Ankara Bölge İdare Mahkemesi 12. İdari Dava Dairesi 2020/567 Esas 2020/1096 Karar
Karar Dilini Çevir:

Dairesi: 12. İdari Dava Dairesi
Esas No: 2020/567
Karar No: 2020/1096
Karar Tarihi: 08.10.2020



(2577 S. K. m. 31, 53) (6100 S. K. m. 65, 66, 67, 68, 69, 447, 450) (1086 S. K. m. 53, 58)
 
İSTEMİN ÖZETİ: Müdahil …… hakkında Denizli Barosu levhasına yazılma isteminin reddine ilişkin Denizli Barosu Yönetim Kurulu'nun 19/06/2017 tarih ve 2017/26 sayılı kararına karşı adı geçen tarafından yapılan itiraz üzerine, itirazın kabulüne dair Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu'nun 16/09/2017 tarih ve E:2017/1091, K:2017/1199 sayılı kararının uygun bulunmayarak bir daha görüşülmek üzere geri gönderilmesine ilişkin davacı Bakanlığın 27/11/2017 tarih ve 32509 sayılı Olur'una uyulmayarak ilk kararında ısrar edilmesine dair Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu'nun 18/12/2017 tarih ve E:2017/1665, K:2017/1665 sayılı kararının iptali istemiyle davacı Adalet Bakanlığı tarafından açılan davada; dava konusu işlemin iptali yolundaki Ankara 3'üncü idare Mahkemesinin 28.11.2018 tarih ve E:2018/62, sayılı kararına davalı Türkiye Barolar Birliği ile müdahil .....'in istinaf başvuruları üzerine Dairemizin 10.4.2019 tarih ve E:2019/531, K:2019/581 sayılı kararıyla istinaf başvurularının reddine karar verildiği, bu kez müdahil .....'in 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 53'üncü maddesindeki şartların oluştuğundan bahisle yargılamanın yenilenmesi istemiyle açılan davada, müdahilin, yanında katıldığı taraftan bağımsız hareket edebilme olanağı olmadığı, davalı idare yanında müdahil tarafından tek başına yargılamanın yenilenmesi isteminde bulunmasına yasal olanak bulunmadığı anlaşıldığından müdahilin yargılamanın yenilenmesi talebinin esasının incelenemeyeceği gerekçesiyle davalı yanında müdahilin yargılamanın yenilenmesi isteminin incelenmeksizin reddine ilişkin olarak Ankara 3. İdare Mahkemesince verilen 10/12/2019 gün ve E:2019/1975, K:2019/2570 sayılı kararın hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek kaldırılması istenilmektedir.
 
SAVUNMANIN ÖZETİ: Mahkeme kararında hukuka aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek istinaf isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.
 
TÜRK MİLLETİ ADINA
 
Hüküm veren Ankara Bölge İdare Mahkemesi 12. İdari Dava Dairesince 2577 sayılı Yasanın değişik 45. maddesi uyarınca dava dosyası incelenerek işin gereği görüşüldü:
 
Dava; müdahil ..... hakkında Denizli Barosu levhasına yazılma isteminin reddine ilişkin Denizli Barosu Yönetim Kurulu'nun 16.06.2017 tarih ve 2017/26 sayılı kararına karşı adı geçen tarafından yapılan itiraz üzerine; itirazın kabulüne dair Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu'nun 16.9.2017 tarih ve E:2017/1091, K:2017/1199 sayılı kararının uygun bulunmayarak bir daha görüşülmek üzere geri gönderilmesine ilişkin davacı Bakanlığın 27.11.2017 tarih ve 32509 sayılı Olur'una uyulmayarak ilk kararında ısrar edilmesine dair Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu'nun 18.12.2017 tarih ve E:2017/1665, K:2017/1665 sayılı kararının iptali istemiyle davacı Adalet Bakanlığı tarafından açılan davada; dava konusu işlemin iptali yolundaki Ankara 3'üncü İdare Mahkemesinin 28.11.2018 tarih ve E:2018/2, K:2018/2310 sayılı kararına davalı Türkiye Barolar Birliği ile müdahil .....'in istinaf başvuruları sonucu Dairemizin 10.4.2019 tarih ve E: 2019/531, K: 2019/581 sayılı kararıyla istinaf başvurularının reddine karar verilmesi üzerine, bu kez müdahil ..... tarafından 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 53'üncü maddesindeki şartların oluştuğundan bahisle yargılamanın yenilenmesi istemiyle açılmıştır.
 
