Anayasa Mahkemesi Numara 14/2015 Dava No 9/2017 Karar Tarihi 29.06.2017
Karar Dilini Çevir:
Anayasa Mahkemesi Numara 14/2015 Dava No 9/2017 Karar Tarihi 29.06.2017
Numara: 14/2015
Dava No: 9/2017
Taraflar: Kıbrıs Türk Kooperatif Merkez Bankası Ltd. ile Mustafa Kansay ve diğerleri arasında
Konu: Kazanılmış hak - Kazanılmış haktan bahsedebilmek için bir hükmün icra edilmesi gerekir - Anayasaya aykırılık incelenirken Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin kurallarının dikkate alınması gereği - Mülkiyet hakkı - Mülkiyet hakkının kapsamı - Mülkiyet hakkının yasa ile sınırlandırılabilmesi - Adil denge - Orantılılık - Hukuki kesinlik - Yasallık
Mahkeme: A/M
Karar Tarihi: 29.06.2017

-D. 9/2017Anayasa Mahkemesi : 14/2015

ANAYASA MAHKEMESİ OLARAK OTURUM YAPAN
YÜKSEK MAHKEME HUZURUNDA.

Mahkeme Heyeti : Narin F.Şefik (Başkan), Ahmet Kalkan, Gülden Çiftçioğlu, Tanju Öncül, Bertan Özerdağ.

Anayasa'nın 148. maddesi Hakkında.


Lefkoş-a Kaza Mahkemesinin 8968/2013 sayılı davada
(Davacı: Kıbrıs Türk Kooperatif Merkez Bankası Ltd. Lefkoşa ile Davalı: No.1- Mustafa Kansay, Gönyeli - Lefkoşa ve diğerleri arasında) sunulan konu.

Havale eden Davacı namına: Avukat Murat M. Hakkı
Aleyhine h-avale edilen Davalı namına: Avukat Serhan Çinar
Amicus Curiae olarak Başsavcılığı temsilen Kıdemli Savcı İlter Koyuncuoğlu.


-------------

K A R A R

I.KONU :

Lefkoşa Kaza Mahkemesinin, 25.06.2015 tarihinde Anayasa'nın 148. madde-si tahtında, aşağıdaki soruyu karara bağlamak üzere Yüksek Mahkemeye, Anayasa Mahkemesi olarak yaptığı havale.


"29/2013 sayılı Borç İlişkilerinden Kaynaklanıp Tahsili Geciken ve/veya Tahsil Edilemez Hale Gelen Borçların Yapılandırılması Yasası'nın 2,3,4-,5,6,6 A ve 8. maddelerinin Anayasa'nın 36(3),41 (1)(c),41(2) ve 63. maddelerine aykırı olup olmadığı"


Havaleyi Talep Eden/Davacı Avukatı, zapt-ı dava safhasında, talebini, 29/2013 sayılı Yasanın 2. maddesi, 4. maddenin (1). fıkrasının (A) ve (B) bent-leri, 5. maddenin (2). fıkrası ve 6A maddesinin (1),(2) ve (3)'üncü fıkraları ile sınırlamış, bu maddelerin Anayasa'nın 36(3),41(1)(c),41(2) ve 63. maddelerine aykırı olup olmadığının karara bağlanmasını talep etmiştir.

II.OLAY :

Havaleyi Talep Eden/Da-vacı Avukatı, 9.12.2013 tarihinde Davalılar aleyhine, Lefkoşa Kaza Mahkemesinde, bu havaleye konu 8968/2013 sayılı davayı dosyalayarak, Davalılar aleyhine müştereken ve münferiden 187,181.92 Sterlin, bu miktar üzerinden talep takririnde belirtildiği gibi y-ıllık %10 ana paraya kapitalize edilecek şekilde faiz ve talep ettikleri sair hususlar yanında, borca konu ipotekli gayrimenkullerin satışını talep etti.

Davalılar, Avukatları vasıtasıyla, 20.10.2014 tarihinde dosyaladıkları müdafaa ve mukabil talep takr-irinde Davacının iddialarını reddederek, Davacı ile Davalılar arasında dava konusu hesabın açıldığı tarihten itibaren uygulanacak mevzuatın, değiştirilmiş şekli ile 29/2013 sayılı Yasa kuralları olduğunu ileri sürdüler ve mukabil talep altında dava konusu -hesabın donuk hesap muamelesi görmesini ve borcun 29/2013 sayılı Yasa altında tespitini talep ettiler.

Davacının müdafaaya cevap ve mukabil talebe müdafaa takriri dosyalaması ve layihaların tamamlanması üzerine, tarafların dosyaladıkları 12.11.2014 ve 17-.11.2014 tarihli istidaların görüşüldüğü 3.6.2015 tarihinde, Davacı Avukatı Mahkemeye bir hitapta bulunarak, 29/2013 sayılı Yasa ve bahsi edilen maddelerin, davanın karara bağlanmasında tatbik edilecek kurallar olduğu konusunda ihtilaf olmadığını, dolayısı-yla uyuşmazlığın karara bağlanmasında etken olduklarını ileri sürerek, konunun Anayasa Mahkemesine havalesini talep etti.

Tarafları dinleyen Lefkoşa Kaza Mahkemesi, konu maddelerin davanın karara bağlanmasında etken olduğuna bulgu yaptıktan sonra, olgula-rla ilgili herhangi bir bulguya varmadan, karara bağlaması için konuyu Anayasa Mahkemesine havale etti.

III.TARAFLARIN İDDİALARININ GEREKÇESİ:

Davacının İddalarının Gerekçesi:

Davacı Avukatı hitabına başlamadan önce Mahkemeden izin alarak, Mahkeme Mem-uru Umut Özsöz'ü ve Davacı Bankanın Krediler Bölümü Müdür vekili Mehmet Öksüzoğluları'nı tanık olarak dinletti. Duruşmada dava konusu hesaba ait ekstre itirazsız olarak Emare No.1 olarak ibraz edildi.

Tanıkların dinlenmesi tamamlandıktan sonra Davacı Avu-katı Mahkemeye uzun bir hitapta bulundu. Davacı Avukatının iddialarını ana başlıklar altında aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür.

29/2013 sayılı Yasa, Davacının kazanılmış haklarını etkilemekte ve Anayasa'nın 36. maddesi bağlamında mal varlığının değerini- fiilen azaltan kısıtlama ve sınırlamalar getirmektedir. Bu çerçevede, Anayasa'nın ilgili maddelerinin teorisi ve/veya tatbiki Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu ve AİHM kararları ile birlikte yapılmalı, bu çerçevede mülkiyet hakkının korunması ile ilgili K-onvansiyona Ek Birinci Protokolün 1. maddesi, Anayasa'nın 36(3) maddesine aykırılık taleplerinde dikkate alınmalıdır.

Mülkiyet hakkı taşınır ve taşınmaz malları kapsadığı gibi, hak ve alacakları da içermektedir. Bu nedenle, taraflar arasındaki olası ihti-lafların, davalaşma öncesi, ilgili zamanda esas alınan yerleşmiş içtihatlar ve/veya mevzuat ışığında karara bağlanacağına ve/veya finansal yükümlülük yaratan bir eylemin geriye dönük olarak geçersiz kılınamayacağına dair bir meşru beklentinin ,aynı ek prot-okol, yani mülkiyet hakkı korumasında olduğu teyit edildiğinden, 29/2013 sayılı Yasa ile öngörülen geriye dönük uygulamalar Anayasa'nın 36 (3) maddesine aykırıdır.

Alacaklarla bağlantılı olarak belirtilenlere ilaveten, Davacının Davalılardan talep etme h-akkı olduğu tüm faiz haklarının da aynı anayasal güvence altında olması nedeniyle aynı iddialar faiz alacağı için de geçerlidir. Neticede, mürekkep faiz işlenmesi ile oluşan miktar, yıl veya yıllar itibarıyla anapara olarak kabul edildiğinden, herhangi bir- yasada aksine hüküm olmadığı müddetçe, geriye dönük olarak uygulanamayacağı bizim sistemimizin esası olup, aksi uygulama mülkiyet hakkının özüne müdahaledir. 29/2013 sayılı Yasanın uygulanma alanı, 4. maddenin (1). fıkrasında açıkça belirtildiği gibi, Yas-anın yürürlüğe girdiği tarihten önceki olgulara ve olaylara dayandığından, bu hali ile geriye dönük bir düzenlemedir ve mülkiyet hakkını kısıtlar niteliktedir.

Bu davadaki borç ilişkisi enflasyonun tek haneli olduğu bir dönemde, faizin, normal ve/veya pi-yasa koşullarıyla uyumlu olduğu bir konjonktürde oluştuğundan, her hal ve kârda 2002 ve ondan önceki dönemlerde aynı sepette değerlendirilmesi makul ve adil değildir. Yasanın buna cevaz veren 5(2) maddesindeki uygulama, yatırım ve çekilişlere farklı kıstas- getirdiğinden alacak hakkını ortadan kaldırmaktadır.

Hal böyle iken, temel yasalar tadil edilmeden, tüzük ya da ikincil yasa niteliğindeki düzenlemelerle sözleşmeden doğan haklara zımni yasak getirilemez. 29/2013 sayılı Yasanın 2(4) ve 5(2) maddesi, 5.1-2.2013 öncesi dönemde de donuk tarihi sonrası çekilişler usulsüz ve/veya gayriyasal işlem gibi muameleye tabi tutulduğundan, bankalar aleyhine borçlu lehine borç miktarını haksız şekilde düşürmekte olup, Anayasa'nın 36(3) maddesine aykırıdır.

29/2013 say-ılı Yasanın 6 A maddesinin (1). fıkrası, Davalılara, borcu 108 aya kadar taksitlendirme imkanı vermektedir. Böyle bir yöntem, Davacının alacağını belirsiz hale getirmektedir. Bu durum 1. Ek Protokol madde 1 ile yorumlanması halinde mülkiyet hakkına aykırıl-ık oluşturmaktadır.

