Ankara Bölge İdare Mahkemesi 5. İdari Dava Dairesi 2019/956 Esas 2020/446 Karar
Karar Dilini Çevir:

Dairesi: 5. İdari Dava Dairesi
Esas No: 2019/956
Karar No: 2020/446
Karar Tarihi: 26.06.2020



(AİHS EK 1 NOLU PRPTOKOL) (2709 S. K. m. 31, 45) (2577 S. K. m. 45) (6100 S. K. m. 266, 450) (6754 S. K. m. 2, 3) (GEREKSAR VE DİĞERLERİ - TÜRKİYE DAVASI)
 
İSTEMİN ÖZETİ: Ankara 10. İdare Mahkemesince verilen 08/04/2019 günlü, E:2019/194, K:2019/685 sayılı kararın; hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek kaldırılması ve işin esası hakkında yeniden karar verilmesi istenilmektedir.
 
SAVUNMANIN ÖZETİ: Savunma verilmemiştir.
 
TÜRK MİLLETİ ADINA
 
Karar veren ….. Bölge İdare Mahkemesi 5. İdari Dava Dairesince dava dosyası incelenerek gereği görüşüldü:
 
Dava, …. İli, Altındağ İlçesi, …. Mahallesi, 5194 ada, 1 parsel sayılı davacının maliki olduğu Çankırı Caddesine cepheli taşınmazın da içerisinde yer aldığı ...-...-... Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje Alanına ilişkin … Büyükşehir Belediye Meclisinin 14/05/2018 tarihli, 861 sayılı kararıyla onaylanan 1/5000 ölçekli nazım imar planı değişikliği ve bu işleme karşı yapılan itirazın reddine ilişkin anılan meclisin 12.08.2018 tarihli, 1321 sayılı kararının iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesince, aynı imar planlarının iptali istemiyle mahkemenin E:2019/1960sayılı dosyası (…. Mahallesi, 2791 ada, 3 ve 4, 5189 ada, 11 ve 2193 ada, 5 parsel sayılı taşınmazlar) nedeniyle yerinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelenmesi üzerine düzenlenen raporun birlikte değerlendirilmesinden, ... Büyükşehir Belediye Meclisinin 14.05.2018 tarihli, 861 sayılı kararıyla onaylanan ...-Hıdırlık-... Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Alanı Sınırına ilişkin 1/5000 ölçekli nazım imar planının "Hacı Bayram Kentsel Sit Alanı" bitişiğinde yer aldığı, 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca "Riskli Alan" ilan edildiği, planlama alanının jeolojik yapısının ve tarihsel/kültürel gelişiminin göz önüne alınarak plan kararlarının oluşturulduğu, kentsel tasarıma elverişli, bölgenin yaşam kalitesi yükselten kamusal alanların, açık alanların ve yeşil sistemlerin planlandığı, tescilli yapıların belirlendiği, yapılaşma yoğunlukları belirlenirken tescilli yapılarla uyumlu, bölgenin tarihsel ve kentsel kimliğinin, silüetinin korunmasının hedeflendiği, mezarlık gibi fiili alan kullanımlarının dikkate alındığı, genel olarak planlama alanında plan kararları oluşturulurken Hacı Bayram Kentsel Sit Alanı ile ilişkilendirildiği, mülkiyet konusunda değerlendirmenin ise ancak 1/1000 ölçekli uygulama imar planları ve parselasyon planlarından sonra yapılabileceği, nazım imar planının genel kullanış biçimlerini, ulaşım sistemlerini ve plan ana kararlarını belirlediği göz önüne alındığında bu ölçekte değerlendirme yapılamayacağı, planların kademeli birliktelik ilkesi gereği, davaya konu 1/5000 ölçekli nazım imar planı değişikliğinin, 1/100.000 ölçekli Başkent ... Çevre Düzeni Planına ve 1/25.000 ölçekli 2023 Başkent ... Nazım İmar Planına uygun olduğu, 6306 sayılı yasanın amaç ve hedeflerine uygun olarak planlama kararlarının oluşturulduğu, dava konusu plan değişikliğinin imar mevzuatı, şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararına uygun olduğu, hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; bu karara karşı davacı tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
 
İSTİNAF KANUN YOLU VE İŞLEYİŞİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRME
 
Kanun yolu, davanın taraflarına tanınan hukuksal bir yol olup, bu yol ile yanlış verildiği ileri sürülen yargı kararlarının; yeniden incelenmesi ve değiştirilmesi, daha yüksek seviyedeki yargı mercilerinin denetimine tabi tutulması suretiyle sağlanması mümkündür.
 