İdare Mahkemesince; müdahilin yanında katılan taraftan bağımsız hareket edebilme olanağı olmadığı, davalı idare yanında müdahil tarafından tek başına yargılamanın yenilenmesi isteminde bulunmasına yasal olanak bulunmadığından müdahilin yargılamanın yenilenmesi talebinin incelenemeyeceği sonucuna varıldığı gerekçesiyle incelenmeksizin reddine karar verilmiştir.
 
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Hukuk Usulü Muhakemesi Kanunu ile Vergi Usul Kanunu'nun uygulanacağı haller başlıklı 31'inci maddesinin 1'inci fıkrasında "Bu kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma esnasında tarafların mahkemenin sükununu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler ile elektronik işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu uygulanır. Ancak, davanın ihbarı Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re'sen yapılır. Bilirkişiler, bilirkişilik bölge kurulları tarafından hazırlanan listelerden seçilir ve bilirkişiler hakkında Bilirkişilik Kanunu ve 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri uygulanır" hükmüne yer verilmiştir.
 
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Yürürlükten kaldırılan hükümler" başlıklı 450'nci maddesinin birinci fıkrasında, "18/06/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ek ve değişiklikleri ile birlikte yürürlükten kaldırılmıştır" hükmüne; "Diğer Kanunlardaki Yargılama Usulü ile İlgili Hükümler" başlıklı 447'nci maddesinin ikinci fıkrasında, "Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan 18/06/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa yapılan yollamalar, Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelerine yapılmış sayılır" hükmüne yer verilmiş; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun "Asli Müdahale" başlıklı 65. maddesinde; bir yargılamanın konusu olan hak veya şey üzerinde kısmen ya da tamamen hak iddia eden üçüncü kişi, hüküm verilinceye kadar bu durumu ileri sürerek, yargılamanın taraflarına karşı aynı mahkemede dava açabileceği, asli müdahale davası ile asıl yargılamanın birlikte yürütüleceği, ve karara bağlanacağı, aynı kanunun "Fer'i Müdahale" başlıklı66. maddesinde, üçüncü kişinin, davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan taraf yanında ve ona yardımcı olmak amacıyla, tahkikat sona erinceye kadar, fer'î müdahil olarak davada yer alabileceği, 67. maddesinde, müdahale talebinde bulunan üçüncü kişinin, yanında katılmak istediği tarafı, müdahale sebebini ve bunun dayanaklarını belirten bir dilekçeyle mahkemeye başvuracağı, müdahale dilekçesinin, davanın taraflarına tebliğ edileceği, mahkemenin, gerekirse taraflarla birlikte üçüncü kişiyi de dinlemek üzere davet edeceği, gelmeseler dahi müdahale talebi hakkında karar vereceği, 68. maddesinde, müdahale talebinin kabulü hâlinde müdahilin, davayı ancak bulunduğu noktadan itibaren takip edebileceği, müdahilin, yanında katıldığı tarafın yararına olan iddia veya savunma vasıtalarını ileri sürebileceği, onun işlem ve açıklamalarına aykırı olmayan her türlü usul işlemlerini yapabileceği, Mahkemenin, katıldığı noktadan itibaren, taraflara bildirilen işlemleri müdahile de tebliğ edeceği,69. maddesinde, müdahilin de yer aldığı asıl davada hükmün, taraflar hakkında verileceği, fer'î müdahilin, tarafla rücu ilişkisinde, asıl davadaki uyuşmazlık hakkında yanlış karar verildiği iddiasının dinlenilemeyeceği, ancak, müdahil, zamanında ihbar yapılmadığı için davaya geç katıldığını veya yanında katıldığı tarafın iddia ve savunma imkânlarını kullanmasını engellediğini ya da kendisince bilinmeyen iddia ve savunma imkânlarının, tarafın ağır kusuru sebebiyle kullanılamadığını belirterek, yanında katıldığı tarafın yargılamayı hatalı yürüttüğünü ileri sürebileceği, düzenlenmiştir.
 