29/2013 sayılı Yasa ile mülkiyet hakkına getirilen kısıtlama ve kayıplar, Anayasa'nın 41. maddesi altında tazminat ödenmesini gerektirecek kamulaştırma sorunu doğurmaktadır. Kısıtlama yapılmadığından, düzenleme Anayasa'nın 41. maddesi-ne aykırıdır.

29/2013 sayılı Yasa ile geniş bir halk kitlesinin borç yükünü azaltıp ekonomiye geri dönüşlerini sağlamak amacı güdülmüş ise, ortaya çıkacak ekonomik ferahlama bankaların sırtından değil de devletin eliyle gerçekleştirilmeliydi. Yasa, yarat-tığı sonuçlar itibarıyla Davacı gibi kooperatifleri ekonomik açıdan zarara uğratmıştır. Bu sonuç Anayasa'nın 63. maddesine aykırıdır.

2) Davalıların İddialarının Gerekçesi:

Davacı Avukatının hitabından sonra söz alan Davalılar Avukatı, hitabında özetle:- Davacının bir dava açtığını, Davalıların müdafaalarını ortaya koyduklarını, ortada sözleşmeden kaynaklanan bir talep olduğunu, davanın karara bağlanmadığını, alacak talebi ile ilgili herhangi bir tahsilat olmadığını,Davacının talebinin 18/2013 sayılı kara-r ışığında kazanılmış bir hak olarak ve/veya mülkiyet kavramı içerisinde değerlendirilemeyeceğini, tüm sonuçlarıyla edinilmiş bir hakkı olmadığını, Davacının kazanılmış bir hakkından bahsedilemeyeceğini, mülkiyet haklarının ihlalinin söz konusu olmadığını,- mülkiyete dönüşmeyen bir alacağın kamulaştırılmasının söz konusu olamayacağını, devlete geçen bir menfaat bulunmadığı gibi Davacının mameleki içerisinde olmayan taşınır veya taşınmaz malın kamulaştırılması söz konusu olmadığından Anayasa'nın 41. maddesine- aykırılık bulunmadığını, kooperatifçiliğin gelişiminin engellenmesinin söz konusu olmadığını, bir kişinin borcunun yapılandırılması ile kooperatifçiliğin zarar göremeyeceğini, kooperatifçilik bakımından Anayasa'ya aykırı bir düzenleme olmadığını ileri sür-müştür.

Başsavcılığın İddialarının Gerekçesi:

Havaleye Amicus Curiae olarak katılan Başsavcılık hitabında, özetle: Alacak hakkının mülkiyet hakkına dahil olduğunu, AİHM'ne göre mülkiyet hakkına yani possession'a dahil olması için alacağın icra edilebili-r bir hak olması gerektiğini, bu meselede Davacının icra edilebilir bir alacağının mevcut olmadığını, Davacının davasında başarılı olup olamayacağının belli olmadığını, bu meselenin AİHM kararları ışığında mülkiyet hakkını etkilemediğini, mülkiyet hakkının- yasa ile sınırlanabileceğini, bunun ancak kamu yararına olabileceğini, ölçülü ve orantılı olmak koşuluyla müdahalenin yapılabileceğini, Yasanın kamu yararı amacı ile çıkarıldığının açık olduğunu, kesinlikle anaparaya dokunulmadığını, faizlerin belli bir s-ınırlamaya tabi tutulduğunu, bunun ölçülü ve orantılı bir sınırlama olduğunu, mülkiyet hakkına aykırı bir düzenleme olmadığını, kamulaştırma ve kooperatifçiliğe aykırı bir durum bulunmadığını, bu nedenle Anayasa'nın 36(3),41 ve 63. maddelerine aykırılık ol-madığını ileri sürmüştür.

IV.İLGİLİ YASA MADDELERİ:

29/2013 Sayılı Borç İlişkilerinden Kaynaklanıp Tahsili Geciken ve/veya Tahsil Edilemez Hale Gelen Borçların Yapılandırılması Yasası'nın (2). maddesinde yer alan "borç ilişkisi", "yasal faiz" ve "yasa-l takip" tefsirleri aynen şöyledir:

"2. Bu Yasada, metin başka türlü gerektirmedikçe;
"Borç İlişkisi; kamu kurum ve kuruluşlarının taraf
olduğu alacak-verecek ilişkileri dışında olup, bir sözleşme veya senet düzenlenmek suretiyle akdolunmuş her t-ürlü alacak-verecek ilişkisini anlatır. Kredi kartı kullanılmak suretiyle oluşan alacak-verecek ilişkisini de kapsar.
"Yasal Faiz" Mahkemeler Yasası'nın 42. maddesinin (3).
fıkrası çerçevesinde, KKTC Merkez Bankası Yasası'nın 24. maddesi uyarınca s-aptanıp yürürlüğe konulan mevduat yıllık azami faiz oranını anlatır. "
"Yasal Takip" talep takririnin dosyalanması ile başlayan yasal süreç ile ipotekli mal satış sürecini anlatır."


29/2013 sayılı Yasanın bu havaleye konu 4. maddesinin (1). fıkrasının (A-) ve (B) bentleri, 5. maddenin (2). fıkrası ve 6A maddesinin (1),(2), ve (3).fıkraları sırasıyla şöyledir:



"Kapsam. 4.Bu Yasa:

Bankalar ve kredi sağlayıcıları ile gerçek veya tüzel kişiler arasında düzenlenen borç senedi ve kredi kartı sözleşmeleri dah-il her türlü sözleşme ve akdolunmuş borç ilişkisi içeren ve/veya her halûkarda bu fıkrada belirtilen taraflar arasında her ne şekilde olursa olsun oluşan tüm borç ve alacak ilişkileri sonucunda ortaya çıkan, hakkında yasal takip başlatılmış ve/veya hüküm a-lınmış olsun veya olmasın tüm borçlardan;

(A) 31.12.2012 tarihi itibarıyla donuk
alacak kapsamına alınmış veya Tebliğe
göre alınması gereken borçları;
(B) 31.12.2012 tarihinden ö-nce yürürlüğe
giren yasalar uyarınca yeniden
yapılandırılmış borçları;


"Yapılandırılmış 5. (2) Bu yasa kapsamına giren ve bankaların
Borç Miktarının ve kredi sağlayıcıların alacaklı
Belirlenmesi. olduğu, yasal- takip başlatılmış olsun
veya olmasın, hakkında henüz hüküm
ve/veya emir alınmamış borçlarda, bu Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren herhangi bir yargısal işlem veya safhada veya taraflardan herha-ngi birinin müracaatı üzerine mahkeme, borcun ilk kez donuğa düştüğü veya Tebliğe göre ilk kez donuğa düşmesi gereken veya Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kalkınma Bankasının alacaklı olduğu borçlar hariç, Tebliğin 8'inci maddesine aykırı biçimde alacaklı il-e borçlunun anlaşması ile yeniden yapılandırılması durumunda yapılandırmadan önce donuğa düştüğü tarihteki miktarının bu Yasaya ekli Tabloda yıllara göre belirtilen katsayılar ile çarpılması sonucu ortaya çıkacak rakama, varsa borç ile ilgili yasal takip n-edeniyle doğan dava masraflarını da ekleyerek ve borçlu tarafından borç ilişkisi çerçevesinde, borcun ilk kez donuğa düştüğü, Tebliğe göre ilk kez donuğa düşmesi gereken veya Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kalkınma Bankasının alacaklı olduğu borçlar hariç, -Tebliğin 8'inci maddesine aykırı bir şekilde yeniden yapılandırma yapılan durumlarda yapılandırmadan önce donuğa düştüğü tarihten sonra yapılan ödemelerin ödemenin yapıldığı yılların katsayılarıyla çarpılması sonucu elde edilen rakamı çıkararak borcu yenid-en belirler. Bu şekilde belirlenen borca bu tarihten itibaren yalnızca yasal faiz uygulanır."


6A.(1) "Mahkeme, borçlunun müracaatı üzerine, bu Yasanın
5'inci maddesi uyarınca belirlenen borcun miktarı Türk Lirasında veya dövizde 30,000 TL (Otuz Bin Tür-k Lirası)'yi aşmıyorsa üç yıla, 30,000 TL(Otuz Bin Türk Lirası)'den fazla 40,000TL (Kırk Bin Türk Lirası)'den azsa dört yıla, 40,000 TL (Kırk Bin Türk Lirası)'den fazla 50,000 TL (Elli Bin Türk Lirası)'den azsa beş yıla, 50,000 (Elli Bin Türk Lirası)'den f-azla 60,000 TL (Altmış Bin Türk Lirası)'den azsa altı yıla, 60,000 TL (Altmış Bin Türk Lirası)'den fazla 70,000 TL (Yetmiş Bin Türk Lirası)'den azsa yedi yıla, 70,000 TL (Yetmiş Bin Türk Lirası)'den fazla 80,000 TL (Seksen Bin Türk Lirası)'den azsa sekiz y-ıla, 80,000 TL (Seksen Bin Türk Lirası)'den fazla ise dokuz yıla kadar aylık taksitlerle ödemeyi sağlayacak şekilde taksitli hüküm verir.
(2)Bu madde uyarınca taksitlendirilen ve bankaların
ve kredi sağlayıcıların alacaklı olduğu borçlara, -
Mahkemenin bu Yasanın 5'inci maddesi uyarınca
borcu belirlediği tarihte,
(A) İlgili bankanın kredilere uyguladığı ve Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Merkez Bankasına
bildirdiği;
(B) İlgili kredi sağlayı-cısının kredilere
uyguladığı en düşük cari kredi faiz oranı
uygulanır.
Ancak yıllık azami faiz oranı, her halülârda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Merkez Bankasının belirlediği reeskont ticari faiz oranının Türk Lirası cinsi borçlarda- 1.5 (Bir buçuk) katını, döviz cinsi borçlarda 2(İki) katını aşamaz.
Bu madde uyarınca taksitlendirilen ve alacaklı tarafın banka veya kredi sağlayıcısı olmadığı borçlara, Mahkemenin bu Yasanın 5'inci maddesi uyarınca borcu belirlediği tarihte Kuzey Kıbrı-s Türk Cumhuriyeti Merkez Bankasının belirlediği reeskont ticari faiz oranının Türk Lirası cinsi borçlarda 1.5 (Bir buçuk) katı, döviz cinsi borçlarda 2 (İki) katı faiz oranı uygulanır.