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 45. maddesinde; İdare ve vergi mahkemelerinin kararlarına karşı, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi, mahkemenin bulunduğu yargı çevresindeki bölge idare mahkemesine, kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde istinaf yoluna başvurulabileceği, istinafın; temyizin şekil ve usullerine tabi olduğu, bölge idare mahkemesinin yaptığı inceleme sonunda ilk derece mahkemesi kararını hukuka uygun bulursa istinaf başvurusunun reddine karar vereceği, karardaki maddi yanlışlıkların düzeltilmesi mümkün ise gerekli düzeltmeyi yaparak aynı kararı vereceği, ilk derece mahkemesi kararını hukuka uygun bulmadığı takdirde ise istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar vereceği, bu hâlde bölge idare mahkemesinin işin esası hakkında yeniden bir karar vereceği, bölge idare mahkemesinin; ilk inceleme üzerine verilen kararlara karşı yapılan istinaf başvurusunu haklı bulduğu, davaya görevsiz veya yetkisiz mahkeme yahut reddedilmiş veya yasaklanmış hâkim tarafından bakılmış olması hâllerinde, istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar vererek dosyayı ilgili mahkemeye göndereceği, bölge idare mahkemesinin bu fıkra uyarınca verilen kararlarının kesin olduğu hükme bağlanmıştır.
 
Yukarıda belirtilen yasa hükümleri ve idari yargılamaya ilişkin genel kriteler göz önünde bulundurulduğunda; istinaf merci olarak bölge idare mahkemesince istinaf incelemesinde ek bir araştırma yapılmadan ihtilaf çözülebilecek durumda ise dosya üzerinden inceleme yapılarak, işin esası hakkında gerekirse ilk derece mahkemesinin yerine geçerek karar verildikten sonra dosyanın mahkemesine göndereceği; istinaf konusu karardaki ihtilaf, dosyadaki mevcut bilgi ve belgeye göre çözülebilecek nitelikte değilse, dosyayı ilk derece mahkemesine göndermeden re'sen araştırma ilkesi uyarınca gerekli inceleme ve araştırmaları bizzat yaparak işin esası hakkında yeniden karar vereceği, bu durumun temyiz ile istinaf incelemesi arasındaki en önemli farkı oluşturduğu, temyiz incelemesi sonunda karar bozulduğunda dosya ilgili mahkemeye ya da daireye geri gönderilirken, istinaf incelemesi sonunda karar kaldırıldığında dosya ilgili mahkemeye geri gönderilmeyip işin esası hakkında bölge idare mahkemesince karar verilecektir.
 
Buna karşın, istinaf konusu edilen kararda; ilk derece mahkemesince davanın konusu yanlış kurgulanmış veya maddi olayın çözümünde dayanılan olguların dava konusu işlem yönünden hatalı olarak dayanak alınmış veyahut da uyuşmazlığın çözümü teknik bilgiyi gerektirdiği halde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmadan veya eksik yaptırılmak suretiyle gerekli teknik bilgiye dayalı veriler değerlendirilmeden ya da dava konusu edilen işlemlerden birisi veya birkaçı hakkında inceleme ve değerlendirme yapılmadan karar oluşturulma yönüne gidilmiş olması ile davacılardan bir kısmı yönünden esasa ilişkin oluşmuş karar bulunmaması gibi nedenlerle ilk derece mahkemesince uyuşmazlığın esası hakkında asgari doğru tespit ve olgular ile teknik bilgiyle oluşan deliller hiç tartışılmadan karar oluşturulmuş ise bu uyuşmazlık hakkında genel usul kuralları bağlamında verilmiş bir ilk derece mahkemesi kararının bulunduğunun hukuken kabul edilemeyeceği gibi istinaf mahkemesine ilk derece mahkemesi sıfatı da verilmediği, zaten aksi kabulün doğal hakim ilkesine de aykırılık oluşturacağı hususları bir bütün olarak dikkate alındığında, genel usul anlamında hukuken verilmiş bir karar bulunmadığı durumlarda, istinaf mahkemesinin özel usul kurallarına yönelik durumda olduğu gibi istinafa konu kararı kaldırarak dosyayı mahkemesine gönderilebileceği tabidir.
 