6100 sayılı Kanundan önce yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda "asli müdahale" müessesesine yer verilmemiş, 53-58. maddelerinde fer'i müdahale ve fer'i müdahilin davadaki durumu düzenlenmiştir. Ancak bu düzenlemede "müdahale" kavramı "fer'i" müdahale olarak nitelenmemiş, Kanunun lafzından bu müdahalenin "fer'i" nitelikte olduğu öğretide ve uygulamada kabul edilmiştir.
 
Asli müdahale anılan Kanunda düzenlenmediğinden uygulamada dava konusu üzerinde hak veya menfaati bulunan dava dışı üçüncü kişinin görülmekte olan davadan bağımsız bir dava açarak ilk davadaki taraflar ile bir hukuki ilişki içinde olmadan ve onlardan tamamen bağımsız bir şekilde hak iddia etmesi, açılan bu ikinci davanın ilki ile birlikte görülmesi ve birinde verilen kararın diğerini etkilemesi hususu gözetilerek her iki davanın birlikte karara bağlanması gerekliliği Yargıtay'ın istikrar kazanan içtihatlarıyla kabul edilmiş ve bu içtihatlar doğrultusunda "asli müdahale kurumu" kanunda düzenlenmediği halde usul hukukunda yerleşmiş bulunmaktadır.
 
Yargıtay ve hukuk mahkemelerinin içtihatları ile uygulamada asli müdahale müessesinin yerleşmesinin gerekli görülmesi, ilk davada davanın konusu ile ilgili olarak verilen kararla, daha sonra açılacak davada verilecek kararın çatışması ve bu şekilde hukuksal istikrar ve güvenliğin zarar görmesi endişesinden kaynaklanmıştır. Gerek Yargıtay, gerekse esas hukuk mahkemeleri yargısal içtihatlar ile kanun koyucunun ihmal ettiği bir konuda haklı ve yerinde bir tutumla usul kuralı oluşturmuşlardır. 6100 sayılı Kanunda ise artık asli müdahale ve fer'i müdahale müesesesi ayrı ayrı düzenlenmiştir. 2577 sayılı Kanunun 31. maddesinde müdahale ihbar vd. konularda 1086 sayılı Kanuna atıfta bulunulmuş, 6100 sayılı Kanunun 447. maddesinin ikinci fıkrasında ise 1086 sayılı Kanuna yapılan atıfların bu kanunun ilgili hükümlerine yapılmış sayılacağı hükme bağlanmıştır.
 
2577 sayılı Kanunun 31. maddesinde; 6100 sayılı Kanunun müdahalenin türlerini tanımlaması karşısında hangi müdahale türü bakımından atıfta bulunulduğuna ilişkin yeni bir düzenleme yapılmadığı dikkate alındığında idari davalarda üçüncü kişilerin görülmekte olan davalarda müdahale isteminde bulunması halinde bu müdahalenin asli müdahale mi yoksa fer'i müdahale mi olduğunun tespitini davayı görmekte olan idari yargı mercilerinin takdirine bırakılmış olduğu kabul edilmelidir.
 
Davaya müdahalede bulunanlar taraflardan biri yanında davaya katılırlar. Dolayısıyla "müdahale" kavramıyla "taraf" kavramı arasında çok sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Bu sebeple "müdahale" müesesesinin kavramsal açıdan daha iyi anlaşılması için "taraf" kavramının irdelenmesi gerekmektedir.
 