Mahkeme, bu madde uyarınca taksitli hüküm
verirken, borçlunun her- türlü taşınmaz mallarını ve/veya bir sicile işlenen haklarını, deniz taşıtlarını ve/veya motorlu taşıtlarını hükmedilen taksitlendirme süresi boyunca devredemeyeceğine, ipotek veya başka herhangi bir yükümlülük altına koyamayacağına dair bir emir verebili-r.
Borçlunun, bu madde uyarınca taksitlendirilen borcunun en az %75 (Yüzde Yetmiş Beş)'ini ödemiş olması veya Mahkemeyi borcunun tamamını ödeyeceği konusunda ikna etmesi durumunda, Mahkeme, bu gibi bir emri kaldırabilir veya değiştirebilir.
Bu fık-ra amaçları bakımından "devretmek" ve
"ipotek", Taşınmaz Mal (Devir ve
İpotek) Yasasında kendilerine verilen anlamları
taşır.

V.İLGİLİ ANAYASA MADDELERİ:


"Mülkiyet Hakkına Ait Genel Kural;

Madde 36 -(3) Mal varlığının ekonomik değerini fiilen azaltan
kısıntı ve sınırlandırmalar için derhal tam bir tazminat ödenir, anlaşmazlık halinde tazminatı hukuk mahkemesi saptar."


"Kamulaştırma:
Madde 41(1) Devlet, Belediyeler, yasanın kendilerine
kamulaş-tırma hakkı tanıdığı kamu tüzel kişileri veya kamu yararı güden kuruluşlar,
a) ........
b) ........
c) Anlaşmazlık çıktığı takdirde, bir hukuk mahkemesine saptanacak tam ve hakkaniyete uygun bir tazminatın hemen veya yasanın belirleyeceği beş yılı aşmaya-n taksitlerle ödenmesi koşuluyla, herhangi bir taşınır veya taşınmaz malı veya bu gibi mal üzerindeki herhangi bir hak veya yararı kamulaştırmaya yetkilidirler.
(2) Kamulaştırma bedelinin hesaplanma biçim ve
usulleri yasa ile düzen-lenir."


"Kooperatifçiliğin Geliştirilmesi:

Madde 63 Devlet, kooperatifçiliğin gelişmesini sağlayacak
önlemleri alır ve kooperatiflerin demokratik ilkelere uygun olarak çalışmalarını yasa ile düzenler."



VI. AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ:

Mülk-iyet Hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine, 20 Mart 1952 tarihinde Paris'te imzalanan ve 18 Mayıs 1954 tarihinde yürürlüğe giren Ek 1 Protokolun 1. maddesi ile dahil olmuştur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine dahil olan "Mülkiyet Hakkı" metni şöyledir.-


"Mülkiyetin Korunması:

Her gerçek ve tüzel kişinin, mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu kararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olar-ak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları -uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."


İNCELEME:

Davacı davasını Davacının kazanılmış hakkının ve/veya mal varlığının etkilenmesine dayandırmaktadır. Davacı hitabında argümanını şöyle kurmuştur:

"İlk olarak Davalılara karşı olan- alacak ve/veya faiz talepleri ışığında Anayasa'daki madde 36(3) fıkra bağlamında bir kazanılmış hak ve/veya mal varlığının söz konusu olduğu hususunda iddiamı dikkatinize sunacağım. Bunu müteakip huzurunuzdaki meselede devletin veya diğer bir kamu tüzel k-işiliğinin mülkiyetine geçmiş herhangi bir hak olmasa bile tazminat ödenmesini gerektiren bir kamulaştırmadan bahsedilip bahsedilemeyeceğini irdeleyeceğim. Anayasa'nın 63. maddesi ise en son olarak ele alınacaktır.

29/2013 sayılı Yasa Davacının kaza-nılmış haklarını etkilemekte ve Anayasa'nın 36. maddesi bağlamında mal varlığının değerini fiilen azaltan kısıtlama ve sınırlama getirmektedir. Bu da Davacının tazmin edilmesini gerektirir."


29/2013 sayılı Yasa ile ilgili ikame edilen (D.2/2015 Anayasa M-ahkemesi 18/2013) sayılı iptal davasında, 29/2013 sayılı Yasanın 2,3,4,5,6 ve 8'inci maddelerinin Anayasa'nın Başlangıç 1,3(4),4,7,8,10,11,17,46 ve 136. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştü. O davada mezkur Yasanın 2,3,4,5,6 ve 8. maddelerinin, An-ayasa'nın Başlangıç Kısmı ile 3(4),4,7,8,10,11,17 ve 46. maddelerine aykırı olmadığına oy birliği, 1. ve 136. maddelerine aykırı olmadığına ise oy çokluğu ile karar verilmişti. Anayasa Mahkemesi 18/2013 D.2/2015 sayılı iptal davasında çoğunluk kararına kat-ılmamış olmama rağmen, 18/2013 sayılı iptal davasında verilen karar ile bağlı olduğumu kabul etmekteyim. O davada çoğunluk kararında, kazanılmış bir haktan bahsedilebilmesi için bir hükmün icra edilmiş olması gerektiğine karar verilmişti. Şöyle ki:

"Kaz-anılmış haktan söz edilebilmesi için hakkın kesinleşmiş yani kişiselleşmiş, şahsi mal varlığına dahil olmuş, güncel ve belirlenebilir olması zorunludur.

Bu Yasanın hiçbir kuralı, bir alacaklının hükümle elde ettiği alacak hakkını ortadan kaldırmamakta, fi-ilen elde ettiği ve şahsi mal varlığına dahil ettiği faydanın iadesini öngörmemektedir. Alacaklının, hükmün semerelerinden yararlanması hakkıdır. Ancak kişiler arasındaki borç ilişkilerinde fiilen elde edilmemiş, alacaklının mülkiyetine geçmemiş olan fayda-, tamamlanmış hak bahşetmez.

Örneğin, hüküm, ipotekli, memorandumlu veya hacizli mal üzerinde hak talep etmeye imkân sağlar. Ancak mülkiyeti alacaklıya geçirmez. Hükümden kaynaklanan bir alacağın tamamlanabilmesi için borçlunun mallarının satılması, para-sının ödenmesi ve alacak miktarının alacaklının mülkiyetine geçmesi gerekmektedir."


Huzurumuzdaki Davacının havaleye konu davasında, icra edilmiş bir hüküm bulunmadığı nedeniyle bu davada da kazanılmış bir hakkın mevcut olmadığını kabul etmek gerekir. -Bu durumda kazanılmış bir hakka dayalı mülkiyet hakkının bulunduğunu da kabul etmek mümkün değildir. 23.2.2015 tarihinde, 29/2013 sayılı Borç İlişkilerinden Kaynaklanıp Tahsili Geciken ve/veya Tahsil Edilemez Hale Gelen Borçların Yapılandırılması Yasası'nı-n 18/2013 sayılı iptal davasında verilen karar neticesinde, bu Yasanın 2 yılı aşkın bir süre uygulanmasından sonra bir havale davasında mülkiyet hakkını daha farklı yorumlamak, "yargının kendi içtihatları ile bağlı olduğu ve ancak hata yapıldığı veya zama-n içerisinde vukubulan değişiklikler neticesinde içtihatların değişmesi gerektiği" prensibine de aykırılık oluşturur.

Bugün mülkiyet hakkının ne şekilde yorumlandığına bakılacak olursa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından "iktisadi değere sahip olan-" herşeyin mülkiyet hakkı altında değerlendirildiğinin ve ayrıca o değerle ilgili "meşru bir beklentisi" bulunan her kişinin de mülkiyet hakkının olabileceğinin kabul edildiği görülmektedir (Bak Anayasa Mahkemesi 2/2016 D. 8/2017). Anayasa Mahkemesi, 3/200-6
D. 3/2006 sayılı kararından sonra, "Anayasal kuralların ve Anayasa maddelerinin, mümkün olduğunca uluslararası hukuka uygun olabilecek tarzda yorumlanması gerektiği kuralı KKTC'de benimsenmiştir. "(Bak Anayasa Mahkemesi 5/2015 D. 2/2017).

Presson Com-pania Naviera S.A. & Others v. Belgium (Application no.17849/91) davasında, davaya uygulanacak Belçika'daki mevzuat altında, zararın oluştuğu anda tazminat talebinin doğduğu nedeni ile, bu doğrultudaki bir talebin bir mülk olduğu ve dolayısıyla Avrupa İnsa-n Hakları Sözleşmesine Ek 1. Protokolün 1. maddesi (Article 1 (p.1-11)) altında mülkiyet kapsamına girdiği kabul edilmiştir. Huzurumuzdaki davadaki durum bundan çok farklıdır.

Davacının havale talebinde bulunduğu huzurumuzdaki bu davada, Davacının -talebinin hangi tarihte, 29/2013 sayılı Yasanın 5'inci maddesi uyarınca, bu Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önceki mevzuat tahtında donuğa dönüştüğünün bile belirlenmediği ve Davacı lehine herhangi bir hüküm çıkıp çıkmayacağının dahi belli olmadığı göz -önünde tutulursa, Davacının Davalılardan , bu safhada, meşru bir beklentisi olduğundan ve dolayısıyla Davacının bir mülkiyet hakkından bahsetmek kanaatimce mümkün değildir.


