyleyerek rapor düzenlemesini istediği, Tbp. Ütğm. E.T. tarafından dosyada yer alan raporun düzenlendiği, ayrıca mağdurun fotoğrafının da çekildiği, revirden çıkan sanığın, Yzb. O.D.'yi yanına çağırdığı ve düzenlediği raporun imzasız olduğunu söyleyerek imzalattığı, bu sırada yüzbaşının, sanığın sağ elinin yüzük parmağı üzerinde taze bir yara olduğunu gördüğü şeklinde geliştiği; mağdurun yaralanma durumunu gösteren fotoğraftaki özellikle alt dudağın iç kısmındaki yaralanmanın, sanığın ve tanığın ileri sürdükleri gibi, mağdurun kafasını açık olan dolap kapağının kenarına vurması sonucu değil, mağdurun, diğer delillerle doğrulanan ifadesinde belirttiği gibi sanığın yumruğu ile mağdura vurması sonucunda meydana geldiği anlaşıldığından, direnme kararının yerinde olmadığı, Dairenin sübutun varlığına ilişkin kabulünün isabetli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle; sanık, atılı suçu işlemediğini, mağdurdaki yaralanmanın bizzat kendisi tarafından yapıldığını belirtmekte ve olay yerinde bulunan bir tanık da aynı doğrultuda beyanda bulunmakla birlikte, diğer tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde; kendisi hakkında düzenlenen raporda yer alan bilgilerle mağdur arasında irtibat kuran sanığın, tanık astsubayla birlikte olay yerine gidip görevlileri ve nöbetçiyi olay yerinden uzaklaştırdıktan sonra rapor ve fotoğraflarda belirtilen şekilde mağduru yaralamak suretiyle asta müessir fiil suçunu işlediği, Daire kararında yer verilen bozma nedenlerinin dosya kapsamındaki delillerle uyumlu olduğu, sanığın atılı suçtan mahkumiyeti yerine beraatına karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu sonucuna varıldığından; askeri mahkemece sanık hakkında direnilmek suretiyle verilen beraat hükmünün bozulmasına karar verilmiştir. (¤¤)

Full & Egal Universal Law Academy