YARGILAMA USULÜNE İLİŞKİN GÜVENCELERİN YERİNE GETİRİLEBİLMESİ
 
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 1 sayılı Ek Protokolü'nün "Mülkiyetin korunması" başlıklı 1. maddesinde; "Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka harçların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." hükmü yer almıştır.
 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Ališić ve diğerleri-Bosna Hersek, Hırvatistan, Sırbistan, Slovenya ve Makedonya Cumhuriyeti (16/07/2014 tarih ve Başvuru No:60642/08) kararında, Sözleşme'ye ek 1 sayılı Protokol'ün 1. maddesinin temel amacının, devlet tarafından mülkiyet hakkına yapılan haksız müdahalelere karşı kişinin korunmasını sağlamak olduğunu, her taraf devletin "kendi yetki alanı içinde bulunan herkesin, Sözleşme'de tanımlanan hakları ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlama" yükümlülüğü altında olduğunu ve bu genel nitelikli görevin yerine getirilmesinin, Sözleşme ile güvence altına alınan hakların etkili bir biçimde uygulanmasını sağlamak için bazı pozitif yükümlülüklere bağlı olduğunu belirtmiştir.
 
Yüksek Mahkeme, Öneryıldız-Türkiye (30/11/2004 tarih ve Başvuru No: 48939/99) kararında da, mülkiyet hakkının gerçekten etkili bir biçimde korunabilmesinin, devletin müdahale etmeme görevi yanında ayrıca bazı pozitif tedbirler almasını da gerektirdiğini ortaya koymuştur.
 
Diğer taraftan AİHM, Plechanow-Polonya (07/07/2009 tarih ve Başvuru No:22279/04) kararında, usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meseleler yanında taraflardan birinin devlet olması durumunda da geçerli olduğunu belirtmiş; Gereksar ve Diğerleri-Türkiye (01/02/2011 tarih ve Başvuru No: 34764/05, 34786/05, 34800/05, 34811/05, 1/2/2011) kararında, mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçeye sahip olması gerektiğine, bu zorunluluğun davacının her iddiasına ayrıntılı cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte, en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerektiğine işaret edilmiştir.
 
Bu kapsamda, Anayasa Mahkemesinin ... ve … Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti. (24/05/2018 tarih ve Başvuru No: 2015/12563) kararında; mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerli olduğu, mülkiyet hakkının korunması söz konusu olduğunda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunması gerektiği, bu zorunluluğun davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerektiğine vurgu yapılmıştır.
 
Aynı şekilde Yüksek Mahkemenin, … (03/07/2019 tarih ve Başvuru No: 2018/6812) kararında, "Başvurucuya fiilî olarak bir konut teslimi yapıldığı kabul edilmiş ise de bu konuta ilişkin bir tapu kaydının verilmiş olup olmadığı belirsizdir. Konutu edinme yönünde 7269 sayılı Kanun hükümlerine dayalı olarak meşru bir beklentisi olan başvurucunun bu beklentisinin karşılandığından söz edilebilmesi için mülkiyet belgesi niteliği taşıyan tapu kaydının kendisine verilmiş olması gerekir. Nitekim derece mahkemelerinin işaret ettiği ilgili mevzuatta da hak sahipleri lehine tapu kaydının düzenlenerek idare lehine ipotek tesis edileceğinin belirtildiği görülmektedir. Başvuru konusu olayda ise uyuşmazlığın sonucuna etkili bu husus araştırılmadan karara varılmıştır. Dolayısıyla deprem sebebiyle hak sahibi olan başvurucunun 7269 sayılı Kanun hükümlerine göre mevcut olan konut edinme yönünde bir meşru beklentisi mevcut olduğuna göre aradan kırk dört yıl geçtiği hâlde şikâyetine konu olan, idarenin yükümlülüğü çerçevesinde sözü geçen konuta ait tapu kaydının düzenlenip düzenlenmediği araştırılmadığından mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilmediği kanaatine ulaşılmıştır" gerekçesine yer verilerek, Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
 