Netice itibarıyla, Davacının Anayasa Mahkemesinin 18/2013 sayılı kararındaki ço-ğunluk kararında ifade edildiği şekilde hüküm alınmış ve icra edilmiş bir meblağ bulunmadığından, esasen borcun miktarı dahi belirlenmemiş olduğu cihetle, Davacının davasındaki alacak talebinin bir kazanılmış hak ve/veya buna dayalı mülkiyet hakkı veya mü-lk kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir. Bu durumda 29/2013 sayılı Yasanın havale edilen maddeleri ile Davacının mülkiyet hakkı kısıtlanmamaktadır. Mülkiyet hakkında kısıtlama olmadığından, Davacıya kısıtlanma nedeni ile tazminat ödenmesi söz konus-u değildir. Bu nedenle de Anayasa'nın 36(3)maddesine aykırılık yoktur.

Davacının huzurumuzdaki havaleye konu davanın konusu olan alacakta mülkiyet hakkı bulunduğu kabul edilmediğine göre kamulaştırmadan da bahsedilmesi söz konusu olamaz; dolayısıyla 41. -maddeye de aykırılık yoktur.

29/2013 sayılı Yasanın Anayasa'nın 63. maddesine, yani kooperatifçiliğin gelişmesine bir engel olduğu, tamamen mesnetsiz bir iddiadır ve reddedilir.

Tüm söylenenler neticesinde, Davacının Davalılar aleyhine ikame ettiği al-acak davasında yapılan havale neticesinde, 29/2013 sayılı Yasanın 2,4(1) (A) ve (B), 5(2), 6A (1),(2) ve (3). maddelerinin Anayasa'nın 36(3), 41(1)(c), 41(2) ve 63. maddelerine aykırı olmadığına ve başvurunun reddedilmesine karar veririm.

Ahmet Kalkan : -Davacı Avukatının, Lefkoşa Kaza Mahkemesinde ikame ettiği 8968/2013 sayılı davada, Anayasa'nın 148. maddesinin kendisine verdiği hak ile yaptığı müracaatın, Lefkoşa Kaza Mahkemesi tarafından kabul edilmesi üzerine, başlangıçta belirttiğimiz sorunun cevapla-nması için konu Anayasa Mahkemesine havale edilmiştir.

Havaleye konu 29/2013 sayılı Yasa, daha önce Kuzey Kıbrıs Bankalar Birliği'nin açmış olduğu Anayasa Mahkemesi 18/2013 D.2/2015 sayılı iptal davasında incelenmiş ve konu davada, 29/2013 sayılı Yasanı-n 2. maddesinde yer alan "borç ilişkisi", "yasal faiz" ve "yasal takip" tanımlarının tefsirine ilişkin kuralları ile Yasanın 3,4,5,6 ve 8. maddelerinin; Anayasa'nın,

Başlangıç kısmında yer alan Sosyal Devlet İlkesine,
Hiçbir organ, makam veya merci kayna-ğını Anayasa'dan almayan bir yetki kullanamayacağını düzenleyen 3(4) maddesine,
Yasama yetkisini belirleyen 4.maddesine,
Anayasa'nın Üstünlüğü ve Bağlayıcılığını düzenleyen 7. maddesine,
Eşitliği düzenleyen 8. maddesine,
Temel Hakların Niteliği ve Korunm-asını düzenleyen 10. maddesine,
Temel Hak ve Özgürlüğün Özü ve Sınırlanmasını düzenleyen 11. maddesine,
Vii- Hak Arama Özgürlüğü ve Yasal Yargı Yolunu düzenleyen
17. maddesine, ve
Sözleşme Haklarını düzenleyen 46.maddesine,
aykırı olmadığına OY BİR-LİĞİ ile,
ıx- Hukuk Devleti ilkesini düzenleyen 1.maddesine, ve
x- Yargı Bağımsızlığını düzenleyen 136.maddesine
aykırı olmadığına OY ÇOKLUĞU ile,
KARAR verilmiştir.

Huzurumuzdaki havaleye konu olan Anayasa'nın, mülkiyet ha-kkını düzenleyen 36. maddesinde yer alan ve mal varlığının ekonomik değerini fiilen azaltan kısıntı ve sınırlandırmalar için derhal tazminat ödenmesini düzenleyen (3) fıkrası ile Kamulaştırmayı düzenleyen 41. maddesi ve Kooperatifçiliğin Geliştirilmesini d-üzenleyen 63. maddesi mezkur iptal davasına konu olmadığı gibi, Yasanın 6A maddesi 48/2014 sayılı Tadil Yasası ile Yasaya sonradan eklendiğinden iptal davasına konu edilmemişti.

Davacı Avukatının Anayasa'nın ilgili maddelerinin tefsir ve/veya tatbikinin -Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu ve AİHM kararları ile birlikte yapılması gerektiğine ilişkin iddiasında hata yoktur.

Anayasa Mahkemesi, 31.3.2017 tarihinde karara bağladığı Anayasa Mahkemesi 5/2015 D.2/2017 sayılı davada, konu ile ilgili şöyle demişt-ir.:

"Uluslararası Sözleşmelerin KKTC Hukukunda statüsünün ne
olduğuna, Anayasa Mahkemesinin 3/2006 (D.3/2006) sayılı kararında yer verilmiştir. Kararın 22. sayfasında şu ifadeler yer almaktadır:


'Yukarıda aynen alıntısı yapılan 5.fıkra hükümleri-ne
göre KKTC'de usulüne göre yürürlüğe konmuş uluslararası
andlaşmalar sadece yasa hükmünde olmakla kalmayıp bunlar
hakkında Anayasa'ya aykırılık iddiası ile Anayasa
Mahkememize dahi başvurulamaz. Bir başka deyişle bunlar
- Anayasa ile aynı seviyededir ve diğer yasalardan
üstündür.'


Yine Anayasa Mahkemesi 8/2013 (D.3/2015) ile 2/2008 (D.2/2016) sayılı kararlarında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kurallarının yasa kurallarından üstün oldukları ve herhangi bir yasa ma-ddesinin Anayasa karşısındaki durumu incelenirken, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kurallarının dikkate alınmaları gerektiği kabul edilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin 8/2013 (D.3/2015) sayılı kararının 8. sayfasında şöyle denmiştir:

'Öte yandan geçerli mevz-uat olarak kabul edilen,
39/1962 sayılı Yasa ile Kıbrıs Cumhuriyeti
tarafından kabul edilen Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi kuralları, Anayasa'nın 90. maddesi
altında yürürlüktedir.

Buna göre A.İ.H.S. kuralları yasalarımızdan üstün
olup, A-nayasa düzeyindedir ve hükümlerinin, herhangi
bir yasa maddesinin Anayasa karşısındaki durumu
incelenirken dikkate alınmaları zorunludur.'

.................................................
...................................................-..
.....................................................

Anayasal kuralların ve Anayasa maddelerinin, mümkün olduğunca uluslararası hukuka uygun olabilecek tarzda yorumlanması gerektiği kuralı KKTC'de benimsenmiştir. Bu durumda huzurumuzdaki havalede, bu- hususu göz önünde tutarak aykırılık iddialarının incelenmesi gerekmektedir."

Anayasa Mahkemesinin iktibas ettiğim görüşünden hareketle, bu meselede de Anayasa maddelerinin mümkün olduğunca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ve Uluslararası Hukuka uygun ol-abilecek veya ters düşmeyecek tarzda yorumlanması gerekmektedir.

Davacı Avukatı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1 Protokolün 1. maddesi ile dahil edilen mülkiyet hakkının kapsamı ile ilgili birçok AİHM ve yabancı içtihat kararı sunmuş ve detaylı şe-kilde hitapta bulunmuştur.

Mezkur kararlar ve AİHM'nin kararlarını incelediğimizde, AİHM'in "mülkiyet hakkının kapsamını" aşağıdaki gibi belirlediği görülmektedir:

Menkul ve Gayrimenkul mallar (Sporrong ve lönnroth v İsveç davası)
Kamulaştırma bedelinin- geç ödenmesi sonucu uygulanan faiz (Aka ve Akkuş v Türkiye davası)
Hisseler (Bramelid ve Malmstrom v İsveç davası)
Patentler (Kline ve French Laboratories v Hollanda davası)
Tahkim Kararları (Stran Greek Refineries ve Stratis Andreadis v Yunanistan davası-)
Emeklilik Maaş Hakkı (Müller v Avusturya davası)
Bir faaliyetin yürütülmesine ilişkin ekonomik çıkarlar. (The Traklörer Aktiebolag v İsveç davası)
Bir mesleği icra etme hakkı (Van Marle v Hollanda davası)
Belli bir usulün uygulanacağına dair meşru bekl-enti (Pine Valley Developments Ltd. v İrlanda davası)
Hukuki bir hak iddiası (Pressos Compania Naviera SA v Belçika davası)


Mülk kavramı, yukarıdaki başlıklar bakımından her davada ayrı ayrı incelenmiş, bu konularda karar verilmiştir. Ancak biz meseleyi- sadece Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında inceleyemeyiz. Mülkiyet hakkının kapsamı ile ilgili yapacağımız tefsir, Ulusal Hukukumuz ile birlikte değerlendirilmeli ve ona göre bir sonuca ulaşılmalıdır. Huzurumuzdaki havale konusu, Davacının alacak- talebine veya hakkına dayandığından, öncelikle Davacının alacak talebinin mülk kapsamında olup olmadığını belirlemem gerekmektedir.

Davacının mülk kapsamına giren bir hakkının mevcut olup olmadığını belirlemeden önce, tablonun tamamlanabilmesi için, mül-kiyet hakkının kısıtlanması veya sınırlandırılması ile ilgili AİHM'in de kabul ettiği genel kurallara değinmeyi uygun gördüm.