İdari Yargılama Usul Hukukunda idari davaların tarafları, idari davada taraf olma durumu konusunda öğretide geliştirilmiş herhangi bir teori bulunmamaktadır. Buna karşılık Medeni Usul hukukçuları; hukuk yargılamasında taraf olma, hukuk davalarındaki tarafların durumu ve bir hukuk öznesi olarak "tarafın" mahiyeti konusunda a) maddi taraf teorisi b) şekli taraf teorisi adıyla iki teori geliştirmişlerdir. Maddi taraf teorisi; ihtilafın kaynaklandığı maddi hukuk (medeni hukuk, borçlar hukuku, ticaret vb diğer hukuk disiplinleri) ilişkisinde; ilişkinin tarafı kimler ise davalara o kimselerin (gerçek veya tüzel kişi) taraf olması gerektiğini savunmaktadır. Şekli taraf teorisi ise; davada taraf olmanın bir usul hukuku işlemi olduğu, bir hukuk öznesinin dava açmayı gerekli görerek dava açmasını mutlak olarak bir maddi hukuk ilişkisinin tarafı olması şartına bağlı kılmanın doğru olmadığı, bir ihtilafta davayı açanın ya da davalı olarak bulunanın davanın konusu ile ilişkisi olup olmadığının takdirinin yargı mercilerine ait olması gerektiği iddiasına dayandırılmaktadır.
 
İdari davaları (iptal ve tam yargı davaları) idari işlem ya da eylemden menfaat ya da hakkı olumsuz etkilenen hukuk özneleri açabilir. Bir kimsenin bir idari işlemin iptali istemiyle dava açabilmesi o kimsenin o işlemin muhatabı olmasına bağlıdır. Dava, işlemi tesis eden veya eylemi icra eden idarelere karşı açılır. Davacının hasmı (davalı) yanlış göstermesi yani idari işlemi tesis etmemiş olan bir idareyi hasım (davalı) göstermesi halinde idari yargı mercileri; davayı husumet yokluğu nedeniyle reddetmeyip, husumetin düzeltilmesine yargılamanın davalı olarak belirlenen idarenin husumetiyle görülmesine karar verirler.
 
2577 sayılı Kanunun ilgili hükümlerinden kaynaklanan yukarıda özetlenen hususlar dikkate alındığında İdari Yargılama Usul Hukukumuzda "maddi taraf teorisi"nin uygulandığı sonucuna varılmaktadır. Anılan teoriye göre; maddi hukuk ilişkisinden doğan ihtilafta o ilişkinin tarafları davada davacı ve davalı olarak taraf olabilmektedir.
 
Belirli idari işlem türleri; işlemin muhatabı hukuk öznesinin aleyhine hukuksal sonuçlar yaratırken, aynı işlem başka hukuk öznesinin lehine olumlu hukuksal etki ve sonuçlar yaratmaktadır. Aleyhine işlem tesis edilenin yetkili ve görevli idari yargı merciinde açtığı davada dava konusu işlemin iptal edilmesi halinde o işlemin sonuçlarından yararlanan üçüncü tarafın davada yer almaması hak ve menfaatlerini savunması konusunda kendisine hukuksal imkan tanınmaması hakkaniyet ve adalete uygun olmayan bir durum olarak ortaya çıkmaktadır.
 
İdari davalarda maddi hukuk ilişkisinin tarafı olma dava ehliyeti açısından gerekli görülerek "maddi taraf teorisi" uygulandığına göre davaya konu idari işlemle hukuksal kazanım elde ettiği somut olarak ortaya konan üçüncü kişilerin davada menfaat beraberliği olan taraf yanında yer almasının temin edilmesinin gerekli ve zorunlu bir usul hukuku kuralı olarak kabul edilmesi gerekir.
 
Asli müdahale müessesesi idari davalar için gerekli ve idari davaların niteliğine medeni usul yargılamasına nazaran çok daha uygun bir müessesedir. Bir kere idari davalarda asli müdahilin derdest olan davada taraf olarak yer alması mümkündür. Zira menfaati birinci dereceden ve taraflardan birinin menfaatiyle uyumludur. Oysa medeni yargılamadaki asli müdahilin hak ve menfaati önceki davadaki tarafların her ikisi ile de çatışmaktadır.
 
