Askeri Yargıtay 1. Daire 2006/967 Esas 2006/954 Karar
Karar Dilini Çevir:
AskeriYargıtay
Dairesi: 1. Daire
Esas No: 2006/ 967
Karar No: 2006 / 954
Karar Tarihi: 31.05.2006

(1632 S. K. m. 66) (5237 S. K. m. 62) (353 S. K. m. 96, 159, 173 ,207) (AYDK. 01.04.2004 T. 2004/66 E. 2004/61 K.) (AYDK. 17.11.2005 T. 2005/103 E. 2005/100 K.) (AYDK. 16.02.2006 T. 2006/20 E. 2006/36 K.)

İzin tecavüzü suçundan sanık Hv.Svn.Er Murat VARDAR hakkında 3’üncü Ordu Komutanlığı Askeri Mahkemesince verilen 11.04.2006 gün ve 2006/263-121 sayılı mahkûmiyete ilişkin hükmün sanık tarafından süresinde sebep gösterilerek temyiz edilmesi üzerine, dava dosyası Askeri Yargıtay Başsavcılığının hükmün bozulması görüşünü içeren 18.05.2006 gün ve 2006/3300 sayılı tebliğnamesi ekinde Dairemize gönderilmekle incelendi.

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Askeri Mahkemece; sanığın, 21.01.2001-09.02.2006 tarihleri arasında izin tecavüzü suçunu işlediğinin kabulüyle, eylemine uyan ASCK’nın 66/1-b ve 5237 sayılı TCK’nın 62/1’inci maddeleri gereğince sonuç olarak on ay hapis cezası ile mahkûmiyetine karar verilmiştir.

Bu hüküm, sanık tarafından, verilen cezanın fazla olduğu belirtilerek süresinde temyiz edilmiştir.

Tebliğnamede, bilirkişi mütalâasına karşı sanığın diyeceklerinin, okunan yazılı delillere karşı askeri savcının ve sanığın diyeceklerinin sorulmamış olmasının 353 sayılı Kanunun 159’uncu maddesine ve yargılamada silahların eşitliği ilkesine aykırı olduğu, ayrıca suçun başlangıç tarihinin kısa kararda 21.01.2001 olarak belirtilmiş olmasına karşılık, gerekçeli kararın suç tarihi ve delillerin değerlendirilmesi bölümü ile hüküm fıkrasında 20.01.2001 olarak belirtilmesinin karışıklığa neden olduğu belirtilerek hükmün usûle aykırılıktan bozulması yönünde görüş ve düşünce bildirilmiştir.

Yapılan incelemede; sanığa 11.01.2001 tarihinde memleketi İstanbul’da geçirmek üzere 4 gün süre ile izin verildiği (Dz.50), izin süresince tanınması gereken 4 günlük gidiş-dönüş yol süresinin de ilavesiyle en geç 19.01.2001 günü saat 24.00’a kadar birliğine katılması gereken sanığın izin süresini geçirdiği, bir süre sonra 09.02.2006 tarihinde güvenlik kuvvetleri tarafından yakalandığı (Dz.6), bu suretle sanığın 20.01.2001-09.02.2006 tarihleri arasında izin tecavüzü suçunu işlediği dosyada mevcut delillerden anlaşılmaktadır.

Sanığın 21.01.2001-09.02.2006 tarihleri arasında izin tecavüzü suçunu işlediği kısa kararda belirtilmiş olmasına karşın, gerekçeli kararın başlık kısmında, delillerin tahlil ve takdiri başlıklı bölümünde ve hüküm fıkrasında suç tarihleri 20.01.2001-09.02.2006 olarak kabul edilmiştir.