Bu başvuruya konu edilmeyen Anayasa'nın 36(1) maddesine göre, "Her yurttaş mülkiyet ve miras hakkına sahiptir." mülkiyet hakkı, -kamu yararı amacıyla ve yasa ile sınırlanabilmektedir. Yine Anayasa'nın 36(2) maddesine göre, mülkiyet hakkının kullanılmasına, kamu güvenliği, genel sağlık, genel ahlak, kent ve ülke planlaması veya herhangi bir mal varlığının kamu yararı için geliştirilm-esi ve faydalı kılınması veya başkalarının haklarının korunması için kesin olarak gerekli kısıntı veya sınırlamalar yasa ile konabilmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (Sporrong ve Lönnroth v İsveç) davasında, Anayasamızdaki düzenlemeye uygun veya b-enzer veya uyumlu olarak nitelendirilebilecek aşağıdaki normlar belirlenmiştir:

Mal ve mülkün dokunulmazlığı kuralı. Her gerçek veya tüzel kişinin, mal ve mülk dokunulmazlığına saygı göstermesini isteme hakkı vardır.
Mal ve mülkten yoksun bırakılmama ku-ralı. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Mal ve mülkün kullanımının belli şartlarda devletlerce kısıtlanabileceği (kulla-nımın kontrol edilmesi) kuralı. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin, kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama ko-nusunda sahip oldukları haklara halel getirmez.


Anayasa'nın Mülkiyet Hakkını düzenleyen 36. maddesinin (2). fıkrasında, sair hususlar yanında, kamu yararı için geliştirilmesi ve faydalı kılınması veya başkalarının haklarının korunması için kesin olarak g-erekli kısıntı veya sınırlamaların yasa ile düzenlenebileceği hükmü bulunmaktadır.

Anayasa'nın 36. maddesinde ve AİHS'nin Ek.1 Protokol, madde 1'de mülkiyet hakkının kısıtlanabileceği somut olarak düzenlendiğinden, Anayasa'ya uygunluk denetiminin Anayasa-'nın 11. maddesindeki genel kurala göre değil, mülkiyet hakkının somut olarak düzenlendiği 36.maddeye göre yapılması gerekmektedir.

29/2013 sayılı Yasanın amacını düzenleyen 3. maddesine göre, özel hukuk kişileri arasında kurulan borç ilişkilerinde uygul-anan yüksek faizlerden ve/veya ülkedeki ekonomik durumdan dolayı tahsili geciken ve/veya tahsil edilemez hale gelen ve bu Yasa kapsamına giren borçların mahkemeler tarafından yeniden yapılandırılması amaçlanmış, sadece yüksek faiz ve ülke koşullarının yar-attığı olumsuzluklar nedeniyle borçluların aşırı ağır yük altına sokulması önlenmeye çalışılmıştır. Mevcut düzenleme ile ne alacak hakkı ne de borçlanma işleminin ortadan kaldırılması amaçlanmıştır. Anayasa Mahkemesi, bu düzenlemenin Anayasa'nın başlangıc-ında yer alan Sosyal Devlet İlkesine uygun olduğuna 18/2013 D.2/2015 sayılı kararında oy birliği ile karar vermiştir. Yasanın çıkarılma amacı mülkiyet hakkına aykırılık iddiaları bakımından da dikkate alınmalı ve o şekilde yorumlanmalıdır.

Huzurumuzdaki -meselede, Davacı Avukatı, Anayasa'nın 36(1) ve (2) fıkralarını havale kapsamına dahil etmemekle, 29/2013 sayılı Yasa ile mülkiyet hakkına sınırlama getirildiğini kabul ederek veya öyle varsayarak hareket etmiş ve bu sınırlamanın tazminatı gerektiren bir mü-dahale olduğunu iddia ederek, Yasanın bu başvuruya konu maddelerinin Anayasa'nın 36(3) ve 41. ve 63. maddelerine aykırılığını ileri sürmüştür.

Davacı Avukatının Anayasa'nın 36(1) ve (2) maddelerine aykırılık iddiasında bulunmaması, Mahkemenin, Davacının -mal varlığına tazminatı gerektiren kısıntı veya sınırlama getirilip getirilmediğini inceleme hakkını ortadan kaldırmaz. Bu nedenle, ancak Davacının Davalıdan olan alacak talebinin mülk kapsamında olduğuna karar verildikten sonra, ortada tazminatı gerektir-en bir müdahale bulunulup bulunulmadığına karar verilebilecektir.

Mal ve mülke saygı hakkı çerçevesinde müdahale nitelikli işlemlerin belirlenmesinde hangi kıstaslar uygulanacaktır?

AİHM, Les Saints Monasteres v Yunanistan ve Wiesinger v Avusturya dava-larında, mülkiyet hakkına müdahale ile ilgili ilkeleri "adil denge" ve "orantılık" olarak ifade etmiştir. Buna göre, mal ve mülke saygı gösterme hakkına müdahale teşkil eden bir tedbir, toplumun genel menfaati icaplarıyla, bireyin temel haklarının korunmas-ı gerekleri arasında "adil denge" gözetmelidir. Özellikle kullanılan araç ile kişiyi mal ve mülkünden yoksun kılan her tedbirin güttüğü amaç arasında makûl bir orantılık ilişkisi bulunmalıdır. Genel menfaat ya da kamu yararı amacı ile mülkiyet hakkına müda-halede bulunulduğu zaman, birey olağan dışı ve aşırı ağır bir yük altına sokulduğu zaman, bu denge bozulmuş olur.

Yasa koyucu takdir marjı sınırlarını aşmadıkça, mahkeme, yasa koyucunun sorunu en iyi şekilde mi ele aldığı yahut yetkisini daha başka türlü- kullanması mı gerektiği konusunda görüş bildirme yetkisi yoktur. Bu prensip, Mellaher ve diğeri v Avusturya davasında karara bağlanmıştır.

Yukarıdaki tüm prensipler Anayasa Mahkememiz tarafından belirlenen ve benimsenen prensiplerle uyum içinde olduğu g-ibi, Anayasa Mahkemesi bir yasanın iyi düzenlenmiş veya eksikleri olan bir düzenleme olup olmadığını değil, Anayasa'ya aykırılık bulunup bulunmadığını inceleme yetkisine sahip olduğunu birçok kararında açıkça ifade etmiştir.

Mülkiyet hakkının yasa ile sı-nırlanabilen temel haklardan olduğu Anayasa'da açıkça kabul edildiğine göre, özellikle kamu yararı kavramının mülkiyet hakkı bakımından AİHM'deki anlamının ne olduğuna kısaca değinmeyi uygun gördük.

AİHM, James ve Diğerleri V Birleşik Krallık davasında, -"kamu yararı" konularının incelenmesindeki yaklaşımını ortaya koyarken, "Toplumlar ve Onların İhtiyaçları" hakkında doğrudan bilgi sahibi olmaları nedeniyle, ulusal yetkililerin neyin "kamu yararına" olduğunu, uluslararası yargıçlardan daha iyi belirleme i-mkanına sahip olduklarını belirtmiştir. Ayrıca "kamu yararı" kavramının mülkiyet bakımından oldukça kapsamlı olduğu ve özellikle kamulaştırma ile ilgili yasaları yürürlüğe koyma kararının genellikle siyasi, ekonomik ve sosyal konuların dikkate alınmasını g-erektirdiğini ifade etmiş, demokratik bir toplumda görüşler arasında büyük farklılıklar olabileceğini, sosyal ve ekonomik politikaların uygulanmasında yasama organlarına sunulan takdir yetkisinin geniş olması gerektiğini doğal karşılayarak, yasama organla-rının neyin "kamu yararına" olduğu konusundaki kararına da, bu karar "açık bir biçimde makul temelden yoksun olmadığı takdirde" saygı duyulması gerektiği yönünde sonuca ulaşmıştır.

AİHM, James ve Diğerleri v Birleşik Krallık davasında, ayrıca, mülkiyete -yapılan müdahalenin sadece belli kişilerin yararına olmasının yoksun bırakmanın kamu yararına olmadığı anlamına gelmeyeceğini, "kamu yararı (public interest)" şeklindeki ifadenin, devredilen veya sınırlanan veya alınan mülkün "kamunun veya genel olarak top-lumun kullanımına sunulması gerektiği, hatta toplumun büyük bir oranının bu alımdan doğrudan faydalanması gerektiği" şeklinde yorumlanamayacağını belirtmiştir. Mülkün, toplum içinde sosyal adaleti artırmak amacıyla uygulanan bir politika dahilinde alınması-nın da "kamu yararına" olarak tanımlanabileceği bu kararda açıkça ortaya konmuştur.

Mülkiyetin kapsamına, kısıntı ve sınırlama ile ilgili genel kurallara ve kamu yararı kavramının AİHM'deki tefsirine genel olarak değindikten sonra, bu safhada, Davacının -mülk kapsamında bir alacağı olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

AİHM, hakkın ihlaline ilişkin başvuruların hukuki analizini yaparken, "mülkiyet hakkına riayetten" önce, mülkiyet hakkının varlığını tespit ettikten sonra, bahsi geçen ikinci ve üçü-ncü normların uygulanabilirliğini araştırmaktadır (Bkz. Fredin V İsveç ve Mellaher et Autres V Avusturya davaları). Mülkiyet hakkının normlarını daha önce Sporrong et Lönnroth V İsveç davasından iktibasla belirtmiştim.

Davacı Avukatı, alacak talebinin mü-lkiyet hakkı kapsamına girdiğini veya mülk olduğunu ve Davacının bu hakkına müdahale edildiğini iddia ettiğine göre, Anayasa'ya aykırılık iddialarının incelenmesinin de aynı yöntemle yapılması doğru sonuca ulaşmak için kaçınılmazdır.