İdari yargıda görülen davalarda dava konusu işlemden yararlanan üçüncü tarafın menfaati davalı idarenin davanın reddiyle korunacak menfaatinden daha üstün nitelikte bir menfaattir.
 
Bakılan davada; işlemin iptaline karar verilerek sonuçlanması, davalı Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı'na sadece yargılama giderlerine mahkum olma gibi hukuksal ve maddi bir külfet getirirken dava konusu işlemden yararlanana müdahilin yargılama giderlerinden çok daha büyük maddi ve hukuki kayıplarına yol açmaktadır. İşte bu gibi hususlar nazara alınarak idari yargıda görülen davalarda dava konusu işlemle maddi ve hukuki menfaatleri etkilenen üçüncü kişilerin davaya müdahalesinin birinci dereceden yani asli müdahale olduğu ve asli müdahalenin idari davalardaki müdahalenin nitelik ve mahiyetine daha uygun bulunduğu sonucuna varılmaktadır.
 
Davanın sonucundan doğrudan etkilenme durumunda olan ve davanın aleyhe sonuçlanması halinde davanın konusu olan hakkını kaybedecek olan müdahilin, yanında davaya katıldığı davalıdan bağımsız olarak kanun yollarına başvuramaması ya da kanun yoluna başvurulmuş olmasına rağmen isteminin mahkemece veya istinaf ve temyiz mercilerince incelenmemiş olması durumunda Anayasanın 36 ncı maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının sağlandığından söz edilemez.
 
Taraflardan birinin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun verdiği kanun yollarına başvurma haklarından yararlanmak amacıyla verdiği bir dilekçenin bir gerekçe olmaksızın reddedilmesi ya da incelenmemiş olması adil yargılama hakkının bir alt başlığı olan mahkemeye erişim hakkına aykırı düşmektedir.
 
Bu nedenle, davanın konusunun müdahilin sahip olduğu hak olduğu hallerde müdahilin tek başına kanun yollarına başvurabileceğinin kabulü gerekir.
 
Bu durumda istinafa konu idare mahkemesi kararında müdahil tarafından yargılamanın yenilenmesi talebiyle yapmış olduğu başvurunun, davanın tarafı olan davalı idarece başvurulmamış olması nedeniyle tek başına yapıldığından bahisle yargılamanın yenilenmesi isteminin incelenmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle talebinin incelenmeksizin reddine karar verilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.
 
Öte yandan 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "yargılamanın yenilenmesi" başlıklı 53'üncü maddesinde; (Değişik birinci cümle: 5/4/1990-3622/22 md.) Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinden verilen kararlar hakkında, aşağıda yazılı sebepler dolayısıyla yargılamanın yenilenmesi istenebilir.
 
a) Zorlayıcı sebepler dolayısıyla veya lehine karar verilen tarafın eyleminden doğan bir sebeple elde edilemeyen bir belgenin kararın verilmesinden sonra ele geçirilmiş olması,
 
b) Karara esas olarak alınan belgenin, sahteliğine hükmedilmiş veya sahte olduğu mahkeme veya resmi bir makam huzurunda ikrar olunmuş veya sahtelik hakkındaki hüküm karardan evvel verilmiş olup da, yargılamanın yenilenmesini isteyen kimsenin karar zamanında bundan haberi bulunmamış olması,
 
c) Karara esas olarak alınan bir ilam hükmünün, kesinleşen bir mahkeme kararıyla bozularak ortadan kalkması,
 
d) Bilirkişinin kasıtla gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunun mahkeme kararıyla belirlenmesi,
 
e) Lehine karar verilen tarafın, karara etkisi olan bir hile kullanmış olması,
 
f) Vekil veya kanuni temsilci olmayan kimseler ile davanın görülüp karara bağlanmış bulunması,
 
g) Çekinmeye mecbur olan başkan, üye veya hakimin katılmasıyla karar verilmiş olması,
 
h) (Değişik: 10/6/1994-4001/23 md.) Tarafları, konusu ve sebebi aynı olan bir dava hakkında verilen karara aykırı yeni bir kararın verilmesine neden olabilecek kanuni bir dayanak yokken, aynı mahkeme yahut başka bir mahkeme tarafından önceki ilamın hükmüne aykırı bir karar verilmiş bulunması.
 