Yukarıda yer verilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ile Anayasa Mahkemesi kararları değerlendirildiğinde, mülkiyet hakkını ilgilendiren davaların sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların mahkemelerce araştırılması, usule ilişkin güvencelerin yerine getirilebilmesi için, taşınmaz sahibinin esasa ilişkin bu nitelikteki iddialarının yargı yerlerince dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerekmektedir.
 
Danıştay İdari Dava Dairelerinin 19/09/2019 tarihli, E:2017/1000, K:2019/3769 sayılı kararı da bu yöndedir.
 
Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 31. maddesinin 1. fıkrasında; "Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sükununu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır. Ancak, davanın ihbarı ve bilirkişi seçimi Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re'sen yapılır" düzenlemesine yer verilmiştir.
 
01/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 450. maddesi ile atıf yapılan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ek ve değişiklikleri ile birlikte tümüyle yürürlükten kaldırılmış, yürürlüğe giren anılan Kanunun 447/2. maddesi uyarınca; mevzuatta, yürürlükten kaldırılan 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'na yapılan yollamaların, Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelerine yapılmış sayılacağı kuralı getirilmiştir.
 
6100 sayılı Kanunun "Bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller" başlıklı 266. maddesinde, mahkemenin, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar vereceği kuralına yer verilmiştir.
 
Ayrıca, 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 2. maddesinde Bilirkişi "çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde oy ve görüşünü sözlü veya yazılı olarak vermesi için başvurulan gerçek veya özel hukuk tüzel kişisi" olarak tanımlanmakta; temel ilkelerin düzenlendiği 3. maddede ise: "Genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz." kuralı yer almaktadır.
 
Söz konusu düzenlemeye göre; bilirkişiye ancak özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde başvurulacağı, bilirkişilik sıfatının bu özel veya teknik bilgisinin olmasıyla ancak kazanılabileceği, ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda ise bilirkişiye başvurulmanın mümkün olmadığı görülmektedir.
 
DOSYANIN İNCELENMESİNE GELİNCE;
 
1)Dava konusu imar planı değişikliğinin gerekçesinde; ...-...-... Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje Alanının riskli alan olarak belirlenmesinin yanı sıra söz konusu alana ilişkin sınırın, ... kent tarihi ve silüeti açısından en önemli değerlerden birisi olan ... Kalesi, … Cami ve diğer tescilli binaların bulunduğu Ulus Tarihi Kent Merkezi Kentsel Sit Alanına komşu olması nedeniyle bu alanda kentsel değerlerin korunması ve geliştirilmesine yönelik özel bir planlama yaklaşımına ihtiyaç duyulduğunun ifade edildiği;
 
2)Planlama alanının 105 hektarlık kısmı riskli alanda kalırken, 10 hektarlık kısmının ise Ulus Tarihi Kent Merkezi Kentsel Sit Alanında kaldığı,
 
3)Dava konusu planlar nedeniyle yerinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesinde şehir plancısı olarak görev üstlenen uzmanlardan; ….'un şehir plancısı olarak Sanayi ve Ticaret Bakanlığında göreve başladığı ve halen anılan Bakanlığın Sanayi Bölgeleri Genel Müdürlüğünde Daire Başkanı olarak görevini sürdürdüğü, Sosyal Çevre Bilimleri Bölümünde yüksek lisans derecesinin bulunduğu; diğer şehir plancısı …'in ise ... Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünde şehir plancısı kadrosunda görev yaptığı hususlarına ilgili kurumların resmi internet sitelerinden ulaşılabildiği, anılan uzmanların özel bir planlama yaklaşımına ihtiyaç duyulan alanda uzmanlıkları ya da çalışmalarına ilişkin gerek dava dosyasına gerekse açık kaynaklara yansıyan bilgi ve belge olmadığı,
 