Alacak dahil herhan-gi bir talebin veya unsurun, Anayasa'nın 36. maddesi veya AİHM'in Ek 1. protokolün 1. maddesi altında mülkiyet hakkı ve mülk kapsamında sayılabilmesi için bazı şartların varlığı gereklidir. Bunlardan birincisi, bir hak iddiasının ortaya konmuş olmasıdır. E-k 1. Protokol 1. maddeyle korunmaya alınan, gelecekte edinilecek mal ve mülk değil, mevcut mal ve mülktür. Diğeri ise, iddianın ekonomik bir değere sahip olması, parasal değerle ifade edilmesidir.


AİHM, herhangi bir unsurun mal kapsamına dahil olması iç-in başvuru sahibinin ilgili ekonomik varlığa dair yasal bir hakka ya da bu hakkın maddiyata dönüşeceğine dair meşru bir beklenti gösterebilmesi gerektiğini, Stran Greek Refineries ve Stratis Andreadis V Yunanistan davasında karara bağlamıştır.

29/2013 sa-yılı Yasada, Davacının davasındaki talebinin maddiyata dönüşeceğine dair meşru beklentisini veya borç temelini tamamen ortadan kaldıran bir düzenleme bulunmamaktadır. Davacının iddiaları çerçevesinde uğrayacağı kayıp faizden kaynaklanan kazanç beklentisid-ir.

Huzurumuzdaki başvuruya konu 29/2013 sayılı Yasa, özel hukuk kişileri arasında kurulan borç ilişkilerinde uygulanan yüksek faizlerden ve/veya ülkedeki ekonomik durumdan dolayı tahsili geciken ve/veya tahsil edilemez hale gelen, Yasa kapsamındaki borç-ların yapılandırılması için çıkarılmıştır.

Bu meselede, alacak talebinde bulunan Davacının, faiz beklentisine, dolayısıyla alacağına bir müdahale iddiası olduğu anlaşılmaktadır. Faiz, borçlandırma ile amaçlanan veya beklenilen kazançtır. AİHM, gelirin an-cak halihazırda kazanılmış ya da icra yoluyla alınması mümkün olan bir borç varsa, mal olarak kabul edilebileceğini Yunanistan Gümrük Görevlileri Federasyonu V Yunanistan davasında karara bağlamıştır.

Davacı Avukatı hitabında, faizin bir yılın sonunda vey-a yıllar itibarıyla anaparaya dahil olduğunu ve anaparayı teşkil ettiğini ileri sürmüştür. Bir borç ilişkisindeki anapara-faiz ilişkisini karara bağlamak, davayı görecek mahkemenin yetkisinde olup, Anayasa Mahkemesinin böyle bir yetkisi bulunmamaktadır. Bu- anlamda Davacının henüz icra edilebilir bir alacak miktarı veya faiz geliri oluşmamış olduğundan, Davacının davasındaki alacağı, mal kapsamında kabul edilmemelidir.

Bunun yanı sıra AİHM, uygulanabilirliği olan bir tahkim kararı ve yeterli bir dayanağ-ı olduğu sürece, hukuk usulünde askıda olan bir alacak davasını mal olarak kabul etmiştir (Pressos Compania Naviera SA v Belçika davası).

İlk nazarda, Davacının açmış olduğu alacak davası ile mal kapsamına dahil bir hak iddiası olduğu düşünülebilir. Anca-k bu sonuca varılabilmesi için, Davacının davasının bu sonuca ulaşmak için yeterli dayanağının olup olmadığının saptanması gerekir.

Davacı Avukatının da dayandığı Pressos davasında, AİHM, deniz kazası nedeniyle devletten tazminat alma hakkının bir yasayl-a geriye yürütülerek kaldırılmasını, mülkiyet hakkı kapsamında kabul etmiştir. Bu davada, Belçika Devleti; davacıların haksız fiil kapsamında tazminat alma meşru beklentilerini tamamen ortadan kaldırdığından, talep, mülk kapsamında değerlendirilmiş ve mülk-iyet hakkının ihlâli sonucuna ulaşılmıştır. Kısacası mezkur davanın olgularına göre, 1988 tarihinde çıkan yasa, başvurucuların yasadan önce sahip oldukları hakları kullanmalarını tamamen önlediği için, mülkiyet hakkına bir müdahale olarak kabul edilmiştir-.

AİHM, Müller V Avusturya davasında emeklilik paylarına dayalı emeklilik ödemeleri hakkını 1. protokol 1. madde kapsamında kabul etmekle beraber, 1. maddenin bir kişinin fayda sağlama hakkını teminat altına alabileceğini, ancak bu kişinin "belli bir mik-tarda alacağını koruyor" şeklinde yorumlayamayacağını belirtmiştir. Bu karara göre bir kişinin mülkiyet hakkının kapsamı, belli bir miktar alacağını garanti etmemektedir.
Yine Pressos davasında, AİHM, mülk kararı özerk olmakla birlikte, konuyu Belçika İç -Hukuku bağlamında ele almayı uygun bulmuştur. Buna göre, iç hukukun herhangi bir şeyin mülkiyet hakkı mı yoksa mülk mü olduğuna dair kesin bir hüküm içerip içermediğine bakılmalıdır.

Son olarak belirtmek istediğim husus, mülke müdahale durumunda aynı zam-anda hukuki kesinlik veya yasallık kuralının da yerine getirilmesi gerekliliğinin Sporrong ve Lönnorth v İsveç ve Winterwerp V Hollanda (1979) davalarında hükme bağlandığıdır.

Hukuki kesinliğin temeli, AİHS'nin 6. maddesi ile teminat altına alınan adil y-argı hakkı ile ilgilidir. Buna göre, kendisine duruşma hakkı sağlanmadan, mülkünü idare etme hakkı reddedilen başvurucu Winterwerp'in hakkının ihlâl edidiği sonucuna varıldı.

AİHM, Iatridis v Yunanistan davasında, devletlerin yasallık veya hukuki kesinli-k ilkesine uyumlu davranmasının son derece önemli olduğunun altını çizmiştir. AİHM'in ifade ettiği gibi, eğer bu gereklilik yerine getirilmezse, daha öteye gitmek ve devletin amacının meşruiyetini veya orantısallık ilkesini ele almak için de bir sebep kalm-az. Aynı karara göre 1. No.lu Ek 1 Protokolün 1. maddesinin en önemli şartı, bir kamu mercii tarafından mülk dokunulmazlığına yapılacak herhangi bir müdahalenin hukuki olması, mülkten mahrum bırakmaya sadece "kanunun belirlediği koşullara bağlı" olması hal-inde izin verilebilmesi, devletlerin kanunları uygulayarak mülkiyetin kullanımını kontrol etme hakları bulunması ve keyfiliğe yerin olmamasıdır.

Huzurumuzdaki başvuruda Pressos davasında olduğu gibi Davacının alacağını almasını tamamen engelleyen bir düz-enleme olmadığı gibi, daha önce karara bağlanan Anayasa Mahkemesi 18/2013 D.2/2015 sayılı iptal davasında Yasanın geriye yürür niteliği olmadığına, ödenip kapatılmış veya tahsil edilen miktarların iadesini öngörmediğine, sadece Yasanın yürürlüğe girdiği ta-rihte ödenemez hale gelen belli borçları kapsadığına, bu hali ile Anayasa'ya aykırı olmadığına, tüm işlemlere yargı yolunun açık olduğuna, özel hukuk ilişkilerinin karara bağlanmasında mahkemeler dışında yetkili ısdar edilmediğine karar verilmiştir.

Mese-leye bu çerçeveden bakıldığında, Davacının alacak talebinin veya davanın Pressos davası kapsamında değerlendirilmesine olanak olmadığı veya Pressos davasının bu meseleye örnek olamayacağı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Davacının davasının mülk veya mülkiyet -hakkı kapsamında kabul edilmesi için yeterli dayanağı haiz olduğunu söylemek mümkün değildir. Aksi kabul edilmesi halinde, mülkiyet hakkını belli bir miktar alacağı garanti eder şeklinde yorumlamak gerekecektir. Böyle bir sonuç Müller v Avusturya davası da-hil, Davacı Avukatının dayandığı AİHM kararıyla çelişkili bir durumu yaratacaktır.

Mevcut durumda, ülkemiz koşullarında geriye yürür bir düzenleme ile Davacının alacağını tespit ve tahsil etmesini engelleyen yasal bir durum olmadığından, Davacının henüz- miktarı belirlenmemiş davadaki alacak talebinin mülkiyet hakkı veya mülk kapsamında değerlendirilmesine ve müdahale sayılabilecek bir düzenleme ile mülkiyet hakkının kısıtlandığına bulgu yapılması mümkün değildir.

Meseleyi incelemeye devam edecek olursa-k, 29/2013 sayılı Yasa, 5.12.2013 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanıp yürürlüğe girmiştir. Davacı davasını 9.12.2013 tarihinde, Yasa yürürlüğe girdikten sonra açmıştır. Davacı davasının 29/2013 sayılı Yasa hükümlerine tabi olacağını davayı açarken bilmekt-eydi ve bu tarihte belirlenmiş bir alacağı yoktu. Davacının Davalıdan olan talebi, Davalı ile arasındaki borç ilişkisinden, kısacası sözleşmeden kaynaklanmaktadır.

Daha önce ifade ettiğim gibi, genel menfaat ya da kamu yararı amacı ile mülkiyet hakkına m-üdahalede bulunulduğu ve birey olağan dışı ve aşırı ağır bir yük altına sokulduğunda, genel menfaat ile mülke saygı arasındaki adil dengenin bozulmuş olduğuna karar verilebilmektedir. Alacak hakkı ve özellikle sözleşmeye bağlı bir talepte, işlemin iki tara-fı bulunmaktadır. Dolayısıyla bir sözleşmeye taraf özel hukuk kişileri bakımından bireyin olağan dışı veya aşırı yük altına sokulması faktörü sadece alacaklı bakımından öngörülemez. Her sözleşmenin iki tarafı için bu dengenin muhafazası esastır. İki özel -hukuk kişisi arasındaki bir sözleşme ile ilgili olarak taraflardan biri aleyhine dava açılması halinde, normalde 29/2013 sayılı Yasa yürürlüğe girmemiş olsaydı dahi, sözleşmeye karşı müdafaa olarak ileri sürülebilecek faizlerle ilgili hukuki bir olgunun, y-üksek faiz ve ülkedeki koşullar nedeniyle ödenemez hale gelen borçları yapılandırmak maksadıyla Yasama Meclisi tarafından Yasa haline getirilerek kişiler arasındaki akdi ilişkilerde uygulanması, özel kişiler arasındaki akdi ilişki bakımından, dava aşamasın-daki alacak talebini davacının mülkü haline getirmez.