ı) (Ek: 15/7/2003-4928/6 md.) Hükmün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması kuralına yer verilmiştir.
 
Bakılan uyuşmazlıkta müdahil ..... tarafından; "Fetö/PDY Terör Örgütüne Üye Olma" suçundan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan ceza soruşturması sonucunda 10.04.2019 tarih ve Sor. No: 2019/5326, K. No:2019/40505 sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği ileri sürülerek 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 53'üncü maddesindeki şartları oluştuğundan bahisle yargılamanın yenilenmesini istediği belirlenmiştir.
 
Ancak davacının yargılamanın yenilenmesi dilekçesinde belirttiği gerekçe yukarıda açıklanan 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 53/1 maddesinde sayılan şartları uygun olmadığından davacının isteminin kabulü hukuken olanaksızdır.
 
Açıklanan nedenlerle, davalı yanında müdahilin istinaf isteminin KABULÜ ile Ankara 3. İdare Mahkemesinin 10/12/2019 gün ve E:2019/1975, K:2019/2570 sayılı kararının KALDIRILMASINA, 2577 sayılı Yasanın değişik 45. maddesinin 4. fıkrası uyarınca esastan incelenen davanın REDDİNE, aşağıda dökümü yapılan Mahkeme aşamasına ait 120,40-TL, istinaf aşamasına ait 178,60-TL yargılama giderinin davacıdan alınarak davalı yanında müdahile ödenmesine, posta gideri avansından artan miktarın istinaf isteminde bulunana iadesine, dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 2577 sayılı Yasanın değişik 45. maddesinin 6. fıkrası uyarınca 08/10/2020 tarihinde kesin olarak oyçokluğuyla karar verildi.
 
AZLIK OYU
 
Bakılan uyuşmazlıkta müdahil …… tarafından; "Fetö/PDY Terör Örgütüne Üye Olma" suçundan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan ceza soruşturması sonucunda 10.4.2019 tarih ve Sor. No:2019/5326, K.No:2019/40505 sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini ileri sürerek, Ankara 3'üncü İdare Mahkemesinin 28.11.2018 tarih ve E:2018/62 kararı için 2577 sayılı Kanunun 53'üncü maddesindeki şartların oluştuğundan bahisle, yargılamanın yenilenmesi talebi üzerine, idare mahkemesince; müdahilin yanında katıldığı taraftan bağımsız hareket edebilme olanağı olmadığı, tek başına yargılanmanın yenilenmesi talebinde bulunmasına yasal olanak bulunmadığı gerekçesiyle müdahilin yargılamanın yenilenmesi talebinin incelenmeksizin reddine karar verildiği, müdahil tarafından da iş bu kararı hukuka aykırı bulunduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunda bulunduğu anlaşılmaktadır.
 
Olayda, müdahil ….. Iğdır Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapmakta iken 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamında meslekten çıkarılmasına karar verilmiş ancak itirazı üzerine 31.5.2017 tarihinde meslekten çıkarma kararı kaldırılmış, "Terör Örgütüne Üye Olma" suçundan hakkında yapılan yargılama sonucunda da Erzurum 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 14.1.2019 tarihinde kesinleşen 20.12.2018 tarih ve E:2017/709, K:2018/362 sayılı kararıyla 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına etkin pişmanlıktan yararlanması nedeniyle Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması ve 5 Yıl Denetimli Serbestliğe hükmedilmiştir. Ayrıca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan "Fetö/PDY Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma" suçundan 2016/161746 ve 2019/5326 sayılarında kayıtlı ceza soruşturmalarında 2016/161746 soruşturma dosyasında 10.1.2017 tarihinde yetkisizlik kararı verilerek Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığına 2017/930 üst dosya numarası ile gönderildiği, 2019/5326 soruşturma sayılı ceza dosyasında "iş bu soruşturma kaydının ön büro tarafından sehven alındığı mükerrer kayıt oluşturulduğu fiziki dosya bulunmadığı" gerekçesiyle Kovuşturmaya Yer Olmadığı yolunda karar verildiği belirlenmiştir.
 