Her ne kadar, gerekçeli kararda suçun başlangıç tarihi 20.01.2001 olarak doğru bir şekilde saptanmış ise de, asıl hüküm niteliğinde olan duruşmada tefhim olunan kısa kararda, suçun başlangıç tarihinin bir günlük farklılık ile 21.01.2001 olarak belirlenmesi hatalıdır. Bu hatanın sonradan yazılan gerekçeli kararda düzeltilmiş olması, asıl hüküm niteliğinde olan duruşmada tefhim edilen kısa karardaki hatayı ortadan kaldırmayacağı pek tabii olmakla beraber, bu husus suçun sübutuna, suçun temadi süresine göre vasfına, uygulanacak temel ve sonuç cezalara, zamanaşımı, af v.b. durumlara bir etkisi bulunmadığı gibi, olayın gelişimi ve suç tarihinin belirlenmesi ile ilgili bilgilerin dosyada mevcut olması ve esasen infazın suç tarihlerinin doğru olarak belirtildiği gerekçeli karar üzerinden yapılacak olması karşısında, kısa kararda, suçun başlangıç tarihiyle ilgili olarak yapılan bir günlük yanlışlığın, hükmün bozulmasını gerektiren esaslı bir hata olarak değerlendirilemeyeceği kabul edilmiştir. Bozmanın söz konusu olabilmesi için yasaya aykırılığın hükmün esasını etkileyecek nitelik taşıması gerekmektedir. Bu nedenle yukarıda belirtildiği gibi maddi ceza hukuku yönünden hiçbir değer ifade etmeyen suçun başlangıç tarihindeki bu hata nedeniyle hükmün bozulmasının kamuya yararı olmadığı gibi, sanığın salt bu sebeple yeniden yargılamaya tabi tutulması da adil yargılanma hakkının amacı ile bağdaşmadığından, Başsavcılığın bu hususun bozma sebebi yapılması gerektiğine dair görüşlerine iştirak olunmamıştır. Nitekim, Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 09.03.2006 tarih ve 2006/69-56, 01.04.2004 tarih ve 2004/66-61, 06.03.2003 tarih ve 2003/21-18, 1’inci Dairesinin 27.11.2002 tarih ve 2002/1105-1096, 2’nci Dairesinin 18.04.2001 tarih ve 2001/294-289 sayılı kararları da bu doğrultudadır.

Üyeler Hâkim Albay Hasan DENGİZ ve Hâkim Albay Metin META, asıl hüküm niteliğinde olan kısa kararda yer alan suç tarihlerinin gerekçeli kararda farklı şekilde saptanmış olmasıyla yaratılan karışıklığın kanuna aykırılık oluşturduğu, ayrıca Üye Hâkim Albay Metin META, ek olarak, suçun başlangıç tarihinin her türlü tereddüdü ortadan kaldıracak biçimde saptanmasının, 353 sayılı Kanunun 96 ve 173’üncü maddelerinin ön gördüğü şekliyle yargılamaya esas öz vakıanın belirlenmesi anlamına geldiği, dolayısıyla kısa karardaki suçun başlangıç tarihine ilişkin karışıklık maddi olayın sınırlarının yanlış biçimde belirlenmesine yol açtığından bu durumun da kanuna aykırılık oluşturduğu, bu nedenle mahkûmiyet hükmünün usûle aykırılık yönünden bozulması görüşü ile çoğunluk görüşüne katılmamışlardır.

Diğer taraftan, sanığın yüzüne karşı sürdürülen 11.04.2006 tarihli duruşmada (Dz.60-61), mütalâası saptanan bilirkişinin, ayrıca yazılı olarak sunduğu bilirkişi raporunun Askeri Mahkemede okunduğu, ancak bilirkişi raporuna karşı Askeri Savcıya diyeceklerinin bildirebilmesi için söz verilmesine karşın, sanığa söz hakkı verilmediği ve diyeceklerinin sorulmadığı, müteakiben dosyadaki yazılı belgelerin okunmasına karar veren Askeri Mahkemece, bu aşamada okunan tüm yazılı belgelere karşı bir diyeceğinin olup olmadığı Askeri Savcıya ve sanığa sorulmamış, dolayısıyla söz hakkı tanınmamıştır.

Ancak, müteakiben soruşturmanın genişletilmesi hususunda talepleri olup olmadığı Askeri Savcı ve sanıktan ayrı ayrı sorulmuş, taleplerinin bulunmadığının saptanması üzerine, Askeri Savcı esas hakkındaki mütalâasını sunmuştur. Ardından esas hakkındaki mütalâaya karşı savunmasının sorulması üzerine savunmasında, bir diyeceğim yoktur şeklinde cevap veren ve müteakiben son sözünde, bir diyeceğim yoktur, pişmanım şeklinde beyanda bulunan sanık hakkında, aynı oturumda mahkûmiyet kararı verilmiştir.