Meseleye bu esaslar çerçevesinde bakıldığında, iki özel hukuk kişisi arasındaki akdi ilişkinin alacak miktarı veya faiz ile ilgili sonuçlarını düzenleyen 29/2013 sayılı Yasa altında açılan alacak dava-sındaki alacak talebi, halihazırda kazanılmış veya icra edilebilir nitelikte olmadığından, mülkiyet hakkı veya mülk kapsamında değildir.

Yukarıdakiler ışığında, Davacının, Davalılara karşı açtığı alacak davası Anayasa'nın 36,41 ve 63. madddeleri altında- mülk kapsamına girmediğinden, 29/2013 sayılı Yasanın 2,4(1)(A) ve (B), 5(2) ve 6A(1)(2)ve (3) maddelerinin Anayasa'nın 36(3),41 (1)(c), 41(2) ve 63. maddelerine aykırılığından bahsedilemez. Bu nedenle başvurunun reddi gerektiği kanaatindeyim.

Tanju Öncül-: Huzurumuzdaki mesele 29/2013 sayılı Yasanın 2, 4(1)(A) ve (B), 5(2) ve 6A (1),(2) ve (3) maddelerinin, Anayasa'nın 36 (3), 41(1)(c), 41(2) ve 63'üncü maddelerine aykırı olup olmadığıyla ilgilidir.

Konuyu karara bağlamaya çalışırken göz ardı edilemeye-cek gerçek, 29/2013 sayılı Yasaya sonradan eklenen 6A maddesi hariç, Yasanın benzer özdeki diğer maddelerinin Anayasa'ya aykırılığının Anayasa Mahkemesi 18/2013 Dağıtım 2/2015 sayılı kararda incelendiği ve karara bağlandığı hususudur.

Anılan 18/2013 sayı-lı Anayasa Mahkemesi kararında:

24 ve 25'inci sayfalarda:
".... Yapılan düzenlemede, Yasa koyucu, borç ilişkilerindeki işlem temelini ortadan kaldırmamış, aksine hükümlü alacaktan doğan haklar dahil, taraflar arasındaki hukuki ilişkileri korumuştur. Bu an-lamda hukuki güvenlik ilkesinin ihlali söz konusu değildir.
Yasanın, yürürlüğe girdiği tarihte elde edilen kazanılmış hakları ortadan kaldırıp kaldırmadığına gelince:
Kazanılmış haktan söz edilebilmesi için hakkın kesinleşmiş yani kişiselleşmiş, şahsi mal- varlığına dahil olmuş, güncel ve belirlenebilir olması zorunludur.
Bu Yasanın hiçbir kuralı, bir alacaklının hükümle elde ettiği alacak hakkını ortadan kaldırmamakta, fiilen elde ettiği ve şahsi mal varlığına dahil ettiği faydanın iadesini öngörmemektedi-r. Alacaklının, hükmün semerelerinden yararlanması hakkıdır. Ancak kişiler arasındaki borç ilişkilerinde fiilen elde edilmemiş, alacaklının mülkiyetine geçmemiş olan fayda, tamamlanmış hak bahşetmez. "


25 ve 26'ncı sayfalarda:
"Hukuk devleti, herkesi k-anun önünde koruyan devlettir. Enflasyonun yüksek olduğu bir dönemde %100'ün üzerinde bir oranda faizle hüküm elde eden bir alacaklının alacağı ne kadar güvence altında ise, borçlunun da, o ekonomik koşulların değiştiği, enflasyonun düştüğü bir ortamda bor-cunu, kendinden kaynaklanmayan nedenlerin yarattığı imkânsızlıklardan etkilenmeden ödeme hakkı vardır. Bu nedenle böyle bir ortamın var olması veya doğmuş olması halinde, bir taraftan alacaklının hükümle elde ettiği haklarını, diğer taraftan kötü ekonomik -koşullar ve yüksek faiz nedeniyle hürriyetleri dahil, her şeyini kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıya kalan borçluları korumak ve kötü ekonomik koşulların bir taraf aleyhine yarattığı olumsuzlukları ortadan kaldırmak, sosyal hukuk devletinin vatandaşlarına- olan mükellefi-yetidir. Yasada hiçbir şekilde kişinin hükümle elde ettiği alacak hakkını sonuçları ile birlikte ortadan kaldıran düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle, 29/2013 sayılı Yasanın alacaklıların kazanılmış haklarını ortadan kaldırdığını söylemek- mümkün değildir. "


37-38-39 ve 40'ıncı sayfalarda:
"Davacı Avukatı, tarafların yaptığı sözleşmenin yasa ile bertaraf edildiğini, yasa koyucunun taraflar arasındaki sözleşmeyi ortadan kaldırıp taraflar adına yeni sözleşme yapamayacağını, yapılan düzenle-me ile hakkın bütünü ile kaldırıldığını ileri sürmüştür.
Anayasa'nın daha önce iktibas ettiğimiz 46(2) maddesinden görülebileceği gibi, sözleşmelerden doğan hak ve yükümlülükler, kamu yararı, kamu düzeni, sosyal adalet ve ulusal güvenlik gibi nedenlerle ya-sa ile düzenlenebilir ve kısıtlanabilir.
Kişinin sözleşme ile yerine getirmek zorunda olduğu edim yükümlülük, sözleşme ile elde edeceği fayda ise sözleşmeden doğan haktır.
Tarafların, hak ve yükümlülüklerini yasalar çerçevesinde serbestçe belirleyebilecek-leri şartlarla sözleşme yapma hakları vardır.
Ancak sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerin Anayasa'da belirlenen nedenlerle yasa ile kısıtlana-bileceği, yine Anayasa ile yasa koyucuya verilen bir haktır.
Burada da aynen temel hak ve özgürlüklerin sınırla-ndırılmasını düzenleyen 11. maddede olduğu gibi, sınırlamanın, hakkın özüne yönelik olmaması gerekmektedir.
Her şeyden önce sözleşmeye taraf olanların yapılan sözleşmeye uymaları ve sözleşmeyi yerine getirmeleri gerekmektedir. Koşullar, taraflardan biri, g-enellikle borçlu açısından sonradan ağırlaşmış, edimler dengesi sonradan çıkan olaylar nedeniyle değişmiş olsa bile, borçlunun borcunu yerine getirme zorunluluğu vardır. Sözleşme serbestliği ilkesi, tarafların birbirleri karşısında, eşit hak sahibi olarak -bulunmalarını gerektirir.
Bu genel kural, sözleşmeye bağlılık ilkesinin esasıdır. Ancak Sözleşmeler Hukukunun genel prensipleri, sözleşmedeki edimin yerine getirilmesini kısıtlayabilir veya ortadan kaldırabilir. Sözleşme yapıldığında karşılıklı edimler ara-sında var olan denge, sonradan koşulların olağanüstü değişmesiyle büyük ölçüde taraflardan biri aleyhine katlanılamayacak derecede bozulursa, örneğin savaş, ülkeyi sarsan ekonomik krizler, enflasyondaki aşırı yükselmeler, büyük devalüasyon, para değerinin -önemli ölçüde düşmesi gibi durumlarda, tarafların iradelerini etkileyip sözleşme yapmalarına neden olan koşullar daha sonra önemli ölçüde çarpıcı adaletsizliğe yol açan olayların gerçekleşmesi ile değişmişse, taraflar artık o sözleşme ile bağlı tutulmayabi-lirler. Başka bir söylemle, borç ilişkisinin kurulmasından sonra borçlunun kusuru olmaksızın borç olanaksızlaşmışsa (imkânsızlaşmışsa), borcun yerine getirilmesi beklenemez.
Burada sözleşmeye uyma yükümlülüğü ile değişen koşulların sözleşmeyi ortadan kaldı-rması, birbirine tezat teşkil eden unsurlardır. Sözleşmeler Hukukunda, böyle durumlarda, beklenmeyen hal kuralı ile, sözleşmenin değişen koşullara uydurulması ilkesi uygulanarak çözüm bulunmasına ve dengenin sağlanmasına çalışılır. Nitekim enflasyon ve par-anın değer kaybetmesinin yol açtığı imkânsızlık hallerinin bu tür sorunlara yol açtığı Türkiye Cumhuriyeti'nde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun E 1977/11-460 K. 1997/651, 17.9.1997 tarihli kararında işlem temelinin çökmesi esasından hareketle, meseleye kend-i ülkesinde çözüm bulmuştur.
Yasa koyucu, ülkemizdeki ekonomik koşullar ve yüksek faiz uygulamasının ödenemez hale getirdiği borç sözleşmelerini ortadan kaldırmadan, sözleşmeyi değişen koşullara uydurmak ve borçları tahsil edilebilir hale getirmek için, 29-/2013 sayılı Borç İlişkilerinden Kaynaklanan Tahsili Geciken ve/veya Tahsil Edilemez Hale Gelen Borçların Yapılandırılması Yasası'nı çıkarmıştır. Yasa koyucunun, ülkedeki koşullar ve yüksek faiz nedeniyle edimini yerine getiremeyen borçluların borçlarını ö-demelerine fırsat sağlamak maksadıyla, sözleşmeyi ortadan kaldırmadan, sadece tahsilat ve faiz ile ilgili yükümlülüklerini sınırlaması, hakkın özüne ihlâl niteliğinde değildir.
Bu koşullara bağlı olarak, yasa koyucunun ülkedeki olumsuz ekonomik şartlardan -ve yüksek faizden etkilenen sözleşmelerin değişen koşullara uydurulması için yaptığı düzenleme Anayasa'nın 46. maddesine aykırı değildir. "
denmiştir.