Müdahil hakkında Uyap kayıtlarının incelenmesinden herhangi bir ceza soruşturması veya davanın bulunmadığı saptanmıştır.
 
30.3.2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kurulu'nu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 45'inci maddesinin 1'inci fıkrasında; Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir kuralına yer vermek suretiyle 30.3.2011 tarihinden itibaren bireysel başvuru hakkı Anayasanın yargılama usulleri arasına eklenmiştir.
 
Anayasa Mahkemesinin inceleme ve yargılama usulleri arasına bireysel başvuru yolunun da eklenmesinde iki faktör etkili olmuştur. Bu faktörler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi faktörü ile temel Anayasal haklar konusundaki mevcut koruma mekanizmasının yetersizliğidir.
 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi faktörünün incelenmesinden; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasamızdaki metin arasında açık bir paralellik bulunması nedeniyle, Anayasa Mahkemesinin müdahale alanının insan hakları ihlallerini de kapsayacak şekilde genişletilmesi kabul edilmek suretiyle AİHM'nin AYM'nin konu üzerinde görüşünü açıklamadan önce Türkiye’yi cezalandırmasının da önüne geçilmesi amaçlanarak aynı şekilde bireysel başvuru yoluyla AİHM başvurularının da azaltılması düşünülmüştür.
 
Bu bağlamda Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular sonucu verdiği kararların da 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 53'üncü maddesinin (I) maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği açıktır.
 
Bu durumda müdahil …..'in Denizli Barosu levhasına yazılma talebinin kabulü ile baro levhasına yazılması yolundaki Türkiye Barolar Birliğinin 18.12.2017 tarih ve E:2017/1660, K:2017/1665 sayılı ısrar kararına karşı açılan davada idare mahkemesince; müdahil ..... hakkında Fetö/PDY terör örgütüne üye olma suçundan Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığınca 2017/59368 sayılı ceza soruşturması yapıldığı gerekçesiyle iptali yolundaki kararındaki gerekçeyi oluşturan Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığının ceza soruşturmasının sonucunda, Erzurum 3. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanması üzerine mahkemenin 20.12.2018 tarihli kararıyla 5 yıl denetimli serbestlik ile Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması kararı verildiği ve Dairemizin 10.4.2019 tarih ve e:2019/531, K:2019/581 sayılı istinaf başvurularının reddi kararında belirtilen Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının E:2019/5326 sayılı ceza soruşturması sonucunda da yetkisizlik nedeniyle Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen soruşturma dosyası üzerine soruşturma kaydı sehven alındığından fiziki dosya bulunmadığından bahisle kovuşturmaya yer olmadığı yolunda karar verildiğinden bu kararlar doğrultusunda ve MB'nin bireysel başvurusu sonrasında; Anayasa'nın 36.maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlali yolundaki Anayasa Mahkemesinin 2018/37392 Başvuru Numaralı ve 23.7.2020 tarihli Genel Kurul kararı da göz önünde bulundurularak dava konusu Türkiye Barolar Birliğinin balo levhasına yazılması yolundaki ısrar kararına karşı açılan iş bu davadaki müdahilin yargılamanın yenilenmesi talebi 2577 sayılı Kanunun 53'üncü maddesinin (e) ve (ı) fıkraları gereği kabul edilerek idare mahkemesi kararının kaldırılmak suretiyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği görüşü ile çoğunluk kararına karşıyım. (¤¤)
 
 


Full & Egal Universal Law Academy