4)Dava konusu işlemler arasında imar planlarının uygulanması niteliğinde işlemlerin (parselasyon, ifraz tevhid gibi) olmadığı, harita ve kadastro mühendisliği alanında uzmanlığı bulunanlar arasından bilirkişi seçilebilmesinin görülen davanın çözümüne bu uzmanlık alanının ne tür katkısının olacağına ilişkin bilginin bulunmadığı,
 
5)Bilirkişi raporu ve bu rapordaki tespitlere dayalı olarak verilen istinafa konu mahkeme kararında, uyuşmazlığa konu taşınmaza yönelik olarak; mülkiyet hakkını ilgilendiren davaların sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların mahkemelerce araştırılması, usule ilişkin güvencelerin yerine getirilebilmesi için, taşınmaz sahibinin esasa ilişkin bu nitelikteki iddialarının yargı yerlerince dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerekliliğinin keşif ve bilirkişi incelemesi yapılan taşınmaza göre başka mahallede bulunan uyuşmazlığa konu taşınmaz yönünden sağlan(a)madığı, anlaşılmaktadır.
 
İmar planına karşı açılan davalarda; bilirkişilerin şehir ve bölge planlamasında, planın, planlama alanı ve çevresi, uyuşmazlığın varsa özel niteliği göz önünde tutularakbu planlama konusunda çalışmaları olan uzmanlar arasından seçilmesi; planlama kararına esas oluşturan konularda değerlendirme yapabilecek uzmanlığı olanların da kurula katılabilmesi; bunların dışında harita ve kadastro mühendisliği alanında uzmanlığı bulunanlar arasından bilirkişi seçilebilmesinin ise ancak uyuşmazlığın çözümüne bu uzmanlık alanının sağlayacağı katkının ortaya konulmasını gerektirmekte olup, parsel veya ada bazındaki küçük bir alanı kapsayanlar dışındaki imar planlarına karşı açılan davalardaki gibi görülmekte olan dava açısından da, böyle bir durumdan söz edilebilmesine hukuken olanak bulunmamaktadır.
 
Uyuşmazlığın özel niteliği göz önünde tutularak şehir ve bölge planlama alanında uzmanlığı bulunan bilirkişiler arasından özellikle de bu konularda çalışmalarıyla "özel veya teknik" bilgiye sahip olan uzmanlardan seçilerek oluşması gerekirken, ayrıca harita ve kadastro mühendislik alanının da bu planların incelemesinde uzmanlıkları yönünden yer almasıyla sağlanacağı katkı ortaya konulmadan söz konusu uzmanlığın bilirkişi kuruluna dahil edilmek suretiyle yapılan bilirkişi incelemenin karara esas alınmasının mümkün olmadığı görülmektedir.
 
Bilirkişi oluşumuna ilişkin olarak Danıştay Altıncı Dairesinin 11.03.2014 günlü, E:2013/995, K:2014/1875 ve 28.10.2014 günlü, E:2014/3432, K:2014/6368 sayılı kararları ile Dairemizin 28.11.2016 günlü, YD. İtiraz No:2016/179 sayılı kararı da aynı yönde değerlendirme içermektedir.
 
Bu durumda, uyuşmazlığa konu maddi olayın niteliği, tespit edilmesi gereken hususlar ve çözümü açısından hukuki esaslara ve teknik gerekliliklere uygun inceleme içermeyen bilirkişi raporu esas alınmak suretiyle verilen mahkeme kararının istinaf edilebilir nitelikte bir karar olarak kabulüne hukuken olanak bulunmamaktadır.
 
Açıklanan nedenlerle, davacının istinaf başvurusunun kabulü ile davanın reddi yolunda Ankara 10. İdare Mahkemesi'nce verilen 08/04/2019 günlü, E:2019/194, K:2019/685 sayılı kararın KALDIRILMASINA, yeniden karar verilmek üzere dava dosyasının mahkemesine geri gönderilmesine, mahkeme ve istinaf aşamalarına ait yargılama giderleri hakkında işin esası hakkında karar verileceğinden bu konuda karar verilmemesine, 2577 sayılı Yasanın 45. maddesinin 6. fıkrasına göre kesin olarak, 26/06/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. (¤¤)


Full & Egal Universal Law Academy