Kararda yer alan bu hususlar incelendiğinde, Davacının huzurumuzdaki havaleye neden oluşturan Lefkoşa K-aza Mahkemesinde açılmış 8968/2013 sayılı davasında talep ettiği miktarların veya "alacak " taleplerinin, "mal varlığı" olarak nitelendirilmesi mümkün olamamaktadır. Davacının anılan davadaki alacağının, Anayasamızın 36'ncı maddesinde yer bulan "mal- varlığı" kapsamında değerlendirilemeyeceği gerçeğinden hareketle de, anılan Yasanın ilgili maddelerinin Anayasa'nın 36'ncı maddesinin (3)'üncü fıkrasına ve iddia edilen diğer maddelerine aykırılığından söz etmek olanaklı olamamaktadır.
Belirttiklerim ış-ığında 29/2013 sayılı Yasanın 2,4(1)(A) ve (B), 5(2) ve 6A (1), (2) ve (3) maddelerinin Anayasa'nın 36 (3), 41(1)(c), 41(2) ve 63'üncü maddelerine aykırı olmadığına karar veririm.

Bertan Özerdağ: Havale konusu başvuruda, Davacı tarafından, 29/2013 sayılı- Yasanın 2, 4(1)(A) ve (B), 5(2) ve 6A(1), (2) ve (3). maddelerinin Anayasa'nın 36(3) ve 41(1)(c), 41(2) ve 63.maddelerine aykırı olduğu iddiası yapılmıştır.

Anayasa Mahkemesi, 29/2013 sayılı Yasa ile ilgili açılan iptal davasında, Yasanın Anayasa'ya ay-kırılığını inceleyerek Anayasa Mahkemesi 18/2013 Dağıtım 2/2015 sayılı kararında Yasanın 6A maddesi hariç, diğer maddelerinin Anayasa'ya aykırı olmadığına karar vermiştir.

İlgili kararın aşağıdaki kısımlarına atıfta bulunulur:

24. ve 25.sayfaları

"Y-apılan düzenlemede, Yasa koyucu, borç ilişkilerindeki işlem temelini ortadan kaldırmamış, aksine hükümlü alacaktan doğan haklar dahil, taraflar arasındaki hukuki ilişkileri korumuştur. Bu anlamda hukuki güvenlik ilkesinin ihlali söz konusu değildir.
Yasanı-n, yürürlüğe girdiği tarihte elde edilen kazanılmış hakları ortadan kaldırıp kaldırmadığına gelince:

Kazanılmış haktan söz edilebilmesi için hakkın kesinleşmiş yani kişiselleşmiş, şahsi mal varlığına dahil olmuş, güncel ve belirlenebilir olması zorunludu-r.

Bu Yasanın hiçbir kuralı, bir alacaklının hükümle elde ettiği alacak hakkını ortadan kaldırmamakta, fiilen elde ettiği ve şahsi mal varlığına dahil ettiği faydanın iadesini öngörmemektedir. Alacaklının, hükmün semerelerinden yararlanması hakkıdır. Anc-ak kişiler arasındaki borç ilişkilerinde fiilen elde edilmemiş, alacaklının mülkiyetine geçmemiş olan fayda, tamamlanmış hak bahşetmez."

Kararın 25. ve 26.sayfaları
"Hukuk devleti, herkesi kanun önünde koruyan devlettir. Enflasyonun yüksek olduğu bir dö-nemde %100'ün üzerinde bir oranda faizle hüküm elde eden bir alacaklının alacağı ne kadar güvence altında ise, borçlunun da, o ekonomik koşulların değiştiği, enflasyonun düştüğü bir ortamda borcunu, kendinden kaynaklanmayan nedenlerin yarattığı imkânsızlık-lardan etkilenmeden ödeme hakkı vardır. Bu nedenle böyle bir ortamın var olması veya doğmuş olması halinde, bir taraftan alacaklının hükümle elde ettiği haklarını, diğer taraftan kötü ekonomik koşullar ve yüksek faiz nedeniyle hürriyetleri dahil, her şeyin-i kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıya kalan borçluları korumak ve kötü ekonomik koşulların bir taraf aleyhine yarattığı olumsuzlukları ortadan kaldırmak, sosyal hukuk devletinin vatandaşlarına olan mükellefiyetidir. Yasada hiçbir şekilde kişinin hükümle e-lde ettiği alacak hakkını sonuçları ile birlikte ortadan kaldıran düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle, 29/2013 sayılı Yasanın alacaklıların kazanılmış haklarını ortadan kaldırdığını söylemek mümkün değildir."

Kararın 39. ve 40.sayfaları

"Yasa koyucu, -ülkemizdeki ekonomik koşullar ve yüksek faiz uygulamasının ödenemez hale getirdiği borç sözleşmelerini ortadan kaldırmadan, sözleşmeyi değişen koşullara uydurmak ve borçları tahsil edilebilir hale getirmek için, 29/2013 sayılı Borç İlişkilerinden Kaynaklan-an Tahsili Geciken ve/veya Tahsil Edilemez Hale Gelen Borçların Yapılandırılması Yasası'nı çıkarmıştır. Yasa koyucunun, ülkedeki koşullar ve yüksek faiz nedeniyle edimini yerine getiremeyen borçluların borçlarını ödemelerine fırsat sağlamak maksadıyla, söz-leşmeyi ortadan kaldırmadan, sadece tahsilat ve faiz ile ilgili yükümlülüklerini sınırlaması, hakkın özüne ihlâl niteliğinde değildir."

Anayasa Mahkemesi, kararda, bir hakkın "fiilen elde edilmemiş, alacaklının mülkiyetine geçmemiş olan fayda, tamamlanmı-ş hak bahşetmez" diyerek, bu Yasa altında fiilen elde edilmeyen, semerelerinden yararlanılmayan bir alacak hakkının alacaklının mülkiyetine geçmeyeceğinden yasa ile getirilen kısıtlama açısından Anayasa'nın madde 36(3) anlamında mülkiyet hakkına bir kısıtl-amadan bahsetmenin mümkün olmadığını belirtmiştir.

Kararda belirtildiği üzere, bu Yasa ile "kişinin hükümle elde ettiği alacak hakkını sonuçları ile birlikte ortadan kaldıran" bir düzenleme olmadığından, kişinin alacak hakkına bağlı mülkiyet hakkının- sınırlandırılması da söz konusu değildir.

Aynı kararda belirtilen Yasa ile alacak hakkının dayandığı "sözleşmeyi ortadan kaldırmadan, sadece tahsilat ve faiz ile ilgili yükümlülüklerini sınırlaması", hakkın özüne ihlal niteliğinde olmadığından, Davacı-nın alacak hakkına dayanan mülkiyetinin sınırlandırılması söz konusu olamaz.

Atıfta bulunulan kararda incelenmeyen 29/2013 sayılı Yasanın 6A maddesi, sözleşmeyi ve sözleşmeye dayanan hakkı ortadan kaldırmayan, sadece tahsilat ve faiz ile ilgili yükümlül-ükleri sınırlandıran bir hüküm olduğundan, hakkın özüne ihlal niteliğinde olamayacağı cihetle, bu maddenin de Anayasa'nın 36(3) maddesine aykırılığı söz konusu olamaz.

Havale konusu başvuruya konu davadaki alacak, Davacı tarafından fiilen elde edilmemi-ş, semerelerinden yararlanılmamış olduğundan, havaleye konu Yasa ile kişinin başvuruya konu davadaki alacak hakkını sonuçları ile birlikte ortadan kaldırılan bir düzenleme bulunmadığından ve sadece tahsilat ve faiz ile ilgili yükümlülükler sınırlandırıl-dı-ğından, havaleye konu Yasa maddesinin Anayasa'nın 36. maddesinin (3). fıkrasına aykırılığından söz etmek mümkün değildir.

Havale konusu başvuruda konu edilen Anayasa'nın 41(1)(c) ve 41(2) maddeleri, mezkur Yasa ile kamulaştırma yapılmadığı ve Anayasa'nı-n 63. maddesi ilgili ise mezkur Yasanın kooperatifçilik ile ilgili bir düzenleme içermediğinden hareketle, belirtilen Anayasa maddelerine veya kurallarına da aykırılığı bulunmamaktadır.

Belirtilenlerle, 29/2013 sayılı Yasanın 2, 4(1)(A) ve (B), 5(2) ve -6A(1),(2) ve (3) maddelerinin Anayasa'nın 36. maddesinin (3). fıkrasına ve 41(1)(c), 41(2) ve 63. maddelerine aykırı olmadığına karar veririm.

Gülden Çiftçioğlu: Tüm meslektaşlarımın kaleme aldıkları kararlarını okuma fırsatı buldum. Başkan Narin Ferdi -Şefik'in görüşleri ve kararı ile hemfikirim.

SONUÇ:
Netice itibarıyla, oy birliği ile, ancak farklı gerekçelerle, 29/2013 sayılı Yasanın 2, 4(1) (A) ve (B), 5(2) ve 6A (1) (2) ve (3) maddelerinin Anayasa'nın 36(3), 41(1) (c) ve 41(2) ve 63. maddeler-ine aykırı olmadığına karar verilir.


Narin Ferdi ŞefikAhmet Kalkan
Başkan Yargıç




Gülden ÇiftçioğluTanju ÖncülBertan Özerdağ
Yargıç Yargıç Yargıç

29 Haziran 2017











36






Full & Egal Universal Law Academy