Her ne kadar, 353 sayılı Kanunun 159’uncu maddesi uyarınca bilirkişinin raporunun okunmasının ve ayrıca tüm yazılı belgelerin okunmasının ardından, bunlara karşı bir diyeceği olup olmadığını bildirebilmesi için sanığa, söz hakkı tanınması gerekmekte ise de; daha önce sorgusu yapılan ve son duruşmada hazır bulunan sanığa, soruşturmanın genişletilmesi hususunda talepleri sorulmuş ve talebinin bulunmadığının saptanması üzerine, esas hakkındaki mütalâaya karşı savunmasını yapabilmesi ve son sözünü söyleyebilmesi için iki kez konuşma imkânı verildiği görülmektedir. Ayrıca, yüzüne karşı icra edilen duruşmada okunan belgeler, içeriği sanık tarafından yakınen bilinen ve hiçbir biçimde red ve inkâr edilemeyecek nitelikte evraktan oluşmaktadır. Esasen sanığın, savunma hakkının mahkemece kısıtlandığına ilişkin bir iddiası da bulunmamaktadır.

Bu itibarla, Askeri Mahkemenin 353 sayılı Kanunun 159’uncu maddesine aykırı düşen bu uygulamasının vicahi yargılamanın devam eden diğer sürecinde sanığa müteaddit kez söz hakkı tanınması suretiyle giderildiği ve inceleme konusu usûle aykırılığın 353 sayılı Kanunun 207/3-H maddesinin belirlediği anlamda hüküm için önemli noktalarda savunma hakkının kısıtlanması şeklinde mutlak bir bozma sebebi olmadığı, Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 17.11.2005 gün ve 2005/103-100 E.K. sayılı, 16.02.2006 gün ve 2006/20-36 E.K. sayılı kararları da dikkate alınarak, bu husus bozma sebebi olarak kabul edilmemiştir.

Üyeler Hâkim Albay Hasan DENGİZ ve Hâkim Albay Metin META, son soruşturmanın genel ilkelerinden olan vicahilik ve sözlülük prensipleri uyarınca, duruşmada ikame edilen delillere karşı tarafların beyanda bulunmalarına fırsat tanınmak suretiyle delillere nüfuz edebilmelerine ve maddi gerçeğin aydınlatılmasına katkıda bulunabilmelerine imkan sağlanmasının gerektiği, bilirkişi mütalâasına ve okunan yazılı delillere karşı sanığın diyeceklerinin sorulmamasının savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurduğu, bilirkişi mütalaasına karşı sadece askeri savcının diyeceklerinin sorulmasının da, ek olarak, iddia ve savunma makamlarının yargılama faaliyetlerine eşit koşul ve imkanlar dahilinde katılımını düzenleyen silahların eşitliği ilkesine aykırılık oluşturduğu, bu nedenle mahkûmiyet hükmünün usûle aykırılık yönünden bozulması görüşü ile çoğunluk görüşüne katılmamışlardır.

Öte yandan, sanığın işlediği izin tecavüzü suçunun temadi süresinin uzunluğu karşısında, askeri mahkemece cezanın asgari hadden tayini isabetsiz ise de, aleyhe temyiz olmadığından, cezanın asgari hadden tayinine ilişkin gerekçenin yerinde olmadığına işaretle yetinilmiştir.

SONUÇ VE KARAR: Açıklanan nedenlerle;

Sanığın kabule değer görülmeyen temyiz sebeplerinin 353 sayılı Kanunun 217/2’nci maddesi uyarınca REDDİNE,

Usûl ve esas yönlerinden kanuna uygun bulunan mahkûmiyet hükmünün ONANMASINA,

Tebliğnameye aykırı olarak, 31.05.2006 tarihinde Üyeler Hâkim Albay Hasan DENGİZ ve Hâkim Albay Metin META’nın karşı oyları ile ve oyçokluğuyla karar verildi. (¤¤)

Full & Egal Universal Law Academy